Aylık arşivler: Haziran 2025

Yaz tatili, çocukların ekran başında saatler geçirdiği bir dönem olmak zorunda değil!

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Uzman Klinik Psikolog İnci Nur Ülkü, yaz tatilinin çocuklar için anlam ve önemine değinerek ebeveynlerin bu süreci nasıl değerlendirmeleri gerektiğinden bahsetti.

Yaz tatili çocuk için bağları güçlendirme, beceriler geliştirme ve desteklenme dönemi…

Okullar kapandığında çocukların ilk heyecanının özgürlük, eğlence ve dinlenme olurken, ebeveynler için tatil döneminin çoğu zaman ‘Bu yaz çocuğuma nasıl faydalı olabilirim?’, ‘Tüm gün ekrana bakmasın diye ne yapmalı?’, ‘İşten fırsat buldukça onunla nasıl kaliteli vakit geçiririm?’ gibi sorular olduğunu dile getiren Uzman Klinik Psikolog İnci Nur Ülkü, “Tüm bu soruların ortak bir cevabı var: Kaliteli zaman. Yaz tatili çocuğun gelişimi için sadece bir dinlenme süreci değil, aynı zamanda duygusal bağları güçlendirme, beceriler geliştirme ve psikososyal olarak desteklenme dönemidir.” dedi.

‘Kaliteli zaman’ kavramının ‘sağlıklı gelişim’ anlamına geldiğine dikkat çeken Ülkü, “Çocuklarla geçirilen zamanın uzunluğu değil, içeriği belirleyicidir. Birlikte geçirilen kısa bir zaman dilimi bile, eğer dikkat, ilgi ve etkileşim içeriyorsa çocuğun ruhsal gelişimine önemli katkı sağlar. Özellikle yaz tatili gibi daha esnek dönemlerde bu fırsat çok daha değerlidir.” açıklamasını yaptı.

Ekran süresi sınır koyarak değil, alternatif sunarak dengelenebilir! 

Araştırmaların, çocuklarla kurulan kaliteli ilişkinin; özgüveni, duygusal dayanıklılığı, problem çözme becerilerini ve sosyal uyumu desteklediğini gösterdiğini kaydeden Uzman Klinik Psikolog İnci Nur Ülkü, “Bu bağın özellikle tatil dönemlerinde pekişmesi, çocuğun hem anı dünyasını zenginleştirir hem de gelişim sürecine psikolojik yatırım sağlar.” dedi.

Yaz tatili boyunca çocukların ekran süresinin, okul dönemiyle kıyaslandığında doğal olarak arttığına işaret eden Ülkü, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu süre kontrol edilmezse, ekran bağımlılığı gelişebilir. Özellikle 0-12 yaş arası çocuklarda ekran karşısında geçirilen uzun saatler dikkat dağınıklığı, uyku problemleri ve duygusal regülasyon sorunları gibi birçok alanda risk oluşturur.

Ebeveynler ekran süresini sadece sınır koyarak değil, alternatif sunarak dengeleyebilirler. Pazartesi ‘müzik günü, salı ‘hikâye yazma günü’, çarşamba ‘doğa keşfi’ günü gibi her güne anlam yüklenebilir. Basit malzemelerle yapılan deneyler çocuklarda hem merak uyandırır hem de öğrenmeyi eğlenceli hale getirir. Her hafta birlikte bir kitap okuyup üzerine sohbet etmek, hem dil gelişimini destekler hem de aile bağlarını kuvvetlendirir. Çocuğun yaşına uygun görevlerle birlikte yemek yapmak, sorumluluk ve öz güven kazandırır. Boyama, kolaj, geri dönüşüm malzemeleriyle yapılan projeler çocukların üreticiliğini destekler.”

Teknoloji çağında yetişen çocuklar için doğa, bir denge unsuru…

Çocukların doğayla temas ettikçe sadece fiziksel değil, duygusal ve zihinsel olarak da geliştiğini vurgulayan Uzman Klinik Psikolog İnci Nur Ülkü, “Araştırmalar doğada zaman geçiren çocukların dikkat sürelerinin uzadığını, kaygı seviyelerinin azaldığını, problem çözme ve yaratıcı düşünme becerilerinin geliştiğini gösteriyor.” dedi. 

Ağaçlara dokunmanın, çimenlere uzanmanın, bir böceği gözlemlemenin ya da yürüyüşe çıkmanın basit gibi görünse de çocuk için dünyayı tanımanın, düzeni keşfetmenin, sakinleşmenin ve bedensel farkındalık kazanmanın yolları olduğunu aktaran Ülkü, “Park gezileri, piknikler, deniz kenarı yürüyüşleri ya da şehirdeki doğa müzeleri… Her bir açık hava etkinliği çocuğun dünyasında iz bırakır. Özellikle teknoloji çağında yetişen çocuklar için doğa, bir denge unsuru olur.” şeklinde konuştu.

Çocukla geçirilen kaliteli zaman, çocuk için çok değerli! 

Her ebeveynin tüm gününü çocuğuna ayıramayabileceğini de ifade eden Uzman Klinik Psikolog İnci Nur Ülkü, “Ancak burada önemli olan zamanın niteliğidir. Birlikte geçirilen 20 dakikalık kaliteli bir zaman arka planda telefonun olmadığı, gerçekten karşılıklı temasın kurulduğu bir zaman dilimiyse çocuk için çok değerlidir.” dedi.

Kısıtlı vakti olan ebeveynlere önerilerde bulunan Ülkü, şunları söyledi:

“Rutinleşmiş küçük ritüeller oluşturun. Her akşam 10 dakika kitap okuma, her hafta sonu sabah kahvaltısını birlikte hazırlama gibi tekrar eden, anlamlı anlar yaratın. Günlük içten sohbetler yapın. ‘Bugün seni en çok ne mutlu etti?’, ‘En zorlandığın an neydi?’ gibi sorularla çocuğun duygularına temas edin. Kaliteli teması seçin. Çocukla sadece fiziksel olarak aynı ortamda olmak yetmez. Onun gözlerine bakmak, söylediklerini aktif şekilde dinlemek ve duygularını onaylamak çok kıymetlidir.”

Yaz tatili, anlam üretme, öğrenme ve bağ kurma zamanı olarak değerlendirilmeli!

Yaz tatilinin, çocukların sosyal becerilerini geliştirmek için ideal bir zaman dilimi olduğunu hatırlatan Uzman Klinik Psikolog İnci Nur Ülkü, “Ancak sosyal beceriler sadece arkadaş ortamında değil, aile içinde de desteklenebilir.” dedi.

Çocukların sosyal becerilerini geliştirmek için aile içinde yapılabilecek aktivitelere de değinen Ülkü, sözlerini şöyle tamamladı:

“Ailece masa oyunları oynayın. Sıra bekleme, kurallara uyma, kaybetmeyi kabullenme gibi sosyal öğrenmeleri destekler. Drama veya hikâye tamamlama oyunları kurun. Duygu tanıma ve empati gelişimine katkı sağlar. Komşu çocuklarıyla etkinlikler organize edin. Küçük piknikler, bisiklet turları veya mahalle etkinlikleri çocukların akran ilişkilerini güçlendirir. Birlikte gönüllülük projelerine katılın. Hayvan barınağını ziyaret etmek, bir yardım kampanyasında görev almak gibi faaliyetler, çocukta aidiyet ve toplumsal sorumluluk bilinci kazandırır.

Yaz tatilini ‘boş zaman’ değil, birlikte anlam üretme, öğrenme ve bağ kurma zamanı olarak değerlendirmek gerekir.”

 

 

 

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Başkan Altay 28 İlçede Çocukları ve Gençleri Yaz Spor Okulları’na Kayıt Olmaya Davet Etti

Konya Büyükşehir Belediyesi’nin merkez dışındaki 28 ilçede 6-16 yaş arası öğrencilere yönelik “Spora Erişimi Olmayan Çocuk Kalmasın” sloganı gerçekleştireceği Yaz Spor Okulları’nda kayıt heyecanı başladı. Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay, 28 ilçedeki çocukları ve gençleri son kayıt tarihi 6 Temmuz olan Yaz Spor Okulları’na kayıt yaptırmaya davet etti.


Konya Büyükşehir Belediyesi’nin merkez dışındaki 28 ilçede 6-16 yaş arası öğrenciler için düzenlediği Yaz Spor Okulları’nda kayıt süreci başladı.

Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay, bu yıl “Spora Erişimi Olmayan Çocuk Kalmasın” sloganıyla gerçekleştirilecek Yaz Spor Okulları’nın, çocukların hem fiziksel gelişimlerine katkı sağlayan hem de sosyal becerilerini geliştiren kıymetli bir proje olduğunu ifade etti.

Çocukların yaz tatilinin sporla dolu, verimli ve eğlenceli geçirmesi amacıyla hazırlanan Konya Büyükşehir Belediyesi Yaz Spor Okulları’nın 56 spor tesisinde ücretsiz olarak düzenleneceğini belirten Başkan Altay, “Sporun birleştirici gücü sayesinde, çocuklarımızın özgüvenleri artıyor ve onların geleceğe daha umutla bakmalarını sağlıyoruz. Gençlerimizin potansiyellerini ortaya çıkaracak projelere yatırım yapmayı sürdüreceğiz. Yaz Spor Okullarımız bu yıl, 28 ilçemizde 24 farklı branşta alanında uzman 125 antrenör ile hizmet verecek. 6-16 yaş aralığındaki çocuklarımız ve gençlerimizi ‘Spora Erişimi Olmayan Çocuk Kalmasın’ sloganıyla düzenlediğimiz Yaz Spor Okulları’mıza kayıt yaptırmaya davet ediyorum” ifadelerini kullandı.

SON KAYIT TARİHİ 6 TEMMUZ

Atletizm, basketbol, futbol, güreş, hentbol, judo, karate, kick boks, masa tenisi, satranç, tekvando, voleybol, yüzme ve jimnastik başta olmak üzere 24 branşta gerçekleşecek Konya Büyükşehir Belediyesi Yaz Spor Okulları’na kayıtlar 6 Temmuz’a kadar sürecek.

28 ilçede 7 Temmuz’da başlayacak eğitimlere katılmak isteyen öğrenciler, başvurularını “sporkonya.com.tr” internet adresinden yapabiliyor. Kayıtla ilgili tüm detaylı bilgiye 444 55 42 (dahili 3825-3824) numaradan ulaşılabiliyor.

 

 

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Spor kenti Gölcük’te yaz turnuvaları başlıyor

Gölcük Belediyesi’nin yaz etkinlikleri kapsamında 11 Temmuz-3 Ağustos tarihleri arasında düzenleyeceği; Plaj Voleybolu ve Mehmet Sezer Sokak Basketbolu Turnuvalarında gençler yeteneklerini sergileyecek.

Gölcük Belediyesi geleneksel hale gelen yaz spor etkinlikleri, bu yıl da gençlerin yeteneklerini sergilemesine imkan sağlayacak. Değirmendere Yüzbaşılar sahilindeki spor tesislerinde 11 Temmuz-3 Ağustos tarihleri arasında düzenlenecek olan Plaj Voleybolu ve Mehmet Sezer Sokak Basketbolu Turnuvaları yaz aylarında ilçede spor coşkusunu arttıracak. Turnuvalar 11-12-13 Temmuz büyükler, 18-19-20 Temmuz’da ise küçükler Plaj Voleybolu turnuvası ile başlayacak. Turnuva 1-2-3 Ağustos tarihlerinde ise Mehmet Sezer Sokak Basketbolu ile devam edecek.

YÜZBAŞILAR SAHİLİ SPOR COŞKUSUYLA DOLUP TAŞACAK

Kayıtların başladığı etkinliklerde; Plaj Voleybol Turnuvası’nda takımlar 2 kişiden, Sokak Basketbol Turnuvası’nda ise 3 as ve 2 yedek olmak üzere 5’er kişiden oluşacak. 11-12-13 Temmuz’da düzenlenecek Plaj Voleybolunda büyük erkek, büyük kadın, karma ve genç kadın kategorilerinde, 18-19-20 Temmuz’da ise minik, küçük, yıldız ve babalar kızlar kategorilerinde müsabakalar gerçekleştirilecek.

TURNUVALARA KAYITLAR SÜRÜYOR

Birbirinden çekişmeli müsabakalara sahne olacak turnuvalara başvurular ise; Gençlik ve Spor Hizmetleri Müdürlüğü’nün 0542 495 09 65- 0532 340 71 35 numaralı telefonlarından bilgi alınıp kayıt oluşturularak yapılabilecek.

SPOR KENTİ GÖLCÜK’TE SPORA DESTEK SÜRECEK

İlçede bulunan tüm gençleri turnuvaya davet eden Gölcük Belediye Başkanı Ali Yıldırım Sezer, “İlçemizin adının sportif başarılarla duyurmak ve geleceğimizin teminatı gençlerimiz için, tesisleşme çalışmalarına, sporcularımıza ve kulüplerimize destek olmaya devam edeceğiz” dedi.

 

 

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Keçiören Belediyesi’nden engelli çocuklara karne hediyesi

Keçiören Belediyesi, karne sevinci yaşayan engelli çocuklara yönelik anlamlı bir etkinliğe imza attı. “Küçük Kalpler, Büyük Başarılar” sloganıyla düzenlenen etkinlikte çocuklar aileleriyle birlikte eğlenceli vakit geçirdi.  Etkinlik kapsamında kurulan çocuk atölyelerinde minikler; ahşap boyama, rüzgar gülü yapımı gibi yaratıcı etkinliklere katıldı. Oyun alanlarında ise sandalye kapmaca gibi eğlenceli aktivitelerle doyasıya eğlendiler. Canlı müziğin de yer aldığı etkinlikte çocuklar gönüllerince dans etti. Pamuk şeker ve patlamış mısır ikramıyla keyiflerine keyif katan çocuklara, karne hediyesi olarak oyuncak araba, top, oyuncak bebek, boyama kitabı ve boyama kalemleri verildi. Özel gereksinimli çocuklar ve aileleri tarafından büyük memnuniyetle karşılanan etkinliğe Keçiören Belediye Başkan Yardımcıları Selçuk Karadağ ve Celal Biçer katıldı.

Her zaman yanınızdayız

Çocuklara katılım belgelerini tek tek takdim eden Keçiören Belediye Başkan Yardımcısı Selçuk Karadağ, ”Sizlere Keçiören Belediye Başkanı Dr. Mesut Özarslan’ın selamlarını getirdim. Şahsım adına da burada olmaktan son derece gurur duyuyorum. Çocuklarımızın mezun olmalarının vesilesiyle burada kucaklaşıyoruz. Hepinize başarılarınızın devamını diliyorum. Her zaman yanınızdayız” dedi.

 

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Bayraklı’da yaz okulu atölyeleri başlıyor

Bayraklı Belediyesi, çocukların yaz tatilini verimli ve eğlenceli geçirmeleri için yaz atölyeleri düzenliyor. Bu kapsamda 7-12 yaş arasındaki çocuklar, 10 branşta çeşitli kurslara katılma fırsatı bulacak. Bayraklı Belediye Başkanı İrfan Önal, “Tüm çocuklarımızı eğlenip, öğrenebilecekleri yaz okulu atölyelerimize bekliyoruz” dedi.

7 TEMMUZ’DA BAŞLIYOR
Bayraklı Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü, çocukların yaz tatilini daha verimli geçirebilmeleri amacıyla Bayraklı Sanat ve Müzik Akademisi çatısı altında açtığı kurslarını, yaz okulu kapsamında sürdürecek. Bu doğrultuda açılacak kurslar, çocukların farklı ilgi alanlarına hitap eden zengin içerikler sunacak. Kurslara 7-12 yaş arasındaki çocuklar, ücretsiz olarak katılabilecek. Yaz okulunda; neşeli matematik, İngilizce, arkeoloji, görsel sanatlar ve eğlenceli bilim, orff (oyunla müzik), zeka oyunları, yaratıcı yazarlık, hareket eğitimi ve satranç gibi kurslar yer alacak. Böylece çocuklar eğlenerek öğrenirken yeni beceriler kazanıp, yeteneklerini keşfetme fırsatı bulacak. Kurslar, Mansuroğlu Mahallesi 100. Yıl Matematik ve Zeka Oyunları Parkı’nda gerçekleştirilecek. Yaz okulu atölyeleri 7 Temmuz’da başlayacak. Ayrıntılı bilgiye 0 501 755 91 91 telefon numarasından ulaşılabilecek.

ÇOCUKLARIMIZI ATÖLYELERE BEKLİYORUZ
Bayraklı Belediye Başkanı İrfan Önal, “Yaz tatilinde çocuklarımızın kendilerini geliştirmeleri ve eğlenerek öğrenmeleri için kurslarımızı sürdürüyoruz. Bu kapsamda çocuklarımızın tatil zamanını verimli bir şekilde geçirebilecekleri yaz okulu atölyeleri düzenledik. 10 branştaki kurslarımıza tüm çocuklarımızı bekliyoruz” dedi.

 

 

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Konut Talebinde Bayram Etkisi: Satılıkta Düşüş, Kiralıkta Artış

Rapora göre, Mayıs 2025 itibarıyla satılık konutların yıllık reel fiyat değişimi ülke genelinde yüzde -6,2, İstanbul’da yüzde -6,4, İzmir’de ise yüzde -3,1 seviyelerinde gerçekleşti. Ankara’da ise yıllık reel fiyat değişimi yüzde 0,4 ile pozitif bölgeye geçti. Satılık konutların cari fiyatlarının yıllık artış oranı ise Nisan 2025’e kıyasla 1,5 puan artarak ülke genelinde yüzde 27,1 oldu.

Yıllık bazda reel kira değişimi ise ülke genelinde yüzde -1,8 olurken İstanbul’da yüzde 3,9, Ankara’da yüzde 1,8 ve İzmir’de yüzde 3,3 artış gösterdi. Kiralık konut piyasasında ilan metrekare fiyatlarındaki yıllık cari artış oranı düşüşünü sürdürerek yüzde 32,9 olarak kaydedildi.

2023 Temmuz’dan bu yana düşüş eğiliminde olan ülke genelindeki reel konut fiyat endeksi, Mayıs 2025’te bir önceki aya göre 1,1 puanlık artışla 155,9 seviyesine geldi.

Şekil 1: Türkiye genelinde reel konut fiyat endeksi (2017 Eylül=100)

Kaynak: sahibinden.com, Betam

Reel fiyatlarda yıllık değişim negatif seyrini korudu

Yıllık reel fiyat değişimi, 2024’ün başından itibaren negatif değerlerdeki seyrini sürdürdü. Mayıs 2025’te yıllık fiyat değişimi oranı ülke genelinde yüzde -6,2 olarak gerçekleşti. Bununla birlikte, reel fiyatlardaki yıllık düşüşün Haziran 2024’ten itibaren ivme kaybettiği görüldü.

Şekil 2: Türkiye genelinde satılık konut reel fiyatlarının yıllık değişimi (%)

Kaynak: sahibinden.com, Betam

Cari fiyatlarda ılımlı artış

Ülke genelinde ortalama konutun cari fiyatla yıllık artış oranı Mayıs 2025 itibarıyla yüzde 27,1 olarak gerçekleşti. Mayıs 2025 itibarıyla ortalama satılık konut m² fiyatı Türkiye genelinde 36.275 lira, İstanbul’da 50.000 lira, Ankara’da 29.303 lira ve İzmir’de 43.333 lira.

Şekil 3: Türkiye ve üç büyük ilde satılık konut ilan fiyatlarının yıllık değişimi (%)

Kaynak: sahibinden.com, Betam

Konut talebinde düşüş

Nisan ayında yukarı yönlü bir hareket gösteren konut talep endeksi, Mayıs 2025’te bir önceki aya göre %11,3’lük düşüşle 152,5 seviyesine geriledi. Rapora göre geçen yılın mayıs ayına kıyasla endeks %30,2 daha yüksek ölçüldü.

Şekil 4: Talep göstergesi (2020 Nisan=100)

Kaynak: sahibinden.com, Betam

Reel kirada yükseliş

Türkiye genelindeki reel kira endeksi Mayıs ayında, bir önceki aya kıyasla %2,6 artarak 178,9 olmuştur. Reel kira endeksi bir önceki yılın aynı ayına göre ise %1,8 daha düşüktür. Reel kira fiyatlarındaki yıllık değişim oranı üç büyükşehirde pozitif olmuştur: İstanbul’da %3,9, Ankara’da %1,8, İzmir’de ise %3,3.

 

Şekil 5: Türkiye genelinde reel kira endeksi (2017 Eylül=100)Kaynak: sahibinden.com, Betam

Kiralık konut talebinde artış

Kiralık konut talep göstergesi Nisan ayına kıyasla yüzde 9,6 arttı. Geçen yılın mayıs ayına kıyasla ise yüzde 1,2 daha düşük. Raporda, kiralık konut talebinde bir ayda görülen yükselişin mevsimsel etkiden kaynaklandığı belirtildi.

BETAM tarafından sahibinden.com verileri ile hazırlanan kira endeksi ile TÜİK’in açıkladığı TÜFE kira endeksinin hesaplama yöntemlerinin farklı olduğunu belirtmek gerekir. BETAM tarafından yayınlanan kira endeksinde, “yeni kiraya verilmek üzere ilan edilen” konutların “talep edilen kira fiyatlarındaki” artışı dikkate alınıyor. Ancak, ilan edilen fiyatlardan bir kiralamanın gerçekleşip gerçekleşmediği ve gerçekleştiyse hangi fiyattan gerçekleştiği bilgisi bilinemiyor. Bu nedenle, doğrudan enflasyon hesabına yönelik bir kira endeksi hesabı yapmak uygun değil. Öte yandan, TÜİK’in Hanehalkı Bütçe Anketi ile izlemekte olduğu kira fiyatı endeksi ise “aynı evde oturmaya devam eden kiracıların yaşadığı” fiyat artışını yansıtıyor.

Şekil 6: Talep göstergesi (2020 Şubat=100)Kaynak: sahibinden.com, Betam

 

 

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

30 Haziran Koruyucu Aile Günü: ‘Travma bilgili yaklaşım, çocukların geleceğini korur’

Her çocuk, güvenli, şefkatli ve destekleyici bir aile ortamında büyümeyi hak eder. Bireysel ve toplumsal travmalar nedeniyle pek çok çocuk, biyolojik ailesinin yanında büyüyememekte ve koruyucu aile desteğine ihtiyaç duymaktadır. 30 Haziran Koruyucu Aile Günü kapsamında açıklamalarda bulunan İstanbul Bilgi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı, Travma ve Afet Çalışmaları Uygulamalı Ruh Sağlığı Yüksek Lisans Programı öğretim üyesi Prof. Dr. Zeynep Şimşek, bu çocuklara yönelik bakım sistemlerinin travma bilgili bir yaklaşımla yürütülmesinin kritik bir gereklilik olduğunu dile getirdi.

Türkiye’de her dört kişiden birinin 18 yaş altı olduğunu belirten Prof. Dr. Şimşek, “Nüfusumuzun yaklaşık yüzde 25’ini oluşturan çocukların bir kısmı, çocuk ihmali ve istismarı gibi bireysel travmaların yanı sıra afetler gibi toplumsal travmalar nedeniyle biyolojik ailelerinin yanında büyüyememektedir. Oysa çocukların sağlıklı gelişimi açısından kritik olan aile yanında büyüme hakkı, uluslararası ve ulusal düzenlemelerle güvence altına alınmıştır. Bu hakkı, korunma ihtiyacı olan çocuklara sunmak devletlerin temel sorumluluğudur” dedi.

Şu an Türkiye’de 10 bin 294 çocuğun 8 bin 619 koruyucu ailenin yanında büyüdüğünü ve en az 15 bin çocuğun daha koruyucu aileye ihtiyaç duyduğunu hatırlatan Şimşek, özellikle afetlerin artışıyla bu sayının da giderek yükseleceğini belirtti.

Koruyucu ailelik, çocuklara yalnızca fiziksel bir barınma değil, aynı zamanda güvenli bağ kurabilecekleri, duygusal iyileşme ve sosyal gelişim açısından fırsatlar sunan bir aile ortamı sağlayan bir bakım modeli. Bu sürecin sağlıklı yürütülebilmesi için hem ailelerin hem de sistemin içindeki tüm profesyonellerin travma bilgili yaklaşımla donatılması gerektiğini söyleyen Şimşek şöyle devam etti: “Travma bilgili profesyoneller, çocuğun yaşadığı olayların etkisini anlayan, gösterdiği tepkilere doğru şekilde yaklaşan ve yeniden travmatizasyona neden olabilecek uygulamalardan kaçınan kişilerdir. Güven ve onarım odaklı çalışmaları, çocuğun ruhsal, sosyal ve bilişsel gelişimi üzerinde doğrudan olumlu etki yaratır.”

Birçok ülkede koruyucu aile olmanın ön koşullarından biri, koruyucu aile eğitim programlarını tamamlamış olmaktır. Travma bilgili yaklaşımla eğitilen koruyucu ailelerin, çocukların yaşadığı travmatik ayrılıkların ardından ortaya çıkabilecek sorunları önlemede daha etkili olduğunu belirten Şimşek, araştırmaların bu eğitimi alan ailelerin yanındaki çocuklarda duygusal ve davranışsal sorunların azaldığını, sosyal ve akademik gelişimin daha sağlıklı ilerlediğini ortaya koyduğunu aktardı: “Çocuğun gelişiminde en güçlü koruyucu faktör, çocukla kurulan güvenli ilişkidir. Bu ilişkinin sağlanabilmesi, koruyucu ailelerin ve sistem profesyonellerinin ortak bir bilgi ve duyarlılık zemininde buluşmasıyla mümkündür. Çocuğun davranışlarını anlamaya çalışırken ‘Neyi var?’ demek yerine, ‘Ona ne oldu?’ diye sormak gerekir. Bu da çocuğun fiziksel ve psikososyal güvenliğini önemseyen işbirliğine, seçme hakkına, karşılıklı saygıya ve onu desteklemeye dayalı bir yaklaşımı benimsemeyi gerektirir.”

‘Toplum olarak sorumluluğumuz büyük’

30 Haziran Koruyucu Aile Günü’nün yalnızca bir farkındalık günü olmadığını, toplumsal sorumluluğun altının çizildiği önemli bir gün olduğunu belirten Şimşek, “Travma bilgili koruyucu aile sistemini güçlendirmek için yalnızca kurumlara değil, tüm topluma sorumluluk düşüyor. Profesyonellerin bu yaklaşımı benimsemesi, koruyucu aile olmak isteyen bireylerin ise gerekli eğitim süreçlerini tamamlaması büyük önem taşıyor. Çünkü her çocuk, şefkatli bir aile ortamında büyümeyi hak eder.” dedi.

 

 

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Yüksek moral kanseri tek başına yenemez

Dijitalleşen dünyayla hayatın merkezine yerleşen sosyal medya, kulaktan dolma yanlış bilgilerin yayılımını da kolaylaştırıyor. Özellikle de kanser gibi hayati önem taşıyan konularda kitleleri büyük yanılgılara sürükleyebilen bu durum, vakaların artmasıyla daha tehlikeli bir hale geliyor. Bu alanda tıbbi eğitimi olmayan kişilerin bilimsellikten uzak ifadelerine inanılmaması gerektiğinden bahseden Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Yeşim Yıldırım, “Kişisel düşünce ve inanışlar topluma bilimsel bir gerçekmiş gibi yansıtılmamalı. Karşı karşıya kalındığında ise kulaktan dolma bu bilgilere itibar etmemek son derece önemli” dedi.

Halk arasında önemli bir yere sahip olan “Olumlu düşünce kanseri tek başına yenebilir” inancına dikkat çeken Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Yeşim Yıldırım, “Morali yüksek tutmak tek başına kanseri ortadan kaldıramaz ancak tedavi sürecine katkı sağlayabilir. Olumlu düşünceler, kişinin stres seviyesini düşürerek bağışıklık sistemini güçlendirebilir. Bu konuda yapılan çalışmalar, psikolojik destek almanın yardımcı gücünü ortaya koyuyor. Bu tip uzun süreli ve yıpratıcı rahatsızlıkların tedavi sürecinde bütüncül yaklaşım çok önemli. Hastaya doktorları tarafından uygun görülen bilimsel tedavi planı; iyi beslenme, düzenli egzersiz ve psikolojik yardım ile desteklenmeli ancak bunların tek başına yeterli olmayacağı bilinmeli” dedi.

Kanserin bulaşıcı özelliği yok

Kanserin bulaşıcı bir hastalık olmadığını ancak bulaşıcı bir hastalık yüzünden kanser oluşabileceğini vurgulayan Yıldırım, “HPV ve Hepatit B, C gibi bazı viral enfeksiyonlar kansere yol açabilir. Örneğin, HPV serviks kanserine neden olabilir, ama HPV enfeksiyonu olan biriyle temas etmek doğrudan kansere yol açmaz. Bu gibi yanlış bilgiler toplumda bilinçsizce yayıldığında kanser hastaları dışlanıyor, damgalanıyor. Hatta hasta yakınları bile onlardan gereksiz yere uzak durabiliyor. Bu viral enfeksiyonlardan korunmak için kanser hastasından uzak durmak yerine HPV veya Hepatit B aşılarına önem vermek daha yerinde bir çözüm” dedi.

Düzenli taramalar ihmal edilmemeli

Kanserin bazı türlerinin uzun süre belirti vermeden ilerleyebileceğinden bahseden Yıldırım, “Bazen de yok sandığımız belirtileri çoğunlukla biz göz ardı etmiş oluruz, bu hataya düşmemek için vücudumuzu iyi dinlemek kıymetli. Erken belirtiler; meme kanserinde kitle, cilt değişiklikleri. Kolon kanserinde dışkıda kan, bağırsak alışkanlıklarının bozulması. Akciğer kanserinde kronik öksürük, kanlı balgam. Rahim ağzı kanserinde ise anormal vajinal kanamalar olarak özetlenebilir. Mamografi, kolonoskopi ve smear testi gibi düzenli taramalar erken tanı için hayati öneme sahip” dedi. 

Sigara; akciğer, mesane ve pankreas kanserlerini daha fazla tetikliyor

Kanser vakalarının sadece yüzde 5 ila 10’unun doğuştan gelen genetik mutasyonlarla ilişkili olduğuna değinen Yıldırım, “Genetik yatkınlık önemli olsa da iyi beslenme, işlenmiş gıdalardan uzak durma, düzenli egzersiz yapma, sigara ve alkol kullanmama gibi sağlıklı yaşam alışkanlıklarını benimsemek kansere yakalanma riskini önemli ölçüde azaltabilir. Kötü alışkanlıklardan sigara; akciğer, mesane ve pankreas kanseri riskini artırırken obezite ve sağlıksız beslenme; meme, bağırsak ve karaciğer kanserine davetiye çıkarır. Alkol; baş-boyun, karaciğer ve meme kanserini tetiklerken, radyasyon ve kimyasallar; meslek hastalıkları ve cilt kanseri oluşumunu hızlandırır” şeklinde konuştu. 

Dezenformasyon yüzünden toplum sağlığı tehlikede

İnternet ortamında işin uzmanı olmayan kişilerin bilimsel gerçekliklerden uzak bir şekilde kişisel düşüncelerini tıbben kanıtlı bir bilgi gibi yayması, toplum sağlığını tehdit eden ciddi bir sorun diyen Yıldırım, “Doğru bilgiye ulaşmak ve kendimizi yanlış yönlendirmelerden uzak tutmak için; Türk Tıbbı Onkoloji Derneği, Dünya Sağlık Örgütü Amerikan Kanser Derneği (ASCO), Avrupa Onkoloji Derneği (ESMO) gibi güvenilir sağlık otoritelerini takip etmeli, bilimsel yayınları incelemeli, uzman doktorlardan bilgi almalı ve sosyal medyada kaynağı belirsiz iddialara şüpheyle yaklaşmalıyız” uyarısında bulundu.

 

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Parçacık Hızlandırıcılarının Geliştirilmesiyle Tıpta İleri Tanı ve Tedavi Cihazları Gelişiyor

İstinye Üniversitesi Bilim ve Teknoloji İletişimi Koordinatörlüğü ve YÖK Bilim İletişimi Ofisi iş birliği ile düzenlenen “Dozunda Radyasyon Sağlığın Emrinde” başlıklı bilimsel etkinlik, Fayda Bilim Vakfının katkısıyla Liv Hospital sponsorluğunda Özgen Berkol Doğan Bilimkurgu Kütüphanesi’nde düzenlendi. Etkinlikte, radyasyonun tıbbi uygulamalardaki yeri ve parçacık fiziğinin sağlık teknolojilerine katkısı disiplinler arası bir yaklaşımla incelendi. Alanında uzman akademisyenlerin katılımıyla gerçekleştirilen program, radyasyonun teşhis ve tedavi süreçlerindeki kullanımıyla ilgili güncel yaklaşımları kamuoyuyla buluşturdu. İstinye Üniversitesi Temel Bilimler Bölüm Başkanı, Bilim ve Teknoloji İletişimi Koordinatörü Prof. Dr. Serkant Ali Çetin’in koordinasyonunda düzenlenen etkinlikte, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Merdan Fayda ve Temel Bilimler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Taylan Yetkin uzmanlık alanlarında paylaşımda bulundu.

“Sigara içtiğiniz zaman radyasyona maruz kalıyorsunuz”

Etkinliğin ilk oturumunda, radyasyonun modern tıptaki temel kullanım alanları ve potansiyel riskleri değerlendirildi. Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Merdan Fayda, Radyasyon tedavilerindeki uzmanlığını ve deneyimlerini katılımcılarla paylaştı. Mamografi ve akciğer taramaları gibi erken teşhis yöntemlerinin yanı sıra, yüksek enerjili X-ışınlarıyla uygulanan radyoterapi ve brakiterapi tekniklerine dair güncel bilgiler paylaşıldı. Doz kontrolü, hasta güvenliği ve teknolojik gelişmelerin bu süreçlere etkisi bilimsel çerçevede ele alındı. Prof. Dr. Merdan Fayda, radyasyon tedavisinin tedavi süreçlerindeki kritik önemini şu sözlerle vurguladı: 

“Sigara içtiğiniz zaman radyasyona maruz kalıyorsunuz. Günde iki paket sigara içiyorsanız yılda 80 akciğer grafisi çektirme dozu alıyorsunuz. Siz sigarayı yaktığınızda polonyum oluşturuyorsunuz. Mukozanız radyasyona maruz kalıyor. Günlük hayatımızda da radyasyon var. Etrafımızdaki yalıtımda kullanan malzemelerde bile radyasyon var. Evde de biraz radyasyona maruz kalıyoruz. Ama doğru yapılandırılan radyasyonun işe yaradığı noktalar da var. Örneğin, radyasyonla tümör yok oluyor. Kanser yok oluyor. Doğru dozda doğru şekilde uygulandığında radyasyon insanlara çok faydalı olabiliyor. Yıllar içerisinde tıbbi görüntüleme çok gelişti. Nereyi radyoterapi yapabileceğimizi görüyoruz. Tedavi planlamalarının önü açıldı. MR ile dokular çok daha rahat görülüyor.”

“PET ve benzeri cihazlarla vücut hakkında bilgi elde edebiliyoruz”

İkinci oturumda, temel bilimler çerçevesinde parçacık fiziğinin tıp alanında nasıl dönüştürücü bir etki yarattığına odaklanıldı. Parçacık hızlandırıcısı teknolojilerinin geliştirilmesiyle birlikte PET/BT ve MR gibi ileri tanı cihazlarının ortaya çıkışı ve proton/iyon terapileri gibi hassas tedavi yöntemlerinin kullanımı aktarıldı. Ayrıca, FLASH radyoterapi ve Bor-Nötron Yakalama Terapisi gibi yeni teknolojiler üzerine güncel araştırmalar da paylaşıldı. İstinye Üniversitesi, Temel Bilimler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Taylan Yetkin, şunları söyledi:

“PET ve benzeri cihazlarla vücut hakkında bilgi elde edebiliyoruz. Tümörü yok etmek için proton, elektron tedavisi gönderiyorsunuz. Yok ediyorsunuz. Birisi görüntüleme amaçlı, birisi yok etme amaçlı. Hastalara kanser hücresinin yoğun şekilde kapmak isteyeceği şeker türevi sıvı içinde aslında radyoaktif bir bileşen verdikten bir saat sonra çekim odasına alıyorlar. Bu şekerli sıvıda elektronun anti parçacığını yayan bir madde var. İşte o anti parçacıklar tümör dokusundaki elektronlarla buluşunca o bölge ışıma yapıyor. Siz bu ışımaları parçacık detektörleriyle toplayıp bilgisayar yazılımları tarafından birleştirince üç boyutlu görüntü bilgisini oluşturuyorsunuz. Bu anlamda tüm vücut görüntüsünü oluşturabilecek bir alet. Bunlar bizim aslında doğayı anlamak için ürettiğimiz teknolojilerin medikal fiziğe uygulanmış hali.”

Bilimsel bilginin topluma aktarımı için önemli bir adım

Etkinlik, katılımcıların bilimsel içeriğe doğrudan erişimini sağlamanın yanı sıra, bu bilgilerin toplumla etkili şekilde paylaşılması konusunda da dikkat çekici bir örnek oluşturdu. Disiplinler arası yapı, Dr. Özgenur   Reyhan Güler tarafından yapılan iletişim odaklı moderasyon ve izleyici etkileşimi ile güçlenen oturumlar, akademik bilginin sosyal faydaya dönüşümünü destekleyen bir platform sundu. Radyasyonun sağlıkla kesişen yönlerine dair bilimsel ve toplumsal farkındalık oluşturmayı amaçlayan etkinlik, katılımcılar tarafından ilgiyle takip edildi. Radyasyonun sağlık alanındaki kullanımını ve bu alandaki son bilimsel gelişmeleri derinlemesine ele alan etkinlik, toplumsal sağlık okuryazarlığının gelişmesinde önemli bir adım oldu.

 

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Uyku bedeni, rüya ise ruhu dinlendirir!”

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bilinçaltı ve rüyalar konusunu değerlendirdi.

“İnsan, kendi varlığının farkında olan tek canlı”

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, canlılar arasında, özellikle memeliler grubunda yer alan insanın, bilinç sahibi olan tek varlık olduğunu dile getirerek, “Diğer hiçbir canlıda bilinç bulunmaz. Diğer canlıların zaman kavramı, geçmiş ve gelecek bilinci, varoluş bilinci, anlam arayışı ya da ölüm bilinci yoktur. Bunlar yalnızca insana özgü özelliklerdir. İnsan, kendi varlığının farkında olan tek canlıdır. ‘Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum?’ gibi soruları sorabilmek bu bilincin göstergesi. Kişinin farkında olmadan yaptığı şeyler genellikle bilinçaltından kaynaklanır. Farkında olarak yapılan şeyler bilinçli; farkında olmadan yapılanlar ise bilinçsiz davranışlardır.” dedi.

“Bilinç, kuantum bir varlık olarak ele alınıyor”

Bu konuların yaklaşık 100 yıl önce Freud ve Jung gibi psikiyatristler tarafından da tartışıldığını, bilinç ve bilinçaltı arasındaki ilişkinin özellikle ruhsal hastalıklarla bağlantılı olarak ele alındığını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “2000’li yıllardan itibaren nörobilimin gelişmesiyle birlikte bilince dair yeni tartışmalar ortaya çıkmıştır. Günümüzde bilinç, beynin üzerinde bir varlık olarak; hatta bazı görüşlere göre kuantum bir varlık olarak ele alınmaktadır. Bilinç günümüzde hâlâ psikiyatrinin en temel tartışma konularından biridir. Bilinç, belki de psikiyatrinin kuantumudur. Bilinçaltı, bir insanı analiz etmeye çalıştığımızda karşımıza çıkan, kişinin bazen kendisinden bile beklemediği davranışların kaynağıdır. Bazı insanlar, hiç düşünmeden otomatik tepkiler verebilir ya da refleksif davranışlar sergileyebilir. Üstünlük kompleksi ya da aşağılık kompleksi gibi durumlar bilinçaltı mekanizmalarla ilişkilendirilmiştir. Bu durumları açıklamak için psikolojide çeşitli savunma mekanizmaları geliştirilmiştir.” diye konuştu.

“Örtük bellek, farkında olmadan otomatik şekilde kullandığımız bilgileri barındırıyor”

Günümüzde nörobilimin bu konuyu getirdiği noktada, “bilinçaltı” yerine artık “implisit memory”, yani örtük bellek kavramının kullanıldığını anlatan Tarhan, “Bilincin karşılığı ise ‘eksplicit memory’ yani açık bellek olarak tanımlanır. Açık bellek, farkında olduğumuz ve bilinçli şekilde hatırladığımız bilgileri içerirken; örtük bellek, farkında olmadan otomatik şekilde kullandığımız bilgileri barındırır. Bilinçaltı, kişinin düşünmeden gerçekleştirdiği otomatik davranışlardır. Bu, beyinde kısa yollar aracılığıyla oluşur. Yani sadece felsefi ya da soyut bir konu değildir; nörobiyolojik karşılığı vardır. Kişinin örtük bellek (bilinçaltı) ve açık bellek (bilinç) mekanizmalarını ne kadar iyi yönetebildiği, hayatını ne ölçüde kontrol edebileceğini belirler.” ifadesinde bulundu.

“Bir kişi, karşısındaki birine aniden yoğun bir tepki verebilir”

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bilinçaltı ve bilinçdışı kavramların kimi zaman karıştırılsa da farklı şeyleri ifade ettiğini söyleyerek, şöyle devam etti:

“Bir kişi, karşısındaki birine aniden yoğun bir tepki verebilir. Bu durumu analiz ettiğinizde görürsünüz ki, tepki gösterdiği kişi aslında geçmişte ona zarar veren bir kişiye fiziksel ya da davranışsal olarak benzemektedir. Kişi bunun farkında değildir ama bilinçaltı bu benzerliği çağrıştırır ve otomatik bir tepki oluşturur. Yani karşısındaki kişi aslında bir yanlış yapmamış olsa bile, kişi geçmişte yaşadığı olumsuz deneyimin etkisiyle tepki verir. Bu, bilinçaltının devreye girmesiyle olur. Bu tür bilinçaltı tepkilerin rüyalarla da yakın ilişkisi vardır. Bu nedenle Freud, ‘rüyalar bilinçaltına giden kral yoludur’ demiştir. Ona göre rüyalar, bilinçaltına ulaşmanın en kolay ve doğrudan yoludur. Jung ise, bilinç ile bilinçaltı arasında köprüler olduğunu söylemiştir. Yani her iki yaklaşım da rüyaların ve bilinçaltının birbiriyle sıkı bir ilişki içinde olduğunu kabul eder.”

Gündüz rüyası kaygılı kişilerde görülüyor

Hipnozun da rüyanın da uykunun da farklı bir bilinç durumu olduğunu dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Üç tür gerçeklik var. Fiziksel gerçeklik; şu anda içinde yaşadığımız, somut gerçekliktir. Hayal gerçekliği; hayal kurarken yaşadığımız gerçekliktir. Kişi hayal kurar, sonra hayalin bittiğini fark edip tekrar fiziksel gerçekliğe döner. Beyin burada hemen bir ‘gerçeklik testi’ yapar ve bugüne, şimdiye odaklanır. Rüya gerçekliği; rüya sırasında kişi başka bir gerçeklikteymiş gibi yaşar. Uyanınca kısa bir ‘alacakaranlık dönemi’ yaşanır ve ardından rüyanın rüya olduğu anlaşılır. Mesela, dizi rüyalar ya da lüsid rüyalar dediğimiz rüya türlerinde bilinç ile bilinçaltı arasında kısa geçişler olur. Yapılan anketlere göre, her 100 kişiden yaklaşık 40’ı lüsid rüya gördüğünü söylüyor. Yani lüsid rüyalar nadir bir durum değildir.” dedi.

Gündüz uyanık olan bir kişi, dışarıdan hayal kuruyor gibi görünse de aslında ‘gündüz rüyası’ yaşıyor olabileceğini de ifade eden Tarhan, “Bu, Maladaptif Daydreaming olarak bilinen bir durumdur. Özellikle kaygılı kişilerde sık görülür. Kişi gündüz düşleriyle gerçeklik arasında gidip gelir ve bu durum davranışlarını da etkileyebilir.” şeklinde konuştu.

Rüyalar uzay ve zaman kavramlarının dışında işliyor

Bilincin kuantumu” ya da “ruh sağlığının kuantumu” denilen alanın rüya dünyası olduğunu ve rüyaların da uzay ve zaman kavramlarının dışında işlediğini anlatan Tarhan, “Jung bu konuda şöyle der, ‘İnsanın ruhunun uzay ve zamanın dışında bir parçası olması gerekir.’ Burada Jung’un ‘ruh’ tanımı, dini literatürdeki ruh kavramına oldukça benzer. İnsan, başka bir enerji bandından gelmiş, bu dünyada fiziksel gerçeklikte yaşıyor ve ölümden sonra başka bir enerji düzlemine geçiyor olabilir. Yani insanın varlığı sadece bu dünyayla sınırlı değildir. Biz bu geniş denklemin sadece simülatif bir bölümündeyiz. Rüyalar ise bu denklemle bağlantı kurduğumuz alanlardır.” diye konuştu.

‘Evren bir simülasyon olabilir mi?’

Kuantum fiziğiyle uğraşan bilim insanlarının çalışmalarına işaret eden Tarhan, şunları anlattı:

“Gözlemlediğimiz şey var olur, gözlemlemediğimiz şey yok gibi davranır. Hatta bu noktada şöyle bir tartışma da vardır: Kara deliklerin ötesinde bu evreni gözlemleyen, üstün bir bilgisayar teknolojisi kullanan başka varlıklar olabilir mi? Bu fikir, bazı bilimsel çevrelerde ‘evren bir simülasyon olabilir mi?’ sorusunu gündeme getirmiştir. Bu düşünceler kutsal metinlerde de yankı bulur. Kur’an-ı Kerim’e bakıldığında, bazı yorumlara göre “Biz sanki Tanrı’nın zihninde yaşıyormuşuz” gibi bir bakış açısı ortaya çıkmaktadır. Bu görüşler nedeniyle tarih boyunca birçok düşünür eleştirilmiş, hatta bazıları deli ilan edilmiş ya da yargılanmıştır. Oysa bugün kuantum fiziği bu soruların bilimsel zeminlerde tekrar tartışılmasına olanak tanımaktadır. Çünkü kuantum, belirsizlikleri tanımlamaya çalışan bir bilim dalıdır.”

Uyku sırasında beynin nasıl davranıyor?

Bazı bilim insanlarının ‘Acaba rüya, insanın kuantum evrenle bağlantı kurduğu bir alan mı?’ sorusunu da sorduğunu ifade eden Tarhan “Bu durum rüyayı sadece bilinçaltıyla değil, aynı zamanda kuantum fizik, psikiyatri, felsefe ve spiritüalite gibi farklı disiplinlerin ortak tartışma alanına taşımaktadır. Bu yüzden bugün dünyada birçok yerde rüya laboratuvarları kurulmakta, rüya üzerine bilimsel araştırmalar yapılmaktadır. Uyku sırasında beynin nasıl davrandığı, özellikle de rüya dönemlerinde nasıl çalıştığı incelenmektedir.” dedi.

Bastırılmış travmalar çözümlenmeli

Terapi süreçlerinde zaman zaman bilinçli zihinle bilinçaltına ulaşmaya çalışıldığını kaydeden Tarhan, ancak bazı zor vakalarda, özellikle bastırılmış travmaların çözümlenmesi gerektiğinde, bilinçli yöntemlerin yetersiz kalabildiğini, bu gibi durumlarda, kişiyi uyku ve uyanıklık arasındaki bir bilinç düzeyine getiren, anestezi benzeri ilaçların kullanıldığı bir yöntem olan narkoanalizin devreye girebildiğini ve çözülmemiş bir travmanın çözülebildiğini anlattı.

Travma çözüldüğünde rahatlama yaşanıyor

Bilinçaltının, beyinde kapsüllenmiş bir travmatik ağ gibi davranabildiğini, bu ağlara ulaşmanın, adeta bir apsenin boşaltılması gibi olduğunu belirten Tarhan, “Travma çözüldüğünde kişi hem zihinsel hem de fiziksel olarak rahatlama yaşar. Bugün bu tür durumlar için nadiren narkoanaliz kullanılıyor. Bunun yerine daha yaygın ve güvenli bir teknik olan EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) yöntemi tercih ediliyor. Bu teknikte sağ ve sol beyin lobları ses ya da göz hareketleriyle eş zamanlı uyarılır. Bu sayede kişi, bastırdığı travmatik anıların farkına varır ve onları yeniden işleyebilir. Tüm bu yöntemlerde ortak nokta, kişide farklı bir bilinç durumu oluşturmaktır.” şeklinde konuştu.

“Asıl ruhsal dinlenme, rüya sırasında gerçekleşir”

Rüya görmenin bizim genetik algoritmamızın bir parçası olduğunu kaydeden Tarhan, “Bir insanın rüya görmemesi mümkün değil. Herkes rüya görüyordur, hatırlamıyordur. Öyle ki, doğuştan görme engelli olan bebekler bile rüyada gülümseyebilir. Henüz görme duyusu gelişmemiş, hayatı tanımamış bu bebeklerin uykuda tebessüm etmeleri, rüyanın yalnızca dış dünyadan alınan verilerle değil, beynin içsel mekanizmalarıyla ilgili bir süreç olduğunu gösterir. Bu durum, rüyanın beynimizin temel bir fonksiyonu olduğunu kanıtlar niteliktedir. Henüz soyut kavramları bile bilmeyen bir bebeğin, rüyada gülümsemesi ise beynin uzay-zamanın ötesinde çalışan bir alanına işaret eder. Rüya görmek, insanın fizyolojik bir özelliğidir. Uyku bedeni, rüya ise ruhu dinlendirir. Asıl ruhsal dinlenme, rüya sırasında gerçekleşir.” dedi.

“Rüya görmek, fizyolojik bir ihtiyaçtır”

Bilinçaltının, aslında örtülü belleğimiz olduğunu ve beynimizde fizyolojik karşılığının bulunduğunu dile getiren Tarhan, “Rüyalar da bu örtülü belleğin bir sonucudur. Rüya görmek, fizyolojik bir ihtiyaçtır. Rüyayı yok ederek bir kişide şizofreni benzeri belirtiler oluşturabilirsiniz. REM uykusu sırasında kişi her rüyaya daldığında uyandırılırsa, bu ciddi psikolojik bozulmalara yol açabilir.” ifadesinde bulundu.

Terapi sürecinde olan biri için rüyalar anlamlı olabilir

Eğer kişinin bir ruhsal problemi yoksa, rüya yorumlarıyla uğraşıp vakit kaybetmesine gerek olmadığını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Ancak psikiyatrik tedavi gören veya terapi sürecinde olan biri için rüyalar anlamlı olabilir. Örneğin, kişinin gerçek hayatta bir korku yaşamamasına rağmen rüyasında korkulu bir durumla karşılaşması, aslında bilinçaltında işleyen ve terapide kullanılabilecek faydalı bir motiftir. Rüyalar genellikle sembollerle doludur. Örneğin, rüyada aslan görmek güç ve cesareti; su görmek şefkati; köpek görmek ise güven veya arkadaşlık arayışını simgeleyebilir. Bu yorumlar rüya tabir kitaplarında yer alır. Ancak bu semboller her birey için aynı anlamı taşımaz. Önemli olan, rüyayı kişinin kendi psikolojik yapısına uygun şekilde yorumlamaktır.” diye anlattı.

Toplumumuzda rüyalardan etkilenme oranı çok yüksek 

Negatif düşünen insanların rüyalarla ilgili genellikle olumsuz senaryolar ürettiklerini, pozitif yapılı kişilerin ise rüyalarını daha olumlu yorumlama eğiliminde olduğunu kaydeden Tarhan, “Ancak bizim toplumumuzda rüyalardan etkilenme oranı oldukça yüksek, yapılan araştırmalara göre bu oran yüzde 85’e kadar çıkabiliyor. Bu da demek oluyor ki, birçok insan rüyalardan etkilenip yanlış kararlar alabiliyor, ilişkilerini bile bu yüzden zedeleyebiliyor.” dedi.

Rüyalar asla anlamsız değil…

Rüyaların asla anlamsız olmadığını ve sembollerle konuştuğunu ifade eden Tarhan, “Ancak bu sembollerin dilini bilmiyorsanız, rüyaları anlamanız mümkün olmaz. Üstelik bu semboller evrensel değildir; kişiye özeldir. Rüyalar kişisel deneyimlerden ve duygulardan beslenir. Evrensel bir dil kullanmazlar, bireyin iç dünyasına göre şekillenirler. Bu yüzden bir rüyayı anlamak istiyorsanız, sembolün o kişi için ne anlama geldiğini çözmeniz gerekir.” ifadesinde bulundu.

Rüya yorumlarının, analiz aşamasında önemli bir araç olsa da tedavi sürecinde her zaman aynı başarıyı göstermediğini kaydeden Tarhan, “Bu nedenle psikanalizin günümüzdeki evrimi nöropsikanaliz olarak adlandırılır. Artık bilinçaltını tanımak geçmişe göre daha kolay. Gelişen teknikler sayesinde, birçok yöntemle bilinçaltına ulaşmak mümkün hale geldi.” diye konuştu.

İlham bazen uyanıkken bazen de rüyada ortaya çıkar

Haberci rüyalar kavramına dikkat çeken Tarhan, “Kişi rüyasında birini görüyor ve ertesi gün o kişi gerçekten karşısına çıkıyor. Toplumda bu tür rüyaları görenlerin oranı yüzde 50-60 civarındadır. Hemen herkesin hayatında bu şekilde sezgisel, anlamlı bir rüya deneyimi olmuştur. Asıl önemli olan ise bu rüyaların doğru şekilde yorumlanabilmesidir. Eğer kişi gördüğü rüyayı yorumlamazsa, bazen bu durum sorunlara yol açabilir. İnsan bir konuya aşırı odaklandığında, buna yaratıcı düşünce denir ve bu yoğun konsantrasyon sonucu aniden ilham gelir. Bu ilham bazen uyanıkken, bazen de rüyada ortaya çıkar. Dolayısıyla evrende henüz tam olarak anlayamadığımız bir anlam boyutu olabilir. Rüyalar da zaman zaman bu boyutla bağlantı kurmanın yollarından biri olarak değerlendirilebilir.” şeklinde sözlerini tamamladı.

 

 

 

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı