Aylık arşivler: Mart 2021

TikTok, Dünya Kadınlar Günü’nü Mart boyunca kutluyor

TikTok,  Dünya Kadınlar Günü onuruna Mart ayı boyunca kadın içerik üreticileri, yazarlar ve sunucularla çeşitli kampanyalar düzenleyerek kadınlara ilham vermeyi hedefliyor. Kadın sporcular, müzisyenler, sanatçılar ve  girişimciler dahil bütün kadınlar TikTok'u eğlenmek, ilham vermek, eğitmek, motive etmek ve değişimin sesi olmak için önemli bir platform olarak görüyor. 

TikTok, Mart ayı boyunca devam edecek etkinlikler aracılığıyla kadınları başarı hikayelerini paylaşmaya ve birbirlerine ilham vermeye teşvik ediyor.

Güçlü kadınlar başarılarının sırrını paylaşıyor

TikTok’un ilk olarak #GüçlüKadınlar   etiketiyle başlatacağı canlı yayın serisinde, 8 –12 Mart tarih aralığında, saat 18:00 – 22:00 saatleri arasında güçlü kadınlar özgün ve ilham verici başarı hikayelerini paylaşacak. TRT Çocuk Sunucusu Şeyda Yılmaz (@seydaayilmaz), köşe yazarı ve radyo sunucusu Aygül Aydın (@aygulaydin) moderatörlüğünde kadın TikTok içerik üreticileriyle ve başarılı kadın sporcularla sohbetler gerçekleştirilecek.

Bugün saat 19.00’da Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nden Olimpik yüzücü Nida Eliz, dört kadın olimpiyat oyuncusuyla gerçekleşecek sohbetin moderatörlüğünü üstlenecek. Bu canlı oturumu popüler içerik üreticilerinden Yeliz Korkmaz’la (@semiraminta) saat 20.00’da, Cemre Solmaz’la (@cemresolmaz) 21.00’da yapılacak röportajlar izleyecek. 9 Mart Salı günü saat 19.00’da TikTok’ta eğlenceli ve öğretici çizim videolarıyla tanınan Nursema Altuntaş’la (@nursema) bir sohbet yapılacak.

Kadın sporcular başarı hikayeleriyle ilham veriyor

Canlı yayın serisinde sadece sporda başarılı sonuçlar elde etmekle kalmayıp, birçok kadına ilham kaynağı olan kadın sporcuların hikayeleri de yer alıyor. Çarşamba günü saat 18.00’de  Avrupa aerobik jimnastik şampiyonu Ayşe Begüm Onbaşı (@aysebegumonbasi), saat 21.00’de  Avrupa tekvando şampiyonu Kübra Dağlı (@kubra.dagli) başarı hikayelerini paylaşacak.

Ünlü diyetisyen ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) savunucusu Dilara Koçak da Çarşamba günü saat 19.00’da kadınları desteklemek için UNDP Türkiye’nin resmi TikTok hesabından (@undpturkiye) canlı etkinlik serisine katılacak. 10 Mart'ta sevilen YouTuber ve yazar Demet Işıl Yılmaz, TikTok hesabından (@demetisilyılmaz), başarıya giden yolu ve bu yolda güçlü kılan değerleri aktarmak için saat 22: 00'de canlı yayında olacak.

TikTok'ta kullanıcılar Dünya Kadınlar Günü'ne özel kampanya kapsamında eğlenceli çıkartmalar, renkli efektlerle de paylaşım yapabiliyor. Kullanıcılar için kadın hakları ve Türkiye'de tarihe geçen önemli kadınlarla ilgili uygulama içi bir test de yer alıyor.

Kadınların başarılarını anlatan, gücünü ortaya koyan ve ilham veren canlı yayınlara ve kampanyalara katılmak için Mart ayı boyunca TikTok’ta kalın!

 

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Otizmli Çocukların Eğitimi için Runatolia’da Koştular!

7 Mart 2021, Pazar günü 16.sı gerçekleşen Antalya'nın en büyük spor organizasyonu Runatolia Uluslararası Antalya Maratonu’nda gönüllü koşucular otizme dikkat çekebilmek ve otizmli çocukların eğitimine katkı sağlayabilmek için koştular.

 

 

Tohum Otizm Vakfı’nın 7.  kez katıldığı Runatolia Maratonu’nda koşarak veya yürüyerek, adımlarını otizmli çocuklar için atan bireysel ve farklı firmaları temsil eden gönüllü koşucular; maratonun öncesinde ve sonrasında, toplamda 1 ay süresince sosyal çevresinden toplayacakları bağışlarla otizmli çocukların eğitimine katkı sağlayacaklar.

 

Otizmin bilinen tek çaresinin “erken tanı ile yoğun ve sürekli eğitim” olduğuna dikkat çeken Tohum Otizm Vakfı Genel Müdürü Suat Kardaş “Bugün dünyada her 59 çocuktan 1’i otizm riski ile doğuyor. Bu rakam her yıl artış eğilimi gösteriyor. Runatoila Maratonu’nda koşarak hem otizm konusunda farkındalık yaratan hem de otizmli çocuklarımızın eğitimi için bağış toplayan tüm gönüllülerimize yürekten teşekkür ediyor bağış toplama kampanyasının devam edeceği 22 Mart tarihine kadar gönüllü koşucularımızın kampanyalarına bağış desteği bekliyoruz.” dedi.  

Otizmin Tek Çaresi Eğitim

Otizmin günümüzde bilinen tek çaresi; erken tanı ile yoğun ve sürekli özel eğitimdir. Erken tanı ve doğru bir eğitim yaklaşımı ile yoğun olarak eğitim alan çocukların yaklaşık 50’sinde otizmin belirtileri kontrol altına alınabilmekte, gelişim sağlanabilmekte, büyük ilerleme kaydedilmekte ve hatta bazı otizmli çocukların ergenlik yaşına geldiklerinde diğer arkadaşlarından farkı kalmayabilmektedir. Otizmde en önemli nokta çocuklara olabildiğince erken dönemde (18 ay civarı) tanı koyabilmek ve haftada en az 30 saati bulan yoğun bir eğitim almalarını sağlamaktır. Özellikle 3 ile 5 yaş arasında bu yoğun eğitim çok kıymetlidir.            

 

 

 

 

Bunları Biliyor musunuz? 

•             Otizmin tek çaresi ERKEN TANI ile YOĞUN, SÜREKLİ EĞİTİM’dir. 

•             Günümüzde her 54 ÇOCUKTAN 1’inin otizm riski ile dünyaya gelmekte ve otizmin görülme sıklığı çok büyük bir hızla artış göstermektedir.

•             Dünyada her 20 DAKİKADA 1 çocuk otizm tanısı almaktadır.

•             Otizm erkek çocuklarda, kızlardan 4 KAT FAZLA oranda görülmektedir.

•             Otizmin belirtileri: İsmi söylendiğinde bakmamak, göz kontağı kurmamak, bazı objelere aşırı ilgi duymak, örneğin çamaşır makinesini saatlerce izlemek, … 

 

Tohum Otizm Vakfı Hakkında: 

Tohum Türkiye Otizm Erken Tanı ve Eğitim Vakfı, "Otizm Spektrum Bozukluğu" olan çocukların erken tanısının konulması, özel eğitim ile topluma bağımsız bireyler olarak kazandırılmalarına öncülük edilmesi ve bunun yurt çapında yaygınlaştırılması amacıyla kar amacı gütmeyen ve kamu yararını gözeten bir sağlık ve eğitim vakfı olarak 15 Nisan 2003 tarihinden bu yana çalışmalarını yürütmektedir. 

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Ralli Bodrum’da Kadın Gücü

Karya Otomobil Spor Kulübü tarafından, BOTAV liderliğinde 10-11 Nisan tarihlerinde düzenlenecek olan Rally Bodrum’un Yarışma Direktörlüğü görevini Nurdan Akal yapacak. 

 

Türkiye'de İlk Kadın Direktör

Ulusal statüdeki bir rallide yarışma direktörlüğünü üstlenen ‘ilk kadın’ Nurdan Akal, 40 yılı aşkın bir süredir aktif olarak otomobil sporlarında yer alıyor. Türkiye’nin ilk kadın takım direktörü, Dünya ve Avrupa Ralli Şampiyonası Türkiye Rallileri’nde servis alanı sorumlusu, Formula 1 Türkiye Grand Prix’lerinde ilk ve tek kadın pit sorumlusu unvanları da, yine Nurdan Akal’a ait.

Rally Bodrum’un organizasyonunda çalışan yönetici kadrosunun yarıya yakınını kadınlar oluşturuyor. Yarışın genel sekreteri de, Ankara’da yaşadığı dönemde uzun yıllardır yönetici ve görevli olarak otomobil sporlarına hizmet vermiş olan ve artık Bodrumlu olan Dilvin Bilgen. Yarışın etkinlik yönetimi ve iletişimini ise uzun yılladır Bodrum'da yaşayan, pek çok başarılı etkinlikte ve turizm alanında çalışan iletişim uzmanı Ayça Öztürk yönetiyor.

TOSFED Kadınlar Komisyonu Bodrum’da

Her biri kendi alanında otomobil sporlarında aktif olarak yarışmış, görev almış veya proje üretmiş kadınlardan oluşan Türkiye Otomobil Sporları Federasyonu (TOSFED) Kadınlar Komisyonu da Bodrum’a geliyor.

Kadınların otomobil sporlarına katılımının artması ve araç kullanımında bilinçlenmesi için çeşitli eğitim ve organizasyonlar düzenlemek, çocuklardan başlayarak trafikte güvenliğin önemini vurgulayacak projeler üretmeyi amaçlayan komisyon, aynı zamanda otomobil sporlarında hem yarışçı hem görevli olarak kadınların aktif katılımı yönünde çalışmalar yapıyor.

TOSFED Kadınlar Komisyonu, Avrupa Birliği ile ortak yürütülen ‘Trafikte 100 Yaşam’ projesinden yola çıkarak, ‘Velinin Karnesi Nasıl’ isimli sosyal sorumluluk projesini geliştirdi. Bu kapsamda T.C. Gençlik ve Spor Bakanlığı destekleri ile 2016-2020 eğitim yılları arasında 12 ilde 36 okulda 10.500 öğrenciye trafik ve yol güvenliği eğitimleri verildi. 2021 yılında bu eğitimlerin ilki Rally Bodrum organizasyonu kapsamında Bodrum’da da gerçekleşecek.

Bodrum Rallisi lideri olan Bodrum Tanıtma Vakfı’nın  (BOTAV) Genel Sekreteri Serkan Ceylan, kadın yöneticilerin organizasyona getirdikleri dinamizm ve farklı bakış açısının, pek çok olumlu etki sağladığını, her platformda kadınların başarılarının devamını görmek istediklerini ve bu görevlendirmenin Kadınlar Günü ile birleşmesinden dolayı ayrıca mutlu olduklarını belirtti. Tüm kadınların gününü kutlayan Ceylan, ayrıca yarışa katılacak olan kadın sporculara da başarılar diledi.

 

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Psikolojik Şiddet nasıl fark edilir?

Beslenme, diyet ve psikoloji danışmanlık hizmetlerini bir araya toplayan Formteg Danışmanlık Merkezi kurucularından Psikolog G. Tansu Ocak, 8 Mart Kadınlar Günü’ne yönelik açıklamalarda bulundu. Kadına yönelik şiddetin yalnızca fiziksel kaynaklı olmadığını, psikolojik şiddetin de yıkıcı sonuçlar doğurabileceğine dikkat çeken Psikolog Ocak, “ Şiddete maruz kalan kadınlar suçluluk, yalnızlık, çaresizlik gibi duyguları yoğun bir şekilde yaşamaktadırlar. Bu da depresyon, anksiyete bozuklukları, travma sonrası stres bozukluğu, alkol-madde bağımlılığı, bedensel kaynağı bulunamayan psikosomatik hastalıklar gibi psikolojik rahatsızlıklara neden olmaktadır” ifadelerini kullandı. 

 

Kadına yönelik şiddet ne yazık ki toplumumuzun büyük sorunları arasında yer alıyor. 2021 yılının yalnızca ilk iki ayında 48 kadın hayatını kaybetti. Geride bıraktığımız 2020 yılında ise 408 kadın şiddete kurban verildi. 

 

Kayıtlara yansıyan bu rakamların dışında, kadına yönelik şiddetin farklı boyutlarına da dikkat çeken Formteg Danışmanlık Merkezi kurucularından Psikolog G. Tansu Ocak, şiddetin yalnızca fiziksel kaynaklı olmadığını, psikolojik şiddetin de yıkıcı sonuçlar doğurabileceğine dikkat çekti. Psikolog Ocak, şiddeti tanımlayarak, fiziksel, psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddetin nasıl tanımlayabileceğimize dair önemli bilgiler paylaştı. 

 

“CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİ KADINLARIN RUH SAĞLIĞINI OLUMSUZ ETKİLİYOR” 

Cinsiyet eşitsizliğinin yaşandığı toplumlarda bireylerin daha sağlıklı ve üretken olduğuna dikkat çeken Psikolog G. Tansu Ocak, “Cinsiyet eşitsizliği, kadınların ruh sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Kişilerin sadece cinsiyetlerinden dolayı omuzlarına yüklenen toplumsal cinsiyet rolleri kişileri istemedikleri şeye maruz bırakmakta bunlar aşırı strese ve kaygıya sebep olmakta dolayısıyla tüm bunlar ruh sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Oysa cinsiyet eşitliği, her cinsiyetten insanın eşit haklara, sorumluluklara ve fırsatlara sahip olmasıdır. Cinsiyet eşitliği, kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddeti engeller. Vatandaşlarına hiçbir ayırım yapmadan, eşit değer veren ülkeler daha güvenli ve daha sağlıklıdır. Bu da ruh sağlığını olumlu yönde etkilemekte ve sağlıklı bir neslin temelini oluşturmaktadır” ifadelerini kullandı. 

 

“ŞİDDET DÖNGÜSÜNÜ ZAMANINDA KIRMAK ÖNEMLİDİR” 

Şiddeti kabul etmek ve hoş görmenin şiddet döngüsünü besleyeceğini ifade eden Psikolog Tansu Ocak, “Şiddet kişilerin yaşam tarzına, yaşına ve tutumuna bağlı olarak ilişkilerde farklı şekillerde kendini gösterir. Bazen şiddet o kadar küçük başlayabilir ki bunu şiddet olarak tanımlamak bile zordur. Örneğin, şiddet lakap takmak, ekonomik olarak kısıtlamak veya diğer insan ilişkilerinden soyutlanmak şeklinde başlayabilir. Sürdürülmesini veya tırmanmasını önlemek için şiddet döngüsünü zamanında kırmak önemlidir. Az da olsa hiçbir şiddet kabul edilmemeli veya hoş görülmemelidir.     Şiddet denildiği zaman akla ilk olarak fiziksel şiddet gelmektedir. Ancak şiddet bununla sınırlı değildir. Kadına yönelik şiddet, fiziksel olduğu kadar, psikolojik(duygusal), cinsel ve ekonomik boyutlarıyla da görülmektedir” şeklinde konuştu. 

 

“PSİKOLOJİK ŞİDDET DAHA YAYGIN ANCAK DAHA AZ BİLİNİYOR” 

Kadına yönelik şiddetin türlerini açıklayan Psikolog Ocak, az bilinen ve tepki gösterilmeyen psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddetin de yıkıcı sonuçlar doğurabileceğine dikkat çekti. 

Psikolog Ocak şiddet türlerini; 

  • “Fiziksel şiddet; fiziksel gücün kullanılması ile doğrudan vücut bütünlüğüne verilen zarardır. Tokat, tekme, yumruk, itme, korktuğu bir yerde veya bir şeyle yalnız bırakma, işkence etme vb. tutum ve davranışlarda bulunma fiziksel şiddete örnektir.
  • Psikolojik şiddet; genellikle fiziksel şiddetten daha yaygındır ancak daha az bilinmekte ve daha az tepki gösterilmektedir. Bunun nedeni ise psikolojik şiddetin çok az fark ediliyor olması. Psikolojik şiddete maruz kalmış kişiler, psikolojik şiddete uğramamış kişilere göre bir başkasına psikolojik şiddet uygulamaya daha eğilimli oluyorlar. Tehdit, aşağılama, aşırı ve acımasızca eleştirme, manipülasyon, isim takma, emir verme, küfretme, alay etme, hakaret etme, duygusal olarak ihmal etme, küçümseme, pasif agresif davranışlar (küsmek, surat asmak, terk etmekle tehdit etmek…) sergilemek psikolojik şiddetin örneklerindendir. Yapılan çalışmalarda ülkemizde her iki kadından biri psikolojik şiddete maruz kalmaktadır.
  • Cinsel şiddet; kişiyi rahatsız eden, kişinin kendi rızası olmadan herhangi bir cinsel eyleme maruz kalmasıdır. Cinsel şiddet hem fiziksel hem psikolojik şiddet barındırır. Fiziksel şiddetten farkı cinsel şiddette kişinin cinsel bütünlüğüne yapılan bir saldırı söz konusudur. Ancak bu saldırı sadece fiziksel bir nitelik taşımak da zorunda değildir. Sözlü olarak yapılan cinsel taciz de cinsel şiddettir. Cinsel saldırıya uğramış birine verilen zararlardan biri de olayın yarattığı travmadır dolayısıyla cinsel şiddetin içerisinde psikolojik
    şiddet de vardır.
  • Ekonomik şiddet; kişinin ekonomik olarak ihtiyaçlarından mahrum bırakılması ve paranın güç, tehdit, kontrol aracı olarak kullanılmasıdır. Kadının çalışmasına veya işinde ilerlemesine engel olma, eşit işe eşit ücret ödememe, kadın olduğu için mirastan mahrum etme, kadının maaşına el koyma, kişiyi parasız bırakma veya az bir miktarla geçinmesini bekleme, para biriktirmesine engel olma gibi davranışlar ekonomik şiddetin örneklerindendir” ifadeleriyle açıkladı.

 

“PSİKOLOJİK ŞİDDETİ FARK ETMEK ZORDUR” 

Psikolojik şiddetin en çok aile yakınları tarafından uygulandığını, dolaylı olarak gerçekleştiği için fark edilmesinin zor olduğunu belirten Psikolog Tansu Ocak, “Psikolojik şiddetin en çok bulunduğu yer kadının aile ortamıdır. Psikolojik şiddetin farkına varılması zordur çünkü genelde kişinin en yakınları tarafından uygulanır. Fark edilememesinin bir diğer sebebi de doğrudan değil, dolaylı bir biçimde yapılıyor olmasıdır. Aşağılayıcı küçümseyici tavırlara maruz kaldıklarından şiddete uğrayan kişiler kendilerini yetersiz, kötü ve suçlu hissetmekte bu da zamanla düşük benlik saygısına neden olmakta ve dolayısıyla kendilerine uygulanan psikolojik şiddetin farkına varamamalarına ve tepki gösterememelerine sebep olmaktadır” diye konuştu. 

 

“PSİKOLOJİK ŞİDDET NASIL FARK EDİLİR”

Psikolog Tansu Ocak psikolojik şiddeti fark edilebilir kılmak için, “Eğer ilişkilerinizde psikolojik şiddetin olup olmadığından emin olamıyorsanız, muhtemelen psikolojik şiddete maruz kalıyorsunuzdur. Bu durum, zararsız bir şekilde başlayabilir ve zamanla şiddetin seviyesi artabilir. Kendinizi ilişkinizde rahat, özgür hissetmiyor, baskı altında, kısıtlanmış, aşağılanıyor ve aşırı eleştiriliyorsanız psikolojik şiddete maruz kaldığınızı söyleyebilirim. Zaman kaybetmeden durumun farkına varmak, harekete geçmek ve psikolojik destek almak gerekir” ifadelerini kullandı. 

 

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Romatizmal Hastalıklar Covid Aşısı Olmaya Engel Değil

Covid-19 pandemisi toplumun her kesimi için ciddi bir tehlike olmaya devam ederken, önemli bir bağışıklık problemi olan romatolojik hastalıklar ile mücadele eden kişiler için de bu durum endişeli bir sürece işaret ediyor.  Bu rahatsızlıkların pek çoğunun tedavisinde  immünsüpresif olarak adlandırılan bağışıklık baskılayıcı ilaçlar kullanılıyor. Dolayısıyla hem romatolojik hastalığın kendisinin hem de tedavide kullanılan ilaçların vücudun savunma sistemini olumsuz etkileyebilme riski hastaların kaygı düzeyini artırıyor.  Memorial Antalya Hastanesi Romatoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Erdal Gilgil, romatoloji hastalarının koronavirüs sürecinde dikkat etmesi gerekenler hakkında bilgi verdi. 

 

Romatizmal hastalıklar Covid-19’a yakalanma riskini artırmıyor!

Günümüzde şu ana kadar yayımlanmış veriler romatizmal hastalıkların Covid-19’a yakalanma riskini artırdığını göstermemektedir. Ayrıca, koronavirüse yakalanmış olan romatizma hastalarının  normal bireylere göre Covid-19’u daha şiddetli geçirdiğine dair bilgiler de mevcut değildir. Ancak romatizmal hastalığın yanı sıra kronik böbrek yetmezliği, KOAH, kanser gibi başka rahatsızlıklar bulunuyorsa bunlar hastalığın şiddetini artırabilir. 

 

Romatoloji hastaları tedavilerini aksatmamalı

Bilimsel veriler, romatizmal hastalıklarda kullanılan ilaçların çoğunun Covid-19 riskini artırmadığını dolayısıyla tedaviye aksatılmadan devam edilmesi gerektiğini göstermektedir. İstisnai olarak, rituksimab veya günde 10 mg’dan fazla kortikositeroid alan hastalarda,  hastalık daha şiddetli olabilmektedir. Bu yüzden bu ilaçları kullanan hastaların daha dikkatli ve romatoloji uzmanlarıyla daha sıkı bir şekilde irtibatta olmaları gerekmektedir. Romatoloji hastalarının tedavilerini kendi kararlarıyla değiştirmeleri ya da sonlandırmaları doğru değildir çünkü romatizmal hastalık aktivitesindeki bir artış çok daha ciddi sorunlara yol açabilir.

 

Bağışıklığı baskılayan ilaçlara rağmen aşının koruyucu etkisi büyük

Sinovac aşısının Faz 2 çalışmalarının sonuçları aşının etkili olduğunu göstermiştir.  Bu aşının Endonezya, Brezilya ve Türkiye’de yapılan  Faz 3 çalışmaları da tamamlanmıştır. Faz 3 çalışma sonuçları halen hakemli bir dergide yayınlanmamış olmasına rağmen araştırmacıların açıkladığı sonuçlar aşının etkili ve güvenli olduğunu göstermektedir. Sahadaki aşılamanın şimdiye kadar ciddi yan etkilere yol açmadığı görülmektedir. Bu nedenle aşılanarak Covid- 19’dan korunmak çok önemlidir. 

 

Kendinize sıra geldiği zaman hemen aşı yaptırın

Romatoloji hastaları Sağlık Bakanlığı’nın belirlediği aşılama şemasına göre kronik hastaların yer aldığı A1, A2 ve A3 gruplarında yer almaktadır. İmmünsüpresif ilaçlar aşının etkinliğini biraz azaltabilir ancak buna rağmen bu ilaçları alan hastalarda da yeterli bir aşı yanıtı ve koruyuculuk oluşturmaktadır. Rituksimab kullanan hastalar dışında immünsüpresif kullansın ya da kullanmasın her romatoloji hastası kendisine sıra geldiği zaman hiç beklemeden aşılarını yaptırmalıdır. Rituksimab kullanan hastalar ise aşı yaptırmadan önce mutlaka bir romatoloji uzmanına danışmalıdır. 

 

Romatoloji hastalarına öneriler şunlardır;

  1. Romatoloji hastaları, özellikle de ankilozan spondilit ve osteoporoz hastaları günlük egzersizlerine çok dikkat etmeli ve evde düzenli yapmalıdır.
  2. Kilo almanın özellikle diz eklemlerinde problemleri daha da artırdığı unutulmamalıdır.
  3. Katı yağlardan kaçınılmalı, zeytinyağının ve sebzelerin ağırlıkta olduğu Akdeniz diyetine geçilmelidir.
  4. Omega-3’ten zengin yağlı balıklar sıkça tüketilmeli, gerekirse ayrıca Omega-3 takviyesi de alınmalıdır.
  5. D vitamini alımı ihmal edilmemelidir.
  6. Kemiklerin güçlü kalması için balığın yanı sıra süt ürünleri ve badem gibi kalsiyumdan zengin gıdalar tüketilmelidir.

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Bu yıl 14 Mart Aile Hekimliğinin 14. yılı ve sorunlar hala sümen altında

Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu (AHEF) tarafından yapılan açıklamada bu sene 14. yılını kutlayan Aile Hekimliği sistemi ile ilgili halen giderilmesi gereken birçok sorun olduğunu ancak olumlu yönde yol alınamadığını hatırlattı. AHEF Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Hüseyin Köz , “Aile hekimliği, sağlık sistemi yeniden yapılandırılırken kurulan eksikleri olsa da umut vaat eden ve sağlık personelinin gayretleriyle hem vatandaşı hem de sağlık çalışanlarını mutlu edeceği düşünülen bir projeydi ama olmadı” dedi.

AHEF Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Hüseyin Köz, 14 yıl boyunca alınan yolu şöyle özetledi. “14 yıl önce Bölgesel Sağlık Ocaklarının adı Aile Sağlığı Merkezi olarak değiştirilerek bir gecede devletin belirlediği ölçütlerde aile hekimlerinin yoğun uğraşıyla çalışılabilir hale getirildi. Aile hekimlerinin sağladığı bu sıcak ortamlarda vatandaşlarımız muayenelerini olup, gerektiğin de tahlillerini yaptırıp, kronik hastalıklarını takip ettirme yanın da kanser taramaları ile ilerde gelişebilecek hastalıklara karşı önlem alması amaçlandı. Ayrıca gebe anneler ve doğumdan itibaren bebeklerin takipleri ve aşıları yapılarak sağlıklı nesillerin temelleri atıldı.”

Dr. Hüseyin Köz, 2020 yılı ile birlikte mevcut iş yüklerine artık çok yeni sorumluluklar eklendiğini söyledi. “Bağışıklama hizmetleri zamanla sadece anne ve bebekle sınırlı olmayıp, okul aşıları, erişkin zatürre, grip, tetanos aşıları yanında şimdi tüm gücümüzle Covid19 aşıları da yapılmaya çalışılmaktadır. Poliklinik yanında, pansuman, enjeksiyon gibi temel sağlık hizmetleri aralıksız devam etmiştir. Halkımız sadece tıbbi konular değil her alanda fikir aldıkları, yardım istekleri için aile hekimlerine başvurmuşlardır. Durum böyle olunca aile hekimlerinden memnuniyet oranı 90’ların üstündedir. Oysa bu sisteme hizmet verenlerin sorunları 14 yıl da büyüdükçe yumak halini almış, çözülmedikçe zaman içinde bıkkınlık ve tükenmişliğe doğru götürmüştür.”

Aile Hekimlerinin içinde bulundukları zorluklara dikkat çeken Dr. Köz; “Bu çaresizliğe götüren yolların temel taşları sınırları net çizilmeyen iş yükleri ile atılmış, her ilde farklı uygulamalar, kanun ve nizamlara uymayan idari istekler ile içinden çıkılmayan bir görev kargaşasına neden olmuştur. Sorunun çözümü için artık sözleşmeli çalışan birinci basamak temsilcileri ile idarenin karşılıklı olarak bir masada oturup, çalışma koşullarını belirleyen anlaşmayı imzalaması gerekmektedir” dedi.

Vekâletsiz izin hakları bile olmayan aile hekimliği çalışanlarının İLO sözleşmelerine uygun izin hakkı olması gerektiğine vurgu yapan Dr. Hüseyin Köz, sağlıkta şiddete basamak oluşturan 184 sabim hattının kaldırılarak, şiddete maruz kalındığında saldırganın hakim inisiyatifine bırakılmadan etkili bir ceza yasası düzenlenmesi ile cezalandırılması gerektiğinin altını çizdi. Dr. Köz aile hekimleri acilen sağlam temellere dayanmayan iş yüklerinden arındırılmalıdır dedi. “Sağlık raporları konusunda ASM koşullarında yapılabilir olanların belirlenip, diğer ülkeler de uygulandığı gibi kişinin kendi beyanının yeterli olması şeklinde düzenlenmelidir. Ehliyet, tüfek ruhsatı, akli meleke gibi uzman görüşü gereken raporların donanımı buna uygun hastaneler de rapor birimi kurulması ile çözülmesi gerekmektedir. Hiçbir kurum da olmayan negatif veya pozitif performansı birinci basamak sağlık çalışanları olarak biz de istemiyoruz. Sınavı kazanmayan çocuk için öğretmenine nasıl bir yaptırım uygulanmıyor ise ya da vergiyi az topladın diye vergi dairesi çalışanları bir sıkıntı yaşamıyorsa, sağlık çalışanlarının performans kriterleri ile cezalandırılmasını istemiyoruz. Çocuğunun aşısını zamanında yaptırmayan ailenin ceremesini negatif performans ile sağlık çalışanı çekemez. Aşı gerekliliği hem medya kanalıyla daha fazla anlatılmalı, hem de yaptırmak istemeyenin ileride yaşayacağı sağlık sorunları için SGK prim artışı gibi düzenlemelerle farklılık oluşturulmalıdır. İş yükünün bu görev yoğunluğu ile sadece hekim üzerinden yürütülmesi mümkün değildir. Yardımcı sağlık personeli eksikliği bir an önce tamamlanmalıdır. Halen birçok ilimizde kanunda belediyelerin görev tanımında olduğu halde adli-defin nöbetleri aile hekimleri üzerinden yapılmaktadır. Yıllar içerisinde Aile Hekimlerinin son 10 yıllık hak edişleri, cari ödenek ve özlük hakkı kayıplarının yerine konulması yeniden düzenleme ile mevcut koşulları karşılayacak şekilde telafi edilmesi gerekmektedir.”

Kuşkusuz ki sağlık insanın en vazgeçilmez önceliği olup ve bunu başarı ile yapmak ve devamlılığını sağlamak sorunlarını aşmış bir sağlık ordusu ile olur diyen Dr. Köz sözlerine şunları ekledi. “Sağlık sisteminin sorunsuz yürümesi için aile hekimleri olarak canla başla çalışıyoruz ve çalışmaya da devam edeceğiz. Sağlık çalışanlarındaki tükenmişliği azaltmayı ve zorlu çalışma koşullarında motive etmeyi güçlü devletimizden beklemekteyiz.”

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Pandemi Glokom Tedavisini Geciktiriyor!

Bir görme siniri hastalığı olan Glokom, görme sinirini oluşturan hücrelerin azalması ile gelişir. Kalıcı bir hasar oluşturabilmesi nedeniyle en önemli körlük nedenlerinden birisidir. Tedavisi esas olarak göz içi basıncını azaltmaya dayalı olduğu ve en önemli risk faktörlerinden birisinin yüksek göz içi sıvı basıncı olması nedeniyle halk arasında 'Göz Tansiyonu' hastalığı olarak da anılan hastalığın sebeplerini ve tedavi yöntemini Acıbadem Ankara Hastanesi Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Uğur Emrah Altıparmak’tan aldık.  

 

“Dünya Sağlık Örgütü’nün ilk kez 2019’da yayınladığı “Dünya Görme Raporu”na göre dünyada 76 milyon civarında glokom hastası olduğu tahmin edilmektedir” açıklamasında bulunan Acıbadem Ankara Hastanesi Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Uğur Emrah Altıparmak sözlerine şöyle devam etti: “Önlenebilir görme kaybı olan hastalarda glokom en sık 4. kayıp nedenidir. Bu nedenler sırasıyla; yaşa bağlı yakını görememe, düzeltilmemiş görme kusurları (miyop, hipermetrop, astigmatizma) ve katarakttır. Glokom hastalığının farklı çeşitleri bulunur, ayrıca farklı yaşlarda da görülebilir. Erişkinlerde en sık görülen türüne ‘Açık Açılı glokom’ adı verilir. Bu glokom çeşidi maalesef en sessiz seyreden ve en geç bulgu verenlerdir. Bu hastalarda görmenin kenar (perifer) kısımlarında lekeli görmeler oluşur. Hastalık ilerlerse hastalar önce tünel gibi görürler, en sonunda da tüm görmelerini yitirebilirler. Daha nadir görülen ‘Kapalı açılı glokom’ türünde ise gözde kızarıklık ve ağrı, bulanık görme gibi bulguları olur. Ancak glokom hastalığı tanısı büyük oranda muayene sırasında tesadüfen fark edilir ve fark edildiğinde de görme sinirinde ilerlemiş hasar olabilir.”

 

Glokom bebeklerde de görülebilir

Glokom hastalığının görülme sıklığının 40 yaşından sonra giderek arttığını aktaran Prof. Dr. Uğur Emrah Altıparmak, 40 yaşından sonra yılda bir düzenli göz muayenesi olunması gerektiğini aktardı.  “Glokom hastalığı nadiren yeni doğan bebeklerde veya çocuklarda da görülebilir” diyen Altıparmak sözlerine şöyle devam etti: “Bunların erken yakalanabilmesi ve tedavi edilebilmesi için rutin göz muayeneleri son derece önemlidir. Bugün için Sağlık Bakanlığı’nın önerileriyle tüm bebeklere 3. ve 12. ayda rutin göz muayenesi yapılmaktadır. 

 

Erken tanı önem taşıyor

Glokom hastalığının tedavi yönlerini de anlatan Emrah Altıparmak “Hastalığın ilerlemesini durdurmak, yani görme sinirindeki hücre kaybını engellemek amaçlanır. Kaybedilmiş olan sinir hücrelerinin telafisi bugün için mümkün değildir. Tedavinin bel kemiği, göz içi basıncını düşüren göz damlalarıdır. Günümüzde seyrek dozlama ile etkili olan pek çok göz damlası mevcuttur. Damlalarla tedavisi mümkün olmayan Glokom türlerinde cerrahi seçenekler de uygulanmaktadır” dedi. 

 

Pandemi, glokom tedavisini geciktiriyor

Glokomun bugün başarı ile tedavi edilebilen bir hastalık olduğunun altını çizen Altıparmak “Ancak birçok hastalıkta olduğu gibi erken tanı ile hastalık daha erken kontrol altına alınabilmekte ve ilerlemiş görme kayıplarının önüne geçilebilmektedir. Covid-19 salgını nedeniyle göz kontrollerini aksatan glokom hastaları bizler için endişe kaynağı olmaktadırlar. Glokom hastalarının gerekli hijyen önlemlerini alarak göz muayenelerine düzenli gitmelerini önemle vurgulamak istiyorum. Birçok kronik hastalıkta ifade edilen veciz söz: “Hastalıktan değil, geç kalmaktan kork” glokom için de son derece gerçekçi ve geçerlidir” diyerek sözlerini noktaladı. 

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Anne Adaylarının Büyük Travması: Düşük

Bir anne adayı için en zor deneyimlerden birisi şüphesiz düşük… Çoğunlukla gebeliğin ilk üç ayında gerçekleşen düşüğün büyük çoğunluğu bebekte bulunan genetik sorunlar nedeniyle ortaya çıkıyor. DoktorTakvimi.com uzmanlarından Op. Dr. Pınar Kadiroğulları, anne adaylarının hafif kahverengi akıntı, kanama, ağrı ve ateş gibi şikayetleri varsa hemen doktora başvurması gerektiğini belirtiyor.

 

Gebeliğin 20’inci haftasından önce bebeğin kaybedilmesi düşük olarak adlandırılıyor. Erken gebelikle ilişkili en yaygın komplikasyonlardan biri olan düşüklerin yüzde 80’den fazlası hamileliğin ilk üç ayında gerçekleşiyor. Gebeliklerin 15-25’i yani yaklaşık dörtte birinde düşük görülüyor. Düşüklerin gebeliğin 20’inci haftasından sonra görülme olasılığının az olduğunu, gerçekleştiğinde ise geç düşük olarak adlandırıldığı belirten DoktorTakvimi.com uzmanlarından Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Pınar Kadiroğulları, anne adayı için düşüğün son derece travmatik ve yıkıcı bir deneyim olduğunu hatırlatıyor.

 

Düşüklerin büyük bir kısmının bebeğin yaşam ile bağdaşmayan genetik sorunları olduğunda ortaya çıktığını, anne ile ilgili olmadığını anlatan Op. Dr. Kadiroğulları, “Enfeksiyon, annede diyabet veya tiroid hastalığı gibi tıbbi durumlar, hormon sorunları, bağışıklık sistemi tepkileri, annede fiziksel problemler ve uterin anormallikleri de düşüğe sebep olabilir. 35 yaşın üstünde, diyabet veya tiroit gibi hastalıkları olan, daha önce üç veya daha fazla düşük yapan bir kadının düşük yapma riski daha yüksektir” diyor.

 

Bu belirtilerden biri bile varsa doktorunuzla görüşün

Düşüğün esas belirtisinin vajinal kanama olduğunu söyleyen belirten DoktorTakvimi.com uzmanlarından Op. Dr. Pınar Kadiroğulları, bu kanamanın hafif kahverengimsi akıntıdan çok ağır kanamaya kadar değişebileceğinin altını çiziyor. Kadiroğulları, ayrıca karında kramp ve ağrı, hafif ya da ağır dereceli sırt ağrısı, kilo kaybı, vajinadan sıvı boşalması, vajinadan dokulu veya pıhtılı boşalma, bayılacak gibi veya sersem hissetmek, kasılmalar ve ateş gibi belirtiler de görülebileceğini anlatıyor: “Gebe olduğunuzu biliyorsanız, kanama ve ağrı ile beraber parça düşürdüyseniz düşük yapıyor olabilirsiniz. Kanama ve hafif rahatsızlık, düşükten sonra da yaygın görülen belirtilerdir. Ateş, titreme veya ağrı ile ağır kanamalarınız varsa, bu semptomlardan herhangi birisini yaşarsanız hemen doktorunuza başvurun!”

 

Düşük sonrası yüzde 85’inde sonraki gebelik normal ilerler 

Düşük riskiyle doktora başvurulduğunda kadın doğum uzmanının şikayetlerinizi, nasıl başladığını sorguladıktan sonra kanamanın miktarını da görmek için pelvik muayene yapacağını ve ultrasonla bakacağını anlatan Op. Dr. Pınar Kadiroğulları, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Düşük gerçekleşmiş ve uterus boşsa, rahmin içinde bebek ya da eşinin parçası kalmamış ise genellikle başka tedavi gerekmez. Bazen uterus tamamen boşalmaz, bu nedenle kürtaj yapılır. Kürtaja alternatif olarak kalan parçaların rahimden dışarı atılmasına yardım edecek bazı ilaçlar da verilebilir. Gebelik testi yapılarak testteki düşüşe göre düşüğün ilerlemesi ve gebeliğin tamamen sonlanıp sonlanmadığı değerlendirilir. Kanama durduğunda genellikle günlük yaşantınıza devam edebilirsiniz. Kan uyuşmazlığınız var ise doktorunuz size bir kan ürünü verebilir. Bir kadın üst üste iki düşükten fazlasını yaşadıysa (tekrarlayan düşük olarak adlandırılır) kan testleri, genetik testler veya ilaçlar gerekli olabilir.”

 

Kadınların birçoğunun düşük sonrası gebe kalamayacağı konusunda endişelere sahip olduğunun altını çizen DoktorTakvimi.com uzmanlarından Op. Dr. Pınar Kadiroğulları, “Düşük yapan kadınların en az 85’inde sonraki gebelik ve doğum normal olarak ilerler. Düşük yapmak, bir mutlaka doğurganlık probleminiz olduğu anlamına gelmez. Bu konudaki endişelerinizi bir uzmanla görüşerek giderebilirsiniz” diyor.

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

40 yaş üzerindeyseniz, dikkat!

İlerleyen yaşla birlikte ne yazık ki çeşitli duyularımızda kayıplar, duyu organlarımızda hasarlar da oluşuyor. Bu nedenle kimi şikayetleri yaşa bağlı sorunlar olarak görüp yeterince üzerinde durmuyoruz. Özellikle 40’lı yaşlardan sonra görmede keskinliğin azalması, bulanıklık ve gözde kızarıklık gibi belirtiler de normal şikayetler olarak görülüp dikkate alınmadığı için kalıcı körlüğün temel nedenlerinden biri olan glokom hastalığının tanısında da geç kalınıyor. Halk arasında “karasu” hastalığı olarak bilinen ve göz tansiyonu olarak tanımlanan glokomun çeşitli türleri bulunuyor. Ancak en sık görüleni 40 yaş sonrası ortaya çıkan ‘açık açılı’ glokom. Özellikle ailesinde glokom öyküsü bulunan kişilerin ‘sinsi’ ilerleyen bu hastalığa karşı daha hassas olmaları gerektiğine dikkat çeken Acıbadem Maslak Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Can Üstündağ, “Hiçbir yakınması olmasa bile 40 yaşından itibaren herkesin yılda bir kez göz muayenesi yaptırması gerekiyor. Ailesinde glokom hikayesi olanlar başta olmak üzere, risk grubunda yer alan kişilerin rutin muayeneye başlamaları çok önemli.” diyor. 

Genellikle ‘sinsi’ ilerliyor 

Göz içi sıvısını dışarı boşaltmaya yarayan kanallarda tıkanıklıklar oluşması gözde basıncın yükselmesine neden oluyor. Yükselen göz içi basıncı görme sinirine zarar veriyor. Sonuç olarak kalıcı görme kaybına yol açabilen glokom hastalığı gelişmiş oluyor. 40 yaş üstündeki her yüz kişiden 2’sinde açık açılı glokoma rastlanıyor. Bu oran 70 yaş üzerinde yüzde 5’e ve 80 yaşından sonra ise yüzde 7,3’e yükseliyor. Glokomun bu türü genellikle belirti vermeden ilerliyor. Daha nadir görülen dar açılı ya da kriz tipi glokomlarda ise ağrı, ışığa bakıldığında renkli hareler, yükselen göz tansiyonuna bağlı şiddetli göz ağrısı, görmede bulanıklık, mide bulantısı ve kanlanma olabiliyor. Belirtilerin de kimi zaman yaşa bağlı sorunlar olarak görülüp önemsenmediğini kaydeden Prof. Dr. Can Üstündağ, “Oysa bu belirtiler durumun ne kadar acil olduğunu gösteriyor. Çünkü hızlıca tedaviye başlanmazsa kalıcı görme kaybı gelişebiliyor. Erken belirti vermeyen açık açılı glokomda ise görme alanı yavaş yavaş daraldığı için kişi genellikle hastalığın farkında olmuyor. Görme kaybı geliştiğinde glokom tedavisi maalesef yeniden görmeyi sağlamıyor” diyor.

Her yıl göz muayenesi şart

Peki, belirti vermeyerek kalıcı görme kaybına neden olabilen kronik açık açılı glokomdan korunmak için ne yapılmalı? Göz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Can Üstündağ, yıllık göz muayenesinin aksatılmaması gerektiğini vurgulayarak, şu uyarılarda bulunuyor: “Her hastalıkta olduğu gibi glokomda da bir risk grubu var. Ailesinde glokom hikayesi olanlar, düşük ya da yüksek tansiyon hastaları, miyop sorunu olanlar, göz yaralanması geçirenler, uzun süreli kortizon kullananlar, migreni olanlar ve diyabet hastaları bu grupta yer alıyorlar. Bu kişilerin her yıl göz muayenesi olması gerekiyor. Risk grubunda olmayan kişilerin de yıllık göz muayenelerine 40 yaşından sonra başlamaları çok önemli.” 

Göz muayenesinde glokom tanısı için tonometre adı verilen bir aletle göz içi basıncı ölçülüyor. Muayenede hastanın göz dibine bakıldığını ve sinirlerin incelendiğini anlatan Prof. Dr. Can Üstündağ, “Eğer gerek görülürse görme siniri ve sinir lifi tabakasının incelenmesi için daha ileri tetkikler de uygulanabiliyor.” diye anlatıyor. 

Tedaviyle hasarın ilerlemesi önleniyor

Glokom tedavisi, hastalığın seyrine göre “damla, ilaç ve cerrahi” yöntemleri üzerinden ilerliyor. Sık rastlanan açık açılı glokomun başlangıç tedavisinde damlaların kullanıldığını anlatan Göz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Can Üstündağ, şu bilgileri veriyor:

“Tedavide amaç; gözün içindeki sıvı üretimini azaltmak, bunun yanı sıra kanallardan da sıvı çıkışını artırmak, böylece göz tansiyonunu düşürmek ve göz sinirine olası hasarı engellemek. Damla tedavisinin yeterli olmadığı ya da görme siniri hasarının damla tedavisine rağmen ilerlediği durumlarda lazer ve cerrahi yöntemler kullanılıyor. Tüm bu yöntemler ne yazık ki kaybedilen görme alanını geri getiremiyor. Yani tedaviyle ancak mevcut görme yetisi korunabiliyor ve hasarın ilerlemesi önleniyor.”

Glokomun kriz tiplerinde başlangıçta lazer tedavisi kullanıldığını daha sonra ilaç ve cerrahi yöntemlere başvurulduğunu dile getiren Prof. Dr. Can Üstündağ, “Doğuştan göz tansiyonu görülen durumlarda ise ilk tercih çoğunlukla cerrahi oluyor. Cerrahi yöntem yetersiz kalırsa tedaviye ilaç ile devam ediliyor.” diyor.

İri gözlü çocuklara dikkat

Glokom yetişkin hastalığı gibi görünmekle birlikte bebeklerde de ortaya çıkabiliyor. Özellikle iri gözlü bebeklerin glokom riski açısından kontrol edilmeleri gerekiyor. 10 binde bir rastlanan doğumsal glokomun yanı sıra yaşamının ilk yıllarında katarakt ameliyatı geçiren çocukların da risk altında olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Can Üstündağ, “Bebeklerin gözleri elastik olduğu için, basınç yükseldiği zaman göz küresi büyümeye başlıyor. Bu nedenle iri gözlü oluyorlar. Aileler çocuklarının gözlerinin iri olduğunu fark ettiklerinde mutlaka uzmana başvurmalılar.” diye konuşuyor.

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Tiroid Fırtınası Hayatı Alt Üst Edebiliyor

Yaşamsal önem taşıyan tiroid hormonlarının az ya da çok çalışması durumunda birçok hastalığın ortaya çıktığı biliniyor. Bazen de hormon salınımlarındaki artışın çok hızlı ve bol miktarda kana verilmesi durumunda “tiroid fırtınası” tablosunun ortaya çıkabileceğine işaret eden Yeditepe Üniversitesi Hastaneleri Paratiroid Nakli Kliniği’nden Endokrin Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Erhan Ayşan, “İşte içimizdeki fırtına bundan sonra kopar” diye konuştu. 

 

Tiroid hormonları yürüme, konuşma, sindirim, kalp hızı, tansiyon, nabız hatta düşünme ve algılamaya kadar her türlü fonksiyonumuzda belirleyici rol oyuyor. Günlük hayatımızda çok büyük rolü olan T3 ve T4 hormonlarının az ya da fazla çalışması durumunda hipotroidi ve hipertiroidi tabloları ortaya çıkabiliyor. Toplumun çok büyük bir bölümünü etkileyen bu sorunların farklı hastalıklarla da karıştırılabileceği konusunda uyarıda bulunan Prof. Dr. Erhan Ayşan, belirtiler konusunda dikkatli olunması uyarısında bulundu. Özellikle tiroid hormonlarının aniden ve çok fazla kana verilmesi durumunda ortaya çıkan ve tiroid fırtınası olarak tanımlanan tablonun oldukça ciddi sonuçlar doğurması açısından ayrı bir önem taşıdığının altını çizen Prof. Dr. Erhan Ayşan, sözlerine şöyle devam etti:  “Bu fırtına bazen dışarıdan görülebilecek bulgular verirken bazen de dışarıya hiçbir bulgu vermeden iç organlara zararlar vererek ilerler. Bu hasarlar içinde ilk sırayı kalp ve beyin alacaktır. Kalbin hızlı atmasına bağlı ritim bozuklukları ve ani kalp durması gelişebilir. Beyin damarlarında çatlamalara bağlı beyin kanamaları görülebilir. Ortaya çıkacak organ hasarları hastanın yaşına ve var olan ek hastalıklarına bağlı olarak değişir. İleri yaşlardaki hastalarda iç organ hasarları daha erken görülür. Ek hastalığı olan kişilerde, örneğin kalp yetmezliği olan bir kişide tiroid fırtınasının kalp üzerindeki etkileri çok daha erken ve çok daha şiddetli yaşanabilir.”

TABLO ANİ GELİŞİYOR

Tiroid fırtınası durumunda hastanın farkında olmadığı bir tiroid hastalığının bulunduğunu ancak bunun bir kural olmadığını da hatırlatan Prof. Dr. Erhan Ayşan, tiroid fırtınası yeni başlamış bir tiroid hastalığının ilk bulgusu da olabileceğini söyledi. Prof. Dr. Ayşan sözlerine şöyle devam etti: “Tiroid bezinin fazla çalışmasına, fazla T3 ve T4 hormonu üretmesine hipertiroidi denir. Graves hastalığı ise hipertiroidinin en sık sebebidir. Aslında tiroid fırtınası bir tür hipertiroididir ancak bu tabloda T3 ve T4 hormonlarının üretimi hem çok daha fazladır, hem de tablo çok daha ani gelişir. Bununla birlikte tiroid bir endokrin organdır ve her endokrin organ gibi stresten çok çabuk etkilenir. Gebelik de bir strestir ve tiroid hastalıklaır ile birlikte tiroid fırtınasını da tetikleyebilir. Bulgu vermeyen tiroid fırtınası ise birçok hastalıkla karıştırılabilir. Bu sebeple gereksiz tomografiler, MR’lar, anjiyografiler, endoskopilere sık rastlıyoruz.”

EN ERKEN BULGU ÇARPINTI

Prof. Dr. Erhan Ayşan’ın verdiği bilgiye göre, tiroid fırtınası tablosunun er erken ve en belirgin bulgusu “çarpıntı”. Sol göğüs bölgesinde kalp atışlarında bariz artış hisseden hasta bu durumu,  “adeta kalbim dışarı çıkacakmış gibi oluyor” şeklinde anlatıyor.  Bu sırada nabız sayısında artış yaşanır ve nabız ritmik değildir; bazen nabız vuruşlarının arası açılırken bazen de bu araların kısaldığı görülür. Sürekli olarak yaşanan nabız artışı özellikle geceleri çarpıntıyla birlikte uyku bozukluklarına neden olur. Özellikle de nabız sayısını arttıran fiziksel aktivitelerde bu sayı daha da artarak hastayı çok ciddi şekilde rahatız eder. İnsanlar çarpıntıyı hemen fark ederler ve bunun bir kalp hastalığı olduğunu zannedip kardiyoloğa başvurabiliyor.”

 

İLERİ YAŞTAKİ HİPERTANSİYON HASTALARI İÇİN ACİL BİR DURUM

Tiroid fırtınasının bir diğer belirtisi ise tansiyon yüksekliği ve buna bağlı yaşanabilecek baş ağrısı. Bu durumun özellikle yüksek tansiyonu (hipertansiyon) olan ileri yaştaki hastalarda hayati risk oluşturabileceğine dikkat çeken Prof. Dr. Erhan Ayşan, “Bu kişilerde damar sertliği de olduğu için damarlar yükselen kan basıncına dayanmayarak çatlayabilir ve beyin kanaması görülebilir. Yaşanan bu durum da hayati risk oluşturan acil bir durumdur” diye konuştu.

Prof. Dr. Erhan Ayşan, yaşanabilecek diğer belirtilerle ilgili şunları anlattı: “Uyku bozukluğu, geceleri sık sık uyanma, sıcaktan rahatsız olma hastalarda sık karşılaştığımız bulgular arasındadır. Dolayısıyla soğuk havalarda ince kıyafetlerle dolaşan ve üşümediğini ifade eden kişilerin bir endokrin uzmanına başvurmalarında fayda var. Bununla birlikte, diyet yapmadan hızla kilo verilmesi de bir diğer bulgudur. “Yiyorum ama kilo almıyorum” ifadesi birçok kişiyi mutlu edebilir ama bu kişilerde bir tiroid fırtınası yaşanıyor ve metabolizmanın hızlanmasına bağlı iç organlar ciddi şekilde yoruluyor olabilir. Bu kişiler ileride ciddi organ yetmezlikleri ile baş etmek zorunda kalabilirler. Tuvalet alışkanlığında değişiklik, sık tuvalete çıkma, ishal atakları sindirim sistemiyle ilgili olarak görülebilen diğer bulgulardır.”

HASTANIN PSİKOLOJİ DE BOZULUR

Tiroid fırtınası tablosunun kişilerin fizyolojik yapısıyla birlikte psikolojik durumunu da etkilediğinin altını çizen Prof. Dr. Erhan Ayşan, “Bu hastalarda duygusal bozukluklar, depresyon (içe kapanma) ya da sinirlilik (anksiyete) de görülebilir. Yıllardır tanıdığınız, kişisel özelliklerini, huylarını bildiğiniz birinin davranışlarında değişiklikler olması, sizinle paylaşımlarını azaltması ya da tam tersine gereksiz şeylere kızıp sinirlenmesi de tiroid fırtınasını düşündüren unsurlar arasındadır.

 

ŞİKÂYETLER BAŞLAR BAŞLAMAZ HEKİME BAŞVURULMALI

Tiroid fırtınasının tanısında laboratuvar testleriyle konulabileceğini söyleyen Prof. Dr. Erhan Ayşan, tanıda yapılabilecekler konusunda şunları anlattı: Öncelikle şikâyetler ortaya çıkınca mutlaka bir sorunun varlığının şüphe edilerek hekime başvurmak gerekir. Yapılan laboratuvar incelemelerinde T3 ve T4 hormonlarının çok yüksek bulunması, TSH hormonunun düşük olmasıyla tanı konulur. Bununla birlikte hastaya mutlaka tiroid ultrasonu yapılmalıdır. Tiroid bezinin t
amamı hızlı çalışıyor olabilir ya da tiroid bezinde çok çalışan bir nodül vardır ve hastalığın nedeni bu nodüldür. Ultrasonla birlikte tüm bilgilere ulaşılabilir. Dolayısıyla hem hastalığın nedeni, hem de tedavi yöntemi hakkında bilgi vereceği için ultrason mutlaka yapılması gereken bir tanı yöntemidir.”

 

ERKEN TANI ORGAN HASARLARINDAN KORUR

Tiroid fırtınasında tedavinin ilk basamağını ilaçların oluşturduğunu sonraki süreçlerde de tedavide farklı seçenekler uygulanabileceğini söyleyen Prof. Dr. Erhan Ayşan, hastalığın tedavisi konusunda şunları anlattı: “Elimizde tiroidden salgılanan hormonları bloke edecek güvenilir ilaçlarımız var. Bunların doğru dozlarda başlanması birkaç gün içinde hastayı rahatlatacağı gibi, iç organları da fırtınanın etkilerinden korur. Daha sonraki süreçte tedaviye ilaçla, radyoaktif iyotla (atom tedavisi) ya da ameliyatla devam edilebilir. Bu seçeneklerden hangisinin uygulanacağına endokrin uzmanı karar vermelidir. Tiroid fırtınası tekrarlayabildiği ve bu nedenle ilk tanı aşamasında doğru bir tedavi başlanmalı ve takipler aksatılmamalıdır.”

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı