Aylık arşivler: Şubat 2024

Migren 'geliyorum' diyor!

Bazı hastaların ağrı başlamadan önce algılamada azalma, huzursuzluk, esneme, tatlı yiyeceklere düşkünlük gibi uyarıcı belirtiler yaşayabildiğini vurgulayan uzmanlar, baş ağrısının başka bir hastalığın belirtisi olabileceğini söylüyor.

Migrenin kadınlık hormonu östrojen ile ilişkili olduğundan kadınlarda erkeklere göre daha sık görüldüğünü vurgulayan Nöroloji Uzmanı Uzm. Dr. Celal Şalçini, “Migren ataklarını stres, soğuk ve lodos, menstrüasyon, uykusuzluk, açlık, bazı yiyecekler ve içecekler (çikolata, peynir, yağlı yiyecekler, fındık, salam, sosis, alkol), sıklıkla tetikleyebilir.” dedi.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Celal Şalçini, migren hakkında bilgi vererek, tedavisini anlattı.

Migrenin; genelde şiddetli, sıklığı, ağrı bölgesi ve devam etme süresi değişken olan bir baş ağrısı tipi olduğunu kaydeden Uzm. Dr. Celal Şalçini, “Sıklıkla bulantı, kusma eşlik eder. Ataklar esnasında hastaların bir kısmı sesten ve ışıktan rahatsız olabilir. Gerilim tipi baş ağrısından sonra görülen en sık baş ağrısıdır. Ayrıca gerilim tipi baş ağrısına sıklıkla eşlik eder.” dedi.

Migren kadınlarda erkeklere göre daha sık görülüyor

Migrenin kadınlık hormonu östrojen ile ilişkili olduğundan kadınlarda erkeklere göre daha sık görüldüğünü vurgulayan Uzm. Dr. Celal Şalçini, “Bundan ötürü özellikle menstrüel dönemde bazı hastalarda var olan ağrıların şiddetlenmesi, bazı hastalarda da tam tersi olarak azalması görülüyor. Sıklıkla yarım baş ağrısı şeklinde oluyor. Şiddeti, ağrı süresi ve ağrının bölgesi bireyden bireye değişkenlik gösterebildiği gibi aynı bireyde de zaman zaman farklıklar gösterebilir. 

Migren atakları en fazla 3 gün sürüyor

Ataklarının en fazla üç gün sürdüğünü dile getiren Uzm. Dr. Celal Şalçini, “Nörolojik veya mide-bağırsak sistemi ile ilgili sorunlar eşlik edebilir. Atak öncesine ‘aura’ dediğimiz 5-20 dakikada gelişen ve 60 dakikada sürebilen nörolojik belirtiler olabilir. Her zaman görülmeyen bu belirtiler basit ışık çakmaları, noktalanmalar, geometrik şekiller ve karanlık alan gibi sıklıkla görme ile ilgili belirtilerdir. Bazı hastalar ağrı başlamadan önce algılamada azalma, huzursuzluk, esneme, tatlı yiyeceklere düşkünlük gibi uyarıcı belirtiler yaşayabilirler.” diye konuştu.

Lodos da çikolata da, stres de tetikliyor

Migren ataklarının bazı faktörlerden tetiklenebildiğini de ifade eden Uzm. Dr. Celal Şalçini, “Bunlar; stres, dıştan gelen parlak uyarılar, soğuk ve lodos, başa gelen ani travma ve sarsıntılar, menstrüasyon, uykusuzluk, açlık, bazı yiyecekler ve içecekler (sıklıkla çikolata, peynir, yağlı yiyecekler, fındık, salam, sosis, alkol v.s.), egzersiz, doğum kontrol hapları, soğuk gıdalar, bazı damar genişletici ilaçlar, yükseklik ve birçok sayamadığımız etkenler sıklıkla migren atağını tetikleyebilir.” dedi.

Mutlaka bir doktor tarafından tanı konulmalı

Birçok tetikleyici faktör olabileceğinden hastaların bu tetikleyici faktörleri erken dönemde tanıması ve olabildiğince uzak durması gerektiğinin önemine vurgu yapan Uzm. Dr. Celal Şalçini, “Baş ağrısı başka bir hastalığın belirtisi olabildiğinden ve çalışan bireylerde ciddi iş gücü kaybına yol açtığından mutlaka bir doktor tarafından tanı konulması, takip ve tedavi edilmesi gereklidir. Bu nedenle baş ağrısı hastalarının doktor muayenesinden geçmesi ve gerekli görüldüğü takdirde bazı görüntüleme ve laboratuvar tetkiklerinin yapılması tedavinin başarısı açısından önemlidir.” şeklinde konuştu. 

Migren botoksu dirençli vakalarda başarılı oluyor

Migren tedavisi iki çeşit olduğunu kaydeden Uzm. Dr. Celal Şalçini, sözlerini şöyle tamamladı:

“Birincisi; ataklar esnasında kullanılan ilaçlarla atakları önlemek ve ikincisi; bizim ‘profilaksi’ dediğimiz atak olsun olmasın her gün kullanacağı ilaçlarla atakların sıklığını ve şiddetini azaltıcı ilaç başlamaktır. Bu tedaviler tek başına veya her ikisi beraber uygulanabilir. Genelde atak tedavisinde en basit ağrı kesicilerden, migrene özel ilaçlara kadar olan ilaçlar basamaklı bir şekilde başlanıyor. 

Profilaksi amaçlı olarak genelde antidepresanlar, bazı hipertansiyon veya nörolojik ilaçlar kullanılmaktadır. 

Son zamanlarda tedaviye dirençli migren ataklarında botulinum toksini veya diğer adıyla botoks kullanılabilmekte ve dirençli vakalarda başarılı olduğu bilinmektedir.”

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

MESSAGE deneyinin kan örnekleri teslim edildi!

Türkiye’nin ilk astronotu Alper Gezeravcı’nın yer çekimsiz ortamda, uzayda aldığı kan örnekleri Üsküdar Üniversitesi TRGENMER laboratuvarına ulaştı.

Türkiye’nin insanlı ilk uzay misyonunda yer alan 13 bilimsel araştırmasından biri olan MESSAGE (Microgravity Associated Genetics) deneyi kapsamında, Uluslararası Uzay İstasyonu’nda Alper Gezeravcı tarafından alınan kan örnekleri Cihan Taştan liderliğindeki MESSAGE ekibine teslim edildi.

Türkiye’nin insanlı ilk uzay misyonunda yer alan 13 bilimsel araştırmasından biri olan MESSAGE (Microgravity Associated Genetics) deneyi kapsamında Türkiye’nin ilk astronotu Alper Gezeravcı’nın yer çekimsiz ortamdauzayda alınan kan örnekleri Üsküdar Üniversitesi TRGENMER laboratuvarına ulaştı.

Üsküdar Üniversitesi Transgenik Hücre Teknolojileri ve Epigenetik Uygulama ve Araştırma Merkezi (TRGENMER) Müdürü ve MESSAGE (Microgravity Associated Genetics) deneyi Proje Yöneticisi Dr. Öğr. Üyesi Cihan Taştan, konuya ilişkin bilgi vererek, “Uzayda 14 gün boyunca kalan astronotumuz Alper Gezeravcı kendinden belirli günlerde aldığı kanları dün TRGENMER laboratuvarı Message ekibine TÜBİTAK Uzay ve sorumlu kargo tarafından teslim edildi.” dedi.

Kan örnekleri TRGENMER laboratuvarında -80 dolabına kaldırıldı

Kan örneklerinin “-80 derecede stabil olabilecek standartlarda” teslim edildiğini vurgulayan Dr. Öğr. Üyesi Cihan Taştan, “Ardından TRGENMER laboratuvarımız içerisindeki -80 dolabına kaldırıldı.” şeklinde bilgi verdi.

Kan örnekleri ile ne yapılacak?

Kan örnekleriyle ilgili bundan sonra ne yapılacağına yönelik Dr. Taştan, şunları söyledi:

“MESSAGE ekibi olarak alınan kan örneklerini laboratuvar ortamında geliştirmiş olduğumuz akustik levitasyon cihazında ve kontrol amaçlı olarak 2D kültüründe CRISPR/Cas sistemi ile aday genlerin knock out edilmesi ve ardından immün profilinin belirlenmesi, anti-kanser etkinliğinin gözlemlenmesi, T lenfositlerin proliferasyonunun incelenmesi ve son olarak sitokin salınım profillerinin karşılaştırılmasını yaparak deneylerimizi gerçekleştireceğiz.”

Deney sonuçları ne zaman belli olur?

Deney sonucuna ilişkin de Dr. Öğr. Üyesi Cihan Taştan, “Şu an bunu net olarak söyleyemesek de kanların geldiği gün itibariyle deneylere başlayarak en kısa süre de makaleler yayınlayarak, yeni gen keşiflerinde bulunarak, yer çekimsiz ortam koşullarının hücrelere verdiği reaksiyonları keşfetmeyi hedefliyoruz.” dedi.

MESSAGE (Microgravity Associated Genetics) deneyi hakkında…

MESSAGE (Microgravity Associated Genetics) deneyi Dr. Öğr. Üyesi Cihan Taştan liderliğinde Üsküdar TRGENMER Araştırmacıları; Büşra Tekirdağlı, Özge Demir, Ebru Çam, Fatmanur Erkek, Berranur Sert ve Gamze Gülden tarafından geliştirildi.

Dr. Öğr. Üyesi Cihan Taştan tarafından yürütülen MESSAGE (Microgravity Associated Genetics) deneyi ile; “Türk Astronotun Genetik Profilinin Analizi ve Mikro Yerçekimi Ortamı Sağlayan Akustik Levitasyon Cihazında Anti-Kanser, Proliferasyon ve İmmunojenik Etkilerinin araştırılmasını hedeflendi. 

Yerçekimsiz ortamdan etkilenen henüz işlevi keşfedilememiş genlerin tespit edilmesi ve uzay görevlerinde, bağışıklık hücrelerinden hangilerinin yer çekimi tarafından direkt olarak etkileneceği, CRISPR gen mühendisliği yöntemleri ile araştırılacak.” 

Alper Gezeravcı, uzay istasyonunda 13 farklı deney gerçekleştirmişti

Türkiye’nin ilk astronotu Alper Gezeravcı’nın da içinde bulunduğu Dragon uzay aracı ve Axiom-3 görev ekibi Uluslararası Uzay İstasyonu’nda geçirdiği günlerin ardından 9 Şubat’ta Florida’da açıklarında okyanusa iniş yapmıştı. Alper Gezeravcı istasyonda kaldığı iki haftalık süreç içerisinde 13 farklı deney gerçekleştirmişti.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

CHP Mudanya Belediye Başkan Adayı Deniz Dalgıç, Mudanya'da sporun gelişmesi için her türlü desteği vereceklerini söyledi.

Mudanya’nın köklü spor kulüpleri Mudanyaspor, Burgazspor ve Tirilyespor taraftarlarıyla bir araya gelerek destek sözü veren Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Mudanya Belediye Başkan Adayı Deniz Dalgıç, Mudanyalı gençler dışında transfer yapılmamasını şart koştu.

Eski milli basketbolcu olarak sporun önemine vurgu yapan Deniz Dalgıç, “Ben bir sporcu olarak takım ruhuyla elde edilecek başarıların gençlerin hayatındaki önemini çok iyi biliyorum. Tofaş ve Efes Pilsen’de yetişip oynamış bir basketbolcu olarak yerel spor kulüplerinin bir ilçenin kültürü ve toplumsal dokusu için ne kadar önemli olduğunu da gördüm.” dedi. Mudanya’daki gençlerin spor yapmasını önemsediklerini vurgulayan Dalgıç, “Gençleri kötü alışkanlıklardan da korumak için spordan uzak duramayız. Yerel spor kulüplerini geliştirmeliyiz. Mudanya’da sporun ve gençlerin gelişimi için elimizden geleni yapmaya hazırız.” diye konuştu.

SPORDA DA ÖRGÜTLENİLMELİ

Mudanya’nın yerel spor kulüplerinin gelişimi için vizyonunu da açıklayan Dalgıç, “Spor kulüplerinin sağlam, kurumsal ve sağlıklı bir yapıya kavuşması için gereken her adımı atacağız” dedi. Dalgıç görüştüğü üç takımın taraftar gruplarına “örgütlenin” tavsiyesinde bulundu:

“Bu noktada en büyük rol, kulüplere gönül vermiş taraftarlara düşüyor. Gönül verdiğiniz takımınıza üye olarak kulüplerin kurumsal yapılarını güçlendirebilirsiniz. Küçük aidatların birikmesiyle elde edeceğiniz gelirinizle kimseye ihtiyaç duymadan yaşayabilirsiniz. Biz de belediye olarak her türlü desteği verip, çeşitli yollarla gelirinize katkı koyarız. Ama bir şartım var, dışarıdan transfer yapmayacaksınız. Takımlarınızda sadece Mudanyalı gençleri oynatacaksınız.” 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Hipofiz Tümörü Kalıcı Körlüğe Neden Olmasın!

Hipofiz bezi, salgıladığı hormonlarla birçok organımıza müdahale ederek yaşamsal fonksiyonlarımızı düzenleyen bir bezdir. Vücuda salgılanan tüm hormonların ‘orkestra şefi’ olarak tanımlanan hipofiz bezinden köken alan tümörlere ise ‘hipofiz tümörü’ deniliyor.

Genellikle yavaş büyüyen ve iyi huylu olan hipofiz tümörleri her yaş grubunda görülse de 45 yaşından sonra daha sık gelişiyor. Tam olarak oluşum nedeni bilinmeyen hipofiz tümöründe genetik etkenlerin ve çevresel faktörlerin rol oynayabileceği düşünülüyor. Hormon salgılayan ve salgılamayan olmak üzere iki gruba ayrılan hipofiz tümörlerinin tedavisinde geç kalındığında pek çok sağlık sorunu gelişebileceği için erken teşhis büyük önem taşıyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Fatih Bayraklı, hipofiz tümörlerinin en yakın komşusu olan göz sinirlerine yaptığı baskı nedeniyle kalıcı körlüğe yol açabileceğine dikkat çekerek, “Dolayısıyla görüş alanının dış taraflarında görme kaybı, çift veya şaşı görme gibi şikayetlerde zaman kaybetmeden hekime başvurmak çok önemlidir. Hasta şikayetlerini dikkate alır ve hekime başvurursa, teşhis tümör küçükken konulup, görme kaybının ilerlemesi önlenebilir. Ancak hasta bulguları göz ardı ederse tümörün boyutları iyice artabilir, bunun sonucunda tedavi daha komplike hale gelebilir. Çok daha önemlisi kalıcı körlük ile sonuçlanabilir” diyor. 

Erken dönemde teşhis çok önemli

Hipofiz tümörleri, boyutlarına ve salgıladıkları hormonun tipine göre belirti veriyorlar. Bazı hipofiz tümörleri büyümelerine rağmen hormon salgılamayan özellikte oluyor. Bu tümörler büyük boyuta ulaşıncaya dek sinyal vermeyebiliyor. Prof. Dr. Fatih Bayraklı, hormon salgılayan tiplerinin ise tümörün boyutları küçükken belirti vermeye başladığına işaret ederek, “Hastalar şikayetlerini önemser ve hekime başvururlarsa tedavisinden etkin sonuçlar alınır. Tedavide geç kalındığında ise tümör büyüdükçe bulunduğu bölgenin çevresindeki önemli damar ile sinirlere baskı yaparak ciddi sorunlar oluşturabilir. Ayrıca tümörün cerrahi olarak tam çıkarılmasının artık mümkün olamaması nedeniyle radyoterapi gibi ek tedavilere başvurmak gerekebilir” diyor.  

Gözlerdeki 3 sinyali göz ardı etmeyin! 

Hipofiz bezi,  ‘optik kiazma’ olarak adlandırılan ve göz sinirlerimizin birleşim yeri olan bölgeye komşu bir organ. Dolayısıyla hipofiz tümörleri büyüdüklerinde bu bölgeye baskı yaparak göz sinirlerinin iletimini bozabiliyor. Bunun sonucunda hastaların görme yeteneğinde çeşitli sorunların gelişmeye başladığını belirten Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Fatih Bayraklı, “Hipofiz tümörünün yaptığı baskılar sonucunda görüş alanımızın dış taraflarında görme kaybı, çift veya şaşı görme gibi üç önemli şikayet oluşabilir. Bu tablo tümörün boyutunun ileri seviyelere geldiği, genelde bir santimi aştığı durumlarda daha sık olarak karşımıza çıkar. Görme yeteneğindeki bu tür yakınmalarda zaman kaybetmeden hekime başvurmak gerekir, zira tedavide gecikildiğinde kalıcı körlük gelişebilir” bilgisini veriyor.  

 

Salgıladığı hormona göre belirti veriyor

Hipofiz tümörleri hormon salgılayan özellik sergiliyorsa, bu hormonların etkilerine göre belirti veriyor. Prof. Dr. Fatih Bayraklı, belirtileri şöyle özetliyor: 

Prolaktin sentezliyorsa: Her iki cinsiyette de infertilite, libidoda azalma ve osteoporoz gelişebilir. Bu yakınmalara kadınlarda adet düzensizlikleri ve meme başından süt gelmesi; erkeklerde ise erektil bozukluklar eşlik edebilir.

Büyüme hormonu salgılıyorsa: Baş ağrısı, görme şikayetleri, yüzük ve ayakkabı boyutlarında artış, dilde büyüme, karpal tünel sendromu ve aşırı terleme sorunu yaşanabilir. Hastaların genel vücut hatlarının kalınlaşmış olduğu görülür. 

ACTH (Adrenokortikotropik horman) salgılıyorsa: Cushing hastalığı gelişen bu tabloda kilo alımı, kas zayıflığı, osteoporoz, psikolojik bozukluklar ve hafif travmalarda bile kolayca oluşan yaralar gelişebilir. Hastalarda yuvarlak ve kırmızı/kızarık bir yüz, karında ve koltuk altlarında mor renkli çizgilenmeler, vücutta çürükler (ekimoz) görülür.

TSH (Tiroit stimülan hormon) salgılıyorsa: Çarpıntı, aritmi, kilo kaybı, guatr ve ellerde titreme yaygın belirtilerini oluşturur.   

 

Üç ana tedavi yöntemine başvuruluyor 

Hipofiz tümörlerinin büyük bir kısmının tanısı biyokimyasal ve radyolojik tetkikler ile rahatlıkla konulabiliyor. Erken dönemde tedavi edildiğinde vücutta oluşan sorunlar ortadan kaldırılabiliyor, böylece hastanın kaliteli bir yaşam sürmesi sağlanabiliyor. Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Fatih Bayraklı, hipofiz tümörlerinde ilaç, cerrahi işlem ve radyoterapi olmak üzere üç ana tedavi seçeneği olduğunu belirterek, şöyle devam ediyor: “Bu üç tedavi yöntemi genelde beraber kullanılır. İlaç tedavisinin ilk basamak olarak uygulandığı tümörler, prolaktin salgılayan tümörleridir. Bu tümörlerin dışındaki tümörlerde ise cerrahi yöntem ilk sırada gelir. Cerrahi tedavide hedef, hormon salgılamayanlarda tümörün tamamının çıkarılarak çevre dokulara yaptığı baskının ortadan kaldırılması; hormon salgılayanlarda da yine tümörün tümüyle çıkarılarak hormonal dengenin tekrar sağlanmasıdır. Cerrahi yöntem endoskopik veya mikroskopik olarak yapılır. Endoskopik cerrahi daha güncel tedavi seçeneğidir. Radyoterapi yöntemi ise tümörün çeşitli nedenler ile  tamamen çıkarılamadığı veya tekrar oluştuğu durumlarda devreye girebilir. Uygun tümörlerde, cerrahi yöntem sonrasında hormon değerleri normale dönmediyse, medikal tedaviye başlanabilir” 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Egeli bilim ekibi deprem travmasının kronik hastalığı olan bireylerin uyumuna etkisini araştıracak

Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi İç Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Serap Özer’in proje yürütücülüğünü yaptığı,  Hemşirelik Fakültesi Dekan Yardımcısı ve Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Eda Dolgun ile Sağlık Bilimleri Enstitüsü İç Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı yüksek lisans öğrencileri Burak Genç ve İlknur Baltacı’nın araştırmacı olduğu “Yıkıcı Deprem Travmasının Kronik Hastalığı Olan Bireylerin Uyumuna Etkisi” başlıklı proje TÜBİTAK 1002-B Acil Destek Modülü kapsamında desteklenmeye hak kazandı.

Prof. Dr. Serap Özer ve ekibini makamında ağırlayan Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Budak, yaptıkları nitelikli çalışmalarından dolayı tebrik ederek başarılar diledi.

Araştırma  ile ilgili bilgi veren proje yürütücüsü Prof. Dr. Serap Özer, “Türkiye; jeolojik, meteorolojik ve topoğrafik yapısı nedeniyle sıklıkla doğa kaynaklı afetlere maruz kalan bir ülkedir. Son yılların en büyük depremleri 6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlerdir. Türkiye’de yaşanan en büyük ikinci ve üçüncü depremler olarak kayıtlara geçen bu depremler 11 ilde hasara neden olmuştur. Oldukça fazla can kaybı ve yaralanma meydana gelmiştir. Deprem gibi afetler toplumun her kesiminden bireyleri ve toplumu fiziksel, ruhsal, ekonomik anlamda etkilemekle birlikte kronik hastalığa sahip olan kişilerden en çok diyabet, hipertansiyon, inme ve kronik akciğer hastalığına sahip olan kişilerin etkilendiği belirtilmektedir. Yapılan çalışmalarda afet sonrası zatürre, kronik obstrüktif akciğer hastalığı, solunum yetmezliği gibi solunum sıkıntıları ve astım gibi alerjik rahatsızlıklarda artma ve buna bağlı özellikle yaşlı bireylerin hastaneye yatışında artış görülmüştür. Depremden bir yıl önce ve deprem sonrası böbrek yetersizliklerine bağlı mortalite oranlarının incelendiği bir araştırmada; sempatik aktivasyon ve yetersiz böbrek disfonksiyon yönetimi nedeniyle kronik böbrek yetersizliği görülme oranlarında ve buna bağlı mortalite prevalansında artma saptanmıştır. Yapılan başka bir çalışmada; Büyük Japonya Depremi sonrası hipertansif böbrek yetersizliği insidansında artma görülmüştür ve buna bağlı olarak depremden on yıl sonra hipertansif böbrek hastalıklarının neden olduğu diyaliz gereksinimi sonucu diyalize başlama sayısında artma gözlenmiştir. 2011 Büyük Doğu Japonya Depremi ve tsunamiden sağ kurtulanlar arasında metabolik sendrom görülme sıklığını araştıran bir diğer çalışmada da; afetzedelerde metabolik sendrom görülme oranında artma özellikle prefabrikte yaşayan yaşlı kadınlarda saptanmıştır” diye konuştu.

Acil durum ve afetlerde kronik hastalıklara bağlı sorunların etkin yönetilememesinin kısa ve uzun vadeli olumsuz etkileri olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Serap Özer, “Bu nedenle, acil durum ve afet sırasında ve sonrasındaki sorunların veya geçici çözümlerin sadece bireysel sağlığa yönelik olumsuz etkileri yoktur, aynı zamanda toplum sağlığına etkileri ve sosyoekonomik yönden kalıcı yükleri mevcuttur. Kısa bir süre için bile uygun bakımın olmaması, kronik sorunların daha fazla oranda görülmesinin yanı sıra, engelliliğin artması, daha fazla sağlık harcamalarına ve iş gücü kaybına neden olmasıyla birlikte yoksulluğu arttırması ile sonuçlanabilir” dedi.

“Afetler kronik hastalıkların gelişmesine neden oluyor”

Prof. Dr. Serap Özer, “Özellikle deprem gibi önemli sosyal ve altyapı sorunlarına neden olan afetlerden sonra hemşirelerin tedavi ve bakım uygulamaları da etkin bir şekilde gerçekleşememektedir. Tarama ve izlem programları yarıda kalmakta ve özellikle afetin yol açtığı kaos, yıkım ve kaynak yetersizliği hastalık alevlenmelerine, engelliliğe ve ölüm oranlarında artışa neden olmaktadır. Ayrıca afet ve acil durumların sağlık hizmeti sunumunu artırmasıyla kaynak yetersizliğine bağlı yaşanan sorunlar, rutin tedavi ve bakım ihtiyacı olan kronik hastalığa sahip bireylerin durumunu kötüleştirmektedir. Afet veya acil durum sonrası yaşlı ve özel gereksinimi olan bireyler geçici barınma merkezlerine yerleştirilmektedir. Ancak bu durum kronik sağlık sorunları olan yaşlı bireylerin yaşam kalitesini kötüleştirebilir. Hijyen eksikliği, yetersiz havalandırma ve kalabalık, enfeksiyonların çabuk yayılmasıyla direnci düşük yaşlı bireylerin var olan kronik hastalıklarının kötüye gidişine sebep olur. Bu yönüyle afetler, mevcut hastalıkları şiddetlendirmenin yanı sıra, yeni kronik hastalıkların gelişmesine de katkıda bulunabilmektedir” diye konuştu.

“Hemşireler her türlü afette etkin rol alıyor”

Afetlerin tüm aşamalarında kronik hastalığı olan bireylerin sağlık hizmetlerine erişimin önündeki engellerin bütüncül olarak ele alınması gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Serap Özer, “Bulaşıcı olmayan hastalıklara sahip kişiler için afet sonrası başarılı öz yönetim sağlamak üzerine gerçekleştirilecek taramalar ve uygulamalar afet planlarına ve stratejilerine yansıtılmalıdır. Bu planlamaları gerçekleştirmek, hastalıkların alevlenmelerini veya komplikasyonların insidansını azaltacak ve afet sonrası acil sağlık hizmetlerine olan talebi azaltacaktır. Toplumların afetlerden daha az etkilenmelerini sağlamak için afet öncesinde yönetim planının hazırlanması, afet sırasında ve sonrasında da hazırlanan planın uygulanması gerekmektedir. Hemşireler geçmişten günümüze kadar geçen süre boyunca savaş, yangın, sel, salgın hastalıklar ve deprem gibi felaketlerde aktif olarak rol alan sağlık çalışanlarıdır. Hemşirelerin rolleri yalnızca bir afetin acil evresinde hayat kurtarma ve afetzedelerin sağlığının korunması değil, diğer taraftan afetlere hazırlıklı olma ve afet sonrası uzun vadeli dönemde iyileşme ve tarama çalışmaları gibi özel konuları da içermektedir” dedi.

Deprem başta olmak üzere doğal afetlerin bireyleri biyolojik, psikolojik, fizyolojik, sosyal ve ekonomik yönden olumsuz etkilediğini söyleyen Prof. Dr. Serap Özer, “ Deprem özellikle kronik hastalıklara sahip bireyleri ve özellikle de bu bireylerden geriatri yaş grubunda olanları afet sonrası günlük yaşam ve homeostatik dengeleri daha derin bir şekilde olumsuz yönde etkilemektedir. Bu bireylerde özellikle deprem sonrası ortaya çıkan zararlı ve engelleyici etkenler birçok kronik hastalığın görülme oranını artırması yanında öncesinde var olan kronik hastalıkların da alevlenme ve kötüye gidiş olasılığı artmaktadır. Deprem sonrası görülen stres sendromunun bireylerin kronik hastalıklara uyumu üzerine etkisi oldukça önemlidir. Bunun yanında afet sonrası dönemde sağlık hizmetlerindeki aksamalar kronik hastalıkların yönetimi ve izlemi üzerinde de olumsuz etkilere sahiptir. Bu projede; Malatya’daki bir konteyner kentte yaşamını sürdüren kronik hastalıklı bireylerde yıkıcı deprem travmasının hastalığa uyum üzerindeki etkisini belirlemek amaçlanmıştır” diye konuştu.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Türkiye'nin ilk yutma bozuklukları tanı ve tedavi ünitesi Ege Üniversitesinde hizmet veriyor

Türkiye’nin ve Avrupa’nın sağlık alanındaki sayılı referans merkezlerinden olan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, hastalıkların tanı ve tedavisinde öncü birimleriyle dikkat çekiyor.

EÜTF Hastanesi bünyesinde hizmet veren Yutma Bozuklukları Tanı ve Tedavi Laboratuvarı, Türkiye’deki bu alanda ilk laboratuvar olma özelliğini taşıyor. Laboratuvara başvuran hastalar; Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Kulak Burun Boğaz, Gastroenteroloji, Nöroloji bölümlerinden alanında uzman hekim, hemşire, diyetisyen ve fizyoterapistler tarafından multidisipliner ve interdisipliner olarak değerlendiriliyor.

“2 binin üzerinde kayıtlı hastamız var”

Laboratuvar hakkında bilgi veren EÜ Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Laboratuvar Sorumlusu Prof. Dr. Sibel Eyigör, “Laboratuvarımız kurulduğu zaman itibariyle ülkemizdeki ilk  yutma bozuklukları tanı ve tedavi ünitesi olma özelliğini taşımaktadır. Laboratuvarımıza başvuranlar genelde kanser hastaları, yaşlılar ve çocuklar oluyor. Özellikle nörolojik hastalar öne çıkıyor diyebiliriz. Çünkü her yaşa ve hastalığa bağlı olarak yutma bozukluğu yaşanabiliyor. Sadece 65 yaş ve üzeri kişiler yaşlılık dolayısıyla bile yutma sorunu yaşayabiliyor. 2 binin üzerinde kayıtlı hastamız var” dedi.

“Uygun tedaviyi planlayıp, takibini yapıyoruz”

Laboratuvarın çalışmalarını anlatan Prof. Dr. Eyigör, “Yutma bozukluğu olan hastaları objektif metotlarla değerlendiriyoruz. Uygun tedaviyi planlayıp, takibini yapıyoruz. Laboratuvarımızda; fleksible endoskopi ile yutma değerlendirilmesi, manometri ile yutma değerlendirilmesi, yutmanın elektrofizyolojik değerlendirilmesi, dil kas gücü ölçümü ve yutma seslerinin değerlendirilmesi gibi birçok tetkik uygulanıyor” diye konuştu.

“Öğrenciler laboratuvarımızda gözlem yapabiliyor”

         Laboratuvarda tanı ve tedavinin yanı sıra farkındalık çalışmalarının da yürütüldüğünü dile getiren Prof. Dr. Eyigör, “Halkı bilinçlendirmek amacıyla ekip olarak bilgilendirme ve bilinçlendirme faaliyetlerinde bulunuyoruz. Yutkunma sorunu nedeniyle midesinden ya da burnundan beslenmek zorunda kalan hastaların tekrar ağız yoluyla beslenmesini sağlamak mesleki açıdan tarif edilemez duygular yaşatıyor. Bu anlamda bu alanda çalışmak isteyen tıp öğrencileri de laboratuvarımıza gelerek süreçleri yakından izleme fırsatı buluyorlar ” dedi.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Dr. Öğr Ü. Mert Yeşiladalı; “Miyomlar Tedavi Edilmezse Çocuk Sahibi Olmayı Engelleyebilir"

Kadınlar arasında en sık görülen tümörler arasında yer alan miyomlar rahimdeki yerleşim yerine göre farklı sorunlara neden olabiliyor. Araştırmalara göre kadınların yaklaşık yüzde 80’inde hayatlarının bir döneminde rahim miyomlarının gelişebildiğini söyleyen Kadın Hastalıkları Doğum, Tüp Bebek Uzmanı Dr. Öğr. Ü. Mert Yeşiladalı, bu tümörlerin çoğunluğunun iyi huylu olsa da adet döngüsünden doğurganlığa kadar kadının yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyebileceğini söyledi. Dr. Öğr. Ü. Yeşiladalı üstelik bu sorunun sadece genç kadınları etkilemediğini, menopoza geçiş döneminde ve menopozda da görülebileceğini işaret etti. 

 

Kadınların yaklaşık 80’inin hayatlarının bir döneminde karşılaştıkları bir sorun olmasına karşın yaşanan soruların miyomdan kaynaklandığı fark edilemeyebiliyor. Kadın Hastalıkları Doğum, Tüp Bebek Uzmanı Dr. Öğr. Ü. Mert Yeşiladalı bu nedenle bir kadında fazla adet kanaması, ara kanama, çocuk sahibi olamama, kasık ağrısı, kabızlık, sık idrara çıkma gibi şikayetlerden biri veya birkaçı varsa mutlaka bir hekime başvurması gerektiğine işaret etti. 

“FAZLA KİLOLU KİŞİLERDE MİYOM GELİŞME RİSKİ DAHA YÜKSEK”

Miyomlar rahim duvarından kaynaklanan tümörler olduğu için östrojen ve progesteron gibi kadın hormonlarına karşı duyarlı olduğunu anlatan Yeditepe Üniversitesi Hastaneleri Kadın Hastalıkları Doğum, Tüp Bebek Uzmanı Dr. Öğr. Ü. Mert Yeşiladalı, “Bu nedenle östrojen ve progesteronun yüksek olduğu kişilerde miyom gelişme riski daha yüksek olduğu düşünülür. Özellikle bu iki hormonun yüksek olduğu gebelik döneminde mevcut miyomların büyüme riski ve komplikasyonlara yol açma riski vardır. Bu nedenle gebelik planlayan kadınlarda miyom varlığını kontrol ederiz, gerekirse gebelikten önce miyomu çıkarırız. Bunun dışında kilolu kişilerde yağ dokusunda östrojen üretimi olduğu için östrojen miktarı da fazladır ve bu kişilerde de miyom görünme olasılığı daha yüksektir” diye konuştu. 

ŞİKAYETLER YERLEŞİM YERİNE GÖRE DEĞİŞİYOR

Miyomlar, rahim boşluğunun içinde, dışında ve rahim duvarında olmak üzere farklı yerlere yerleşebiliyor ve buna göre de sınıflara ayrılıyor.  Miyomların yerleşim yerine göre de farklı şikayetlere neden olduğunu anlatan Dr. Öğr. Ü. Yeşiladalı sözlerine şöyle devam etti: “Rahim boşluğunun içindeki ve rahim duvarındaki miyomlar fazla adet kanaması, ara kanama, kısırlık, düşüklere neden olabilmektedir. Rahimin dışındaki miyomlar daha büyük boyutlara gelene kadar pek bulgu vermezler ancak büyük miyomlar rahimin ön tarafındaysa mesaneye bası yaparak sık idrara çıkma yapabilirler. Rahimin arka tarafındaki miyomlar kalın bağırsağı baskı yaparak kabızlık yapabilirler. Bazı miyomlar idrar yollarına baskı oluşturup böbrek ağrısı yapabilirler. Bunlara ek olarak bütün miyomlar kasık ağrısı ve kasık bölgesinde basınç hissi yapabilir.”

MİYOMLAR GEBELİK AÇISINDAN ÖNEMLİ

“Miyomlar eğer rahim iç boşluğunda (endometrial kavite) bulunuyorsa veya buraya baskı yapıyorsa, gebeliğin oluşmasına engel olabilirler veya düşük yapabilirler” diye konuşan Dr. Öğr. Ü. Yeşiladalı, konuyla ilgili şu bilgileri verdi: “Bu boşluk gebeliğin tutunduğu ve bebeğin geliştiği yerdir. Bu bölgede miyom veya polip gibi bir yabancı cisim oluşması hem fazla adet kanaması yapar hem de buraya gebeliğin yerleşme ihtimalini azaltır. Bu nedenle gebelik arzusu bulunan kadınlarda rahim boşluğunu etkileyen miyomlar varsa bunların alınması doğru olacaktır.”

Bununla birlikte tedavi edildiği taktirde kadının gebe kalacağına da işaret eden Dr. Öğr. Ü. Yeşiladalı, “Rahim boşluğundaki miyomların tedavisi hasta açısından rahim dışındakilere göre daha kolaydır. Çünkü rahim dışındaki miyomlar karından girilerek yapılacak bir ameliyata ihtiyaç duyarken rahim iç boşluğundaki miyomlar vajinadan kamera ile girerek temizlenebilirler. Bu çok sık yaptığımız bir işlemdir ve hasta açısından oldukça konforludur. Histeroskopi, çok ince bir kamera ile rahim içine girilmesi işlemidir. Bu yöntem rahim içindeki sorunların hem tanısı hem de tedavisinde kullanılmaktadır ve herhangi bir kesi olmadığı için hasta birkaç saat içinde taburcu edilmektedir.”

“MİYOMLAR ARTIK KAPALI YÖNTEMLERLE AMELİYAT EDİLEBİLİYOR”

Tedavi edildikleri zaman miyomlara bağlı şikayetlerin tamamen ortadan kalktığını söyleyen Yeditepe Üniversitesi Hastaneleri Kadın Hastalıkları Doğum, Tüp Bebek Uzmanı Dr. Öğr. Ü. Mert Yeşiladalı tedaviyle ilgili şu bilgileri verdi: “Miyomların Yapılacak cerrahinin türü kişinin çocuk isteğine göre değişmektedir. Eğer çocuk isteğinin tamamlamış ve daha ileri yaşlarda bir kadın söz konusuysa doğrudan rahim alınabilir, böylelikle hem ileride miyomun tekrarlama riski kalkar hem de hasta rahim kanseri gibi rahimin neden olabileceği hastalıklardan da korunmuş olur. Ancak çocuk isteği olan ve daha genç yaşlardaki kadınlarda sadece miyomları çıkarıp rahime zarar vermeme yoluna gideriz. Buna fertilite koruyucu cerrahi adını veriyoruz. Rahimin iç boşluğunda bulunan miyomlar histeroskopi ile yani vajinal yoldan kamera ile girilerek herhangi bir kesiye gerek kalmadan çıkarılabiliyor. Bu yöntemi uyguladığımız hastalarımızı birkaç saat içinde taburcu edebiliyoruz. Bu grubun dışında kalan miyomlara karından ulaşmak gerekiyor. Günümüzde kapalı yani laparoskopik miyom çıkarılması daha modern ve hasta açısından çok daha avantajlı bir yoldur. Biz de kendi pratiğimizde miyom ameliyatlarının büyük çoğunluğunu kapalı yöntemle yapıyoruz.”

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Setur Marinaları Bosphorus Boat Show'da deniz tutkunları ile bir araya geldi

Setur Marinaları, denizcilik sektöründe yenilikçi yatırımlar ve benzersiz ayrıcalıklarla 17-24 Şubat 2024 tarihleri arasında, Türkiye’nin en büyük karada tekne fuarı Bosphorus Boat Show’da ziyaretçileriyle buluştu. 

Türkiye’nin lider zincir marina işletmesi Setur Marinaları, deniz tutkunlarıyla buluşmak için heyecanla beklenen Türkiye’nin en büyük, dünyanın da ikinci büyük karada tekne fuarı Bosphorus Boat Show’a katılarak ziyaretçilerine fuar dönemine özel yeni fırsatları sundu. 

Fuar ziyaretçileri tarafından yoğun ilgi gören Setur Marinaları, birçok yatçı tarafından tercih edilmenin gururunu ve mutluluğunu yaşadı.

Setur Marinaları Bosphorus Boat Show’da ayrıca mobil uygulamalarındaki yenilikleri ve Yapı Kredi ile birlikte hayata geçirdikleri, misafirlerin kredi kartı kullanmadan marina ödemelerini yapabilecekleri Kredili Ödeme Sistemi’ni de tanıttı.

Bu yenilikçi yaklaşımlarla Setur Marinaları, denizcilik tutkunlarına daha ayrıcalıklı ve konforlu bir deniz deneyimi sunmayı planlarken 2024 yılındaki yatırımlarına da hız kesmeden devam ediyor. Setur Marinaları bu çerçevede Antalya’nın değerli turizm merkezlerinden Demre ilçesinde hizmet vermeye başlayacağı yeni marinası Setur Marinas Demre ile, Türkiye’nin yat turizmindeki önemli noktalarından birine imzasını atacak. Aynı zamanda, Setur Marinaları’nın en yenisi Ören Rib and Refit Park ile misafirlerine sunduğu birbirinden avantajlı kampanyaları ve sürdürülebilirlik alanındaki projeleriyle sektöre yön vermeye devam edecek.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

OT DERGİ – MART 2024 – Türkiye Haber Merkezi

 

OT DERGİ, yeni sayısıyla Mart ayı süresince kitabevleri, marketler ve bayilerde!

Edebiyattan mizaha, futboldan siyasete, sokaktan müziğe, hayata dair her şeyi içinde barındıran; Türkiye’nin önde gelen yazarlarını, edebiyatçılarını ve çizerlerini bir araya getiren OT Dergi, The Truman Show filminden sahnelerin resmedildiği kapak tasarımıyla okurlarını karşılıyor. Derginin bu ayki arka kapağında ise yakın zamanda yitirdiğimiz, edebiyatımızın önemli isimlerinden Füruzan’a yer veriliyor.

Prof. Dr. Sinan Canan, “Truman Gösterisinde Bir Yerlerde” yazısıyla kapak konusu filmden yola çıkarak insanın yaşamdaki rolünü sorgularken; dergimiz yazarlarından İlker Kocael ise Fransız düşünür ve sosyolog Jean Baudrillard’ın simülasyon kuramını ele aldığı yazısıyla Matrix ve The Truman Show filmlerinden örneklerle “Gerçek dünya diye bildiğimiz dünyanın bir simülasyondan ibaret olmadığına yüzde yüz emin olabilir miyiz?” sorusuna yanıt arıyor.

Bahar Eriş’in “Özgürlüğü Çalınan Bir Dâhi: Nergis Muhammedi” yazısı, Türkân Şoray, Yıldız Tilbe, Nur Sürer gibi değerli kadın sanatçılarımızın 8 Mart’la ilgili görüşlerine yer verilen 8 Mart sayfası, Işıl Cinmen’in gazeteci Pınar Çelikel’in kadın öykülerinden oluşan yeni kitabıyla ilgili “Farklı Zamanların  ve Coğrafyaların Kadınları” söyleşisi, Gülşen İşeri’nin kadın tarım işçilerinin hayatlarından kesitlere yer verdiği “İşçilerin Hikâyeleri” dosyası ve oyuncu Canan Maktal’ın İngiltere Kraliçesi Victoria’yı ele aldığı “Kadın Hikâyeleri” köşesi Mart ayına özel içerikler olarak öne çıkıyor.

Yazar Ahmet Ümit ile Eyüphan Erkul’un keyifli edebiyat sohbeti her ay olduğu gibi bu ay da devam ediyor. Sıddık Akbayır, yakın zamanda gündeme gelen edebiyatımızda intihal konusu ekseninde, birbirine aşırı derecede benzeyen şiirlerin dizelerini ve şairlerini masaya yatırıyor. Selçuk Altun “Kitap İçin” köşesinde edebiyatla ilgili yorumlarını madde madde sıralamaya devam ederken; genç yazar Mert Bekçi, yapay zekânın kitap yazıp yazamayacağıyla ilgili düşüncelerini paylaşıyor. Yalın Alpay ise bu ayki yazısında “Duygularımız Neden Bu kadar Değişken?” Konusuna açıklık getiriyor. Gazeteci Rabia Çetin 6 Şubat 2023 Depremi’nde ağır bir yıkım ve can kaybı yaşamış Adıyamanlı iki babanın hikâyesini anlatıyor.

Hüsnü Arkan’ın piyanist Dengin Ceyhan’la hazırladığı “Kırk Yıl Sonra-Şiirlerden Şarkılar” albümü, modern Kürt müziğinin önemli temsilcilerinden Mehmet Atlı’nın dergimizi ziyareti, şarkı sözlerinde şiir ve yazarlara bolca gönderme yapan ‘rap müziğin genç isimlerinden Çağrı Sinci röportajı bu ayın müzik dolu sayfalarından.

Meltem Yılmazkaya, Orhan Murat Bahtiyar, İlkay Yıldız, Alican Ökmen, Çağıl Yaman öyküleriyle; Haydar Ergülen, Ferhat Uludere, Mesud Topal, Abdulmelik Şahin, Cem Temuroğlu, Dündar Hızal yazı ve şiirleriyle Mart sayısında yer alan isimlerden. Ayrıca her zaman olduğu gibi birbirinden güzel birçok illüstrasyon ve karikatür bu sayıda okurları bekliyor.

Kült filmlerden replikler ve illüstrasyonlardan oluşan pola kart hediyesiyle OT Dergi’nin Mart sayısı tüm Türkiye’de; kitabevleri, marketler ve gazete&dergi bulunan her yerde! Keyifli okumalar…

 

UMUDUNU KAYBEDERSEN ÖLÜRSÜN – Türkiye Haber Merkezi

UMUDUNU KAYBEDERSEN ÖLÜRSÜN

 

Yaşı ilerledikçe birçok sektörde zorlu şartlarda mücadele içinde çalışan Erhasan Lise yıllarında fırında çalışıp, ustasının fiziksel şiddetine maruz kalmıştır.

Kahramanmaraş’ın bir köyünde dünyaya gelen Erhasan 3 yaşındayken annesi ile babası ayrılmasının ardından 8 yaşında geldiğinde karton ve teneke toplayarak hayata ilk adımlarını atmaya başlamıştır. Birikethanelerde biriket taşıdı ve bir şekilde evdeki ihtiyaçları karşılamakla beraberinde evinin camları kırık ve her yeri nem dolu olması nedeniyle üzerine iki yorgan alıp öyle uyuyordu geceleri.

 

Yaşı ilerledikçe birçok sektörde zorlu şartlarda mücadele içinde çalışan Erhasan Lise yıllarında fırında çalışıp, ustasının fiziksel şiddetine maruz kalmıştır. Üzerine kendine ait hiçbir elbise giymeyip hep komşuların çocuklarının küçülen elbise ve ayakkabıları ile büyümüştür. Liseyi bitirdikten sonra daha iyi sektörlerde çalışmaya başladı.

 

Askere gidip geldiğinde, 2016 yılında eşi ile tanıştıktan 13 gün sonra evlendi. Müzik markette çalışmaya başlayan Erhasan usta öğretici belgesi ile bir kolejde müzik öğretmenliği yapmaya başladı. Pandemi dönemide işten çıkartıldıktan sonra aylarca evinin kirasını ödeyemedi ve evine bir şey almakta çok zorlandı.

 

Daha sonra meydana gelen deprem de 13 saat göçükte kaldı. Kalçadan ayağı kırılıp sırtına döndü ve eşi gözlerinin önünde vefat etti. Ceset torbasına koyulan ve son anda birinin fark etmesi sonucu ceset torbasından çıkarılmıştır. Ayakları paramparça olan

Erhasan Ambulans ile Antep’e 1.5 günde ulaştırıldı, Antep’te ayaklarının kaslarını aldılar. Kangren olup ölmeyen ve bacakları kesilmeyen istisna insanlardan birisi oldu. Ankara’ya ölüm riskinden dolayı uçak ile götürülüp. Ankara’da defalarca kalbi duran, 37 gün komada yattan. Ve bu kadar mücadelenin ardından eşine bir şarkı yazan Erhasan ’’umudunu kaybedersen ölürsün’’ dedi.

Yapımcılığını ve menajerliğini Uğur Özayvaz üslendi. Aranjörlüğünü Behzad Monsenisarough, düet ve vokalliğini Piru yaptı.

 

İşte Erhasan’ın eşine yazdığı o şarkı: ‘YİNE GELSİN’.

Şarkı Link: https://www.youtube.com/watch?v=X-Uhv6kWfGo