Aylık arşivler: Mart 2024

Vitaminler Hakkında Doğru Sanılan 8 Yanlış

Vücut sağlığımız için olmazsa olmaz öneme sahip vitaminler, gelişigüzel kullanıldığında ise fayda yerine zarar verebiliyor! 

Acıbadem Ataşehir Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Aysun Işıklar vitaminlerin öncelikle besinler yoluyla karşılanması gerektiğini belirterek “Vitaminlerin doğal kaynaklarının başında sebze, meyve, bakliyat, tam tahıllı ürünler ve süt ürünleri geliyor. Bunlar yeterince tüketilmediği zaman kalp hastalığı, kanser ve kemik erimesi (osteoporoz) gibi hastalıkların gelişme riski artıyor” diyor. Buna karşın ülkemizde bilinçsiz vitamin kullanımının çok yaygın olduğunu, doktora danışmadan ve gerekli ölçümler yaptırılmadan vitamin takviyeleri kullanmanın karaciğerden böbrek hasarına dek birçok yıkıcı etkiye yol açabildiğini vurgulayan Dr. Aysun Işıklar vitaminler hakkında toplumda doğru sanılan 8 yanlışı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.   

  • Herkesin aynı miktarda vitamin takviyesine ihtiyacı vardır: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Vitamin ihtiyacı kişiden kişiye değişir. Bu durum günlük tükettiğimiz yiyecek ve içeceklerin yanı sıra kişinin yaşına, eşlik eden hastalıklara ve yaşam tarzına göre de değişir. Bu nedenle vitamin kullanımı mutlaka doktorun  isteyeceği tetkiklerin sonuçlarına göre, doktorun söyleyeceği şekilde ve dozda kullanılmalıdır. 

  • Vitaminler tam emilemediğinden, önerilenden fazla tüketilebilir: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Bu düşünce kesinlikle doğru olmadığı gibi vitaminleri gereksiz ve yüksek dozlarda almak ciddi sorunlara yol açabilir. Örneğin; B6 vitamininin fazlası; geri dönüşü olmayan sinir hasarına yol açabilirken, A vitamini ve niasinin fazlası karaciğer hasarına, folik asitin fazlası ishal, sinirlilik ve cilt reaksiyonlarına neden olabilir. C vitamininin fazlası vücut hücrelerini bozarken, D vitamininin fazlası kalp ritim problemlerinden böbrek yetmezliğine dek ciddi zararlar verebilir. 

  • Multi-vitaminler kötü beslenmeyi telafi eder ve hastalıkları önler: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Dr. Aysun Işıklar “Gerçek şu ki bilim insanları multi-vitaminlerin etkili olup olmadığı konusunda hala kararsız. Sağlıklı ve dengeli beslenmek her zaman ihtiyaç duyulan besin maddeleri için en iyi reçetedir. Vitamin takviyeleri besin yerine geçmeyi değil, takviye etmeyi amaçlar. Örneğin; yüksek doz C vitamini gribal enfeksiyon olmamızı engellemez, sadece hasta olduğumuzda iyileşmemize destek olur” diyor.   

  • Tüm vitamin takviyeleri doğal olduğu için güvenlidir: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Besinler doğadan gelse de üreticiler bunları hap haline getirdiğinde doğal olmaktan çıkıyor. Doğal olması mutlaka güvenli ve etkili olduğu anlamına gelmez. Sonuçta arsenik doğaldır ancak kansere neden olur. 

  • Vitamin takviyesine asla gerek yoktur: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Bilim insanları çoğu takviyeye karşı çıkıyor olsa da belirli bir eksiklik olması durumunda faydalı olduğuna inanıyor. Örneğin; besinlerden gerekli vitamin, enerji ve mineralleri alamayan (malnütrisyon) kişilerde multivitaminler faydalı olabilir. Süte alerjisi olanlarda kalsiyum ve D vitamini takviyesi, vegan beslenenlerde B12 vitamini, hamilelerde folik asit ve menopoza girenlerde ekstra kalsiyum ve D vitaminine ihtiyaç gerekebilir. 

  • Vitaminler ya da diğer takviyeler ilaçlarla etkileşime girmez: YANLIŞ!

 DOĞRUSU: Vitaminler ya da diğer takviyeler ilaçların etkilerini azaltabilir veya artırabilir. Örneğin: K vitamini reçeteli veya reçetesiz satılan ilaçlarla etkileşime girerek kan pıhtılaşmasına neden olabilir. Bundan kaçınmak için halihazırda almakta olduğunuz ya da almayı düşündüğünüz takviyelerin bir listesini her zaman doktorunuzla paylaşmalısınız. 

  • Vitaminler aç karnına alınmalıdır: YANLIŞ!

 DOĞRUSU: Suda çözünen vitaminler günün hemen her saatinde alınabilir. Ancak yağda çözünen 4 vitamini (A, D, E ve K) az miktarda yiyecekle birlikte almak en iyisidir. Aksi taktirde alınan vitaminler tam olarak emilemez. 

  • Vitaminler sabahları alınmalıdır: YANLIŞ!

 DOĞRUSU: İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Aysun Işıklar, “Vitaminler sabah veya akşam fark etmeksizin günün herhangi bir saatinde alınabilir. O gün unutulduysa gece yatmadan önce akla geldiyse de içilebilir” diyor. 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Bahar alerjisi gençleri daha çok etkiliyor

Baharla birlikte alerji mevsimi de geldi. Bahar alerjisinin, bitkilerin polenlerine karşı hassas kişilerin geliştirdiği bir çeşit bağışıklık reaksiyonu olduğunu belirten Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ziya Saltürk, “Bahar alerjisi çocuklarda genellikle 2 yaşından sonra başlıyor. En sık okul ve ergenlik döneminde görülüyor.

En belirgin alerji semptomları solunum yollarında özellikle ilk giriş noktası olan burunda kaşınma ve hapşırmadır. Astım gibi göğüs hastalığı problemi olanlar özellikle bahar alerjisine karşı daha dikkatli olmalı. Boğazda şişkinlik, yutakta tıkanma gibi ağır semptomlarda en yakın acil servise başvurulmalı” açıklamasında bulundu.

Türkiye’de yapılan çalışmalarda en sık çimen, yabani ot, tahıl ve genel olarak ağaç polenlerine alerji olduğu görülüyor. Bunlarla karşılaşma oranının yüksek olduğu kırsal alanlarda alerjilerin görülme sıklığının daha fazla olduğunun altını çizen Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ziya Saltürk, “Alerjiye karşı alınabilecek en kesin önlem alerjenden korunmaktır. Bu nedenle maske takılması, olabildiğince alerjen olan ortamdan uzak durulması ve evde bitki varsa evin sık sık havalandırılması gibi önlemler alınabilir” dedi.

Tuzlu su ile burun yıkamak alerjen yoğunluğunu azaltıyor

Bahar alerjisi tespitinde en yaygın testin deri testi olduğunu paylaşan Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ziya Saltürk, “Bu testler alerji kliniği olan merkezlerde yapılabilir. Cilt altına yerleştirilen alerjenlere hassasiyet ölçülür.  Bu sayede bahar alerjisinin kaynağı tespit edilebilir” diye konuştu.

Alerji semptomları için en basit uygulamanın burun yıkamak olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Ziya Saltürk, “Tuzlu su ile burun yıkama, alandaki alerjen yoğunluğunu düşüreceği için şikayetleri de azaltacaktır. Burun tıkanıklığı ve hapşırma günlük yaşam kalitesini etkiliyorsa tedaviye başlanması gerekir” dedi.

 

Evdeki bitkiler balkona çıkarılmalı ve ev sık sık havalandırılmalı

Alerjide ilk tedavi basamağının antihistaminikler olduğunu söyleyen Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ziya Saltürk, “Tuzlu suyun yeterli gelmediği durumlarda montelukast sodyum içeren ilaçlara başvurulabilir. Burun tıkanıklığı yoğun hastalarda kısa süreli dekonjestan ilaçlar verilebilir. Nazal steroidler burundaki ödemi azaltmak için kullanılan diğer bir ilaç grubu. Alerjileri azaltmak için alerjen olan ortamlarda maske kullanılması, bitki varsa balkon gibi yerlere çıkarılması, araçlarda bulunan sirkülasyon özelliğini kullanarak dışarıdaki alerjen bulunan havaya karşı izolasyon sağlanması veya evin havalandırılmasına özen gösterilmeli. 

Bahar alerjilerinde aşıların da bir seçenek olduğunu paylaşan Prof. Dr. Ziya Saltürk, “Alerji aşıları deri testinde tespit edilen alerjene karşı uygulanan duyarsızlaştırma tedavisidir. Düzenli olarak alerjene maruz bırakılarak bağışıklığın ona karşı duyarsız hale gelmesi amaçlanır. Cilt altı uygulamaları dil altına göre daha etkilidir. Tedavi 5 yıl kadar sürüyor ve yüzde 60 dolaylarında ciddi kalıcı başarı sağlanıyor. Hastaların yüzde 80’inde belli bir seviyeye kadar rahatlama elde edilebiliyor” şeklinde konuştu.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Çürük Önleyici Sızdırmazlık ve Koruyucu Kaplamalar: Çocuk Diş Sağlığında Devrim mi?

Çocuklarda çürük dişler için tedavi planlaması yapmak büyük önem taşıyor. Tedavinin başarı oranını öngörebilmek ve doğru zamanda, doğru materyal seçimi ile ideal tedaviyi uygulayabilmenin önemine değinen Çocuk Diş Hekimliği Uzmanı Dt. Nurgül Demir “Hem çocuk hastanın diş hekimi koltuğundaki sınırlı kooperasyonunu kaybetmememiz hem de süt dişlerinin düşme zamanını da göz önünde bulundurarak minimum tedavi maliyeti ile işlemleri tamamlayabilmemiz için önem taşıyor” dedi.

Pediatrik kaplamaların prefabrik olarak farklı boylarda üretilmiş ve kullanıma hazır olarak satılan uygulama yöntemi olduğundan bahseden Çocuk Diş Hekimliği Uzmanı Dt. Nurgül Demir “İşlem sırasında yaptığımız provalarla dişe uygun boyutta olanını seçerek, dişe adaptasyonunu sağladığımız uygulamalardır. Pediatrik kaplamaların dişe bağlanmasında kullanılan biyouyumlu ajanlar ise, temasta bulundukları diş yüzeylerini diş çürüklerine karşı koruyarak, güçlendirir.  Pediatrik kaplamalar (kronlar), hem süt hem de kalıcı dişler için sıklıkla tercih ettiğimiz uygulamalardır. Dişlerin birden çok yüzeyini kaplayan veya kök yüzeyine ilerleyen çürüklerde, dişlerde doğuştan yapı bozukluğunun olduğu durumlarda, estetik dolgularla yapılan tedavilerin başarısızlıkla sonuçlandığı bölgelerde kullanılmaktadır” açıklamasında bulundu.

Düzenli ilaç kullananların diş tedavisinde kullanılıyor

“Kalp hastalıkları, diyabet gibi farklı sistemik hastalıklar sebebiyle düzenli ilaç kullanması gereken, ağız hijyeni alışkanlıklarının idame ettirilmesinde sorun olan yüksek çürük riskli hastalarda uzun dönemde başarılı sonuçlar elde etmemizi sağlamaktadır” diyen Dt. Nurgül Demir sözlerine şöyle devam etti: “Özellikle kanal tedavisi yapılan süt dişlerinin tedavisinde kullanılabilecek en iyi üst yapı materyalinin, dişi çepeçevre sararak, ikincil çürük oluşumuna ve doku sıvısı sızıntılarına karşı koruyan, prefabrik metal kaplamalar olduğu bilimsel araştırmalarla gösterilmiş ve klinik takiplerle kanıtlanmıştır. Tıbbi çelikten imal edilmiş olmaları nedeniyle eskiden “paslanmaz çelik kron” olarak bilinen ve halen bu klasik isimle de anıldığına zaman zaman tanık olduğumuz biyolojik alaşımlı prefabrik metal kaplamalar, Amerikan Çocuk Diş Hekimliği Akademisi’nin de altın standardı konumundadır. Prefabrik kaplamaların başarısında rol oynayan en temel faktör, sızdırmazlık özelliğidir. Uygulandığı bölgede sızdırmazlığı sağlayabilen kaplamalar, ikincil bir çürük oluşumuna karşı dişleri korur. Çiğneme, kırılma kuvvetlerine karşı dayanıklı olması ve uygulandıktan sonra diş eti bütünlüğüne zarar vermeden dişleri korumaya devam etmesi göz önünde bulundurulması gereken önemli özelliklerdendir.”

Çürüğün ilerlemesi kontrol altına alınıyor

Prefabrik metal kaplamaların bir diğer önemli özelliğinin ise çürüyen süt azı dişlerinde, uyuşturma, çürük temizleme ve diş küçültmesine ihtiyaç duyulmaksızın; minimal invaziv bir işlemle dişin tedavisine olanak sağlaması olduğunun altını çizen Nurgül Demir, çürüğün ilerlemesinin kontrol altına alınarak, özellikle kooperasyon problemi olan ve koltukta uzun süre uyum gösteremeyen birçok hasta için uygun bir yöntem olduğunu belirtti. Tedavi başarısının arttırılmasında ise tedavi sonrası hastanın ağız hijyeni alışkanlıklarına özen göstermesi ve rutin kontrollerini aksatmamasının büyük önem taşıdığını söyledi. 

Zirkonyum kaplamalar ile gelen sağlık ve estetik 

Son yıllarda sıklıkla kullanılmaya başlanılan zirkonyum kaplamaların ise, diş rengi ve şekline çok yakın estetik özellikleri ile ön plana çıktığını söyleyen Nurgül Demir “Dişte daha fazla küçültme gerektirmesi ve kırılganlığı prefabrik metal kaplamalara göre dezavantaj olarak değerlendirilebilir; ancak diş eti sağlığını korumadaki özellikleri ve üstün temizlenebilirlikleri de zirkonyum kaplamaların önemli avantajları olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle uyutarak diş tedavilerinin yapılması planlanan hastalarda, süt veya daimi azı dişlerinin tedavi planlaması yapılırken, hastanın çürük riskinin doğru değerlendirilmesi ve materyal seçimi sırasında asıl önemli olan kriterin ‘işlemin uzun dönem başarısı’ olması gerektiği unutulmamalıdır” dedi. Demir öne çıkan diğer başlıkları ise şu şekilde anlattı:

-Ön bölgede bulunan keser dişleri etkileyen diş çürüklerinde, önceliğimiz, dişleri düşme yaşlarına kadar ağızda tutabilmek iken; estetik görüntü de materyal seçimi için önem taşıyor. 

-Süt keser dişlerin, süt azı dişlerine göre daha erken yaşlarda değişiyor olması, tedaviye gerek var mı sorusunu akıllara getirebilir; ancak hem akran zorbalığı dediğimiz ve maalesef çok küçük yaşlara gerileyen sosyal çevre baskısının önüne geçebilmek, hem de düzgün konuşmanın geliştirilebilmesi ve seslerin doğru çıkarılabilmesinde ön dişlerin ağızda olması çok önemlidir. 

-Özellikle erken çocukluk çağı çürükleri nedeniyle tedavi planladığımız hastalarda, en az diş kaybıyla tedaviyi tamamlamak; hastamızın estetik görüntüsünü, çiğneme ve konuşma fonksiyonunu, daimî dişlerin yerleşebilmesi için gereken boşlukları kendi dişleri ile korumasını sağlarken; aynı zamanda dişli protez, yer tutucu gibi daha maliyetli tedavilere olan gereksinimi ortadan kaldırır. 

-Ön bölgedeki süt dişlerinin estetik olarak tedavi edilmesinde zirkonyum kronlar, temizlenebilirliği, diş eti sağlığını idame ettirebilmesi ve madde kaybının fazla olduğu, kanal tedavili dişlerin ağızda tutulmasına olan etkisi ile günümüzde beyaz kompozit kronlar kadar popüler hale gelmiş, estetik kaplama materyalleridir.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

EÜ İletişim ve Tıp Fakültesinden anlamlı iş birliği

Ege Üniversitesi (EÜ) İletişim Fakültesi ve Tıp Fakültesi anlamlı bir işbirliğine imza attı. Yaşlılara Saygı Haftası’na özel kısa video formatında dört sosyal sorumluk projesi hazırlandı. İki fakültenin yürütücülüğünü yaptığı projelerin paydaşlığını ise EÜ Medya Uygulama ve Araştırma Merkezi üstlendi. Sağlıklı yaşlanmanın anlatıldığı kısa videolarda aktif yaşlanma ve yaşlılıkta sık görülen durumlar hakkında bilgilendirmeler yapıldı. 

Yürütücülüğünü EÜ İletişim Fakültesi ve Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Geriatri Bilim Dalının, paydaşlığını ise Medya Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin üstlendiği Yaşlılara Saygı Haftası’na özel dört sosyal sorumluluk projesi hayata geçirildi. Projeler hakkında bilgi veren İletişim Fakültesi Dekanı ve Medya Merkezi Müdürü Prof. Dr. Bilgehan Gültekin, kısa video klip şeklinde hazırlanan projelerin dört farklı başlık altında toplandığını belirtti. Projelerden ilkinin ‘Ege 3.Yaş Üniversitesi’nin tanıtım klibi olduğunu ifade eden Prof. Dr. Gültekin “Ege 3. Yaş Üniversitesi EÜ Tıp Fakültesinin kendi bünyesinde 2016 yılından bu yana yürüttüğü bir sosyal sorumluluk projesidir. Proje, 60 yaş ve üzeri bireylerin aktif ve sağlıklı yaşlanabilmelerine destek sağlamak amacıyla Tıp Fakültesinde başlatılmıştır ve halen devam etmektedir. EÜ İletişim Fakültesi de projenin yaygınlaşması ve duyurulması için Ege 3. Yaş Üniversitesinin ortalama 3 dakikalık tanımını yapan bir kısa klip hazırlamış ve bu alanda farkındalık oluşturmayı hedefleyerek Tıp Fakültesi ile birlikte yeni bir sosyal sorumluluk projesini hayata geçirmeyi amaçlamıştır” dedi. Projenin diğer konularına da değinen Prof. Dr. Gültekin, “Yaşlılara Saygı Haftası için özel hazırlanan projelerde, yaşlılarda çoklu ilaç kullanımı, yaşlılıkta düşmelerin engellenmesi, sağlıklı yaşlanma ve geriatri konuları hakkında farkındalık oluşturmaya çalıştık. Büyüklerimiz bizim kıymetlimiz, onlar bizim değerlerimiz” diye konuştu.

Projenin diğer yürütücü ismi ve proje sunumunu gerçekleştiren EÜ Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Geriatri Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Sevnaz Şahin de proje için “18-24 Mart Yaşlıya Saygı haftası; yaşlanan toplumumuzda sadece var oldukları için en değerlilerimiz olan yaşlılarımızın haftası. Genç kuşaklara ışık olan büyüklerimizin haftası. Bu hafta dâhilinde ileri yaşta sık görülen durumlara dikkat çekerek gerekli önlemleri almak ve birlikte sağlıkla yaşlanmak için kısa videolar çektik. Tüm büyüklerimize en içten saygılarımızla” diye konuştu.  

EÜ Medya Uygulama ve Araştırma Merkezi stüdyosunda çekimi yapılan ve ortalama 2,5-3 dakika süren video kliplerin koordinatörlüğünü İletişim Fakültesi doktora öğrencisi Hülya Arslaner Hamarat, yayın sorumluluğunu Yasemin Kuleyin, yönetmenliğini Ayşe Alpak, kameramanlığını Tolga Geç, grafik tasarımı ve sosyal medya paylaşımlarını Ozan Ahmet Aytemur üstleniyor. EÜ İletişim Fakültesi youtube kanalında yayınlanan videoların isimleri ve bağlantı linkleri aşağıda yer alıyor.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Ramazan'da iftar ve sahur dahil 4 öğün yapılmalı!

Ramazan’da iftar, mutlaka sahur ve 2 küçük ara öğün ile en az 4 öğünü bulacak şekilde bir düzen oluşturulması gerekiyor.

İftar yemeğinin yavaş yavaş ve küçük porsiyonlar halinde yenmesi gerektiğine dikkat çeken uzmanlar, metabolizma hızını artırmak için tüm besinleri birden yemek yerine bölerek ve ara vererek tüketilmesini tavsiye ediyor. İftar ve sahur arasında sıvı gereksinimini karşılamak için ortalama 1–1,5 litre su tüketilmesi gerektiğini dile getiren Beslenme Uzmanı Öğr. Gör. Kübra Şahin, “Su içmek bağırsak ve böbreklerin çalışmasını hızlandırıyor.” dedi.

Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Öğr. Gör. Kübra Şahin, Ramazan’da sağlıklı beslenme konusunu değerlendirdi.

“4 öğünü bulacak şekilde bir düzen oluşturulmalı”

Oruç tutarken vücudun ihtiyaç duyduğu temel besin öğelerine işaret eden Şahin, “Ramazan’da iftar, mutlaka sahur ve 2 küçük ara ile en az toplam 4 öğünü bulacak şekilde bir düzen oluşturulmalı. Bununla beraber her gün 4 temel besin grubu olan; peynir, yumurta, et, tavuk, balık gurubu, süt, yoğurt gurubu, sebze-meyve grubu ve tahıl grubu belirli miktarlarda iftar, sahur ve gece öğünlerinde eşit ve dengeli bir biçimde tüketilmeye çalışılmalıdır.” dedi.

“Sahurda en iyi menü kahvaltılık tarzı beslenme”

İftarda; çorba, et-tavuk veya balık gibi yağsız-derisiz et çeşitleri, sebze ve kuru baklagil yemekleri, çeşitli sebzelerden oluşan salatalar, bulgur, tarhana, erişte gibi tam tahıllılar, çavdar, tam buğday veya karışık – çok tahıllı ekmekler ve komposto, hoşaf tercih edilmesi gerektiğini kaydeden Öğr. Gör. Kübra Şahin, “Sahurda en iyi menü kahvaltılık tarzı beslenmedir. Şarküteri ürünlerinden ise kaçınılmalıdır. Sıvı ve sulu yiyeceklerin az tüketilmesine bağlı olarak oluşabilecek kabızlığı önlemek için posa oranı yüksek besinler (kurubaklagil, kepekli tahıllar, sebze ve meyveler) tüketilmelidir. Yoğurt, cacık, ayran gibi protein ve kalsiyumu yüksek besinler tüketildiğinde tokluk süresi artar.” diye konuştu.

“İftar ve sahur arasında ortalama 1–1,5 litre su tüketilmeli”

Oruç tutarken yeterli miktarda su içme konusuna da değinen Şahin, “Vücudumuzun normal fizyolojik devamlılığı ve metabolizmanın canlılığı için su içmek önemli. Vücudumuzun ihtiyacı olan su; metabolik su, günlük içtiğimiz sıvılar (çay, kahve, taze meyve suları, ayran gibi) ve yediğimiz yiyeceklerle sağlanır. İftar ve sahur arasında sıvı gereksinimini karşılamak için ortalama 1–1,5 litre su tüketilmeli. Su içmek bağırsak ve böbreklerin çalışmasını hızlandırıyor. Ancak yemek esnasında çok su içmek, sindirim sistemini bozabilir.” dedi. 

“Sahurda yenilen hafif bir öğün gün boyu açlığı engeller”

Şeker içeriği yüksek besinlerin kan şekerini hızla yükseltip hızla düşürdüğünü dile getiren Öğr. Gör. Kübra Şahin, “Bu da ertesi gün çok çabuk acıkılmasına ve kan şekerinin çok daha çabuk düşmesine sebep oluyor. Şeker içeriği yüksek besinler tüketildiğinde sahurdan sonra başlayan açlık süresince kan şekeri düşmeye başlar ve metabolizma yavaşlar. Sahurda yenilen hafif bir öğün gün boyu açlığı ve açlık süresinin çok uzamasını engelleyerek oluşabilecek kan şekeri düşüşünü kontrol altına almayı sağlayacak, yorgunluk, baş ağrısı, unutkanlık ve zihinde oluşabilecek dikkatsizliği önleyecektir.” dedi.

“İftarda hızlı yemek daha çok miktarda besin tüketilmesine ve kilo alınmasına neden oluyor”

Sahur yemeklerinin azar azar, iyice çiğneyerek tüketilmesi gerektiğini de anlatan Şahin, şöyle devam etti:

“Çiğ sebze, domates, salatalık, biber gibi hem enerjisi düşük hem de sıvı içeriği yüksek olan, C vitamini açısından zengin yiyeceklere mutlaka yer verilmelidir. Sahurda fazla yeme isteği olmadığı durumlarda ise 1 bardak süt ve 1 porsiyon meyve kan şekerini dengede tutmak için yeterli olacaktır. 

Bütün gün oluşan açlıktan sonra, kişiler iftarda çok hızlı bir şekilde ve çok miktarda besin tüketiyor.  Bu alışkanlık kan şekerinin hızlı yükselmesine neden olur. Beyin, ilk yemek yemeğe başladığı süreden en az 20 dakika sonra tokluk sinyali oluşturuyor. Bu yüzden hızlı yemek yeme tokluk sinyali oluşuncaya kadar daha çok miktarda besin tüketilmesine ve kilo alınmasına neden olacaktır.”

“İftarda glisemik indeksi düşük besinler tercih edilmeli”

İftara, kan şekerini hızla yükseltmeyecek, hafif, az yağlı, posa miktarı fazla besinlerden başlamanın en doğrusu olduğunu da kaydeden Şahin, “Doygunluk hissi vermesi açısından çorba ile başlanılmalı. Yemek üzerine hemen tatlı, meyve, kuruyemiş tarzı besinler tüketilmemeli. Şerbetli tatlılar yerine; sütlü veya meyveli tatlılar tercih edilmeli. Kan şekerini hızla yükselten beyaz ekmek, pirinç pilavı gibi glisemik indeksi yüksek olan besinler yerine bulgur pilavı, kepekli ekmek veya kepekli makarna gibi posalı, glisemik indeksi düşük besinler tercih edilmelidir.” diye konuştu.

Oruç ilk açıldığında çorba ile başlayıp, bir süre ara verildikten sonra etli sebze yemeği gibi hafif yemeklerle yemeğe devam edilmesi; yavaş sindirime zaman tanıyarak 15-20 dakika sonra az yağlı ızgara et yemeği, kuru baklagil, sebze yemeği, salata, ayran, cacık gibi yemekler yenilmesi gerektiğini anlatan Öğr. Gör. Kübra Şahin, “Bu durum hem doygunluk hissinin sağlanması hem de sindirim problemlerinin önlenmesi açısından etkili olacaktır.” dedi.

Biberli, domatesli menemen sahur için gayet uygun…

“Sahurda en iyi menü kahvaltılık tarzı beslenmedir.” diyen Öğr. Gör. Kübra Şahin, sahurda protein içeriği yüksek besinlerin tokluk süresini artırdığını söyledi.

Haşlanmış yumurta veya biberli, domatesli menemenin sahur için gayet uygun besinler olduğunu kaydeden Öğr. Gör. Kübra Şahin, “Normal ekmek yerine tam buğday unundan ekmek, çavdar ekmeği, kepekli ekmek gibi posa ve lif içeriği yüksek ekmek ürünleri tüketilirse tokluk hissi artacaktır. Ayrıca süt tüketimi hem tokluk hissi vermesi hem de sıvı içeriği açısından önemlidir. Ara öğünlerde ise; taze mevsime uygun meyveler, çorba, sütlü tatlılar, kuru meyve ve yağlı tohumlar gibi besinler tercih edilmelidir. İftar ve sahur arasındaki sürede sık sık ve azar azar beslenmek için en az 2 ara öğün yapılmalıdır.” diye bilgi verdi.

Sahur yemekleri iyice çiğneyerek tüketilmeli

Sahurda yemek yenilip yatıldığından dolayı sindirim ve metabolizmanın yavaş olduğunu ifade eden Öğr. Gör. Kübra Şahin, sözlerini şöyle tamamladı:

“O nedenle sahurda aşırı yağlı, tuzlu ve şekerli besinler tüketilmemelidir. Metabolizma hızı yavaş olduğundan vücuda alınan besinlerin yağa dönüşümü daha fazla olacaktır. Sahur yemekleri azar azar, iyice çiğneyerek tüketilmelidir. Ayrıca aşırı yağlı, tuzlu ve şekerli besinler tüketilip ardından yatıldığında reflü ve mide rahatsızlıkları görülebilir.

İftar yemeği yavaş yavaş ve küçük porsiyonlar halinde yenmeli

İftar yemeği yavaş yavaş ve küçük porsiyonlar halinde yenmelidir. İftar açılırken ve açıldıktan sonra alınacak olan besinler önemlidir. İftar sonrası özellikle sık sık beslenmek yavaşlayan metabolizmayı hızlandırmak açısından önemlidir. Metabolizma hızını artırmak için iftarda birden tüm besinleri yemek yerine bölerek ve ara vererek tüketilmelidir. Hafif yemekler tercih edilmelidir. 

Aksi taktirde sindirim zorlaşacak, midede ağırlık, ekşime, yanma, bulantı, uyku basması, bağırsaklarda kabızlık, şişkinlik, tansiyon yükselmesi ve nörolojik hormonların hızlı salgılanması gibi sağlık problemleri ortaya çıkabilir. Azar azar, iyi çiğneyerek ve sık aralıklarla besin tüketilmeli; çok yağlı, çok tuzlu ve aşırı tatlı besinlerden kaçınılmalıdır.” 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Boyner, Genç Yüzücü Aysu Türkoğlu'nun Guinness Hedefine Ortak Oldu

Genç yüzücü Aysu Türkoğlu, dünya denizlerindeki 7 kanalı birden yüzen sporcu olma hedefi ile Yeni Zelanda’daki Cook Kanalı’nı başarıyla geçerek Guinness Rekorlar Kitabı’na girmek için bir önemli eşiği daha geçti. Boyner de Aysu Türkoğlu’nun yanında yer alarak Yeni Zelanda’daki yolculuğuna eşlik etti.  

Genç yüzücü Aysu Türkoğlu, 20 Mart 2024 tarihinde Oceans Seven’ın üçüncü ayağı olan Cook Kanalı geçme hedefini gerçekleştirdi. 2022 yılının Temmuz ayında Manş Denizi’ni 16 saat 28 dakikada geçerek bu kanalı tamamlayan en genç (21) Türk sporcu olan ve 2023 yılının Ağustos ayında 40 kilometrelik Kuzey Kanalı’nı 11 saat 48 dakika 19 saniyede geçen ilk Türk kadın sporcu olan yüzücünün yeni durağı Yeni Zelanda’daki Cook Kanalı’ydı. Türkoğlu, Cook Kanalı’nı da başarıyla geçerek bir hedefine daha ulaştı.

Boyner, Aysu Türkoğlu’nun Cook Kanalı geçişiyle ilgili Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın destek çağrısını duyarak hemen harekete geçti ve bu tarihi adımda genç yüzücünün ihtiyaç duyduğu desteği sağlayarak onun yanında oldu. 

Genç yüzücü Aysu Türkoğlu’nun Cook Kanalı geçişi ile ilgili konuşan Boyner Büyük Mağazacılık CEO’su Eren Çamurdan: “Hayatımıza etkileyici hikayeleriyle damga vuran tüm kadınlar, her seferinde başardıklarıyla bize büyük ilham oluyorlar. Geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiğimiz Boyner Dynamic Fest’te inancı ve azmiyle her şeyi mümkün kılabileceğine emin genç bir kadın yüzücüyle yolumuz kesişti. Aysu Türkoğlu’yla. Yaptıklarından, hayallerinden, hedeflerinden bahsetmişti. Cesareti ve kararlılığıyla hem genç bir birey olarak hem de bir kadın olarak yarattığı farktan çok etkilenmiştik. Bugün ise Aysu Yeni Zelanda’da. Ve dünya denizlerindeki 7 kanalı birden yüzen sporcu olarak Guinness rekorlar kitabına girme hedefinde üçüncü yüzme rotası olan Cook Kanalı geçişini başarıyla tamamladı. Biz de Aysu’nun her attığı kulaçta onun yanında olmaktan, ona ihtiyacı olan desteği sağlamaktan büyük mutluluk duyduk. Aysu’nun inancının ve azminin hepimize ilham olacağına inanıyorum.”

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Videolu Basın Bülteni: Anadolu Efes'in 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Özel İmzalı Forması Kulüpteki Yerini Aldı

1976 yılından bu yana taraftarıyla birlikte çok toplumsal konuya değinen Anadolu Efes, Yanındayız Derneği iş birliğiyle #EşitlikBirGüneSığmaz kampanyasıyla 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutladı. 

Anadolu Efes ile Bayern Münih arasında 7 Mart 2024 Perşembe günü oynanan Turkish Airlines EuroLeague maçında günün önemine istinaden hazırlanan 8 numaralı forma, Anadolu Efes’in kadın tarafları tarafından imzalandı. 

Tribünde mavi beyazlıları her koşulda yalnız bırakmayan kadın taraftarların imzaladığı ve takım adına Kaptan Shane Larkin’e takdim edilen özel forma, Anadolu Efes Spor Kulübü binasında sergilenmek üzere yerini aldı.

Anadolu Efes Spor Kulübü, farkındalık projeleriyle Türk sporuna öncülük etmeye önümüzdeki dönemde de devam edecek. 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Fenerbahçe Beko-Fc Barselona Maçı'nda Dünya Down Sendromu Günü'ne Özel Devre Arası Sürprizi

Sanatın herkes için eşit fırsatlar yaratan dönüştürücü gücüne inanan Hilton İstanbul Bomonti Hotel & Conference Center, sanatsal yeteneklerini keşfederek toplumda daha aktif ve görünür olabilmeleri için Türkiye Down Sendromu Derneği iş birliğiyle 8 yılı aşkın süredir down sendromlu gençlerin yer aldığı “TDSD Dans + 1 by Hilton Bomonti” dans grubunu destekliyor.  

Dünya Down Sendromu Günü’nde farkındalık yaratmak isteyen “TDSD Dans+1 by Hilton Bomonti”, Ülker Sports Arena’da gerçekleşen Fenerbahçe Beko – FC Barselona basketbol maçı devre arasında sergiledikleri dans performanslarıyla izleyicilerden tam not aldı. 

Dans, down sendromlu gençlerin duygu yönetimi, merak etme, azimli ve sabırlı olma becerilerini güçlendirerek sosyal ve duygusal olarak sağlıklı gelişimleri için önemli bir araç olarak ön plana çıkıyor. Dansın evrensel dili aracılığıyla toplumsal farkındalığı ve kapsayıcılığı teşvik eden Hilton İstanbul Bomonti Hotel & Conference Center, down sendromlu bireylerin eğitim, istihdam ve sosyal etkinliklere eşit erişim hakkını koruyan ve karşılaştıkları ayrımcılıklarla mücadele eden Türkiye Down Sendromu Derneği ile birlikte destekledikleri “TDSD Dans+1 by Hilton Bomonti” dans grubuyla, 2016 yılından beri dansa artı değer katmaya devam ediyor. 

“TDSD Dans+1 by Hilton Bomonti” dans grubunun sponsor olarak yıl boyu gerçekleştirdikleri çalışmalarda destekleyen Hilton İstanbul Bomonti, down sendromlu gençlerin sosyal hayata katılımlarını artırırken, yetenekleri doğrultusunda istihdam edilmelerini de sağlıyor.

DÜNYA DOWN SENDROMU GÜNÜ’NÜ DANS EDEREK KUTLADILAR

Bugüne kadar birçok etkinlik ve organizasyonda sahne alan ve her yıl 21 Mart Dünya Down Sendromu Günü’nde performanslarını sergileyen “TDSD Dans +1 by Hilton Bomonti” dans grubu, bu kez Ülker Sports Arena’da seyircileri büyüledi. Ülker Sports Arena’da oynanan Fenerbahçe Beko – FC Barcelona basketbol maçının devre arasında hazırladıkları dans gösterisini izleyicilerin beğenisine sunan down sendromlu gençler, azimle hazırlandıkları göz alıcı performanslarıyla salondan yoğun alkış aldı.

“TDSD Dans+1 by Hilton Bomonti” grubu, sanatın yaratıcılığı artıran ve öğrenmeye teşvik eden bir güç olduğunu kanıtlarken, herkes için eşit fırsatlar yaratılmasının önemi konusunda da farkındalık yaratıyor. Down sendromlu gençler sanatın birleştirici gücüyle hem birbirleriyle arkadaşlık kuruyor, hem de dans koreografileri hazırlayarak ekip çalışmasını, özverili, disiplinli ve sorumluluk sahibi olmayı öğreniyorlar.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Burhaniye Belediyespor U-18 Takımı Üst Üste 2. Kez Türkiye Şampiyonası'nda

Burhaniye Belediyespor U-18 Takımı, Körfez Grubu’nu temsilen katıldığı U-18 kategorisi Balıkesir İl Şampiyonası’nda önemli bir başarı elde etti. 

Burhaniye Belediyespor U-18 Takımı, Bandırma 17 Eylül Spor Kulübü, Balıkesir Yenisanayi Spor Kulübü ve İvrindi Belediyespor ile eşleşti. İlk maçında İvrindi Belediyespor’u 3-1, ikinci maçında Bandırma 17 Eylül S.K’yı 3-2 ve son maçında Balikesir Yenisanayi S.K’yı 2-1 mağlup edip 3’te 3 yaparak Türkiye Şampiyonası’na katılmaya hak kazananan Burhaniye Belediyespor, bu önemli başarıyla Balıkesir ilini temsil etmeye hak kazanan takım oldu. Gelecek hafta çekilecek kura ile müsabakaların oynanacağı il belli olacak.

Burhaniye Belediyespor Başkanı Hasan Bayram, Burhaniye Belediyespor Futbol Şube Sorumlusu Osman Akkoç, Burhaniye Belediyespor Yöneticisi Kemal Yılmaz, Antrenörler Onur Durmaz ve Ünal Korkmaz’ı başarılarından dolayı tebrik ediyor, bizleri gururlandıran genç futbolcularımıza Türkiye Şampiyonası’nda başarılar diliyoruz.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Uzmanı uyardı! Çocuklar her zaman denetim altında olmalı!

Uzman Klinik Psikolog S. Aybeniz Yıldırım, süngerli odada mahallenin çocuklarının yıllarca istismar edilmesi olayı ve çocukların güvenliği konusunu değerlendirdi.

Takip cihazları, takip sistemleri, akıllı saatler, telefonlardaki uygulamalar, konum uygulamaları gibi uygulamalarla çocukların her zaman takip ediliyor olmasının gerektiğini söyleyen Uzman Klinik Psikolog S. Aybeniz Yıldırım, “Çünkü çocuklar korkularından bunları paylaşamayabiliyorlar. Ya da tehdit altında olabiliyorlar.” dedi.

Bu tarzda eylemleri gerçekleştiren kişilerin çoğunlukla tanıdık kişiler olduğuna işaret eden Uzman Klinik Psikolog S. Aybeniz Yıldırım, “Bu yüzden de ‘Bu benim çocuğumun başına gelmez. Ben zaten tanıdığım, bildiğim kişilere yolluyorum’ ya da ‘Tanıdığım, bildiğim ortamlarda bulunmasına izin veriyorum’ gibi düşüncelerde bulunmamalıyız.” diye konuştu.

 

Bağcılar’daki bir mahallede suculuk yapan bir kişinin işyerine yaptırdığı süngerli odada mahallenin çocuklarına yıllarca tecavüz ettiği ve bu anları kayıt altına almasıyla ilgili haberler toplumda infiale neden oldu. 

Üsküdar Üniversitesi NP Etiler Tıp Merkezi Uzman Klinik Psikolog S. Aybeniz Yıldırım, istismar olayları olmadan çocukların güvenliğinin nasıl sağlanması gerektiği konusunu değerlendirdi.

“Bu olaylar olmadan daha önleyici bir noktada olmamız bizler için çok çok kıymetli.”

Uzman Klinik Psikolog S. Aybeniz Yıldırım, istismar olayına dikkat çekerek, “Yine üzücü ve aslında hepimizi derinden etkileyen, kanımızı donduran, tepkiselliğimizin çok üst boyutlara çıktığı bir haberle karşı karşıya kaldık. Ne yazık ki bu olaylar sonrasında üzerine düşünme ve paylaşma noktasında olabiliyoruz. Bu olaylar olmadan daha önleyici bir noktada olmamız bizler için çok çok kıymetli. İstanbul Bağcılar’da 60 yaşındaki bir kişinin çocuklara karşı bir cinsel istismarda bulunduğu, bunun için özel bir oda yaptırdığı ve mahallenin çocuklarına yıllarca tecavüz ettiği ve bu anları da kayıt altına aldığını bir haberle karşı karşıya kaldık. Burada aslında en önemli detay şu; çocuğun ailesi okuldan çıkıp geç kaldığını fark ettiklerinde sorgulamaya başlıyorlar.” dedi.

“Çocukların her zaman denetim altında olması çok önemli.”

Uzun zamandır çocukların güvenliğinin nasıl sağlanacağı ve istismarın ne şekilde tespit edileceği konularının çok fazla konuşulduğunu ifade eden Uzman Klinik Psikolog S. Aybeniz Yıldırım, şöyle devam etti:

“Hep şunu vurguluyoruz uzmanlar olarak. Çocukların her zaman denetim altında olması, takip cihazlarının, takip sistemlerinin, akıllı saatlerin, telefonlardaki uygulamaların, konum uygulamalarının kullanılması ve çocukların her zaman takip ediliyor olması bizler için çok önemli, çok kıymetli. 

Çünkü çocuklar bunları tam olarak ifade edemeyecek noktada olabiliyorlar, korkularından bunları paylaşamayabiliyorlar. Ya da tehdit altında olabiliyorlar. Bu tehditlerden çok fazla korkabiliyorlar. Bu yüzden aslında bizlere düşen en önemli nokta, çocukların o denetimlerini sağlayabilmek, bunu da çağımızda programlar üzerinden yapabiliyoruz. En temel noktamız bu olabiliyor. 

Çocuklara özel bölgeleri öğretilmeli

Çocuklara küçük yaşlardan itibaren bazı bilgilerin verilebiliyor olmasının önemine vurgu yapan Uzman Klinik Psikolog S. Aybeniz Yıldırım, “Çocuklara; özel bölgelerimiz nereler, kimsenin bu bölgelere dokunmaması gerektiği, bu şekilde oyunların olamayacağı, bu şekilde arkadaşlıkların kurulamayacağı, ‘Ben senin amcan sayılırım, ben senin deden sayılırım’ ya da farklı bir şekilde kendilerine yaklaşan kişilerin tanıyor olsalar bile bu noktalara dikkat edilmesi gerektiğinin vurgulanması çok önemli. Bu bilgiler bir kere verilip hayatımıza devam edeceğimiz bilgiler değil. Sık sık belli aralıklarla çocuklara bu bilgiler verilmeli, bilgilendirici hikayeler okunmalı ya da ‘Böyle bir durum olsa ne yaparsın, şöyle bir durum olsa ne yapacağını biliyor musun?’ gibi aslında böyle paylaşımlar içinde olmamız gerçekten çok önemli.”

Çocuklar oyunlarla çizimlerle çok iyi ifade edebiliyorlar

Çocukların davranışlarına çok dikkat edilmesi gerektiğini de kaydeden Uzman Klinik Psikolog S. Aybeniz Yıldırım, “Çocukların davranış şekilleri, değişen davranış paternleri varsa bunlara çok dikkat edilmeli. Çocuklar aslında çok iyi ifade edebiliyorlar. Yani çocuk işte daha öfkeli şekilde davranışlarda bulunuyorsa, oyun temalarında farklı oyunlar kurmaya başladıysa, resimlerinde bunu vurgulamaya çalışıyorsa burada bizlerin de çok iyi birer gözlemci olması gerekiyor. Çocukların davranışları, duyguları, düşünceleri, fark ettirmeye çalıştıkları o çizimleri, oyun kurmaları bu noktalarda çok bilinçli olmamız gerekiyor. Bunların farkına varmamız gerekiyor, ebeveynler, anne babalar, bakım verenler olarak.” dedi.

Çocuklarla bu süreçleri, hazır olduklarında çalışmalı

Bu tür olayların bedensel olarak zararlarının yanı sıra çocukların zihninde psikolojik olarak da çok fazla sonuçları olabildiğini kaydeden Uzman Klinik Psikolog S. Aybeniz Yıldırım, “Çocuklar o travmatik olaylardan etkilenebiliyorlar. Burada bahsettiğim şey gerçekten çocukların bir travmatik olayla karşı karşıya kalması diyebiliriz. Bu şekilde tanımlamak çok yanlış olmaz. Çocuklarla bu süreçleri, hazır olduklarında çalışmak çok değerlidir. Çünkü çocukların bu süreçleri, yaşadıkları görmezden gelindiğinde de ilerleyen yaşlarda, ilerleyen süreçlerde olumsuz etkileri olabiliyor.” diye konuştu. 

‘Ben zaten tanıdığım, bildiğim kişilere yolluyorum’ denmemeli 

Uzman Klinik Psikolog S. Aybeniz Yıldırım, sözlerini şöyle tamamladı:

“Ve son olarak unutulmaması gereken önemli bir nokta da şudur. Bu tarzda eylemleri gerçekleştiren kişilerin yabancı kişiler olmadığı, tanıdık kişilerin olduğudur. Büyük bir oranda bunu saptayabiliyoruz. Bu yüzden de aslında ‘Bu benim çocuğumun başına gelmez. Ben zaten tanıdığım, bildiğim kişilere yolluyorum’ ya da ‘Tanıdığım, bildiğim ortamlarda bulunmasına izin veriyorum’ gibi düşüncelerde bulunmamalıyız. Her zaman çocuğumuzu bu bilgilerle, bu farkındalıkla yetiştirmeye özen göstermeliyiz.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı