Aylık arşivler: Ağustos 2024

Reflünün Tek Belirtisi Yediklerinizin Ağzınıza Gelmesi Değil

Gastroözofagiyel reflü yani halk arasındaki adıyla reflü hastalığı mide içeriğinin yukarıya, yemek borusuna doğru geri kaçması olarak biliniyor. Hastalar genel olarak durumlarını ‘’yediklerim ağzıma geliyor’’ cümlesiyle özetliyor. Ancak kişi tanı konmuş reflüsü olmamasına rağmen, yemeği fazla kaçırdığı için de benzer şikayetlerle karşılaşabiliyor. İşte bu nedenle uzmanlar reflüyü fizyolojik ve patolojik olarak ikiye ayırıyor. Fizyolojik reflü yaşam tarzı değişiklikleri ile ortadan kalkabiliyorken, patolojik reflü ise uzun vadede Barrett Özofagusu’yla birlikte adenokanser riskine yol açabileceğinden tedavi edilmesi büyük önem taşıyor. Memorial Ankara Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Benan Kasapoğlu, patolojik reflünün tanı ve tedavisi hakkında önemli bilgiler verdi. 

Bu belirtiler reflüye işaret ediyor

Reflüyle ilgili son dönem çalışmalar gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde hastalığın görülme sıklığının her geçen gün arttığını ortaya koydu. Yani bir başka deyişle reflü şüphesiyle sağlık kurumlarına başvuranların sayısı önceki yıllara oranla arttı. Hemen her yaşta rastlanabilen reflünün en sık görülen belirtileri ise şöyle sıralanabilir;

  1. Ağrılı yutma ve yutma güçlüğü
  2. Besinlerin ağza gelmesi
  3. Boğazda takılma hissi
  4. Yemek borusunda yanma
  5. Kronikleşmiş öksürük
  6. Ses kısıklığı
  7. Hırıltılı solunum
  8. Bulantı ve kusma

Kişinin yaşam kalitesini bozan ve özellikle yemek sonrası baş gösteren bu belirtiler bazen uykudan uyandıracak kadar ağır seyredebilir; dahası sırtta, boyunda, çenede, kollarda ve göğüste ağrıya neden olabildiği gibi kalp krizi belirtileri ile de karıştırılabilmektedir. 

Tanı için her zaman endoskopi şart değil

Reflünün tanısı çoğunlukla klinik olarak konur. Hasta reflüye ait şikayetlerinden bahsettiğinde hekimin yönelttiği sorular eşliğinde reflü tanısına ulaşılır. Bazen de tedaviden tanıya gidilir. İlaç reçete edilen hastanın şikayetleri geriler ise kontrol muayenesinde reflü tanısı konulur. Yani endoskopi her zaman, her hasta için gerekli değildir. Ancak uzun süreli reflüsü olanlarda hastalığın derecesini, yemek borusundaki tahribatı ya da kalıcı değişiklikleri, ülser ve yara varlığını tespit edebilmek için endoskopi çok önemlidir. Bunun yanı sıra hasta 50 yaşını geçmiş ve yeni başlayan bir yutma güçlüğü yaşıyorsa, ağızdan ya da makattan kanama, büyük abdestte gizli kan testinde pozitiflik, tedavi edilemeyen demir eksikliği anemisi, devam eden sürekli kusmalar, ani gelişen kilo kaybı ya da iştahsızlıkla karşı karşıya ise endoskopik değerlendirmenin mutlaka yapılması gerekir. Ayrıca birinci derece akrabalarda yemek borusu ya da mide kanseri öyküsü varlığında da mutlaka endoskopi önerilir.   

Reflü tanısında kullanılan bir diğer yöntem de Ph Metre’dir. Yemek borusuna asit kaçışı olup olmadığı hastanın burnundan yerleştirilen çok ince bir hortumla değerlendirilir. 24 saat süren izlem sırasında, söz konusu hortum ve bağlı olduğu makine yardımıyla yemek borusundaki asit seviyesi ölçülerek geriye doğru kaçış olup olmadığı net şekilde ortaya konur. Ancak eğer reflüye ait cerrahi bir müdahale planlanıyor ya da hekim uzun süreli reflüsü olan hastada komplikasyon gelişmiş olması endişesi taşıyor ise endoskopi ve PH Metre birlikte de kullanılabilir. 

Salçalı ve yağlı yemekler ile çikolata tüketimi şikayetleri artırabilir

Reflü tanısı alan hastanın tedavisinde ilk aşama yaşam tarzı değişiklikleri ve diyettir. Fazla kilolularda kilo verme, yatak başının yükseltilmesi, gece yatmadan 2 saat önce yeme içmenin kesilmesi ilgili şikayetleri azaltacaktır. Özellikle çikolata, salça, yağlı ve baharatlı yiyecekler, kafeinli ve asitli içecekler, çiğ sebze-meyveler ile sigara ve alkol mide asidini artırdıkları için uzak durulmalıdır. Eğer beslenmede bunlara yer verilecek ise gece reflüsünden korunabilmek adına akşam saatlerinde ve birlikte tüketmemeye özen gösterilmelidir. Ayrıca reflüsü olan hasta sıkı kemer ve korse de kullanmamalıdır çünkü karın içi basınç artar ise reflü kötüleşir. Ancak tüm bu yaşam tarzı değişikliklerine rağmen hastanın şikayetleri geçmiyor ise mutlaka ilaç tedavisine başlanmalıdır. Bu noktada hekim tarafından proton pompa inhibitörü denilen ilaçlar ya da antiasit şuruplar reçete edilebilir. 

İlaç tedavisi yetersiz kaldığında endoskopik ve cerrahi yöntemlere başvurulabilir

Medikal tedaviye de yanıt vermeyen hastalarda ise sonraki aşamaları düşünmek gerekir. Bunlardan biri endoskopik, diğeri ise cerrahi yöntemlerdir. Cerrahi yöntemler (ameliyat) sadece yemek borusu ile kapakçık arasındaki gevşeklik çok ilerlemiş hastalarda düşünülür. Kapakçık gevşekliği çok ilerlememiş ve o bölgede herhangi bir fıtık kesesi oluşmamış hastalar içinse günümüzde en çok başvurulan yöntemlerin başında endoskopik reflü tedavisi gelir. 

Stretta ile radyofrekans dalgaları kullanılarak, ameliyatsız tedavi mümkün

Stretta adı verilen ve son dönemde oldukça popüler hale gelen radyofrekans ablasyon yönteminde, ağızdan girilen bir kateter yardımıyla bölgede radyofrekans dalgaları kullanılarak sıkılaşma sağlanır, mide asidinin geriye kaçışı engellenir. Daha çok mide kapakçığı açıklığı 3 cm’in altında olan genç hastalara uygulanabilmektedir. Ortalama yarım saat süren bu ameliyatsız yöntem sayesinde hasta aynı gün taburcu olabilir. Özellikle yaşam tarzı değişikliği, diyet ve ilaç tedavisiyle iyileşemeyen genç hastaları reflünün uzun vadeli risklerinden korumak için endoskopik tedaviler mutlaka düşünülmelidir. 

Stretta kimlere uygulanmaz?

Endoskopik olarak gerçekleşen radyofrekans ablasyon yönteminde kullanılan akım karaciğer kistleri ve kalp ritim bozuklukları gibi hastalıkların tedavisinde yıllardır güvenle kullanılıyor olmasına rağmen şu kişilere uygulanmaz:

  • 3 cm’den büyük mide fıtığı olanlar
  • Yemek borusunda ileri derecede hasar ya da hücresel değişimi bulunanlar
  • Akalazya hastaları
  • 18 yaşından küçükler
  • Hamileler

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

‘İkinci Dünya Savaşı: Sualtı Cehennemi’ 1 Eylül Pazar 22.00’de National Geographic Ekranlarında!

Wolfpack’in Pasifik’te zafere ulaşmasından İkinci Dünya Savaşı’nın en büyük denizaltı devriyelerine kadar denizaltı savaşının gizli dünyasını keşfedeceğiniz “İkinci Dünya Savaşı: Sualtı Cehennemi” 1 Eylül Pazar günü saat 22.00’de National Geographic’te izleyicilerle buluşuyor.

 

Bilimin, keşfin ve hikâye anlatımının gücüne inanarak 130 yılı aşkın bir süredir dünyanın en güvenilir markalarından biri olmayı sürdüren National Geographic’in birbirinden iddialı yapımlarını D-Smart, Digiturk ve TOD, KabloTV, Tivibu ve TV+ platformlarından izleyebilirsiniz.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

İzleyicileri Unutulmaz Bir Safari Yolculuğuna Çıkaracak Olan ‘Ölümcül Safari’ 1 Eylül Pazar Günü 20.00’de National Geographic WILD Ekranlarında!

İzleyicileri muhteşem safari manzaraları eşliğinde destansı karşılaşmaların yaşandığı, şaşırtıcı davranışların gözlemlendiği unutamayacakları bir safari yolculuğuna çıkaracak olan “Ölümcül Safari”, 1 Eylül Pazar saat 20.00’de National Geographic WILD ekranlarında…

Ödüllü yönetmenlerden nefes kesen belgeselleri, vahşi yaşamın gözler önüne serildiği kaliteli yapımları Türk izleyicisi ile buluşturan National Geographic WILD kanalını 

D-Smart, Digiturk ve TOD, KabloTV, Tivibu ve TV+ platformlarından izleyebilirsiniz.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Netflix ve Bahçeşehir Üniversitesi’nden geleceğin senaristlerine davet!

Mezunlarına kreatif sektörün kapılarını aralayan derse Bahçeşehir Üniversitesi öğrencilerinin yanı sıra devlet üniversitelerinde öğrenim gören öğrenciler de katılabilecek. Başvurular için son gün ise 16 Eylül.

Lider eğlence servisi Netflix ve Bahçeşehir Üniversitesi, kreatif sektörün geleceğini şekillendirecek yeni yetenekler yetiştirmek için bir kez daha güçlerini birleştiriyor. İlk iki dönemdeki mezunları kreatif sektöre adım atmaya başlayan ‘Netflix Dizi Senaryosu Yazarlığı’ dersi, üçüncü yılında da sektörün geleceğine damga vurmaya aday 16 öğrenciyi ağırlayacak. 

Derse katılacak öğrencilere 14 hafta süreyle senaryo analizi, teknik ve kavramsal altyapı hazırlama, karakter yaratımı, diyalog oluşturma, üretilen fikir ve metinleri en doğru şekilde sunabilme gibi pek çok kapsamlı eğitim modülü sunulacak. Yine ders kapsamında hayata geçirilecek ‘yazar odası’ simülasyonu, öğrencilerin kolektif bir şekilde çalışma pratiği kazanmalarını sağlayacak. Öğrenciler dönem sonunda yazdıkları senaryoyu Netflix Türkiye yöneticilerine sunarak gerçek bir iş deneyimi edinme fırsatını da yakalayacak. 

HEDEF YENİ YETENEKLERİ KREATİF SEKTÖRE KAZANDIRMAK

Derse Bahçeşehir Üniversitesi öğrencilerinin yanı sıra devlet üniversitelerinde öğrenim gören Sinema ve Televizyon Bölümü öğrencileri de başvurabilecek. Başvuru süreci ise serieswriting.bau.edu.tr adresi üzerinden yürütülecek. Adaylar, 2-16 Eylül 2024 tarihleri arasında, bu adreste belirtilen kriterlere uygun olarak özgün bir senaryo sahnesi yazarak başvurularını yapacak. En iyi 16 sahnenin yazarı, derse katılma hakkını kazanacak. 

‘Netflix Dizi Senaryosu Yazarlığı’ dersi, eğlence servisinin Türkiye’deki kreatif sektörün gelişimine katkı sağlamak ve yeni yetenekleri sektöre kazandırmak amacıyla yürüttüğü çalışmalar arasında yer alıyor. Netflix, bugüne kadar Türkiye’de Güney California Üniversitesi desteğiyle düzenlenen Yaratıcı Yapımcılık Programı, Ankara Bilim Üniversitesi ve Anima Okul ortaklığıyla gerçekleştirilen Netflix ile Görsel Efekt Dünyasına Giriş programı, Tatino Films ve Impact Hub İstanbul iş birliğiyle sunulan Netflix Series Lab projesi gibi 10’dan fazla ücretsiz eğitim programına imza attı.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Spotify Türkiye’de 2024 yazının en çok dinlenen şarkılarını açıkladı

Türkiye’de Era7capone, Batuflex ve Narco’dan CISTAK bu yaz zirveye adını yazdıran şarkı olurken listede, yaz başında üst sıralarda olacağı öngörülen ElMusto, Semicenk, Doğu Swag, Simge, Emre Fel ve Lvbel C5 gibi sanatçıların şarkıları da dikkat çekiyor. 

Türü, temposu veya modu ne olursa olsun, yaz mevsimi boyunca en keyifli anlara eşlik eden şey şüphesiz her zaman müzik oluyor. Spotify, güneşe veda etmeye hazırlandığımız bu günlerde Türkiye’de, yazın en çok dinlenen şarkılarını duyurdu. Türkiye’de 2024 yazına damga vuran şarkı Era7capone, Batuflex, Narco’dan CISTAK, yaz boyunca her mekan ve her anda bize eşlik eden parça oldu. 

CISTAK’ı ikinci olarak takip eden parça ElMusto’dan Dale Don Dale olurken, bir Semicenk ve Doğu Swag şarkısı olan Küle Dönmüşsün, rap ve hip hop ağırlıklı listede sıyrılan parçalardan biri oldu ve üçüncü sırada yer aldı. İlk 3’ü  Sezen Aksu ile Lvbel C5 ve Gülşen, Murat Boz ve Lvbel C5 ortaklığı olan ILTIMAS X SUBMARINER, dördüncü ve beşinci sıradan takip etti. 

2024 yazında ağırlıklı müzik türü olarak hip hop öne çıksa da Dedublüman, Simge ve Emre Fel gibi sanatçıların Türkçe rock ve pop parçaları da yer aldı ki bu da Türk dinleyicilerinin dinleme alışkanlıklarının çeşitliliğini ve eşsiz karışımını yeniden ortaya koyuyor. Bu yılın listesine bakıldığında, son üç yıldır olduğu gibi, tüm Top 10’un tamamen yerli parçalardan oluşmasıyla, Türkiye’de yerel müziğin 2024 yılında da son derece sağlam bir duruş sergilediği bir kez daha kanıtlanmış oldu. 

Spotify 2024 Yaz Hitleri Türkiye çalma listesini buradan dinleyebilirsiniz. 

 

2024 yazında Türkiye’de en çok dinlenen şarkılar: 

 

  1. CISTAK – Era7capone, Batuflex, Narco
  2. Dale Don Dale – ElMusto
  3. Küle Dönmüşsün – Semicenk, Doğu Swag
  4. Sezen Aksu – Lvbel C5
  5. ILTIMAS X SUBMARINER – AKDO, Gülşen, Murat Boz, Lvbel C5
  6. Sen Bilmezsin – Dedublüman
  7. SUBMARINER – AKDO, Lvbel C5
  8. Sana El Pençe Durmam – Emre Fel
  9. İNTİHAR – Era7capone, NASTEISHA
  10. Önümüz Yaz – Simge

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Tüik: Hizmet Üretici Fiyat Endeksi (H-ÜFE) yıllık %61,77 arttı, aylık %4,00 arttı

H-ÜFE ulaştırma ve depolama hizmetlerinde yıllık %56,51 arttı

Bir önceki yılın aynı ayına göre, ulaştırma ve depolama hizmetlerinde %56,51 artış, konaklama ve yiyecek hizmetlerinde %66,34 artış, bilgi ve iletişim hizmetlerinde %65,46 artış, gayrimenkul hizmetlerinde %59,35 artış, mesleki, bilimsel ve teknik hizmetlerde %77,10 artış, idari ve destek hizmetlerde %59,37 artış gerçekleşti.

H-ÜFE ulaştırma ve depolama hizmetlerinde aylık %2,46 arttı

Bir önceki aya göre, ulaştırma ve depolama hizmetlerinde %2,46 artış, konaklama ve yiyecek hizmetlerinde %6,33 artış, bilgi ve iletişim hizmetlerinde %0,97 artış, gayrimenkul hizmetlerinde %2,28 artış, mesleki, bilimsel ve teknik hizmetlerde %9,78 artış, idari ve destek hizmetlerde %3,85 artış gerçekleşti.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Ağız kokusunun nedeni solunum yolu enfeksiyonları da olabilir!

Geceleri ağız içindeki bakteri florasının değiştiğini belirten uzmanlar bu nedenle birçok kişinin sabahları ağız kokusu yaşadığını söylüyor.

Ağız kokusunu gidermek için dişleri fırçalamanın yeterli olmadığına dikkat çeken Kulak, Burun, Boğaz Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi K. Ali Rahimi, “Birşeyler yiyip su içerek tükürük salgısının artırılması gerekiyor.” dedi. Geçmeyen bir ağız kokusuyla karşılaşılması durumunda ise bunun üst solunum yolunda çeşitli enfeksiyonların veya hastalıkların belirtisi olabileceğinin altını çizen Dr. Öğr. Üyesi K. Ali Rahimi, ağız ve diş muayenesi, kulak, burun, boğaz ve akciğer muayenesi ile gastroenteroloji muayenesi yapılması gerektiğini vurguladı.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Kulak, Burun, Boğaz Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi K. Ali Rahimi, sabahları yoğun şekilde görülen ağız kokusunun nedenleri ve önleme yöntemleri hakkında bilgi verdi.

Ağız ve yemek borusu florası geceleri değişiyor

Kötü ağız kokusuna ‘halitozis’ denildiğini belirten Dr. Öğr. Üyesi K. Ali Rahimi, “Halitozis birçok nedene bağlı olarak gelişebilir. Gece yatarken dişler fırçalanmamış, şekerli bir şey yenilmiş ve yatılmışsa burun tıkalı ve ağız açık uyunuyorsa ağız kokusu oluşur.” dedi.

Geceleri ağız içindeki normal bakteri florasının değişikliğe uğradığını ifade eden Dr. Öğr. Üyesi K. Ali Rahimi, “Sabah uyanıldığında kan şekeri düştüğü için kanda koku yapan elementler daha çok bulunur. Bunlar akciğerden atıldığında ağız kokusuna neden olur. Ağız florası değiştiğinde yemek borusunun florası da değişir ve böylece herkes sabah kalktığında ağız kokusunu ciddi bir şekilde hisseder.” şeklinde konuştu. 

Üst solunum yolu ile yemek borusu ve mide sorunları da ağız kokusuna neden olabilir

Ağız kokusunu gidermek için dişleri fırçalamanın yeterli olmadığına dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi K. Ali Rahimi, “Az da olsa bir şey yenmeli ve tükürük salgısının artması sağlanmalı. Bol su tüketimine de özen gösterilmeli, bu sayede koku giderilebilir. Eğer koku geçmiyor ve normal dışı bir durum gözleniyorsa bu, üst solunum yolunda çeşitli enfeksiyonların veya hastalıkların belirtisi olabilir.” dedi.

Ağız kokusuna neden olabilecek hastalıklara da değinen Dr. Öğr. Üyesi K. Ali Rahimi, şunları söyledi: 

“En çok diş çürüklerine bağlı kokuları hissederiz. Burun tıkanıklığı, sinüzit alerji polipler, bademciklerdeki kronik enfeksiyonlar, dil üzerindeki paslı dokular, şeker hastalığı gibi sorunların hepsi üst solunum yolunda ağız kokusuna neden olabilir. Ayrıca yemek borusu veya midede oluşan enfeksiyon, gıda maddeleri ve reflü gibi şeyler de ağız kokusunun nedenidir.”

Ağız kokusunu önlemek için önce kapsamlı muayene gerekli

Ağız kokusunu önlemek için, öncelikle ciddi bir ağız ve diş muayenesi, sonrasında kulak, burun, boğaz ve akciğer muayenesi ve daha sonra da gastroenteroloji muayenesi yapılması gerektiğine dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi K. Ali Rahimi, sözlerini şöyle tamamladı:

“Ağız kokusunu gidermek için özellikle dişler fırçalanmalı, ağız temizlenmeli, burun açık tutulmalıdır. Bademciklerde kronik enfeksiyon yoksa ve alkol, kokulu gıda maddeleri tüketilmiyorsa ağız kokusunda daha çok alt solunum yolu ve gastrointestinal sistem akla gelmelidir. 

Ağız kokusunu tetikleyen yiyeceklerin başında sarımsak gelir. Sarımsak kandaki sülfatları attırır ve akciğerden sülfat atılır. Bu da ağız kokusu olarak ortaya çıkar. Alkol içenlerde ve diyabet hastalığı olanlarda da kandaki aseton miktarı artar ve ağız kokusu meydana gelir.” 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Genital estetik kadınların öz güvenini güçlendiriyor

Estetik operasyonlara talep tüm dünyada artış gösterirken genital estetik de bu talepten payını alıyor. “Toplumun dayattığı güzellik standartlarından bağımsız olarak güzel ve çekici hissetme arzusu hem kadınlar hem de erkekler için oldukça normal bir durum” diyen Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Ulubay, “Burun ya da meme operasyonları gibi sık yapılan estetik işlemlere ek olarak artık genital yani özel bölge estetiği de çok revaçta. Vajina estetiği kadınların öz güvenlerini güçlendiriyor” açıklamasında bulundu.

Genital estetik; vajina daraltma, dış dudaklara estetik görünüm kazandırma veya cinsel hazzı artırma gibi amaçlara yönelik farklı operasyon seçenekleri sunuyor. Son teknolojiyle gerçekleştirilen bu uygulamaların kişilerin kendini daha iyi hissetmesini sağladığını belirten Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Ulubay, “Doğru uygulamalar ilişkilerde canlılığı da artırabiliyor. Örneğin vajina görünümü iyileşen kadınların öz güvenleri yükseliyor, bu da partneriyle olan bağı tazeliyor. İlerleyen dönemlerde eşler arasında memnuniyetsizliklerin oluşmaması ve mutlu bir cinsel yaşam sürdürülebilmesi için gerekli adımlar cesurca atılmalı” şeklinde konuştu.

Genital bölgenin hem işlevselliği hem de görünümü iyileşiyor

Genital bölgeyle ilgili şikayetlerin işlevsellik ya da estetik kaygılar açısından ikiye ayrıldığını açıklayan Prof. Dr. Mustafa Ulubay, “Vajina genişliği fonksiyonel şikayetlerin en büyük örneği olabilir. Genital estetik işlemleri sayesinde ise hem dış dudaklar hem de iç dudaklarda daha gergin, küçük ve genç bir görünüm sağlanması mümkün” dedi.

 

Genital bölge şikayetlerinden utanılmamalı

Erkek ve kadınların genital bölgeleriyle ilgili şikayetlerinden utanmamaları gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Mustafa Ulubay, “Vajina şeklinden memnun olmayanlar, doğuma bağlı genişlemeye veya şekil bozukluklarından muzdarip kadınlar, bir travma ya da kaza sonucu bölgede oluşan deformasyonla yaşayanlar veya doğuştan şekil bozukluklarına sahip bireyler genital estetik yöntemlerine başvurmaktan çekinmemeli” şeklinde konuştu.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Okulda Bulaşıcı Hastalıklardan Korunmak İçin Velilere Öneriler

Ebeveynlerin hem iç hem de dış sesi yeni eğitim ve öğretim dönemi ile aynı cümleyi tekrarlıyor: “Eyvah okullar açılacak çocuğum çok hastalanacak mı?” “Elbette ilk 2-3 sene aile ortamında steril ve çok korunaklı büyüyen çocuklarımızın, okulda yaşıtları ile bir araya gelince hastalanmaları çok doğal. Ama okulda geçen her sene bağışıklık sistemlerinin gelişeceğini ve daha az hastalanacaklarını unutmayalım.” diyen Liv Hospital Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Dicle Çelik okul dönemi için önerilerde bulundu.

 

Bağışıklık sistemimiz ne kadar güçlü olursa enfeksiyon hastalıklarına karşı da o kadar güçlü oluruz. Bunun için bazı olmazsa olmazlarımız var:

 

  • Annenin sağlıklı bir gebelik geçirmesi ve sağlıklı beslenmesi,
  • Normal vajinal yolla doğum,
  • İlk 6 ay sadece anne sütü ve mümkünse 2 yaşına kadar emzirilmenin devam ettirilmesi. Anne sütü eksikliğinde veya yoksunluğunda probiyotikten zengin devam sütlerinin içirilmesi,
  • “İlk 1000 Gün” kavramı çok önemli. Yani bebeğin anne rahmine düştüğü andan 2 yaş sonuna kadar geçen sürede katkısız, doğal beslenmesi,
  • Aşıların yaşa uygun olarak eksiksiz yapılması,
  • Özellikle ev yapımı kefir, yoğurt, turşu, tarhana, şalgam suyu, boza tüketmek veya probiyotik kullanımı bağırsaklarımızdaki dost bakterileri arttırarak bağışıklık sistemimizi güçlendirir,
  • Mümkünse ilk 2 sene antibiyotiksiz bir hayat,
  • İlk 2 sene düzenli D vitamini, sonrasında da ihtiyaca göre D vitamini takviyesi,
  • Çocukların açık, temiz havada oynamaları,
  • Katkı, koruyucu madde içermeyen gıdalarla beslenme,
  • Çocuklarımızın aktif spor yapmaları,
  • Düzenli uyku özellikle gece yarısından sonra derin uykuda büyüme hormonunun salgılandığı unutulmamalı,
  • Hijyen kurallarına uyma, güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmada kişisel temizlik çok önemli bir yer tutar.  Çocuklarda hijyen denince akla ilk olarak el yıkama, diş fırçalama, yıkanmak ve tuvalet hijyeni gelir.

Üst solunum yolu hastalıklarını çok sık görüyoruz

Özellikle okulların açılması ile birlikte çocuklarda üst solunum yolu hastalıklarını çok sık görüyoruz. Bu nedenle sınıfların sık havalandırılması, özellikle kreş ve anaokullarındaki oyuncakların temizliği, hasta çocukların okula gönderilmemesi ve kışın mümkün olduğunca kapalı ortamlarda hava şartlarına rağmen yine de çok vakit geçirilmemesi hastalık zincirini kırmak açısından önemlidir.

 

Vitamin takviyesi yapmalı mı?

 

Okula her başlayan çocukta mutlaka vitamin ya da bağışıklık ilacı kullanılmasını tavsiye etmiyorum.  Her çocuk mutlaka kendi bazında değerlendirilmeli ve bu konuda ki kararı bir çocuk hekimi vermeli. Ama düzenli D vitamini kullanılmasını, haftada 1-2 gün balık tüketilmesini, balık tüketmeyen çocuklarda omega-3 takviyesini, çinko eksikliği olan çocuklarda ise çinko takviyesinin verilmesini tavsiye ederim.

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Kulakta Sıvı Birikimi Kulak Tüpü ile Tedavi Ediliyor

Kulakta sıvı birikimi ara ara ağrı ve genellikle tıkanıklık ile işitme kaybı şeklinde kendini belli ediyor. İşitme kayıpları da konuşma bozukluklarına, dikkat eksikliğine, öğrenme güçlüğüne, dolayısıyla çocuklarda okul başarısının düşmesine neden olabiliyor. Aslında bu sorunların çözümü için sık kullanılan etkin bir tedavi yöntemi var; kulak tüpü. 10 dakika gibi kısa bir sürede yerleştirilen kulak tüpü, yeni bir işleme gerek kalmadan dış kulaktan kendiliğinden atılıyor. Kulak tüpü ile pek çok sağlık sorununun önlenebildiğini söyleyen Acıbadem Altunizade Hastanesi Kulak Burun ve Boğaz Hastalıkları Uzmanı Dr. Berna Yayla Özker, “Kulak tüpü ile ileri dönemde oluşabilecek kulak zarında çökme, orta kulak kemikçiklerinde kireçlenme ya da erime, işitme kayıpları, çocuklarda işitme kaybına bağlı konuşma bozuklukları, dikkat eksikliği, öğrenme güçlüğü ve dolayısıyla okul başarısında düşme gibi önemli sorunlar önlenebiliyor” diyor.
 

Östaki borusu yeterli çalışmadığında kulakta sıvı birikiyor

Dışarıdan yalnızca dış kısmını görebildiğimiz kulağımız, 3 ayrı bölümüyle aslında karmaşık bir yapıya sahip. Sıvı birikmesi, orta kulakta oluşuyor. Peki, nasıl bir değişiklik oluyor da, bu sorun ortaya çıkıyor? Bunun net yanıtı; kulağımızdaki basınç ayarlama düzeninin bozulması. Şöyle ki, dış kulak ile orta kulağı ayıran, kulak zarımız. Bir zar ile ayrılan dış kulak gibi, orta kulak da havaya ihtiyaç duyuyor. Orta kulağa hava sağlayan organımız ise östaki borusu ve östakinin bir ucu geniz bölgemizde bir ucu orta kulakta yer alıyor. Östaki borusunun görevi; yutkunma ve esneme sırasında kendisini çevreleyen kaslar yoluyla açılıp kapanarak orta kulağa hava giriş ve çıkışını sağlamak. Nefes alıp verdiğimizde, yutkunduğumuzda, esnediğimizde, östaki borusu açılıp kapanarak orta kulağı dışardaki atmosfere göre dengeliyor. Östaki borusunun yetersiz çalıştığı durumlarda orta kulakta negatif bir basınç oluşuyor. Bu negatif basınç, dokulardan orta kulağa sıvı kaçışıyla sonuçlanıyor. Bu kaçış zaman içerisinde tüm orta kulak ve kulak arkasındaki sünger şeklindeki kemik yapı içinde sıvı birikmesine yol açıyor. Kronik kulak ağrısı, kulaklarda tıkanıklık, kulak çınlaması, yükseklikle birlikte baş gösteren kulak ağrısı, işitmenin azalması ya da kaybı gibi belirtilerle kendini belli ediyor. 

Kulak tüpü sıvının boşalmasını sağlıyor

Kulak Burun ve Boğaz Hastalıkları Uzmanı Dr. Berna Yayla Özker, üç aydan uzun süren, ilaç tedavilerine cevap vermeyen sıvı birikimi sorununun tedavisinde kulak tüpü uygulamasına başvurulduğunu belirterek, işlevini şöyle açıklıyor: “Bir poşetin havasını aldığınızı düşünün. Negatif basınç uygulanan bu poşet adeta söner. Ama küçük bir delik açtığınızda negatif basınç ortadan kalkar, içene hava dolan poşet, normale döner. İşte kulak tüpü uygulamasının mantığı da budur. Orta kulakta sıvı birikimini gidermek için başvurduğumuz kulak tüpü sayesinde hem kulaktaki sıvı boşaltılır hem de kronik sürecin geri dönmesi ve östaki borusunun iyileşme sürecinde orta kulağın havalanması sağlanır” diyor.  

Kulak dışında görülmüyor 

Genellikle 6-12 ay arasında kulak zarı kendini onarırken kulak tüpü de dış kulak yoluna atılıyor. Kulak tüplerinin kalıcılık sürelerinin 12 ay ile 2 yıl arasında değiştiğini belirten Dr. Berna Özker, tüpler hakkında şu bilgileri veriyor: “Kulak zarından biraz kalın, ortası delik, silikon, teflon, paslanmaz çelik, altın ya da titanyumdan yapılan, makarayı andıran kulak tüpünün çalışma mantığı bir havalandırma borusuna benziyor. Makaranın, yani kulak tüpünün ortasındaki delik yoluyla orta kulağa hava girişi sağlanıyor. Böylece tüp, görevini tam olarak yapamayan östaki borusunun fonksiyonunu devralarak iyileşme sürecine destek oluyor. Kulak zarına yerleştirilen tüpün boyutu 2 mm’yi geçmediği için kulağın dışından görünmüyor.”

Hasta aynı gün taburcu oluyor

Hastalığın etkenine bağlı olarak, hekim tarafından kalması istenen süreye göre kulak tüpü seçiliyor. Tüpün takılması işlemi çocuklarda genel anestezi altında, yetişkinlerde lokal ya da genel anestezi altında kulak zarına açılan küçük bir kesiyle yapılıyor. Kulak Burun ve Boğaz Hastalıkları Uzmanı Dr. Berna Yayla Özker, orta kulakta biriken sıvının vakumla çekildiğini belirterek, “Daha sonra makara şeklinde ve ortası delik olan kulak tüpü bu kesiye yerleştiriliyor.  İşlem 10 dakika gibi kısa sürede tamamlanıyor. Kulak tüpü uygulaması geniz eti ameliyatıyla birlikte bile olsa hasta aynı gün taburcu oluyor” diyor. Orta kulaktan sıvı temizlendiği ve negatif basınç normale döndüğü için ameliyat sonrasında tıkanıklık ile basınç hissi ortadan kalkıyor. Bu sayede işitme kaybı da düzeliyor. Orta kulakta sıvı birikmesi sorununun kulak tüpü uygulamasıyla genellikle düzeldiğine değinen Kulak Burun ve Boğaz Hastalıkları Uzmanı Dr. Berna Yayla Özker  “Ancak sıvı birikim nedeni tam çözülemediğinde ve östaki tüpünün kalıcı olarak görevini yapamadığı durumlarda tekrarlar. İşte bu durumlarda daha uzun süre kalacak tüp uygulamaları ya da östaki tüp balon uygulaması düşünülebilir” diyor.

Geniz eti ameliyatı da yapılıyor

Kulak tüpü genellikle 1 yaş itibariyle her yaş grubuna uygulanabiliyor. Damak yarığı ya da tekrarlayan kulak enfeksiyonu gibi özel durumlarda 6 aydan itibaren bebekler için de tercih edilebiliyor. Çocuklarda kulak tüpü uygulamasında büyük olsun ya da olmasın tekrar tüp uygulama riskini azaltmak için geniz eti ameliyatının da yapıldığını belirten Kulak Burun ve Boğaz Hastalıkları Uzmanı Dr. Berna Yayla Özker, “Kulağına tüp takılan çocuklarda, küçük ya da büyük olsun geniz etinin de alınması gerekiyor. Çünkü geniz eti, mikropların çok çabuk üreyeceği bir ortam yaratıyor. Bu doku alındığında, bakterilerin yerleşip üreyebilme riski düşüyor. Böylece orta kulağı da korumuş oluyoruz. Bu da tekrar tüp takılma ihtiyacının azalmasını sağlıyor” diyor.

Yüzme ve duş sırasında kulak tıkacı şart! 

Kulak tüpü takılan hastalar, kulağa su kaçarsa sorun olup olmayacağı konusunda endişeleniyor. Oysa ki dış kulak yolunun yapısı nedeniyle dışarıdan gelen su, kulak tüpüne kolay ulaşamıyor. Ancak yüzme ve duş sırasında suyun tüp yoluyla orta kulağa ulaşma riski yüksek oluyor. Orta kulak için enfeksiyon kaynağı olan su, akıntı yaparak tüpün erken çıkmasına yol açabiliyor. Bu nedenle havuz, deniz ve duşta mutlaka kulak tıkacı kullanılması gerekiyor. 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı