Yazar arşivleri: admin

Öğrencilere ağız ve diş sağlığı taraması yapıldı

Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi ve Öğrenci Dekanlığı işbirliği ile ‘Ağız ve Diş Sağlığı Haftası’ kapsamında Araştırma Odaklı Öğrenci Merkezinde (AROM) Ege Üniversitesi öğrencilerine ağız ve diş sağlığı taraması yapıldı.

        Türkiye’de 22 Kasım gününü içine alan hafta; toplumun ağız ve diş sağlığı konusunda bilinçlenmesine katkı sağlamak, ağız bakımı alışkanlığına katkıda bulunmak amacıyla “Toplum Ağız Diş Sağlığı Haftası” olarak kutlanıyor. Bu bağlamda Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi akademisyenleri tarafından ağız taraması gerçekleştirildi. Etkinliğe, öğrencilerin yanı sıra Öğrenci Dekanlığı Dekanı Doç. Dr. Fırat Sarsar, Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Gülengül Mermer, Diş Hekimliği Fakültesi Ağız, Diş ve Çene Radyolojisi Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Emine Zuhal Tuğsel katıldı.

        “Her şey öğrenci sağlığı için”

        Öğrenci Dekanı Doç. Dr. Fırat Sarsar, “Etkinliğin asıl amacı hem sağlık açısından hem de zihinsel ve mental olarak her yönden öğrencilerin yanında olmayı vurgulamaktır. Ağız ve Diş Sağlığı Haftası kapsamında, her yıl öğrencilere yönelik ücretsiz diş taraması uygulamaktayız. Üniversitemizin öğrenci odaklı misyonu çerçevesinde her şeyi öğrencilerimiz için yapıyoruz. Diş Hekimliği Fakültemiz bu konuda en büyük desteği sağlamaktadır. Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nazan Ersin ve Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Tijen Pamir’e destekleri için teşekkür ediyorum. Diş hekimlerimizin ‘Ağız ve Diş Sağlığı Haftası’nı kutluyorum.” diye konuştu.

         “Öğrencilerimiz Diş Hekimliği Fakültesine her zaman ulaşabilirler”

          Ağız sağlığının önemini vurgulayan Prof. Dr. Emine Zuhal Tuğsel, “Diş Hekimliği Fakültesi olarak, Ağız ve Diş Sağlığı Haftası kapsamında sağlıklı ağız ve diş bakımının gerekliliğine, sigara gibi zararlı maddelerin diş ve ağız dokularında yol açtığı tahribata, ayrıca ağız içindeki bakterilerin diğer vücut sistemleri üzerindeki etkilerine dikkat çekmek istedik. Bununla birlikte öğrencilerimizin fakültemize her zaman başvurabileceklerini bilmelerini sağlamak bizim için öncelikli bir hedeftir” dedi.

               Prof. Dr. Tuğsel, “Ağız ve diş sağlığı, sadece estetik açıdan değil, genel sağlık üzerinde de büyük bir etkiye sahiptir. Düzensiz beslenme, vitamin eksikliklerine yol açarak diş eti kanamalarına sebep olabilir. Ayrıca, şeker hastalığı gibi durumlarda tükürük salgısının azalması, ağız kokusu gibi sorunları arttırabilir. Ağızda görülen şikâyetler, örneğin dilde yanma veya ülserler, bazen daha ciddi sağlık sorunlarının belirtisi olabilir. Bu tür belirtiler göz ardı edilmemeli ve gereken tetkikler yapılmalıdır. Erken tanı, birçok sağlık sorununun önlenmesinde büyük rol oynar. Ağız sağlığını korumak için dengeli ve yeterli beslenmeli, dişler düzenli olarak fırçalanmalıdır. Ağız sağlığınız genel sağlığınızla doğrudan bağlantılıdır.” diye konuştu.

            “Gençlerimiz yeter ki kendi ağız sağlığının farkına varsın!”

             Kullanılan ilaçların diş sağlığı üzerindeki etkilerine dikkat çeken Prof. Dr. Tuğsel, “Ağız kokusu, bireylerin iletişim konforunu olumsuz yönde etkileyen bir sorundur. Bu durumun yalnızca bakterilerden değil, kullanılan ilaçlardan da kaynaklanabileceği unutulmamalıdır. Özellikle psikiyatrik ilaç kullanımı ve kötü alışkanlıklar, dişlerde ciddi erozyon, renk değişikliği, çürük ve diş kaybı gibi sorunlara yol açmaktadır. Eksik dişlerin varlığı, yalnızca çiğneme fonksiyonunu değil, genel ağız ve çene sağlığını da olumsuz etkileyebilir. Ayrıca, gençlerde sıkça tüketilen asitli içecekler diş minelerine zarar vermektedir. Bu tür içeceklerin ardından dişlerin florlu diş macunu ile fırçalanması, ağız hijyenini korumak adına son derece önemlidir. Gençlerimizin kendi ağız ve diş sağlıklarının bilincinde olmalarını, düzenli diş hekimi ziyaretlerini önemsiyoruz. Bu sayede, diş kayıpları yaşanmadan gerekli tedavileri gerçekleştirebiliriz.” dedi.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Tiroid Ameliyatları Sonrası Kilo Almanın Mekanizması Aydınlatıldı

Yeni bir araştırma, tiroid ameliyatları sonrası kilo alımının sorumlusunun tiroid hormonları değil, tiroid bezinde bulunan ‘kalsitonin’ hormon eksikliği olduğunu ortaya koydu. Endokrin Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Erhan Ayşan, bu bulgular ışığında ameliyat tekniklerinin yeniden değerlendirilmesi ve tiroid bezinin sağlıklı kısımlarının mümkün olduğunca korunması gerektiğini vurguladı.  Prof. Dr. Ayşan, “Tiroid bezi vücudun orkestra şefidir. Artık biliyoruz ki bu şefin başka bir görevi daha var: Kalsitonin salgılamak. Son bulgular, tiroid ameliyatlarında çok daha titiz davranmamız gerektiğini bir kez daha gösterdi” dedi.

 

Tiroid ameliyatı geçiren hastaların en çok şikayet ettiği konuların başında kilo alımı geliyor. Yeditepe Üniversitesi, Koşuyolu Hastanesi Endokrin Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Erhan Ayşan konuyla ilgili yaptığı ve uluslararası saygın bir dergi olan Endocrinology and Metabolism dergisinde yayınlanan yeni araştırmasının bulgularını paylaştı. Bugüne kadar bu durumun genellikle tiroid hormonlarının eksikliğine bağlandığını ancak bu görüşün gerçeği yansıtmadığını ifade eden Prof. Dr. Ayşan, “Hastalar sıklıkla ‘tiroidimi aldırdım, hormonlarım eksildi ve bu yüzden kilo aldım’ diye düşünüyorlar. Oysa son yapılan araştırmalar, kilo alımının sebebinin tiroid hormonları değil, tiroid bezinden salgılanan kalsitonin hormon eksikliği olduğunu gösteriyor” diye konuştu.

‘KİLO ALIMININ NEDENİ TİROİD HORMONLARI DEĞİL, KALSİTONİN EKSİKLİĞİ’

Prof. Dr. Ayşan, kalsitonin hormonu hakkında, “Kalsitonin, uzun yıllardır sadece kemik sağlığı ile ilgili bir hormon olarak biliniyordu. Ancak yeni araştırmalar, bu hormonun tokluk hissi sağlamada, mide boşalmasını yavaşlatmada ve insülin duyarlılığını artırmada önemli bir rol oynadığını ortaya koydu. Kalsitonin, aslında sadece kemikler için değil, metabolizma için de kritik öneme sahip. Tiroidin tamamının alındığı ameliyatlarda, yalnızca tiroid hormonlarını değil, kalsitonini de kaybediyoruz. Bu da kilo alımına yol açıyor” ifadelerini kullandı.

‘TİROİD AMELİYATLARINDA SAĞLIKLI DOKUYU KORUMAK ÇOK ÖNEMLİ’

Prof. Dr. Ayşan, tiroid ameliyatlarında sağlıklı tiroid dokusunu koruyucu cerrahi yöntemlerin önemine dikkat çekerek koruyla ilgili şu bilgiler verdi: “Tiroid ameliyatlarında, tiroid bezinin tamamının değil sadece hastalıklı kısmın çıkartılması daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Bu sayede, kalsitonin hormonu salgılayan hücreler korunabilir ve hastaların ameliyat sonrası kilo alma riski azaltılabilir.” dedi. İnsan dışındaki tüm memeli canlılarda kalsitonin hormonunun tiroid bezi dışında ‘ultimobrankial organ’ adı verilen farklı bir organdan salgılandığını belirten Prof. Ayşan, “Bu organ sadece insanda yok ve ilginç bir şekilde bu organı oluşturan hücreler insanda tiroid bezi içinde yayılmış olarak bulunuyorlar. Yani aslında tiroid bezi bir değil, iki organdan oluşuyor. İşte biz ameliyatla tiroid bezinin tamamını aldığımızda, bu organı da ortadan kaldırmış oluyoruz. Ancak tiroid bezinin bir kısmı bırakıldığında, vücutta yeterli miktarda kalsitonin kalabilir ve bu da kilo alımını önleyebilir” diye konuştu.

‘KALSİTONİN TAKVİYESİ MÜMKÜN DEĞİL’

Kalsitonin hormonunun dışarıdan ilaç olarak alınmasının şu an için mümkün olmadığını vurgulayan Prof. Dr. Erhan Ayşan, “Geçmişte kalsitonin ilaçları mevcuttu ancak yan etkileri nedeniyle satışı yasaklandı. Bu nedenle tiroid hormonları gibi kalsitonini dışarıdan almak şu an bir seçenek değil. Dolayısıyla, hastaların ameliyat sonrası metabolik dengesini korumanın en etkili yolu, sağlıklı tiroid dokusunu mümkün olduğunca yerinde bırakmak” ifadelerini kullandı.

KANSER DURUMUNDA TÜM TİROİD ALINABİLİR

Tiroid kanseri vakalarında ya da ciddi ve büyük nodüllerin varlığında, tiroid bezinin tamamının alınmasının zorunlu olabileceğini belirten Prof. Dr. Ayşan, bu durumlarda hastaların önceliğinin kanseri tedavi etmek olması gerektiğini vurguladı. Prof. Dr. Ayşan şöyle konuştu: “Kanser gibi ciddi bir durum söz konusuysa tiroid bezinin tamamının alınması hayati öneme sahip olabilir. Ancak küçük tümörlerde ve daha az riskli vakalarda sadece hastalıklı kısmın çıkartılarak sağlıklı dokunun korunması hastanın hem genel sağlığı, hem de kilo kontrolü açısından daha avantajlı olacaktır.”

‘TİROİD BEZİNİN DEĞERİ BİR KAT DAHA ARTTI’

Prof. Dr. Ayşan son olarak, tiroid bezinin vücutta zaten bir ‘orkestra şefi’ olarak tanımlandığını ve yeni bulgularla birlikte bu orkestra şefinin görevlerinin daha da önem kazandığını belirterek, “Hekimler hep derler ki ‘tiroid bezi vücudun orkestra şefidir’. Tiroid, hormonlarıyla vücudu yönetir. Ama şimdi görüyoruz ki, bu şefin bir görevi daha var: Kalsitonin salgılamak. Şimdi bu verilerle tiroid bezinin değerini bir kat daha arttırmış olduk. Dolayısıyla, artık tiroid ameliyatlarında çok daha titiz ve korumacı davranmamız gerektiğini bir kez daha öğrenmiş olduk. Modern cerrahi yaklaşım, hastalarımızın hem sağlığını koruyacak hem de yaşam kalitesini artıracaktır” dedi.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

EÜ Etnografya Müzesinde “Zamane Çizgiler” sergisi açıldı

Ege Üniversitesi (EÜ) Etnografya Müzesi’nde karikatürist Murteza Albayrak’ın “Zamane Çizgiler” sergisi sanatseverlerle buluştu.

 Küratörlüğünü Etnografya Müzesi Müdürü Doç. Dr. Dilek Maktal Canko’nun üstlendiği sergide 20 eser sergilendi. Zamane Çizgiler”, karikatürist Murteza Albayrak’ın 32’nci kişisel sergisi olma özelliğini taşıyor.

Sergi açılışında konuşan Doç. Dr. Dilek Maktal Canko, “ ‘Zamane Çizgiler’ 2024-2025 eğitim ve öğretim dönemimizin ilk sergisi oldu. Bu döneme çok sevdiğim bir sanatçı olan karikatürist Murteza Albayrak’ın sergisi ile başlamak istedik. Kendisiyle 2008 yılında kampüs içerisinde bir sergi yapmıştık. O zamandan itibaren kendisini, bir hayranı olarak gazetelerden ve dergilerden takip ediyorum. Kendisinin burada da yer alan ödüllü çalışmaları var” dedi.

“Çalışmaların tamamı tarih üzerine”

Karikatürist Murteza Albayrak ise 32’nci kişisel sergisini açtığını söyleyerek “Dilek hocamla birlikte daha önce sergi açmıştık, yaptığımız bir sohbette tekrardan bir sergi açma kararı aldık. Genelde sergileri tek konu üzerinden açıyorum. Bu sergi bir müze bünyesinde olduğu için tarih kokan çalışmalar yapmak istedik. O yüzden serginin ismini ‘Zamane Çizgiler’ yaptık. Burada 20 çalışma var ve tamamı tarih üzerine. Sergide her döneme ait eleştirel boyutta çizimler var” dedi.

Sergi, 17 Aralık 2024 tarihine kadar ziyaretçilere açık olacak.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Tarihin En Ölümcül Tsunamisini İnceleyen ‘Tsunami: Kıyamet Dalgaları’, 26 Kasım Salı ve 27 Kasım Çarşamba 20.00’de Art Arda İkişer Bölümle National Geographic Ekranlarında!

Tarihin en ölümcül tsunamisi olan 2004 Hint Okyanusu tsunamisinin gerçek hikayesinde etkileyici bir yolculuğa hazır mısınız? Daha önce görülmemiş arşiv görüntüleri ile imkansız gibi görünen zor koşullar karşısında hayatta kalanların ve cesur kahramanların hikayelerine yer veren “Tsunami: Kıyamet Dalgaları”, 26 Kasım Salı ve 27 Kasım Çarşamba günlerinde ikişer bölüm art arda saat 20.00 ve 21.00’de National Geographic ekranlarına geliyor!

 

Bilimin, keşfin ve hikâye anlatımının gücüne inanarak 130 yılı aşkın bir süredir dünyanın en güvenilir markalarından biri olmayı sürdüren National Geographic’in birbirinden iddialı yapımlarını D-Smart, Digiturk ve TOD, KabloTV, Tivibu ve TV+ platformlarından izleyebilirsiniz.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Sağlıklı yaşam ve düzenli tarama şart: Dünyada her 5 kişiden biri kanser

2023 verilerine göre dünyada her yıl 20 milyon yeni kanser vakası bildiriliyor. Bildirilen vakalarda en sık karşılaşılan ve en fazla ölüme sebep olan tür ise akciğer kanseri. Akciğerden sonra sırasıyla meme, kolon, rektum ve prostat kanserlerinin listenin üst sıralarında yer aldığını dile getiren Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Tıbbi Onkoloji ve Hematoloji Uzmanı, Onkolojik Bilimler Koordinatörü Prof. Dr. Necdet Üskent, “Dünya genelinde her 5 kişiden biri kansere yakalanıyor. Akciğer, prostat ve kolorektal kanserler erkeklerde daha sık görülürken; meme, tiroit ve kolon türlerine kadınlarda daha fazla rastlanıyor” dedi.

Dünyadaki kanser vakalarındaki artış tablosu, yılda yaklaşık 250 bin yeni olgu bildirilen Türkiye’de de pek farklı değil. 2050 yılında yıllık kanser vakalarının 35 milyonu bulmasının beklendiğine dikkat çeken Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Tıbbi Onkoloji ve Hematoloji Uzmanı, Onkolojik Bilimler Koordinatörü Prof. Dr. Necdet Üskent, “Verilere göre kanser vakalarının sadece yüzde 18’i erken evrede teşhis edilebiliyor. Oysa bu hastalığı yenmenin yolu, kanserli hücreyi sıçrama yapmadan tespit ederek yok etmekten geçiyor. Dünya genelinde giderek artan vaka sayılarından dersler çıkararak sağlıklı yaşam alışkanlarına daha fazla önem vermeli ve düzenli taramalara gerekli zamanı ayırmalıyız” dedi.

Kansere yakalanma yaşı gittikçe düşüyor

Özellikle meme, kolon, mide ve beyin kanserlerinin 50 yaş altı altında sıklıkla görülmeye başlandığının altını çizen Tıbbi Onkoloji ve Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Necdet Üskent, “Hücre yaşlanması arttıkça kanser riskinin de arttığı doğrudur ancak günümüzde hastalığa yakalanma yaşı gittikçe düştüğü için ‘kanser bir ileri yaş hastalığıdır’ demek rehavete yol açarak sağlıklı yaşam alışkanlıklarını ötelemeye neden olabilir” uyarısında bulundu. 

Nature’de yayınlanan bir araştırmaya göre 1990 yılından sonra doğanlarda 1970 öncesi doğanlara göre erken yaş kanserlerine daha fazla rastlanacağını paylaşan Üskent, “Bunun nedeni, bilinen kanserden korunma tedbirlerini uygulamaya başlamadan çok önce genetik şifrenin değişmesi. Araştırmacılar kanseri tetikleyen genetik mutasyonların çok küçük yaşlardan hatta doğumdan önce başlayabildiğini belirterek; diyet, yaşam tarzı değişiklikleri, çevresel faktörler, bağırsak florasındaki mikrobiyotayı düzenleme, fiziksel aktivite, hepatit ve HPV aşıları gibi kanserden korunma faktörlerinin yetersiz kaldığını ileri sürüyorlar” dedi.

Sağlıklı yaşam ve düzenli taramalar kanseri hem önlüyor hem de yıkımını azaltıyor

Kansere karşı birincil ve ikincil korunma yöntemleri olduğunu dile getiren Prof. Dr. Necdet Üskent, “Hastalığın ortaya çıkmaması için alınabilecek ve birincil olarak adlandırılan önlemler; obezitenin engellenmesi, fiziki aktivitenin artırılması, kişiye özel dengeli ve düzenli beslenme programlarının tercih edilmesi, hepatit ve HPV aşılarını olma, sigara ve alkolden uzak durma, ultraviole ve kimyasallardan kaçınma, düzenli ve yeterli uyku, doğal antioksidan alımı ve mide kanseri veya lenfomasına neden olabilen Helikobakter Pilori gibi bakterilerin doğru tedavisi olarak sıralanabilir” dedi. 

İkincil korunma yollarının ise kanseri erken evrelerde yakalamayı amaçlayan tarama testleri olduğunu belirten Prof. Dr. Necdet Üskent, “Meme kanseri için tarama mamografisi, prostat için PSA, kolon kanseri için feçeste, gizli kan ve yeni geliştirilmiş gen testleri, rahim ağzı kanseri için PAP smear ve 30 yıldan fazla sigara içmiş hastalarda düşük yoğunluklu bilgisayarlı tarama tomografisi gibi yöntemler ikincil korunma yollarına örnek verilebilir” şeklinde konuştu. 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Pankreas kanserinde yenilikçi yaklaşımlar tedavi başarısını artırıyor

Genellikle sinsice ilerleyen ve ileri evrelere kadar belirti vermeyen pankreas kanserinin görülme sıklığı son yıllarda hızla artıyor. 2030 yılında ölüme neden olan kanser türleri arasında 4. sıradan 2. sıraya yükseleceği tahmin ediliyor. Bu korkutucu tabloyu tersine çevirmeye çalışan tıp alanındaki yeni gelişmeler ise yüz güldürüyor. Yapay zekadan yenilikçi ilaçlara kadar umut vadeden bu gelişmeler sayesinde erken tanı imkanı yükseliyor, hastaların yaşam süresi ve kalitesi artıyor. 

 

Pankreas kanserine karşı toplumsal farkındalığı artırmak amacıyla Acıbadem Ataşehir Hastanesi’nde hastaların ve yakınlarının kendi deneyimlerini paylaştığı, uzmanların da tedavide en yeni gelişmeleri anlattığı bir etkinlik gerçekleştirildi. Moderatörlüğünü Sunucu Merve Dinçkol’un yaptığı “Pankreas Kanserinde Doğru Takımla Umutlar Yeşeriyor’ başlıklı söyleşide konuşan Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan ve Prof. Dr. Mert Erkan pankreas kanserinde yeni tedavi yöntemlerini anlatırken, multidisipliner bir yaklaşım ve ekiple gerçekleştirilen tedavi sayesinde hastaların yaşam sürelerinin artırılarak, yaşam kalitelerinin yükseltilebildiğini vurguladılar. 

 

Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan: “Yenilikçi yaklaşımlar tedavi başarısını artırıyor”

 

Söyleşide konuşan Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan, pankreas kanserinin erken evrelerde çok fazla belirti vermediği için ileri aşamalara gelene kadar sinsice ilerlediğini belirterek “Bazen de hazımsızlık ve bel ağrısı gibi yaygın belirtilerinden de başka hastalıklar sorumlu tutulduğu için uzun süre teşhis konulamamakta ve bu süreçte başka organlara sıçramaktadır. Ancak tıp teknolojisindeki gelişmeler sayesinde günümüzde hem hastalar daha uzun süre yaşama imkanı bulmakta hem de pankreas kanserinden ölüm oranında bir düşüş görülmektedir” dedi. Günümüzde pankreas kanseri için belirli bir tarama testi bulunmadığını, kanserin bu nedenle genellikle tesadüfen saptandığını belirten Prof. Dr. Ceyhan tedaviye yönelik şöyle konuştu: “20-25 yıl önce pankreas kanseri hastalarının ameliyat ve kemoterapi tedavileri sonrası 5 yıllık sağ kalım oranı yalnızca yüzde 11’di. Ancak bu oran son yıllarda çok ciddi şekilde yükseldi. Yaklaşık 10 yıl önce yaptığımız araştırmalarda, kendi uygulamalarımızda bu hastaları ameliyat edip, tümörü alıp, kemoterapi tedavileri sonrası 5 yıllık sağ kalım oranını yüzde 40’a kadar çıkarmayı başardık. En yeni gelişmelerle birlikte, yeni kemotedavi ajanları kullanılarak bu oran yüzde 54’e yükseldi. Yani artık başarılı bir ameliyat ve etkili bir kemotedavi sürecinin ardından hastalar yüzde 50’den fazla hayatta kalabiliyor.”

 

 

Prof. Dr. Mert Erkan: “Multidisipliner tedavi çok önemli”

 

Prof. Dr. Mert Erkan söyleşide yaptığı konuşmada; pankreas kanserinde erken teşhisin ve modern tıpla tedavinin son derece önemli olduğunu belirterek, tedavinin hastanın genel durumuna, hastalığın evresine ve kanserin yerleşimine göre belirlendiğini söyledi ve sözlerine şöyle devam etti: 

“Tedavide asıl amaç; mümkünse kanseri tamamen yok etmek, mümkün değilse kontrol altında tutmaktır. Bu derece kompleks bir hastalıkta, farklı tedavi seçeneklerinden hastaya en uygun olanını seçebilmek için multidisipliner çalışmanın önemi çok büyük. Farklı branşlardaki uzmanların bir araya gelerek hastanın tedavisi konusunda kararı ortak vermesi, tedavi başarısını artıran çok önemli bir etkendir. Multidisipliner tedavilerin uygun olmadığı hasta veya hastalık durumunda ise hastanın genel hayat kalitesini artırmaya yönelik tedaviler uygulanabilmektedir”

 

 

HASTALAR TEDAVİ SÜREÇLERİNİ ANLATTI

 

ZAFER ALİ YAĞCIOĞULLARI; 

 

4. evre pankreas kanseriydi, tedavi oldu!

Üst düzey bir yönetici olan 59 yaşındaki Zafer Ali Yağcıoğulları, 2016 yılında gittiği doktora “Kendimi yorgun hissediyorum. Özellikle batın bölgesinden başlayarak bir kontrol yapabilir misin?” diye sordu. Bu soru, hayatını değiştirdi. Tanı aldı; 4. evre pankreas kanseriydi. Sonraki bir hafta adeta ‘yaşamıyormuş’ gibi hissetti. Zafer Ali Yağcıoğulları o zorlu dönemi şöyle anlatıyor: “O günlerde 51 yaşındaydım. Tanıyı aldıktan sonra bir hafta sanki yaşamıyormuşum gibi oldu. Üst düzey yöneticilik yapıyordumm. Hemen ameliyat olmam gerektiği söylenince çok yoğun araştırmalara başladım ve Mert Erkan hocamızla tanıştım. Bu arada aileme de arkadaşlarıma da hiç bahsetmedim. İlk gün duvara toslamış gibi oldum. Kendi kendime 51 yaşında ölemem, mümkün değil, toparlanmam lazım. Kızım var, onun hayalleri var, onları gerçekleştirmek lazım diyordum. Ameliyattan bir önceki akşam eşime durumu anlattım. O gece sabaha kadar uyumadık. Eşim de Mert hocamıza sayısız sorular sordu. Hocamız sabırla teker teker yanıtladı. Ardından Whipple ameliyatı oldum. 12 saate yakın sürdü. Kanser ameliyatının ardından pankreatit atakları oluşmaya başladı. Bu nedenle ben ikinci kez ameliyat olmak istedim. 2018 yılında ikinci ameliyatı oldum. Şimdi yıllık takiplerim yapılıyor.” Tedavinin ardından hayata bakışının değiştiğini ve Kocaeli Kandıra’da dağın tepesinde yer aldıklarını belirten Yağcıoğlulları, artık meyve ve sebzelerini kendilerinin yetiştirdiğini ve organik beslendiklerini, sağlıklı bir yaşam tarzı edindiğini söyledi. 

 

CEM İMREN

 

‘Steve Jobs’ ile aynı hastalığa yakalanmışım!

“Toplantıda konuşan Gümrük ihracatçısı Cem İmren de, 2020 yılında Covid şüphesiyle gittiği hastanede kan şekerinin çok yüksek bulunduğunu, tetkikler sonrası pankreas kanseriyle tanıştığını belirterek “İçkim yok, sigaram yok nasıl olur diye düşündüm. Bir de ‘Steve Jobs’ ile aynı hastalığa yakalanmışım, bunu duyunca çok şaşırdım. O güne dek isminden başka hiçbir şey bilmediğim pankreas kanseri de ne diye araştırmaya başladım ve aklımdaki pek çok soruya yanıt aradım. Bu süreçte çok yoğun şekilde ölüm korkusu hissettim. Ama sonrasında uzun bir ameliyat ve ardından gelen tedavi süreci ile sıkıntılı günler geride kaldı” diye konuştu. Ailesinde hiçbir kanser hastası olmadığnı belirten İmren “Ben tedavi olurken, komşumun damadının da pankreas kanseri nedeniyle tedavi gördüğünü öğrendim. Daha sonraki süreçte birçok kişinin de pankreas kanserine yakalandığına şahit oldum” dedi. 

 

Selin Kahvecioğlu Ocak

 

2 yıl tanı alamadı

 

30 yaşındaki Klinik Psikolog Selin Kahvecioğlu Ocak da konuşmasında; dört yıl önce mide bulantısı ve şişkinlik şikayetleri yaşadığını, sık sık doktora gitmesine ve tüm tetkiklerin yapılmasına rağmen sorunun kaynağının tespit edilemediğini, “muhtemelen yediğiniz bir şeyden dolayı olmuştur” denildiğini belirtti. İlerleyen dönemde şikayetleri devam ettiğinde tekrar doktora gittiğini, ardından pankreas iltihabı dolayısıyla stent işlemi gerçekleştiğini belirten Ocak, o günlerde babasının rahatsızlığı nedeniyle tedavi görmeye başladığını ve son derece sıkıntılı günler yaşadıklarını söyledi. Prof. Dr. Mert Erkan ile tanışıp Mert hocanın tetkikler sonucu kendisine pankreas başında tümör teşhisi koyması ile tedavi sürecine başladıklarını belirten Ocak, hem teşhisin net konulması, hem de Mert hocanın insani, doğru bilgilendirici ve rahatlatıcı yaklaşımı sayesinde rahatladığını belirterek sözlerine şöyle devam etti: “2020 yılında ameliyat oldum. Ameliyat sonrası kemoterapi aldım. Hastalık tanısı konmadan eşimle tanıştım ve eşim bu zorlu süreçte hep yanımdaydı, 2023 Haziran’ında da evlendik. Sağlığım ve huzurum yerinde”

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Kadına yönelik şiddet, ruhsal hastalıkları tetikliyor

Şiddetin önemli bir halk sağlığı sorunu olduğunu belirten İstanbul Atlas Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hülya Ensari, şiddete uğramanın kadınlarda birçok ruhsal hastalığın oluşumunu tetiklediğini söyledi. Ensari, depresyon, travma sonrası stres bozukluğu, panik bozukluk ve anksiyete bozuklukları başta olmak üzere toplumda sık görülen bazı ruhsal hastalıkların kadınlarda erkeklerden daha sık görüldüğünü vurguladı. Kadınların erkeklerden üç kat fazla intihar girişiminde bulunduğunu vurgulayan Ensari, “Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kadınlarda depresyon, erkeklerden iki kat daha sık görülüyor” uyarısında bulundu

Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü, 1999 yılında kadına yönelik şiddete karşı toplumda farkındalık oluşturmak amacıyla Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu kararı ile ilan edildi.

İstanbul Atlas Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hülya Ensari, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada şiddetin ruh sağlığı üzerindeki etkilerini değerlendirdi.

Prof. Dr. Hülya Ensari, şiddetin Dünya Sağlık Örgütü tarafından 2002 yılında yayınlanan Şiddet ve Sağlık Raporu’nda “Gücün ya da fiziksel kuvvetin; tehdit yoluyla ya da gerçekte fiziksel zarar, ölüm, psikolojik zarar, gelişme engeli ya da yoksunluğa neden olacak şekilde; kendine, bir başkasına ya da bir grup veya bir topluma karşı niyetli biçimde kullanılması” olarak tanımlandığını söyledi.

Şiddet önemli bir halk sağlığı problemidir

Şiddetin pek çok şekilde görülebildiğini belirten Ensari, “Kadına yönelik şiddet, aile içi şiddet veya çocuğa yönelik, yaşlıya yönelik şiddet söz konusu olabilir. Şiddet hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde önemli bir halk sağlığı problemidir. Kadına yönelik şiddet ise tüm dünyada önemli bir problemdir” dedi.

Şiddet dört şekilde görülebilir

Şiddetin fiziksel, duygusal ve psikolojik, cinsel ve sözel şiddet olmak üzere görüldüğünü kaydeden Ensari, bunları şöyle açıkladı:

Fiziksel şiddet: Kişinin vücuduna zarar verme veya acı çektirme amacı taşıyan bir türdür.

Duygusal ve psikolojik şiddet: Kişinin duygusal ve psikolojik olarak zarar görmesine neden olabilir ve genellikle hakaret, tehdit gibi davranışları içerir.

Cinsel şiddet: Kişinin cinsel istismara uğramasına neden olan bir türdür ve tecavüz, cinsel saldırı ve cinsel taciz gibi davranışları içerir.

Sözel şiddet: Kişinin sözlü olarak saldırıya uğramasıdır ve hakaret, küfür, aşağılama gibi sözlü saldırıları içerir.

Kadınlar pek çok toplumda şiddete maruz kalıyor

Kadına yönelik şiddeti arttıran faktörlere değinen Ensari, kadınların günümüzde pek çok toplumda geleneksel kavramların da etkisiyle şiddete maruz kaldığına dikkat çekti. Ensari, şunları söyledi:

“Kadına yönelik şiddet ‘Kamusal veya özel yaşamda kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı, ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem, tehdit, zorlama, keyfi olarak özgürlükten, ekonomik gereksinimlerden yoksun bırakma’ olarak tanımlanıyor. BM Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi, kadına yönelik şiddetin ‘Kadınlara yönelik, toplumsal cinsiyete dayalı ve bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da oransız bir şekilde kadınları etkileyen bir şiddet’ olduğunu belirtmektedir. Günümüzde en ilkel toplumlardan en gelişmiş toplumlara kadar bütün kadınlar geleneksel kavramların da etkisiyle fiziksel, cinsel, ekonomik, psikolojik şiddete maruz kalmaktadır.”

Kadınlarda şiddete maruz kalma riskinin arttığı durumlar olduğunu belirten Ensari, “Daha önce şiddete maruz kalan kadınlar, evlilik sorunları yaşayan kadınlar, boşanmış ya da boşanmak üzere olan kadınlar, düşük eğitim seviyesine sahip kadınlar, düşük maddi gelire sahip kadınlar şiddete maruz kalma riski taşımaktadır” dedi.

Şiddet sağlık sorunlarına yol açıyor

Kadınların en sık eşleri, sevgilileri, sevgili adayları ve partnerleri tarafından duygusal, fiziksel ve cinsel şiddete maruz bırakıldığını belirten Ensari, “Şiddete maruz kalan kadınların bedensel, ruhsal, cinsel ve üreme sağlıkları bozulmakta, gebelik ve lohusalık döneminde sağlık problemleri ile karşılaşılmaktadırlar” dedi.

Şiddet çocuğun ruh sağlığını da olumsuz etkiliyor

Şiddetin ruh sağlığı üzerinde pek çok olumsuz etkiye yol açtığını, bundan çocukların da etkilendiğini vurgulayan Ensari, “Şiddet gören kadının ve buna tanıklık eden çocuğun ruh sağlığı olumsuz etkilemektedir. Annelerine uygulanan şiddete tanık olan çocukların da ruh sağlığı bozulmaktadır. Ayrıca şiddete tanık olan çocuklar ilerde şiddet uygulayıcıları haline gelmektedir” uyarısında bulundu.

Şiddet ruhsal hastalıkları tetikliyor

Şiddete uğramanın kadınlarda birçok ruhsal hastalığın oluşumunu tetiklediğini belirten Ensari, “Depresyon, travma sonrası stres bozukluğu, panik bozukluk ve anksiyete bozuklukları başta olmak üzere toplumda sık görülen bazı ruhsal hastalıklar, kadınlarda erkeklerden daha sık görülmektedir. Kadınlar erkeklerden üç kat daha fazla intihar girişiminde bulunmaktadır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kadınlarda depresyon, erkeklerden iki kat daha sıktır” diye konuştu.

Ruh sağlığı sorunları ihmal edilmemeli

Tüm bu ruhsal hastalıklara erken müdahalenin önemli olduğunu vurgulayan Ensari, “Bu ruhsal hastalıklar ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanına danışıldığı takdirde tedavi edilebilir ancak tedavi edilmediği takdirde ömür boyu yaşanılan travmanın etkisi devam edebilir; tabloya eklenecek depresyonlar kişide intihar girişimi ile sonuçlanabilir” uyarısında bulundu.

Şiddet uygulamayı artıran faktörlere dikkat!

Şiddet uygulamayı arttıran risk faktörlerine işaret eden Ensari, “Kadına yönelik şiddet uygulamanın normal olduğu bir kültürde yetişmek, düşük eğitim seviyesine sahip olmak, çocukluk döneminde şiddete maruz kalmak, çocukluk döneminde kadına yönelik şiddete tanıklık yapmak, alkol bağımlılığı, antisosyal kişilik özelliklerine sahip olmak, çok eşli olanlar ve kadınlar tarafından sadakatsizlikle suçlananlarda şiddet uygulama davranışı daha sık görülmektedir” diye konuştu.

Şiddet uygulayan kişilerde sıklıkla alkol bağımlılığı, madde kullanım bozukluğu, antisosyal kişilik bozukluğu ön planda olduğunu belirten Ensari, “Alkol madde kullanım bozuklukları ve antisosyal kişilik bozukluğu bulunanlarda suça eğilim de fazladır” dedi.

Toplumsal cinsiyet ayrımcılığı ile mücadele edilmeli

Kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin yapılması gerekenleri de sıralayan Prof. Dr. Hülya Ensari, önerilerini şöyle sıraladı:

“Kadına yönelik şiddeti önleyici çalışmalar arasında öncelikle eğitimin ilk aşamalarından başlayarak her seviyede toplumsal cinsiyet ayrımcılığına ilişkin eğitim programları düzenlenmeli, medyanın bu konudaki bilinç düzeyi arttırılmalıdır. 

 Televizyon dizileri ve gazete haberleri başta olmak üzere medyada da cinsiyet ayrımcılığı ve şiddetin her türlüsünün özellikle kadına yönelik şiddetin özendirilmesine karşı müdahale edilmelidir.  Yazılı, görsel basın ve film gibi kültür sanat ürünlerinin kadını aşağılayıcı ifadeler ve şiddet içermemesine dikkat edilmelidir.

Ruh sağlığı farkındalığı artırılmalı

Toplumda ruh sağlığı konusunda farkındalığı arttırmak, şiddete maruz kalan kadınların erken dönemde ruh sağlıklarını koruyucu destek almalarına yardımcı olacak bu da kadınlarda görülen ruhsal hastalıkların tedavisine ve depresyon gibi ruhsal hastalıkların tedavisi ile intihar girişimlerinin önlenmesine de katkıda bulunacaktır. 

Toplumda alkol ve madde başta olmak üzere bağımlılığın her türlüsü ile mücadelenin arttırılması ile şiddete yönelik davranışların önlenmesinde büyük katkı sağlayacaktır.”

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Çocuklarda Bronşitin Yayılmasını Engelleyen 6 Önlem

Çocuklarda ve bebeklerde yaygın görülen bir akciğer enfeksiyonu olan bronşit, soğuk algınlığına çok benzeyen semptomlarla başlıyor. Burun akıntısı, tıkanıklığı ile öksürük ve hafif baş ağrısıyla seyreden hastalığa ateş eşlik edebiliyor. Akciğerlerdeki solunum tüplerinin yani bronşların iltihaplanmasıyla ortaya çıkan bronşit, kısa süreli (akut) ya da uzun süreli (kronik) olabiliyor. Akut bronşit söz konusu olduğunda semptomlar genellikle hızlı bir şekilde gelişiyor ve hastalığın seyri kısa sürüyor. Hastalığa neden olan virüslerin bulaşmasını engellemek için basit önlemler alınması gerekiyor. Memorial Kayseri Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Ufuk Ertural, mevsim geçişlerinde en çok çocukları etkileyen akut bronşit hakkında bilgi verdi.

 

Akut bronşitin nedeni virüsler

Akut bronşite çoğunlukla viral bir enfeksiyon neden olmaktadır. Aynı zamanda bakteri veya toz ve alerjenler ile ağır partiküllerin havada olması hastalığın seyrini ağırlaştırmaktadır. Akut bronşitin en önemli nedeni ise virüslerdir. Özellikle çocuklarda hastalık; burun, ağız veya boğazda (üst solunum yolunda) soğuk algınlığı veya başka bir viral enfeksiyondan sonra ortaya çıkmaktadır. Çocuklar hasta olan başka bir çocukla yakın temas sonucunda virüsü kapabilmektedir. 

 

Kronik hastalığı olanlara dikkat!

Hastalık, mukus üretiminin artmasına ve diğer değişikliklere neden olmaktadır. Akut bronşit söz konusu olduğunda semptomlar genellikle hızlı bir şekilde gelişir ve hastalığın seyri kısa sürer. Vakaların çoğu hafif seyrederken kronik hastalığı olan çocuklarda bronşit daha ağır tablolara neden olabilmektedir. Akut bronşit olma riski yüksek çocuklar ise daha kolay hasta olabilmektedir.

Akut bronşit olma riski daha yüksek olan çocuklar ise şunlardır;

  • Toz alerjisi olanlarda maruziyet bronşiti tetikleyebilir.
  • Kronik sinüzite yatkın çocuklar risk grubundadır.
  • Özellikle astımı hastası olan çocukların bronşite yatkınlığı yüksektir.

Hastalık bu belirtilerle başlıyor

Çocuklarda akut bronşit şu belirtilerle kendini göstermektedir. En sık görülen belirtiler şunlardır;

  • Kusma veya öğürme
  • Kuru veya balgamlı öksürük
  • Öksürük başlamadan ortaya çıkan burun akıntısı
  • Göğüs tıkanıklığı ve ağrısı ile boğaz ağrısı
  • Halsizlik, titreme, hafif ateş
  • Sırt ve kas ağrısı
  • Hırıltılı solunum.

Belirtiler genellikle 7-14 gün sürmektedir. Öksürük bazen kronikleşmektedir. İnatçı öksürük 3-4 hafta devam edebilmektedir.

 

Antibiyotik kullanmaya gerek yok

Çocukların akut bronşit olup olmadığını belirlemek için zatürre veya astım gibi diğer sağlık sorunlarını saf dışı etmek gerekir. Bunun için testler yapılmalıdır. Tedavi aşamasında ise belirtilere ve çocuğun genel sağlık durumuna bağlı olarak yapılır. Bu aşamada çocuklarda akut bronşit tedavisinde antibiyotik kullanılmaz. Çünkü enfeksiyonların çoğu virüs kaynaklıdır. 8-10 günden daha uzun süren öksürük belirtisinde bile genellikle antibiyotiklere ihtiyaç duyulmaz. Bakteriyel enfeksiyon olmadığı sürece antibiyotik kullanılması tavsiye edilmez. 

 

Beslenme sorunu varsa hastane şart

Tedavide semptomların hafifletilmesine yardımcı olacak etken maddesi parasetamol veya ibuprofenolan (6 aydan büyükler için) ilaçlar kullanılmalı bol istirahat tavsiye edilmelidir. Sıvı alımı takip edilmeli, yeterli ortam nemi sağlanmalıdır. İştahsızlık nedeniyle beslenmede zorluk çeken çocukların hastaneye yatırılması gerekebilir. Akut bronşit geçiren çocukların büyük bir bölümü herhangi bir sorun yaşamadan iyileşebilmektedir. Küçük bir oranda ise hastalık zatürreye dönebilmektedir. 

 

Bu önlemler hastalığın yayılmasını engeller

  1. Çocuklara el yakıma alışkanlığının kazandırılması önemlidir.
  2. Öksürürken veya hapşırırken burnunu ve ağzını kapatması gerektiği öğretilmelidir.
  3. Hastalığın yayılmaması için çocukların aşıları tam olmalıdır.
  4. Hasta olan çocuklarla diğer çocukların teması engellenmelidir. Özellikle okul ve kreşlerde hasta olan çocuklara izin verilmelidir.
  5. Hasta çocukların temas ettiği yüzeyler temizlenmeli ya da ve dezenfekte edilmelidir.
  6. Bebeklerde anne sütü solunum yolu enfeksiyonlarını azaltmaktadır. Solunum yolu enfeksiyonları emzirilen bebeklerde daha az görülmektedir.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

İnegöllüler Kitap Fuarında Yazarlarla Buluşuyor

İnegöl Belediyesi’nin bu yıl 8’incisini düzenlediği İnegöl Kitap Günleri Fuarı kapsamında çeşitli etkinliklerle birlikte yazar buluşmaları da gerçekleştiriliyor. Fuarın ilk günü Alişan Kapaklıkaya, Ayşegül Dede ve öğretmen baba olarak bilinen Mehmet Gönen ile birlikte İnegöl’ün yerel yazarları okuyucularla bir araya geldi.

İnegöl Belediyesi’nin bu yıl 8’incisini düzenlediği İnegöl Kitap Günleri Fuarı 23 Kasım Cumartesi günü kapılarını açtı. 9 gün boyunca devam edecek fuarda 100’ü aşkın yazar ve yayınevi ile 1 milyonu aşkın kitap kitapseverlerle buluşurken, ilk günden yüzlerce kişi fuarı ziyaret ederek kitaplar ve yazarlarla buluştu.

İLK GÜNDEN ZİYARETÇİ AKININA UĞRADI

MODEF Fuar Alanında düzenlenen Kitap Fuarında açılışın ardından adeta ziyaretçi akını yaşandı. Her yaştan birey kitaplar ve yazarlarla bir araya gelmek için alana akın etti. Fuar alanında kitap stantlarının yanı sıra 6-10 yaş arası çocuklar için etkinlik atölyesi de kurulurken, burada minikler İnegöl Belediyesi öğretmenleri eşliğinde sanatsal çalışmalar yaparak keyifli anlar yaşadı.

YAZAR BULUŞMALARINA YOĞUN İLGİ

Yazar buluşmaları kapsamında da fuarın ilk günü Alişan Kapaklıkaya, Ayşegül Dede ve öğretmen baba olarak bilinen Mehmet Gönen İnegöllü kitapseverlerle bir araya geldi. Söyleşi salonlarında 1’er saat süreyle sevenleriyle sohbet etme imkanı bulan yazarlar, daha sonra imza alanlarında ve stantlarda kitaplarını imzaladı.

YEREL YAZARLAR ESERLERİNİ TANITIYOR

Kitap Fuarında ünlü yazarların yanı sıra İnegöl’ün güçlü kalemleri de eserlerini tanıtma imkanı buluyor. 35 yerel yazar, 9 günlük süre zarfında Yerel Yazarlar Köşesinde kitaplarını tanıtıp imzalatıyor.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Kocaeli Büyükşehir’den Öğretmenler Günü’ne özel tiyatro

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, gelecek nesillerin mimari olan öğretmenlerin 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü her yıl farklı ve renkli etkinliklerle kutluyor. Bu kapsamda Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı, Kocaeli’de görev yapan öğretmenleri tiyatro etkinliğinde buluşturdu. 22 Kasım Cuma günü Kocaeli Kongre Merkezi, 23 Kasım Cumartesi günü ise Gebze Osman Hamdi Bey Merkezi’nde özel olarak sahnelenen “80 Günde Devr-i Alem” adlı tiyatro oyunu, Şehir Tiyatroları oyuncularının başarılı performansıyla izleyenlere unutulmaz bir akşam yaşattı.

 

PROGRAM YOĞUN İLGİ GÖRDÜ

Gelecek nesillerin inşasında önemli bir görev üstlenen öğretmenlere ve eğitim camiasına her zaman destek veren Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, bu yılda öğretmenler gününü çok anlamlı etkinliklerle kutladı. Kocaeli Şehir Tiyatrolarının güzel ve etkili performansıyla ortaya çıkardığı “80 Günde Devr-i Alem” adlı tiyatro oyunu öğretmenler için sahnelendi. Kocaeli’nin çeşitli ilçelerinde görev yapan öğretmenler ve aileleri, tiyatro oyununu ilgiyle seyretti. İzmit ve Gebze’deki tiyatro oyunlarından sonra öğretmenlere çeşitli hediyeler takdim edildi.

 

“YENİ NESİLLERİ BİRLİKTE İNŞA EDECEĞİZ”

Oyun öncesi programa katılan Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Hasan Soba, öğretmenlerin toplumun geleceğini şekillendiren en önemli yapı taşlarından biri olduğunu ifade etti. Öğretmenlere hitap eden Soba, “Öncelikle sizlere aynı zamanda bir eğitimci olan Başkanımız Sayın Tahir Büyükakın’ın selamlarını iletiyorum. Öğretmenlik aslında çok şanslı bir meslek. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm öğretmenlerimizin öğretmenler gününü kutluyorum. Yeni nesilleri inşa ve ihya etmek için siz değerli öğretmenlerimiz ile hep beraber gayret edeceğiz” dedi.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı