Aylık arşivler: Nisan 2021

Çocuğunuza bırakabileceğiniz en büyük miras koşulsuz anne sevgisidir

Çocuğunuza bırakabileceğiniz en büyük miras koşulsuz anne sevgisidir…

 

Doğadaki ağaçlar, çiçekler yağmura ve güneşe ihtiyaç duyarlar. Aksi halde solar ve ölürler. Çocuklara karşı olan ilgiyi de bu şekilde tarif edebiliriz. Onlarla ilgilenmek; yemek yedirmek, gezdirmek, ya da para vermek değildir. Asıl önemli olan en çok ihtiyaç duydukları koşulsuz sevgiyi vermektir. Çünkü koşulsuz sevgiyi tadamayan çocuklar yetişkinlik döneminde psikolojik sorunlar ile karşı karşıya kalabiliyor.

 

Çocuklar dünyaya gözlerini açtıkları dakikadan itibaren ebeveynlerinin yardımına ihtiyaç duyarlar. Bu ihtiyaçlar beslenme, barınma gibi temel ihtiyaçların yanı sıra duygusal ihtiyaçları da kapsar. Çünkü çocuklar dünyayı ebeveynleri ile tanımaya başlar. Yabancı oldukları bu yaşama, onlara duydukları güven bağı ile tutunurlar. Özellikle annenin rolü burada büyük bir önem taşır. Çocuklar ilk temaslarını anneleri ile gerçekleştirir, en çok onların kokusuna bağlanır.

 

Sevginin temelinde ise güven duygusu yatar. Bu nedenle çocuklar için sevgi kavramının oluşumunun doğumdan itibaren tohumları atılan bir süreç olduğunu söyleyebiliriz. Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz koşulsuz anne sevgisi ve bu sevginin çocuklar üzerindeki etkilerine dair önemli açıklamalarda bulundu.

 

Anne sevgisinden emin çocuklar keşfetmeye karşı daha istekli oluyor

 

Özellikle çocuk yetiştirme sürecinin ilk yıllarında karşılıksız sevgiyi çocuğa aşılamak oldukça önemlidir. Güvenli ilişki gelişiminin ilk temelleri bu süreç ile birlikte atılır. Ayrıca bu konunun çocuğun duygusal gelişimiyle de doğrudan ilgili olduğu unutulmamalıdır. Kendini güvende hisseden çocuklar daha korkusuzca dünyayı keşfedebilirler. Çünkü bilirler ki ihtiyaç duyduklarında sevildikleri ve bakıldıkları bir yer vardır. Bu temelde yetişen çocukların ileriki dönemlerde insanlarla sağlıklı ilişkiler kurması daha yüksek bir ihtimaldir. Yani anne sevgisi, istikrar, koruma duygusu ve güvenlik gibi iyi hissettiğimiz duygularda anahtar rolü üstleniyor.

 

Sevginizi şartlandırmayın…

 

İstemeyerek yaptığımız davranışlar, bir anda ağzımızdan o cümleler çocukların değersizlik duygusu ile tanışmasına neden oluyor. Konuyu örneklendirecek olursak; “Bizimle tatile gelip gelmeyeceğine sınav sonucuna göre karar vereceğiz.” benzeri cümleler sağlıklı olmayan ön koşulları barındırır. Bu tarz cümlelere maruz kalan çocuklar zaman içerisinde öz güven eksikliği ile karşılaşabilir.

 

Özgüvenin temelinde, öze verilen değer bulunur. Bu nedenle çocuklar, sonuçlar ne olursa olsun ebeveynlerinin gözündeki değerinin değişmeyeceğinden ve sevgilerinin azalmayacağından emin olmalıdır. Ancak bu şekilde ben sadece ben olduğum için değerliyim ilkesini geliştirebilirler. Bu durumda, özgüvenli bireyler olma yolunda atılan ilk adımdır.

 

Çocuklarınızı sevdiğinizi biliyorsunuz, peki ya onlar bunu biliyor mu?

 

Anneler çocuklarının sevgisini hiçbir şeyle kıyaslamazlar. Çünkü onları ne kadar çok sevdiklerinden ve bunun için hiçbir karşılık beklemediklerinden eminlerdir. Fakat çocuklar her zaman bu durumun farkında olmayabilir. Bu nedenle karşılıksız sevmek kadar bunu hissettirmek de önemlidir. Çocukların sevginizi doğru algılayabilmesi için bunlara dikkat edin;

  • İstediklerinizi yaptığında ya da sadece başarılı olduklarında onları sevmeyin. Her zaman çocuklarınızı ne kadar sevdiğinizi dile getirin.
  • Başkalarıyla kıyaslamayın. Çocuklarınızı olduğu gibi kabul etmek önemlidir. Kendine has olan davranışlarının, yeteneklerinin sevginiz üzerinde eksi bir değer oluşturmayacağını hissettirin.
  • Birlikte vakit geçirmeye özen gösterin. Çok büyük aktiviteler olmasına gerek yok. Onu dinlemek, birlikte yemek yapmak, televizyon karşısında birlikte oturmak da iyi vakit geçirmenizi sağlar.
  • Koşulsuz sevgi ile yanlış korumacı tavrı birbirine karıştırmayın. Koşulsuz sevgide çocuğunuzun yaptığı her davranışı onaylayamazsınız. Her zaman onun yanında olduğunuzu ve ihtiyaç duyduğunda size geleceğini bilmeli ama kendi sorunlarına kendisinin çözüm bulması gerektiğinin de farkında olmalıdır.

Nöroloji Uzmanı

Dr. Mehmet Yavuz

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Vertigo bir hastalık mı yoksa hastalık belirtisi mi?

Kişiye etrafının döndüğünü hissettiren baş dönmesi rahatsızlığı, “vertigo” olarak biliniyor. Vertigonun sanılanın aksine bir hastalık değil, bazı hastalıkların belirtilerinden biri olduğu belirtiliyor. Uzmanlar, vertigonun iç kulak, göz ve iskelet-kas sistemindeki organizasyonun iç kulak ve bağlantılarından kaynaklı bozulması ile ortaya çıktığını ifade ediyor. Vertigo şikayeti olan kişilerin öncelikli olarak bir Kulak, Burun, Boğaz (KBB) hekimine görünmeleri gerektiğini belirten uzmanlar, işitme ve denge testi yapıldıktan sonra odyolog tarafından önerilen egzersizlerin titizlikle uygulanmasını tavsiye ediyor.

 

Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Odyoloji Bölüm Başkanı Dr. Öğretim Üyesi Didem Şahin Ceylan, vertigo hakkında önemli bilgiler paylaştı ve tavsiyelerde bulundu.

 

Vertigo hastalık değil, bazı hastalıkların belirtisidir…

 

Dr. Öğretim Üyesi Didem Şahin Ceylan, dengesizlik sebebiyle kliniklere başvuran hastaların önemli bir kısmının şikâyetleri arasında vertigonun yer aldığını söyledi.

 

“Vertigo, etraf döner tarzdaki baş dönmesinin tıp dilindeki karşılığıdır” diyen Dr. Öğretim Üyesi Didem Şahin Ceylan, “Halk arasında bilinenin aksine vertigonun bir hastalık değil, klinisyenler için bazı hastalıkların belirtilerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. Denge iç kulak, göz ve iskelet-kas sistemi üzerine kurulmuş bir duyudur. Dengesizlik, bu üçgenin herhangi bir yerinde yaşanan problemlerden kaynaklanabiliyor.” dedi.

 

Detaylı inceleme gerekiyor

 

Dr. Öğretim Üyesi Didem Şahin Ceylan, sözlerine şöyle devam etti: “Problem geniş bir anatomik ve fizyolojik bölgeyi ilgilendirdiği için altında yatan sebebin bulunabilmesi adına detay içeren sorular ve incelemeler gerektiriyor. Yani her dengesizlik şikâyeti vertigoya sebep olacak bir hastalıktan kaynaklanmaz. Sersemlik hali, yürümede zorlanma, göz kararması ve bazen bu duruma eşlik eden sendeleme, düşme, bayılma gibi yakınmaların hepsi dengesizlik olarak nitelendirilebilir. Aslında her biri, etraf döner tarzda baş dönmesi yani vertigodan farklı yakınmayı ifade ediyor. Dolayısıyla farklı organ ve sistemlere bağlı hastalıklardan kaynaklanabileceği için sınırların iyi belirlenmesi gerekiyor. Kişinin şikâyetini net olarak anlamak ve dengesizlik süreçlerinden hangisini yaşadığını tespit etmek hastalığın isminin konulması adına oldukça önemli.”

 

Vertigo iç kulak ile bağlantılı bir rahatsızlık

 

İç kulağın başın hareketi ile ilgili bilgileri göz ve iskelet-kas sistemine göndermekle yükümlü olduğunu vurgulayan Dr. Öğretim Üyesi Didem Şahin Ceylan, “Eğer iç kulak görevini doğru yaparsa gözler başın yeni pozisyonuna göre yeniden konumlanır, iskelet-kas sistemi ise gerekli kasılmalar ve gevşemeler ile vücudun dengede kalmasına katkıda bulunur. Bu organizasyonun bozulması iç kulak ve bağlantılarından kaynaklanırsa vertigo meydana gelebilir.” dedi.

 

Baş dönmesi birçok hastalığı belirtisi olabilir

 

Dr. Öğretim Üyesi Didem Şahin Ceylan, sıklıkla vertigo yakınmasına sebep olan iç kulak hastalıkları ve vertigonun özelliklerini şöyle sıraladı:

 

“Pozisyona bağlı baş dönmesi hastalığı, halk dilinde kristal oynaması olarak bilinir. Özellikle kişi ayakkabı bağlamak için eğildiğinde ve yatakta sağdan sola döndüğünde başın pozisyonu değiştikçe etraf döndüğünü hissettiren bir baş dönmesi gerçekleşir. Meniere hastalığında kulakta dolgunluk, çınlama ve işitme kaybına eşlik eden etraf döner tarzda baş dönmesi meydana gelir. İç kulaktaki denge siniri enfeksiyonunda, yakın zamanda geçirilmiş üst solunum yolu enfeksiyonu sonrası ve bir tarafa yatışta rahatlama hissinin olduğu etraf döner tarzda baş dönmesi yaşanır. İç kulak enfeksiyonunda ise baş dönmesi ile başlayan işitme kaybı varlığından bahsedilebiliriz.”

 

İşitme testleri mutlaka yapılmalı!

 

Dr. Öğretim Üyesi Didem Şahin Ceylan, vertigo şikâyeti olan kişilerin öncelikli olarak bir Kulak, Burun, Boğaz (KBB) hekimine görünmeleri gerektiğini belirtti ve sözlerine şöyle devam etti: 

 

“KBB hekiminin muayenesinden sonra bir odyolog tarafından sırasıyla işitme ve denge değerlendirmeleri yapılması önemlidir. Bazı denge problemlerine işitme kaybının da eşlik etmesi, kapsamlı işitme testlerinin önemini ortaya koydu. Yani işitme testlerinin yapılmadığı bir denge değerlendirilmesi düşünülemez. Detaylı bir işitme değerlendirmesinden sonra iç kulağın dengeyle ilgili fonksiyonlarını ölçmek için çok sayıda test yapılır. Testlerin bir kısmında hastanın gözüne yerleştirilen özel bir gözlük ile baş hareketleri sonrası iç kulakta meydana gelen değişimlerin, kişinin gözlerine yansıyıp yansımayacağı tespit edilir. Bazı testlerde yüz ve boyun bölgelerine yerleştirilen elektrotlar ile iç kulak, göz ve iskelet-kas üçlüsünün sağlıklı bir iletişim içerisinde olup olmadığı kontrol edilir. Bazı denge testlerinde kulaklara hava veya su verilerek kimisinde ise zeminin hareketli olduğu sana gerçeklik uygulamaları ile problemin kaynağı araştırılır. Tüm bu test ve tetkikler en az 45 dakika sürer. Vertigo yakınmaları, öncelikle iç kulak açısından değerlendirilse de kulak ile ilgili bir sıkıntının gözlenmemesi durumunda kişi ilgili hekimlere yönlendirilmelidir.”

 

Egzersizler ihmal edilmemeli!

 

Meniere hastalığında bazen beslenme alışkanlıklarındaki değişiklik, odyolog kontrolünde yapılan manevralar ile yeri değişen kristallerin tekrar pozisyonlandırılması ve bazen de ilgili sistemin sinirsel bağlantılarını güçlendirmek adına yapılan egzersiz programları ile rehabilitasyon sürecine geçildiğini belirten Dr. Öğretim Üyesi Didem Şahin Ceylan, “Süreç, hastalığın ne olduğuna ve seyrine göre değişmekle birlikte kişiye spesifik olarak bir odyolog tarafından hazırlanır. Uzun süren rehabilitasyon programlarında belirli aralıklar ile kontrol sağlanmalı, test
tekrarları yapılmalı ve hastanın egzersizlerini evde titizlikle yapması gerektiği belirtilmelidir.” dedi.

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Erkek Kısırlığına Modern Çözümler

Evli çiftlerin yaklaşık beşte biri istemelerine rağmen çocuk sahibi olamadıkları için doktora başvuruyor. İnfertilite yani kısırlık problemine her iki cinsiyette de eşit oranda rastlanıyor ve tedaviler kişiye özel olarak planlanıyor. Örneğin çevresel koşulların da bozulmasıyla önemi giderek artan erkek infertilitesinde günümüzde modern yöntemler öne çıkıyor hatta sperm olmaması durumunda bile kök sperm hücreleriyle çocuk sahibi olmak mümkün olabiliyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Üroloji Bölümü'nden Op. Dr. Yusuf İlker Çömez, erkeklerde görülen infertilite ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. 

 

İlk atılacak adım sperm tetkiki yaptırmak
 
Çiftler bir yılın sonunda doğum kontrol yöntemi kullanmadıkları halde çocuk sahibi olamıyorlarsa kadınların bir jinekoloji uzmanına, erkeklerin de bir üroloji uzmanına başvurması önem taşımaktadır. İnfertilite her iki cinsiyette de eşit oranda görülür. Ancak bazen her ikisinin de ortak olarak etkilendiği durumlar olabilmektedir. Bu nedenle yardımcı üreme teknikleri yönünden çiftlerin birlikte ele alınması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Erkekler için ilk olarak en basit olan sperm tetkiki yapılır. Hiç sperm çıkmadığı veya çok az olduğu durumlarda öncelikle bu durumun çözülmesi gerekir. Eğer sperm sayısı ve kalitesi normal ise kadın, jinekoloji uzmanı tarafından değerlendirilir.

 

Bazen problem ilaç tedavisi ve doğru beslenmeyle giderilebiliyor

Erkeklerde kısırlığın en sık görülen nedenlerinden biri “Varikosel” denilen damar genişlemeleridir. Ancak her üç hastanın birinde iyi yapılan bir varikosel ameliyatı sonrası gebelik elde edilmesi mümkün olmaktadır. Varikosel dışındaki erkek kısırlığı nedenleri ise; hormonal bozukluklar, iltihabi bozukluklar, oksidatif stres denilen sperm DNA bozulması ile sonuçlanan etkenlerdir. Bunlar, güncel testler ile artık rahatlıkla tanı konulabilecek problemlerdir. Hava kirliliği ve elektromanyetik dalgaların bu hasarları tetikleyebileceği düşünülür. Sperm normal olsa bile DNA hasarı nedeniyle gebelik elde edilemeyebilir. Ancak bu sorunlar ilaçlar ve beslenme ile tedavi edilebilir. 

 

TESE yöntemiyle azospermiye çözüm
 
Menide hiç sperm olmaması durumuna azospermi adı verilmektedir. Bazı kişilerde doğuştan sperm olmayabilir. Erken yaşta erkek çocuklarında testislerin 6 aya kadar yerine inmemesi ya da geç inmesinden kaynaklanan sperm bozukluklarıyla da karşılaşılabilir. Hiç sperm çıkmaması ve spermin sonradan bozulması durumları da tedavi edilebilir. Bazen kanal tıkanıklığı ya da hormonal bozukluklar nedeniyle azospermi olabilir. Bu tabloda da hasta başarıyla tedavi edilebilir. Bunlar dışında ise tüp bebek yöntemleri ile çocuk sahibi olmak mümkün olabilir. Testis içindeki canlı spermler, TESE denilen yöntemle, ameliyat mikroskobu altında görülen uygun alandan alınarak çocuk sahibi olunabilir.

 

Sperm hücresi yoksa bile çocuk sahibi olunabilir

Testislerden alınan dokularda sperm olmayan ancak kök sperm hücresinin bulunduğu vakalarda da hastaların çocuk sahibi olma potansiyelleri vardır. Son yıllarda gelişen teknoloji sayesinde bu hücrelerin gelişimlerinin hangi aşamada durduğuna göre, uygun tedavi yöntemi ile tüp bebek yapılması mümkündür. Vücudun diğer bölgelerindeki kök hücrelerden de sperm elde etme çalışmaları deneysel olarak devam etmektedir. Ancak henüz insanlar için onaylanmış olan çalışma bulunmamaktadır.

 

Çiftlerin bebek sahibi olmaya çalıştıkları dönemde; vakit kaybetmeden uzman yardımı almaları, umutsuzluğa kapılmayıp sabırlı olmaları ve tedavi planlamasına harfiyen uymaları önemlidir. 

 

Bebek sahibi olmak isteyen erkeklere 7 öneri

 

  1. Sigaradan uzak durun.
  2. Obezite hastalığınız varsa profesyonel yardım alarak kilo verin.
  3. Stresten uzak durmaya çalışın. Eğer başaramadığınızı düşünüyorsanız uzman yardımı almaktan çekinmeyin.
  4. Akdeniz tipi beslenme tarzını benimseyin
  5. Antioksidan yönünden zengin ve taze gıdalar tüketin.
  6. Fast food tüketmeyin, işlenmiş ve hazır gıdalardan uzak durun. Bu tür besinler erkeklerde hormon dengeleriyle oynadığından kısırlık riskinin artmasına yol açmaktadır.
  7. Keçiboynuzu ve portakal suyu gibi vücuttan toksinleri uzaklaştırabilen besinleri tercih edin.

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Baharda enerjinizi yükseltecek 10 besin

Kış boyunca daha az harekete alışan vücudumuzun ve yavaşlayan metabolizmamızın baharın gelmesi ve doğanın canlanmasıyla birlikte değişen ısı, ışık ile nem oranına adapte olmaya çalışması bahar yorgunluğuna sebep olabiliyor. Sonuç; yorgunluk, huzursuzluk ve uyku hali! Neyse ki bahar yorgunluğu önlenemez bir durum değil. Özellikle A,C ve E vitaminleri gibi bağışıklık sistemi üzerinde önemli rol oynayan vitaminlerden zengin besinleri tüketerek, bolca su içerek ve düzenli egzersiz yaparak bahar yorgunluğunun önüne geçebiliriz. Ayrıca bazı besinleri soframızdan eksik etmememiz de baharı zinde geçirmemizde kilit rol üstleniyor! Peki baharda hangi besinleri düzenli tüketmeliyiz? Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Deniz Uzunoğlu, baharda zindelik sağlayan 10 besini anlattı; önemli bilgiler verdi! 

Yumurta

Yumurta içeriğindeki zengin protein sayesinde özellikle bahar yorgunluğuyla savaşan önemli bir besin. İçerdiği kolin hücre çeperinin korunmasına yardım ederken, biyotin ve A vitamini de bağışıklığı güçlendiriyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Deniz Uzunoğlu içeriğindeki biyotinden yararlanabilmek için yumurtanın doğru pişirilmesi gerektiğini belirterek, “İyi pişmiş yumurtada yeşil halka oluşmamasına dikkat edilmeli, çünkü demir-sülfür olarak adlandırılan bu halka demirin vücutta kullanımını engelliyor. Sağlığımız üzerindeki pek çok faydası nedeniyle günde bir adet yumurtayı mutlaka tüketin” diyor”

Elma

Posa kaynağı pektinden zengin olan elma bağırsak sağlığını destekliyor ve antioksidan bir vitamin olan C vitamini açısından zengin yönüyle de bahar yorgunluğunun etkilerini azaltmada destek sağlıyor. Günde bir adet elma tüketmeniz bir porsiyon meyve ihtiyacınızı karşılıyor. 

Çilek

“İçerdiği antosiyanin maddesiyle yüksek antioksidan özellik gösteren çilek, vücudun bahar yorgunluğuyla savaşmasına katkı sağlıyor.” diyen Beslenme ve Diyet Uzmanı Deniz Uzunoğlu, çileğin aynı zamanda B6 vitamin içeriğiyle stresli durumlarda sakinleşmenize destek olduğunu belirtiyor. Günde 10-12 adet çilek tüketmeniz bir porsiyon meyveye denk geliyor. 

Enginar

Faydaları saymakla bitmeyen enginar, potasyum, magnezyum, A vitamini ve B3 vitaminine ek olarak içerdiği ‘ciarin’ ile organların düzenli çalışmasına yardım etmesinin yanı sıra vücut yorgunluğuyla da savaşıyor. Prebiyotik etkisiyle bağırsak sağlığını destekleyen ve düşük kaloriye sahip olan enginarı haftada 2-3 porsiyon tüketmeyi ihmal etmeyin. 

Ispanak 

En zengin antioksidan kaynaklarından biri olan ıspanak, içerdiği magnezyum, demir ve potasyum içeriğiyle vücut direncinin arttırılmasında rol oynuyor, bu sayede bahar yorgunluğuna karşı iyi geliyor. Düşük kalorisi ve zengin lif içeriğiyle bağırsak sağlığını da destekliyor. Ispanakta yüksek miktarda bulunan ‘kuersetin’ vücudun stresle savaşmasına katkıda bulunuyor.

Roka

Glukozinolat ve yüksek klorofil içeriğiyle güçlü bir antioksidan olan roka, bahar yorgunluğunun vücutta yarattığı stresle savaşarak zindeliği arttırıyor. Güne daha enerjik başlamak için kahvaltılarınızda rokaya mutlaka yer verin. 

Ceviz

E vitamini içeriğiyle bağışıklık dostu ve değerli yağ asit örüntüsüyle beslenmemizde mutlaka yer vermemiz gereken ceviz, içerdiği antioksidan polifenolik bileşenler ile kabuk kısmında bulunan lif sayesinde bahar yorgunluğunun vücutta yol açtığı stresle savaşıyor. Baharı zinde geçirmek için günde 2 adet ceviz tüketmeyi alışkanlık haline getirin. 

Kivi

Kivi içerdiği bol miktarda C vitamini sayesinde bağışıklığın güçlenmesinde önemli role sahip. Yapılan çalışmalar, kivinin ruh halimizi iyileştirdiğini ve daha enerjik hissetmemizi sağladığını gösteriyor. Kiviyi kahvaltınızda yumurtayla birlikte tüketmeniz güne daha enerjik başlamanıza destek sağlayacaktır. 

Semizotu 

Yüksek omega-3 oranına sahip semizotu ayrıca içerdiği potasyum ve magnezyumla birlikte bağışıklığın güçlenmesine katkıda bulunuyor, bahar yorgunluğuyla başa çıkmanıza destek veriyor. Düşük kalori, yüksek vitamin ve mineral içeriğiyle sofralarınızdan eksik etmemeniz gereken semizotu yoğurtla birlikte tüketildiğinde daha da faydalı oluyor. 

Erik 

Beslenme ve Diyet Uzmanı Deniz Uzunoğlu eriğin yüksek C vitamini içeriğiyle demir emilimini arttırdığını belirterek, “Erik sahip olduğu antioksidan özellikler sayesinde bağışıklığı sistemini destekliyor ve yorgunluğa karşı vücut direncini arttırıyor” diyor. 

———————–Kutu bilgisi———————-

Baharda zinde olmanın 5 püf noktası! 

Beslenme ve Diyet Uzmanı Deniz Uzunoğlu, baharda zinde olmanın kurallarını şöyle sıralıyor: 

  • Güne mutlaka kahvaltı öğünüyle başlayın. Öğün atlamayın.
  • Yüksek glisemik indeksli besinler kana hızlı karışıyor; kan şekerini hızla yükseltip, düşürüyor. Kan şekerindeki bu dalgalanmalar yorgunluk ve uyku haline neden oluyor.  Düşük glisemik indeksli besinler tüketmeniz kan şeker kontrolünü sağlamada en iyi tercih olacaktır.
  • Haftalık toplamda 150 dakika olacak şekilde, en az 3 gün 45-50’şer dakika tempolu yürüyüş yapmaya özen gösterin. Yürüyüş hem kilo kontrolünü sağlıyor hem de kendinizi daha enerjik hissetmenize yardımcı oluyor.
  • Yeterli uyku; fiziksel ve ruhsal stres yönetimi üzerinde etkili oluyor. Ayrıca bağışıklık sistemini destekleyici sitokinlerin salınımı uyku sırasında gerçekleşiyor. Uykudan 1-2 saat önce besin tüketimini kesmeniz uyku kalitesini arttıracaktır.
  • Su tüketimi, vücuttaki toksinlerin uzaklaştırılması, bakteri ile virüslerin etkisiz hale getirilmesi ve vücudun zinde kalması için çok önemli. Kilo başına 30 ml olarak hesaplayarak yeterli su tüketimini her gün sağlamalısınız. Kahve ve çayın suyun yerini tutmayacağı gibi, vücuttan kaybedilen su miktarını arttıracağını da göz ardı etmeyin.

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Türkiye’de önlenebilir nedenlere bağlı anne ölümleri oranı 62

Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı Hakları Platformu (CİSÜ), Türkiye’de cinsel sağlık ve üreme sağlığına ilişkin pandemi öncesinde yapılan son araştırmanın bulgularını, 28 Nisan’da düzenlenen etkinlikte paylaştı. Çevrimiçi olarak düzenlenen etkinlikte, Türkiye’de kız çocukları ve kadınların cinsel sağlık ve üreme sağlığı hizmetlerine erişimlerindeki zorluklara dikkat çekildi. Konuşmacılar, kırsal nüfus, kent yoksulları ve Suriyeli göçmenler, LGBTİ+’lar gibi dezavantajlı grupların bu hizmetlere erişimde daha çok sorun yaşadığını ve ayırımcılığa maruz kaldığını vurguladı. Uzmanlar, en yakıcı sorunlardan biri olan önlenebilir anne ölümlerinin azaltılması için, özellikle ergen yaşta gebelikler ve çocuk yaşta erken ve zorla evliliklerin önlenmesi gerektiğinin altını çizdi.

 

Uluslararası Çocuk Merkezi (ICC) ve Başkent Üniversitesi Kadın-Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Araştırma ve Uygulama Merkezi (BÜKÇAM) tarafından hazırlanan “Türkiye’de Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı Durum Analizi Raporu”, CİSÜ Platformu’nun 28 Nisan’da düzenlediği çevrimiçi konferansta sunuldu. CİSÜ Platformu Yürütme Kurulu Üyesi Bahar Yavuz’un moderatörlüğünde düzenlenen etkinlikte, Başkent Üniversitesi BÜKÇAM Müdürü ve TAPV Yönetim Kurulu Üyesi Prof Dr. Ayşe Akın, Uluslararası Çocuk Merkezi Başkanı Prof. Dr. Tomris Türmen, Uluslararası Çocuk Merkezi Adolesan, Gençler ve Kadın Sağlığı ve Hakları Program Koordinatörü Dr. Ayşegül Esin ve Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sare Mıhçıokur konuşmacılar arasındaydı. Konuşmacılar, pandemi koşullarında hazırlanan raporun ortaya koyduğu verileri değerlendirirken eğitim ve sağlık alanında yürütülmesi gereken politikalar konusunda da somut önerilerde bulundu.

 

Uluslararası Çocuk Merkezi Başkanı Prof. Dr. Tomris Türmen konuşmasında; “Türkiye’de Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı Durum Analizi Raporu”nu hazırlarken son 5 yılın bilimsel yönden fotoğrafının çekildiği, yoğun literatür incelemesi ve araştırması yapıldığı ve çarpıcı sonuçlara ulaşıldığını söyledi. Özellikle önlenebilir anne ölümlerinin kabul edilemez olduğunu belirten Türmen: “Biz bu konuşmayı yaparken halen dünyada 1000 kadın aslında önlenebilir nedenlerle hayatını kaybediyor” dedi. Prof. Dr. Tomris Türmen, toplumsal cinsiyete dayalı şiddete de değindiği konuşmasında, şiddetin ortadan kaldırılmasının çocuklara çok erken yaşta toplumsal cinsiyet eşitliğini öğretmekle mümkün olduğunu belirtti.  

 

Nitel araştırması 15 Ekim-21 Aralık 2020 tarihlerinde yürütülen rapora göre, Türkiye’de önlenebilir anne ölümleri, tüm anne ölümlerinin 3'te 2'sini oluşturuyor. Başkent Üniversitesi BÜKÇAM Müdürü ve TAPV Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ayşe Akın, önlenebilir anne ölümlerinin halen bu denli yüksek olmasına ilişkin şu sözleri kaydetti: “Aslında Türkiye’nin anne ölümleri konusunda geçmişi, bir başarı öyküsüdür. Anne ölümleri içinde sağlıksız düşüklerin payını yasalar ve hizmetlerle önemli ölçüde düşürdük. Ne var ki hala önlenebilir nedenlere bağlı ölüm yüzde 62. Kırsal kesimde bu oran kentlerin iki katı. Bu fark, ekonomik eşitsizliklerin sağlığa erişimi engellediğini ve sağlıkta hak temelli yaklaşımın yetersiz olduğunu gösteriyor.”

 

Uluslararası Çocuk Merkezi Adolesan, Gençler ve Kadın Sağlığı ve Hakları Program Koordinatörü Dr. Ayşegül Esin ise anne ölümlerinin düşürülmesi için toplumsal cinsiyet odaklı sağlık anlayışının benimsenmesi gerektiğini ve bu kapsamda bir eğitim sürecinin aciliyetini vurguladı. “Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı’nın 2030 için belirlediği hedeflere ulaşabilmek, kadının toplumdaki statüsünün yükseltilmesinden ve toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanmasından geçiyor. Ayrıca, sağlık personeline tazeleme kursları, hizmet içi eğitimler verilmeli. Güvenli doğum hizmetleri ve eğitimli sağlık çalışanlarının yardımı ile doğumların yapılması, anne ve bebekte sağlık risklerinin azaltılması için savunuculuk çalışmaları ile özellikle gebenin kayınvalidesi de dahil ailesine iletişim, eğitim ve danışmanlık verilmesi kritik önemde” ifadelerini kullandı. 

 

Konferansta öne çıkarılan en çarpıcı sonuçlarından birisi de giderek artan ergen gebeliği ve buna bağlı olarak gelişen riskler oldu. Dr. Ayşegül Esin de konuşmasında, özellikle önlenebilir anne ölümlerinin azaltılması için, özellikle ergen yaşta gebelikler ve öncelikle çocuk yaşta erken ve zorla evliliklerin önlenmesi gerektiğinin altını çizdi. “Türkiye genelinde ergen kız çocuklarının birinci ölüm nedeni hamilelik ve doğum. Ergen yaşta gebelikler ve öncelikle çocuk yaşta erken ve zorla evliliklerin önlenmesi, atılması gereken en acil adımlardan bir tanesi” diye konuştu. Rapora göre, Türkiye’de her üç ergen gebelikten birisi erken doğumla sonuçlanıyor. Konuşmacılar, özellikle Türkiye’de çocuk yaşta, erken ve zorla evlilikleri meşrulaştıran söylemlerin ergen hamileliği oranlarını artırdığını, Suriyeli göçmenler arasında ergen gebelik oranlarının çok daha fazla olduğunun altını çizdi. Türkiye’de yaklaşık 3,6 milyon kayıtlı Suriyeli göçmenler arasında yapılan araştırmaya göre, her 100 ergenden 39’u ya anne ya da hamile. 

 

Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sare Mıhçıokur da bu veriler ışığında yaptığı sunumda, gençlerin kapsamlı cinsel sağlık eğitiminden geçmelerinin önemini vurguladı. “Bu alana dair eğitim programlarının örgün eğitim
müfredatı içerisinde, sistematik olarak yaşa uygun yapılandırılmasına yönelik savunuculuk faaliyetleri yürütülmeli. Ergenlerin özellikle cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar, istenmeyen gebelikler, cinsel istismar konuları hakkında detaylı bilgiye ulaşımı, istismarla karşılaşma halinde başvuru mekanizmaları, hukuki yardım süreçleri, acil telefon numaraları hakkında bilgilendirilmeleri sağlanmalı. Okullarda cinsel sağlık ve üreme sağlığı konusunda danışmanlık hizmeti alınabilecek danışmanlık merkezleri açılmalı” cümlelerini kullandı.

 

Öte yandan konferansta, ergen gebeliğinin yarattığı bir diğer sorun olarak sezaryen oranlarının artmasına işaret edildi. Rapora göre, Türkiye’de doğumların yüzde 52’si sezaryen ile gerçekleşiyor. Bu oran, Avrupa ve dünya ortalamasının bir hayli üzerinde. Dünya Sağlık Örgütü sezaryenle doğum oranının yüzde 10-15 olmasını ideal olarak tanımlıyor. 

 

Doç. Dr. Sare Mıhçıokur konuşmasında ayrıca, raporun sunduğu verilerin, Türkiye’de kadın ve kız çocuklarının cinsel sağlık ve üreme sağlığı konusunda yaşadığı en büyük zorluklardan birisinin de doğurganlığın düzenlenmesi olduğunu söyledi. Doç. Dr. Mıhçıokur, “Son 5 yılda modern ve geleneksel yöntemlere ilişkin kadınların bilgi düzeylerinde belirgin bir azalma olduğu görülmekte. İstenmeyen gebelikler yüzde 15-46,2 civarında ve kadınların yüzde 45,8’i gebe kaldığı sırada herhangi bir yöntem kullanmadığını ifade ediyor” dedi. 

 

Rapora göre doğurganlığın düzenlenmesi konusunda karşılanmamış ihtiyaç, Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA) 2013 sonuçlarında yüzde 6 iken, 2018 sonuçlarında ikiye katlanarak yüzde 12’ye yükselmiş durumda. Buna göre, Türkiye’de her 3 aileden 1’inin aile planlaması hizmetleri ihtiyaçları karşılanamıyor, yani yüzde 33’ü etkili gebeliği önleyici yöntemlere ulaşamıyor. Mıhçıokur, bu verilerin, son yıllarda yükselen kürtaj karşıtı, doğurma yanlısı politikaların bir sonucu olduğunu ifade ederken şu ifadeleri kullandı: “Yasal çerçeve olmasına rağmen uygulamadaki zorluklar, engeller nedeniyle kadınların istenmeyen gebeliklerin sonlandırılması hizmetlerine ulaşamadığı görülüyor. Eşin rıza vermemesi, tıbbi düşük ilaçlarının ruhsatlandırılmaması gibi yasal kısıtlamalar, ‘yazılı olmayan’ kürtaj karşıtı, doğumdan yana politikalar da kürtajı ya da isteyerek düşük yapmayı giderek zorlaştırıyor.”

 

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin de anne ve bebek sağlığını olumsuz etkilediği, araştırmanın önemli bulguları arasında. Dünya Ekonomi Forumu’nun 2020 Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu’na göre Türkiye, 153 ülke arasında 130’uncu sırada. Bununla birlikte sağlık hizmetleri engelliler, gençler, göçmenler, kadınlar, LGBTİ+’lar gibi dezavantajlı grupların ihtiyaçlarına uygun olarak düzenlenmiyor; bu gruplar cinsel sağlık ve üreme sağlığı hizmetlerine erişimde daha çok sorun yaşıyor ve ayırımcılığa maruz kalıyor. Raporun bu bölümüne ilişkin detaylara konuşmasında yer veren Türkiye Aile Planlaması Vakfı (TAPV) Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ayşe Akın, özellikle sağlık konusunda savunuculuk yapan örgüt ve derneklere seslendi: “Araştırma sonuçlarının en önemli ve ortak bulgusu, dezavantajlı grupların cinsel sağlık ve üreme sağlığı hizmetlerine gereksinimlerinin diğer herkesle aynı ölçüde olduğunu, ancak bu hizmetlere erişimlerinin olmadığı. Bunun ardında yatan neden, bilinçli ya da bazen de bilinçsiz ayrımcılıkların yapılıyor olması. Bu nedenle savunuculuk çalışmalarında üzerinde durulması gereken şey, devletin bu grupları güvence altına alması, temel görevi gereği bu gruplara sahip olduğu hakları ve hizmetleri sunabilmesi ve ayrımcılık yapılmamasıdır.”

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Parkinson Hastalarını Beyin Pili Yaşama Bağlıyor

“Parkinson Hastalarını Beyin Pili Yaşama Bağlıyor”

 

Halen özellikle ileri yaştaki kişiler için ciddi bir sorun teşkil etmeye devam eden Parkinson tedavisinde doğru hastaya doğru tedavi seçimi elde edilecek sonucun başarısını etkiliyor. Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. A. Hilmi Kaya, özellikle ilaç tedavisinden yarar görmeyen ileri evre vakalarda beyin pili tedavisinin hastaları tekrar yaşama bağladığını söyledi. 

 

Beyinde hücreler arasındaki iletişim bir takım maddeler tarafından sağlanıyor. Hareketlerimizin kontrolü ve uyumundan da sorumlu olan dopamin üretimini sağlayan hücrelerin bozulması sonucunda Parkinson gelişiyor. Yeditepe Üniversitesi Koşuyolu Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Hilmi Kaya, genellikle 60’lı yaşlardan sonra ortaya çıkan bu sorunun özellikle genetik etkenlere bağlı olarak daha erken dönemde de görülebildiğini söyledi. Hareket bozukluğu, titreme, vücut katılığı, yavaş adımlarla yürüme, yüz ifadesinde farklılaşma, unutkanlık gibi şikâyetlerin hastalığın belirtileri arasında yer aldığını anlatan Prof. Dr. Kaya, zamanında ve doğru tanının önemine işaret etti. 

 

 “BEYİN PİLİ YAŞAMA BAĞLIYOR”

 

Erken evrede tanı konulan hastaların başlangıç aşamasında ilaç tedavisiyle tama yakın bir düzelme sağlayabileceklerine işaret eden Prof. Dr. A. Hilmi Kaya, “Erken tanı almış bu hastalarda ilaç tedavisiyle yüz güldürücü sonuçlara ulaşılır. 5-10 yıl sonrasında ileri evreye gelen vakalarda ise cerrahi tedavi gündeme gelir” diye konuştu. Parkinson’un cerrahi tedavisinde uyguladıkları beyin pili (derin beyin stimulasyonu) tedavisinde uygun hasta seçiminin çok önemli olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Kaya, sözlerine şöyle devam etti: 

 

“Beyin pili ameliyatı, cerrahi ve teknik olarak modern ekipmanlar ve hesaplamalar gerektiren bir ameliyattır. İşlem sırasında bir delik açılarak kateter yardımıyla girip belirlenen noktaya elektrot yerleştiriyoruz. Burada önemli olan ameliyat sırasında kullandığımız ekipmanlar ve hesaplamalardır. Bu sayede ameliyat sırasında kapsamlı değerlendirmeler yapabiliyoruz. Beyin pili tedavisi özellikle idiyopatik Parkinson’da çok etkilidir. Dolayısıyla hasta ne kadar iyi seçebilirsek etkinliği o kadar garantileyebiliriz.” Beyin pilinin Parkinson hastaları için çok önemli ve onları yaşama bağlayan bir tedavi olduğunu söyleyen Prof. Dr. Kaya, hastaların bu sayede yakınlarına olan bağımlılıklarından kurtulmaya başladığını ve kendi ihtiyaçlarını karşılayabilir hale geldiğini belirtti. Cerrahi sonrasında da hastaların düzenli kontrollerinin yapılması gerektiğini anlatan Prof. Dr. Kaya, “Beyin pilinin ömrü 5-10 yıl arasında değişir. Sonrasında ise tekrar büyük bir cerrahi işleme gerek kalmadan çok daha basit bir işlemle değiştirilebilir. Bu noktada önemli olan hastaların bu tedaviden elde ettikleri kazanımdır. Düzenli yapılacak kontrollerde de hastanın durumuna göre gerekli ayarlamalar yapılabilir”  diye konuştu.

 

TEDAVİ HASTALIĞI DEĞİL BULGULARI GİDERİR

 

“Tedavi konusunda bir diğer önemli noktanın hasta ve hasta yakınının doğru beklentiler içinde olmasının sağlanmasıdır” diyen Prof. Dr. A. Hilmi Kaya, sözlerine şöyle devam etti: “Bilinmelidir ki Parkinson’u tamamen ortadan kaldırabilecek bir tedavi bulunmuyor. Tedaviyle hastalık değil belirtiler ortadan kaldırılır. Pil özellikle hareket sistemi üzerinde yarar sağlar. Vücut yavaşlığında azalma, hızlı hareket edebilme, vücut katılığında azalma ve daha rahat hareket edebilme gibi. Bununla birlikte hasta, titremesi azaldığı için yemeğini rahat yiyebilir, günlük işlerini yapabilir hale gelir ki bu şekilde yaşam kalitesinin yükselmesi sağlanır. Hastalar ‘ben bu hastalığı atacağım’ diye düşünebilir. Ancak bu düşünce hayal kırıklığı yaratabilir. Çünkü hastalıkta zaman zaman kötüleşme dönemleri yaşanabilir. Ancak günde 18 saat boyunca desteğe ihtiyaç duyan hastanın, günde yarım saat, 1 saat desteğe ihtiyaç duyacak boyuta gelmesi bile oldukça başarılı bir sonuçtur.” 

 

 “PARKİNSON’DA ARTIŞ YOK”

 

Parkinson’un özellikle ileri yaşlarda ortaya çıkmakla birlikte daha genç yaşlarda da görülebildiğini hatırlatan Yeditepe Üniversitesi Hastaneleri Beyin ve Sinir Cerrahisi uzmanı Prof. Dr. A. Hilmi Kaya, sözlerini şöyle tamamladı: “Şu an için hasta sayında artış olduğunu gösteren bir veri yok. Bazı çalışmalarda 65 yaş üzerinde binde 3-5 oranında ciddi klinik bulgu veren Parkinson’u olma ihtimali çok yüksek. Bu oran 40’lı yaşlarda oldukça düşüktür. Genetik zemini de olan bu hastalıkla ilgili bilgiler arttıkça da farklı tedavi seçenekleri de gelişecektir.”

 

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Akıl, Beyin, Kültür”de bu hafta hastalık-sağlık konuşulacak

Farklı bakış açılarının zıt kavramları tartıştığı “Akıl, Beyin, Kültür” programı, TV 100 ekranlarında seyirciyle buluşmaya devam ediyor. Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan moderatörlüğünde, siyaset bilimci Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan ve nöroloji uzmanı Prof. Dr. Sultan Tarlacı’nın kavramları inceledikleri programın 2 Mayıs 2021 Pazar günü ekrana gelecek bölümünde “hastalık-sağlık” konusu ele alınacak.

 

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın, Üsküdar Üniversitesi Rektör Danışmanı, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan ve NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Sultan Tarlacı ile birlikte hazırladığı, “Akıl, Beyin, Kültür” programı yoğun ilgiyle takip edilmeye devam ediyor.  

 

Her bölümde zıt iki kavramın, farklı uzmanlık alanlarının görüşleriyle ele alındığı programın 30’uncu bölümü, 2 Mayıs 2021 Pazar günü saat 12:20’de TV 100 ekranlarında izleyici ile buluşacak. 

 

30’uncu bölümde “hastalık-sağlık” kavramları, Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan ve Prof. Dr. Sultan Tarlacı tarafından psikiyatri, uluslararası ilişkiler, dünya siyaseti, nöroloji gibi pek çok alanı içeren açılardan değerlendirilecek.

 

Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi Kütüphanesi’nde çekimi gerçekleştirilen programa Üsküdar Üniversitesi Ergoterapi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sevda Asqarova’nın canlı piyano performansına her bölümde bir de farklı enstrüman eşlik ediyor. 

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Hamur işi ve tatlı isteği depresyon habercisi olabilir

Mevsimsel depresyonun depresyonun bir türü olduğunu belirten uzmanlar, kadınlarda erkeklere oranla daha fazla görüldüğüne dikkat çekiyor. Mevsimsel depresyonun en yaygın belirtilerinin artmış uyku ihtiyacı ile gündüz ağırlık hissi, yorgunluk, halsizlik, baş ağrısı veya başka fiziksel sorunlar, odaklanma ve düşünceyi toparlamakla ilgili sorunlar olduğu kaydediliyor. Belirtiler arasında cinsel isteğin azalması, hamur işi ve tatlı gibi kan şekerini yükselten yiyeceklere yönelme ve kilo alma da yer alıyor.

 

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Uzman Psikolog Sera Elbaşoğlu, mevsimsel depresyon konusunda bilgi verdi, tavsiyelerde bulundu.

 

Uzman Psikolog Sera Elbaşoğlu, mevsimsel depresyonun, depresyonun bir türü olduğunu belirterek “Tam olarak açık bir nedeni olmasa da sonbahar ve kış aylarında yani daha kısa günlerin ve daha az gün ışığının beyinde kimyasal birtakım değişiklikler yaparak depresyon belirtilerine yol açtığı düşünülmektedir. Ayrıca uykuyla ilgili bir hormon olan melatonin ile mevsimsel depresyonun bir ilişkisi olabileceği de düşünülmektedir. Mevsimlerin ve gün ışığının insan üzerinde birçok fizyolojik ve psikolojik etkisi vardır.” dedi.  

 

Kadınlarda daha sık görülüyor

 

İki tür mevsimsel depresyon olduğunu belirten Elbaşoğlu, “Birincisi sonbahar sonundan veya kış aylarının başında başlayan ve yaz aylarında hafifleyen; ikincisi ise çok daha az yaygın olan, ilkbaharın sonları veya yaz başı gibi başlayan türüdür. Hastalığın belirtileri her yıl benzer zamanlarda gelmekte ve yine benzer zamanlarda hafiflemekte veya iyileşmektedir. Genellikle yetişkinlikte başlayan bu depresyon türü kadınlarda erkeklerden daha sık görülür.” dedi.  

 

Bu belirtilere dikkat!

 

Mevsimsel depresyonun en yaygın belirtilerine de dikkat çeken Sera Elbaşoğlu, “En yaygın semptomlar artmış uyku ihtiyacı ile gündüz ağırlık hissi, yorgunluk, halsizlik, baş ağrısı veya başka fiziksel sorunlar, odaklanma ve düşünceyi toparlamakla ilgili sorunlar, tekrarlayan ve olumsuz içerikte düşünceler, önceden keyif alınan iş ve uğraşılara olan ilgi ve haz almada kayıp, içe çekilme, çabuk öfkelenme, kaygılı olma, mutsuzluk, suçluluk,  umutsuzluk, cinsel isteğin azalması, hamur işi ve tatlı gibi kan şekerini hızla yükselten yiyeceklere yönelme ve kilo almadır.” diye konuştu.

 

Güneş ışığı semptomları azaltabiliyor

 

Bu iki tür depresyonun tedavisi genelde farklılık gösterdiğini kaydeden Sera Elbaşoğlu, şu bilgileri verdi:

 

“Güneş ışığı alma, semptomların azalmasına katkı sağlayabilir. Bu eğer mümkün değilse hastanelerde kontrollü bir şekilde, belli aralıklarla ve sürelerle özel bir ışık tedavisi yapılabilmektedir. Psikoterapiler depresif belirtilerin artmasında etken olan birtakım çarpık düşüncelerin değiştirilmesi, kişilerarası iletişim yönetimini geliştirerek stresle ve depresif duygulanımlarla başa çıkma konusunda kişiye yardımcı olabilmektedir. Antidepresanlar gibi bir ruh sağlığı uzmanının reçete edebileceği ilaçlar mevsimsel depresyona yol açabilen kimyasal dengesizliği düzenlemeye yardımcı olabilir. Bu tedavi seçeneklerinin biri ya da kombinasyonu kişi için bir ruh sağlığı uzmanı tarafından düzenlenebilir.”

 

Mevsimsel depresyonun hastalık olduğu kabul edilmelidir

 

Mevsimsel depresyon ya da depresyonun herhangi bir türü için kişinin kendisinin yapabileceği pek çok şey olduğunu kaydeden Sera Elbaşoğlu, “Yukarıda sayılan belirtiler kişiyi hareketsiz kılar ve günlük etkinlik düzeyini minimuma indirme eğilimindedir. Zorunda olmadıkça bir şey yapmak güçtür. Bazen kişiler, zorunda olunan sorumlulukları bile yürütemez hale gelirler. Fiziksel yorgunluk, isteksizlik, haz alamama, umutsuzluk yani hiçbir şey değişmeyecek, düzelmeyecek hissi çok güçlü olabilir ve kişiye güne başlamak için gerekli motivasyonu verecek pek bir şey yok gibidir. Öncelikle bunun bir hastalık olduğu, kişinin kendi yapısı ya da normalinin olmadığını idrak etmesi ve durumun değişebileceğini fark etmesi gerekir. Değişmeyeceğini düşündüğümüz bir şey için çabalamak anlamsız gelir.” dedi. 

 

Günlük rutinlere dönmek önemlidir

 

Depresif süreçlerde genelde öncelikle diş fırçalama, banyo yapma gibi kişisel bakımın aksatılmaya başlandığını belirten Sera Elbaşoğlu, “Bu gibi kaybedilen günlük rutinlere planlı ve ölçülü şekilde yeniden dönmek önemlidir. Bozulan yemek düzenini sağlıklı hale getirmek, aktivite miktarını artırmak, aile ve arkadaşlarla vakit geçirmek, eskiden hoşlanılan aktiviteleri yapmak iyi gelecektir. Ayrıca tekrarlayıcı olumsuz düşüncelerden uzaklaşmaya çalışma da çok önemlidir. Bu düşünceler geçmişte yaşanan birtakım üzüntü verici ya da olumsuz duygular hissettiren   olaylarla ilgili olabileceği gibi sıklıkla kişinin kendi durumu üzerine umutsuz ve kaygılı nitelikte de olurlar.” diye konuştu. 

 

Bu önerilere kulak verin!

 

Uzman psikolog Sera Elbaşoğlu, tavsiyelerini şöyle sıraladı:

“Başlangıçta bunların tümünü birden yapmaya çalışmak gerçekçi bir hedef olmayacaktır. Bunları bulunduğunuz noktaya göre ve fazla yük oluşturmayacak şekilde planlamak önemlidir. Örneğin aktivite düzeyi çok azalmış birisi için 10-15 dakika dışarıya çıkmak ve kısa bir yürüyüş yapmak iyi bir başlangıç olabilir. Veya konuşmanın iyi geleceğini düşündüğünüz biriyle buluşmak, sinemaya gitmek iyi gelebilir. Tabi ki hali hazırda pandemi döneminin getirdiği sınırlılıklar ile fiziksel ve duygusal etkileri göz ardı etmek de gerçekçi olmayacaktır. Açık havada, tedbirler çerçevesinde insanlarla görüşmek, yürüyüş yapmak gibi aktivitelerin yanı sıra daha kolaylıkla gerçekleştirilebilen online görüşmelerle sevilen kişilerle vakit geçirilebilir. Ufak çabalar enerji getirecektir ve bu da yeni şeyler yapmak için motivasyon sağlayacaktır. Hareketin kendisi hareket getirir. Bir tedavi planı içerisindeki ilaçlar da kişinin depresif belirtilerinin azalmasına yardımcı olacak ve depresif süreçle daha iyi baş etmesini de sağlayacaktır. Depresyonun hangi türü olduğu fark etmeksizin psikoterapiler de psikolojik dayanıklılığı arttırarak koruyucu bir işlev üstlenirler.”

 

Uzman Psikolog Sera Elbaşoğlu, “Son söz olarak, mevsimsel depresyon tedavisi diğer hemen tüm psikiyatrik hastalıklarda olduğu gibi çoklu alanlara müdahale gerektirir. Bu da esasında insanın karmaşık ve incelikli doğasıyla ilişkilidir.” diye konuştu.

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Selin Şekerci: “Her sene ısrarla konservatuvar sınavlarına giriyordum.”

Hem PSM Online’dan hem de Zorlu PSM YouTube kanalından seyircilerle buluşan “İbrahim Selim ile Bu Gece”nin bu haftaki konuğu, güzel ve başarılı oyuncu Selin Şekerci oldu.

Müzikten, stand-up’a, mizahtan güncel konulara; kültürün her alanına dokunan ve her anı eğlence dolu dakikalara sahne olan Zorlu PSM YouTube kanalında yayınlanan “İbrahim Selim ile Bu Gece”nin yeni bölümünde sevilen oyuncu Selin Şekerci, hem samimi itirafları hem de neşeli tavrıyla geceye damgasını vurdu.

Sektöre çok erken yaşta girdiğini de anlatan güzel oyuncu, oyunculuk yaparken bir yandan da konservatuvar sınavlarına hazırlandığını ve her sene 9 Eylül Üniversitesinin sınavlarına girdiğini anlattı. Yetenek sınavının jüri üyelerinin kendisine “Yine mi sen geldin?” dediklerini de anlatan güzel oyuncu; “Her sene ısrarla giriyordum sınavlara, hatta hiç unutmam bir jüri üyesi “O zaten dizilerde oynuyor, gitsin televizyona iş yapsın onda tiyatro enerjisi yok.” dediğini duymuştum. Sonra o jüri üyesi benim oynadığım bir dizi için seçmelere girdi. Başka bir şey söylememe gerek yok bence.” sözleriyle anlattığı eğlenceli anısıyla herkesi kahkahalara boğdu.

Yakın zamanda dijital bir platformda yayınlanmaya başlayan dizisiyle ekranlara dönen Şekerci, ilk defa dijital bir platforma iş yapmış olmanın deneyimini ise; “Ana akıma iş yapmaktan çok daha keyifliydi kesinlikle. Hani sabah olsa da sete gitsem diye düşündürtüyordu ve sete gitmeyi özletiyordu bana. Ana akımda buna fırsatımızın bile olmadığı bir tempo oluyor ne yazık ki. Set gecenin üçünde bitiyor sabahın yedisinde yeniden set oluyordu ana akıma yaptığımız işlerde. Bunun yanında insanlardan aldığımız geri dönüşler de çok güzel oldu. “Böyle bir şey izlemeye ihtiyacımız vardı.” diyorlar mesela. En kıymetli yorum da bu oluyor. Sonuçta bizim işimiz insan hikayesi her şeyiyle. Hem günahıyla hem sevabıyla. İnsanlar da bunu özlemiş, onu görüyorum gelen geri dönüşlerden.” ifadeleriyle anlattı. 

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

İŞ Sanat Çevrim içi sezonunu yıldız isimlerle tamamlıyor

İş Sanat, 21. sezonuna Mayıs ayı etkinlikleriyle veda ediyor. Sezonun açılışını da yapan, çoğunluğu bağımsız çalışan müzisyenlerin oluşturduğu İstanbul Ensemble yine şef Serdar Yalçın yönetiminde bu kez kapanışa imza atıyor. 

İş Sanat, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı, Ramazan Bayramı ve Anneler Günü kutlamalarının yer aldığı mayıs programında her yaşa ve her zevke hitap eden içerikleri seyircisine sunacak. 

19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nı Sattas, Ceza ve Melek Mosso ile kutlayacak olan İş Sanat, Ramazan Bayramı’nda ise Ümit Besen’i seyircisiyle buluşturacak. Besen’in sahnesine Pamela ve Eda Baba konuk olacak. Türkiye’nin köklü müzik gruplarından Yeni Türkü’nün İş Sanat’taki konseri ise Anneler Günü’nde seyircisi ile buluşacak. 

Sezonun son caz konseri ise Sabri Tuluğ Tırpan, Eylem Pelit, Volkan Öktem, Hamdi Akatay, Cenk Erdoğan’ın yer aldığı “Almagest Quintet” ile gerçekleşecek.

İş Kuleleri Salonu’nda seyircisiz kaydedilen tüm konser ve dinletiler saat 20.30, çocuk etkinlikleri ise 15.00’te yayında olacak. Etkinlikler ilk gösterim tarihlerinden itibaren, İş Sanat'ın YouTube kanalında ve internet sitesinde yıl sonuna kadar ücretsiz olarak izlenebilecek. 

 

Sattas, Ceza ve Melek Mosso 19 Mayıs’ı kutluyor

Reggae müziğin ülkemizdeki önemli temsilcisi SattasCeza ve Melek Mosso ile İş Sanat’ta 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nda unutulmaz bir konserle kutluyor. Kendi şarkılarının yanı sıra Sattas şarkıları da söyleyen Ceza ve Melek Mosso, Sattas’ın sahnesine konuk olacak.  Konserin ilk gösterimi saat 20.30’da İş Sanat’ın YouTube kanalında yapılacak. 

 

Yeni Türkü’den Anneler Günü’ne özel konser

Türkiye’nin köklü müzik gruplarından Yeni Türkü, Anneler Günü’ne özel bir konserle seyircisiyle İş Sanat’ta buluşacak. Derya Köroğlu (vokal, akustik gitar), Erkin Hadimoğlu (klavye, vokal), Furkan Bilgi (klasik kemençe, ud, vokal), Sezer Alemdar (basgitar), Serdar Barçın (flüt, saksafon), Bahadır Tanrıvermiş’in (davul) yer aldığı Yeni Türkü konseri 9 Mayıs saat 20.30’da yayında olacak. Grubun unutulmaz şarkılarından “Olmasa Mektubun”, “Vira Vira” ve “Sezenler Olmuş”un sahnede hayat bulacağı konser ilk gösterim tarihinden itibaren İş Sanat’ın YouTube kanalından ve internet sitesinden izlenebilecek. 

Ümit Besen özel konuklarıyla Ramazan Bayramı’nda İş Sanat’ta 

Arabesk ve fantezi müziğin öncüsü Ümit Besen’in Ramazan Bayramı için özel hazırladığı konserine Pamela ve Eda Baba konuk oluyor. Ümit Besen’in “Nikah Masası” gibi sevilen şarkılarının seslendirileceği konserin ilk gösterimi 13 Mayıs’ta gerçekleşecek.

 

İş Sanat’ta caz rüzgârı 

İş Sanat’ın pandemi sebebiyle çevrim içi sürdürdüğü sezonunun son caz konserini “Almagest Quintet” gerçekleştirecek. Sabri Tuluğ Tırpan (piyano), Volkan Öktem (davul), Eylem Pelit (bas gitar), Hamdi Akatay (perküsyon) ve Cenk Erdoğan’ın (gitar, yaylı tanbur) İş Sanat konseri için bir araya gelerek oluşturdukları Almagest Quintet, bu sene aramızdan ayrılan Chick Corea’nın eserlerini de seslendirecek. Konserin ilk gösterimi 7 Mayıs Cuma saat 20.30’da İş Sanat’ın YouTube kanalında yapılacak ve yıl boyunca izlenebilecek.

 

İstanbul Ensemble ile sezon finali

Sezonun açılışını da yapan, çoğunluğu bağımsız çalışan müzisyenlerin oluşturduğu İstanbul Ensemble yine şef Serdar Yalçın yönetiminde bu kez kapanışa imza atıyor. 

İlk gösterimi 31 Mayıs’ta saat 20.30’da yapılacak konser yıl boyunca İş Sanat’ın YouTube kanalında izlenebilecek. 

 

Edip Cansever’den “Sevda Bir Ateş Buldu Sende”

İş Sanat’ın edebiyatı müzikle birleştiren dinletilerinde bu ay Edip Cansever şiirleri yer alacak. Atilla Birkiye’nin hazırladığı, Mehmet Birkiye’nin sahneye uyarladığı “Sevda Bir Ateş Buldu Sende” başlıklı dinletide şiirleri Tilbe Saran, Metin Belgin, Bülent Emin Yarar ve Hakan Gerçek seslendirecek.  Dinletinin ilk gösterimi İş Sanat’ın YouTube kanalında ve internet sitesinde 10 Mayıs saat 20.30’da yapılacak. 

 

İş Sanat Masal Tiyatrosu’nun eğlenceli serüvenleri devam ediyor

İş Sanat, Mayıs ayında da pazar günleri saat 15.00’te dünyaca ünlü masalları, çocuklar ve masal seven büyüklerle buluşturmaya devam edecek. < strong>“Tavus Kuşu ile Bülbül, “Üç Kardeş”, “Ağustos Böceği ile Karınca” ve “Kurbağa Prens” masalları İş Sanat’ın YouTube kanalında ve internet sitesinde yayında olacak. Lerzan Pamir’in yönettiği Aslı Tandoğan, Anıl Altınöz ve Mert Aydın’ın canlandırdığı masallar yıl boyunca izlenebilecek. 

 

Çehov ve Shakespeare’den Eserler Okuma Tiyatrosu’nda

İş Sanat Okuma Tiyatrosu, ölümsüz tiyatro eserlerinden seslendirilen bölümlerle devam edecek. Anton Çehov’dan “Martı” 5 Mayıs’ta, William Shakespeare’den “Aşkın Emeği Boşuna” 12 Mayıs’ta, “Nasıl Hoşunuza Giderse” oyunu ise 26 Mayıs’ta seyircisiyle buluşacak. Serinin tüm bölümleri yıl sonuna kadar İş Sanat’ın YouTube kanalında ve internet sitesinde erişime açık olacak. 

Fatma Turgut, No Land ve Cihan Mürtezaoğlu konserleri İş Sanat’ta 

İş Sanat ve Maximum Genç işbirliğinde gerçekleşen Fatma Turgut konseri 1 Mayıs Cumartesi günü yayınlanacak. Serinin diğer konserleri Cihan Mürtezaoğlu ve No Land ise 14 ve 15 Mayıs saat 20.30’da İş Sanat’ın YouTube kanalında ilk gösterimlerini gerçekleştirecek. 

 

İş Sanat’ta Mayıs Ayı  

2 Mayıs 2021 Pazar saat: 15.00

İş Sanat Masal Tiyatrosu / Tavus Kuşu ile Bülbül 

Lerzan Pamir – yönetmen

Aslı Tandoğan – oyuncu

Anıl Altınöz – oyuncu

Mert Aydın – oyuncu

 

3 Mayıs 2021 Pazartesi saat: 20.30

Yazarının Sesinden / Lale Özgenel 

"Sanat Üzerine Okumalar-60 Yıla Bakış"

              

5 Mayıs 2021 Çarşamba saat: 20.30

İş Sanat Okuma Tiyatrosu

Anton Çehov / Martı

 

7 Mayıs 2021 Cuma saat: 20.30

Almagest Quintet 

Sabri Tuluğ Tırpan – Piyano

Eylem Pelit – Basgitar

Volkan Öktem – Davul

Hamdi Akatay – Perküsyon

Cenk Erdoğan – Gitar

 

9 Mayıs 2021 Pazar saat: 15.00

İş Sanat Masal Tiyatrosu / Üç Kardeş

Lerzan Pamir – Yönetmen

Aslı Tandoğan – Oyuncu

Anıl Altınöz – Oyuncu

Mert Aydın – Oyuncu

 

 

9 Mayıs 2021 Pazar saat: 20.30

Yeni Türkü / Anneler Günü Özel

Derya Köroğlu – vokal, akustik gitar)

Erkin Hadimoğlu – klavye, vokal 

Furkan Bilgi – klasik kemençe, ud, vokal

Sezer Alemdar – basgitar

Serdar Barçın – flüt, saksafon

Bahadır Tanrıvermiş – davul

 

10 Mayıs Pazartesi 2021 Pazar saat: 20.30

Edip Cansever’in Şiirleri / Sevda Bir Ateş Buldu Sende

Atilla Birkiye – Metni Düzenleyen

Mehmet Birkiye – Sahneye Uyarlayan

Serdar Yalçın – Müzik Yönetmeni 

Tilbe Saran, Metin Belgin, Bülent Emin Yarar, Hakan Gerçek – Seslendirenler

 

12 Mayıs 2021 Çarşamba saat: 20.30

İş Sanat Okuma Tiyatrosu

W. Shakespeare / Aşkın Emeği Boşuna

 

13 Mayıs 2021 Perşembe saat: 20.30

Ramazan Bayramı Konseri

Ümit Besen / Pamela / Eda Baba

 

15 Mayıs 2021 Cumartesi saat: 20.30

Provadan İzle / W. Shakespeare / Bir Yaz Gecesi Rüyası

Kumbaracı50

  

19 Mayıs 2021 Çarşamba saat: 20.30

19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı Konseri

Sattas / Ceza / Melek Mosso

 

23 Mayıs 2021 Pazar saat: 15.00

İş Sanat Masal Tiyatrosu /  Ağustos Böceği ile Karınca

Lerzan Pamir – Yönetmen

Aslı Tandoğan – Oyuncu

Anıl Altınöz – Oyuncu

Mert Aydın – Oyuncu

 

26 Mayıs 2021 Çarşamba saat: 20.30

İş Sanat Okuma Tiyatrosu

W. Shakespeare / Nasıl Hoşunuza Giderse

 

30 Mayıs 2021 Pazar saat: 15.00

İş Sanat Masal Tiyatrosu /  Kurbağa Prens

Lerzan Pamir – Yönetmen

Aslı Tandoğan – Oyuncu

Anıl Altınöz – Oyuncu

Mert Aydın – Oyuncu

 

31 Mayıs 2021 Cuma saat: 20.30

İstanbul Ensemble

Serdar Yalçın – Orkestra Şefi

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı