Barok Diamond’ın düzenlediği 24. Altın ve Mücevherat Fırsat Günleri kapsamında gerçekleştirilen ünlü buluşmalarına Buket Aydın’da katıldı.
Barok Diamond Teşvikiye Caddesi Nişantaşı Şubesi’nde gerçekleştirilen organizasyona daha bir çok ünlünün katılacağı söyleniyor.
Her yıl 18 Eylül tarihinde kemik iliği nakli sayesinde kalıtsal metabolik hastalıklar başta olmak üzere, bazı kanser türleri ve birçok hastalığın tedavisine destek vermek için farkındalık oluşturulan ‘Dünya Kemik İliği Bağışçılar Günü’nde siz de üç tüp kan vererek yaşama tutunmayı bekleyen binlerce hastaya umut olun.
Yeryüzünde bazı hastalıklar var ki, günümüz bilgi ve teknolojisinde tek çözüm maalesef kök hücre naklinde yatıyor. Bunların arasında ilk aklımıza gelen hastalık çoğunlukla lösemiler, diğer anlamda kan/kemik iliği kanserleri; ancak bu hastalık dışında diğer organ kanserleri, doğumsal metabolik hastalıklar, bağışıklık sistemi yetersizlikleri ve Akdeniz anemisi gibi doğumsal kansızlıkların da günümüzdeki tek kesin çözümü kemik iliği naklidir.
Yeni Yüzyıl Üniversitesi Gaziosmanpaşa Hastanesi Kemik İliği Nakil Merkezi’nden, Prof. Dr. Barış Malbora ‘kemik iliği nakli ve nakil süreci’ ile ilgili bilinmesi gereken önemli noktalara dikkat çekti
Hepimizin bildiği ismiyle kemik iliği nakli, bir kök hücre naklidir; ancak biliyoruz ki kök hücre naklinin tek kaynağı kemik iliği değildir. Kök hücre kaynağı olarak sıklıkla kemik iliği kullanıldığı için kök hücre nakli ile kemik iliği nakli eş anlamlı gibi kullanılmaktadır.
Kemik iliği bağış sürecinde bağışçılar nakilden vazgeçmeyin
Dünya bankalarında gönüllü bağışçı sayısı toplam 41,3 milyon ve halkımız, kemik iliği bağışçısı olmakta birçok ileri ülkeye kıyasla oldukça duyarlı; fakat doku grubu uyumu sağlandığı tespit edildiği ve Türkök tarafından hasta için verici olması talep edildiği noktada, verici (donör) adaylarının büyük bir kısmı bağış yapmaktan vazgeçiyorlar. Bu gerçekten de çok üzücü bir durum. Bununla birlikte, kemik iliği bekleyen bazı hastalarımızın birden fazla tam uyumlu verici adayı olabiliyor ve bu hastalarımız ise daha şanslı. Eğer bir verici adayı vazgeçerse hemen diğerine yönelebiliyoruz; ancak bazen bir hastaya bu koskoca dünyada yalnızca bir verici adayı uygun olabiliyor. Bu durumda bu tek gönüllü bireyin bağışçı olmaktan vazgeçmesi hem bizler için hem de küçük masum çocuklarımız ve onların ebeveynleri için tam bir hayal kırıklığı yaratıyor.
Bağışçıların nakilden vazgeçme sebepleri nelerdir?
Bağışçıların vazgeçiş nedenlerinden bir tanesi için korku diyebiliriz. Bu da halkın büyük bir çoğunluğunun kemik iliği nakli ile ilgili yeterli bilgiye sahip olmamasından kaynaklanıyor. Kişi, yapılan işlemin kendi hayatını tehlikeye atmayacağını net bir şekilde bilirse, bu tür durumların yaşanma olasılığı oldukça düşecektir.
İnanması güç ama maalesef bir diğer neden de eşlerin, anne- babaların donör adayına kemik iliği bağışı konusunda izin vermemesi oluyor.
Bazen de verici adayının, hasta ve yakınlarından maddi beklentileri olabiliyor; ancak yasalar bu durumun önüne geçmek için duvarlarını çok güzel örmüş durumda. Bugün 8 yaşında olan Türkök de bu konuda çok olumlu adımlar atıyor. Öncelikle, bağışçı ve donör nakilden 2 yıl sonrasına kadar kesinlikle yüz yüze gelemiyorlar, hasta ve bağışçı kimlikleri kesinlikle saklı tutuluyor. Nakilden 2 yıl sonra iki tarafın da onayı olmak koşuluyla bir araya gelmeleri mümkün olabiliyor.
Bağışçı kemik iliği naklinden vazgeçerse bu durum hastanın ölümüyle sonuçlanabiliyor.
Kemik iliği bağışçısı olup sonrasında vazgeçenler olabiliyor; ancak doku uyumu tespit edildiği halde, kemik iliği bekleyen hastaya iliği vermemek en vahimi oluyor. Bu, birden fazla bağışçısı olmayan hastalar için yaşam ve ölümün sınırı. Hasta, bağışçı kemik iliğini verecek ve yaşama tutunacağım veya hayata tutunma iplerim elimden alınacak duygusunu yaşıyor. Bu kadar net ve trajik bir durum bu ve böyle bir şey yapmamak gerekiyor.
Elbette hepimiz bağışçı adayı olalım, bu çok güzel bir duygu; ama asıl süreç bir hasta ile dokunuzun tam olarak uyduğunu öğrendiğiniz zaman başlıyor. Eğer bu aşamada vazgeçerseniz, bağış bekleyen birey ciddi bir hastalıkla pençeleşmeye devam edecek ve belki de yaşamını kaybedecek. Bunun manevi yükü çok ağır ve daha da kötüsü doku eşleşmesi sonrasında verici olmayı kabul edip, nakilden 1 hafta-10 gün önce bizler tarafından hastalarımıza kemoterapi başladığımız süreçten sonra vazgeçmek. Bu dönemde hastaya verdiğimiz kemoterapi, hastaların kemik iliğini geri dönüşümsüz ortadan kaldırıyor. Bu noktadan sonra ‘Pardon, vazgeçtim.’ deme lüksümüz tıbben yok. Eğer bu noktada vazgeçilirse hastayı kemik illiği yetersizliğinden kaybetmek çok da uzak bir ihtimal değil.
Kemik iliği bağışından vazgeçen vericinin yasal bir yükümlülüğü var mıdır?
Bu konu ile ilgili yasalar vericileri sonuna kadar koruyor. Bağışçılık gönüllülük esasına dayandığı için belki bir yere kadar da anlaşılabilir bu; ama hastaya hazırlama rejimi başladıktan sonra ‘Ben vazgeçtim.’ deme lüksümüz olmamalı ve bu noktada yasal düzenlemelerle vericilere yaptırım da getirilmelidir. Her aşamada vazgeçme hakkına sahipsiniz ama lütfen nakile çok az bir süre kala asla vazgeçmeyiniz!
Kemik iliği nakil süreci nasıldır, nakil nasıl yapılır?
İliğin, daha doğrusu kök hücrelerimizin vücudumuzda 3 kaynağı vardır:
Birincisi, bebek doğduğu zaman kordon kanındaki kök hücrelerdir. Bu doku, kök hücre açısından oldukça zengin bir dokudur; ancak çoğu zaman hacim olarak yeterli olmamaktadır. Vücut ağırlığı düşük olan bebek ve küçük çocuklarda kordon kanı iyi bir kök hücre kaynağı olabilmektedir.
İkincisi, kemik iliğidir; yani kemiklerimizin ortasında bulunan yumuşak dokumuzdur. Bizler kök hücre kaynağı olarak kemik iliğini kullanacaksak eğer, bağışçımız bir gece önceden 12 saatlik açlık sonrasında ameliyathanede genel anestezi altında uyutulur. Hiçbir acı hissetmeden, 30-40 dakikalık bir zaman diliminde leğen kemiğinin arka çıkıntılarından özel iğneler yardımıyla kök hücrelerini toplarız. 1 günlük izlem sonrasında bağışçımız çok rahat bir şekilde hastaneden çıkar. En çok şikâyet edebileceği nokta iğnelerle giriş yapılan yerdeki acı hissidir ve onu da basit ağrı kesicilerle çözmek mümkündür.
Üçüncü yöntem ise damarlarımızda dolaşan kök hücrelerin toplanmasıdır. Ayrıca, bu yöntem Türkök’ün en sık kullandığı yöntemdir. Damarlarımızdaki kök hücreler doğal seyrinde bağış yapmak için yeterli değildir. Bu kök hücrelerin sayısını artırmak için toplama işleminin 5 gün öncesinden itibaren kök hücreleri artırıcı aşılar yapılır. Kişi, toplama günü kapalı ve tamamen steril bir sistemle çalışan cihaza bağlanır. Bir kolundan alınan kan cihaza girer ve cihazda kök hücreler ayıklanır. Geriye kalan diğer tüm kan bileşeni bağışçıya geri verilir ve bu işlem ortalama 2-3 saat sürer. Burada şunu belirtmekte fayda var; eğer hastanın kollarındaki damar yolları bu işlem için uygun değilse, bağışçıya kateter isminde geçici bir damar yolu takılır ve işlemden hemen sonra çıkarılır.
Şunun altı ısrarla çizilmelidir ki; lütfen Kızılay’a, Türkök’e gelin ve üç tüp kan vererek yaşama tutunmayı bekleyen binlerce insana umut olun. Bununla da kalmayıp eğer bir hastayla doku grubunuz eşleşiyorsa bağışçı olmaktan vazgeçmeyin. Hele ki nakil tarihine yakın zamanlarda hiç geri dönmeyin; çünkü burada sadece insanların umutlarını söndürmekle kalmayıp yaşamını tehlikeye atacak geri dönülmez bir noktaya gelmiş olursunuz. 18 ila 50 yaş arasında, herhangi bir kronik hastalığı, bulaşıcı hastalığı (hepatit B, C gibi) olmayan herkes bağışçı olabilir.
YENİ YÜZYIL ÜNİVERSİTESİ GAZİOSMANPAŞA HASTANESİ HAKKINDA
Yeni Yüzyıl Üniversitesi Gaziosmanpaşa Hastanesi, 1992 yılında bölgenin ilk özel yataklı sağlık kuruluşu olarak 24 saat uzman hekim kadrosuyla hizmet vermeye başlamıştır. 60.000 metrekare kapalı alanı, depreme dayanıklı akıllı bina teknolojisi, 12 ameliyathanesi, 350 yatak kapasitesi ile Türkiye’de ki öncü sağlık kuruluşlarından biridir. Bünyesinde barındırdığı Organ Nakil Merkezi ve Onkoloji Merkezi ile uluslararası standartlarda sağlık hizmeti sunmaktadır. 2008 yılından bu yana ISO 9001-2008 kalite belgesine sahip olan Yeni Yüzyıl Üniversitesi Gaziosmanpaşa Hastanesi aynı zamanda JCI akreditasyonuna sahiptir.
Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı
İstanbul Okan Üniversitesi Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Ümmügül Üyetürk Prostat Kanserinin ne olduğunu, hangi grubun risk altında olup olmadığını, nelere dikkat edilmesi gerektiğini ve erken tanının önemini Prostat Kanseri Farkındalık Günü vesilesiyle sizler için anlattı.
Prostat kanseri nedir?
Prostat kanseri, erkek genital sisteminin bir parçası olan prostat (idrar kesesinin hemen altında, üretra adı verilen idrar yolunu çepeçevre saran ceviz büyüklüğündeki organ) hücrelerinin anormal ve kontrolsüz şekilde çoğalmasıyla ortaya çıkan kötü huylu tümöral oluşum olarak tanımlanabilir.
Prostat kanserinin oluşma sebebi nedir?
Prostat kanserinin kesin nedeni bilinmemektedir. Bazı onkogen ve tümör baskılayıcı genlerdeki mutasyonlar prostat kanseri oluşumu için risk faktörüdür. Diğer risk faktörleri ileri ise yaş, siyah ırk, ailede prostat ya da meme kanseri öyküsü olması, hayvansal protein ve yağ içeriği bakımından zengin gıdaların fazla tüketimi, obezite ve hareketsiz (sedanter) yaşam şeklinde sıralanmaktadır.
Prostat kanserinin belirtileri nelerdir?
Prostat kanseri belirtileri karakteristik olmamakla birlikte, genellikle belirtiler hastalığın ilerleyen aşamalarında görülmeye başlar. Bu belirtiler;
Erken tanı önemli, hastalığa erken aşamada tanı konulabilmesi ancak tarama ile mümkündür!
Tarama için en önemli iki yöntem;
Prostat kanserinin tedavi seçenekleri nelerdir?
Prostat kanseri tedavi seçenekleri, kanserin büyüme hızına, yayılımına ve hastanın genel sağlık durumuna göre değişebilir. Bunların yanı sıra tedavinin potansiyel yararları ve yan etkileri göz önünde bulundurulmalıdır. Tedavi seçenekleri cerrahi, radyoterapi, hormonal tedavi, kemoterapi kombinasyonları şeklindedir.
Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı
Hatalı kozmetik işlemler ve kişiye özgü uygulamaların yerine, her yüzde aynı estetik müdahalelerin yapılması, yapay görünümlü ve birbirine benzeyen yüzlere neden oluyor. Magazin dergileri ya da sokakta her gün karşılaşılan birbirine benzeyen estetik uygulanmış yüzler, kozmetik işlemlerde ön yargıyı da beraberinde getiriyor. Memorial Hizmet Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Uz. Dr. Selma Salman, hatalı kozmetik uygulamalar ve olması gerekenler hakkında bilgi verdi.
Yüz orantılarına dikkat edilmeli
Ön hazırlık gerektirmeyen ve poliklinik ortamında yapılabilen ameliyatsız yüz gençleştirme teknikleri gün geçtikçe estetik ameliyatların yerini almaktadır. Hızlı iyileşme ve komplikasyon riskinin daha az olmasının yanında maliyetinin de daha düşük olması nedeniyle toplumun birçok kesimini ameliyatsız minimal girişimsel tekniklerden faydalanmaktadır. Yıllar içinde oluşan değişimlerin restore edildiği yüz estetiğinin aynı zamanda yüz orantılarının da düzeltildiği bir işlem olduğu unutulmamalıdır. İşlemi yapan uzmanın yüz anatomisi ve estetiği hakkında fikir sahibi olması gerekmektedir. İdeal bir yüzde burun, dudak, çene ucu ve yanaklar gibi yüz yapıları uyum içinde olmalıdır. Olması gereken oranların dışına çıkıldığında yapay görünüm ortaya çıkar.
Her yüze aynı işlem aynı sonucu vermeyebilir
Uygulamayı yaptırmak isteyen kişinin duyuma dayalı bilgilerle ısrarcı olması yüzünden kişisel özellikler göz ardı edilerek yapılan aşırı kaş kaldırma gibi uygulamalar şaşkın yüz ifadeli ve birbirine benzeyen yüzler oluşmaktadır. Kozmetik işlem için başvuran kişinin, uygun olup olmadığını bilmeksizin işlem yaptırmasının önüne geçebilmek adına öncelikle beklentilerin iyi anlaşılması gerekmektedir. Beklentilerin netleştirilmesinden ardından kişisel özellikler ve farklılıkların korunması göz önünde tutularak yüzün anatomik oranlarına da uyarak şekillendirme sağlanmalıdır. Uygulama için başvura kişilerin gerçekten ihtiyacı olan işlemi yüz orantısını bozmadan, ihtiyacı karşılayacak ve en doğal görünümü oluşturacak miktarda yapılmalıdır.
Uygun doz aşılmamalı
Deri yaşlanmasının en önemli klinik özelliğinden biri kırışıklıktır. Derinin yıllar içinde incelmesi güneş maruziyeti ve sigara gibi dış faktörlerin etkisi ile hızlanmaktadır. Ayrıca yüzde mimik ve kaşların çokça kullanılması da kırışıklıkların oluşumuna katkıda bulunmaktadır. Kırışıklıklardan kurtulmak için kullanılan botox uygulaması doğru uygulandığı zaman olumlu sonuç vermektedir. Kas içine enjekte edilerek uygulanan botox işlemi sayesinde kas kasılmasını sağlayan olayların meydana gelmesi engellenmektedir. Enjekte edilen kasın kasılmasında geçici azalma yaşanmasıyla kırışıklıklar düzeltilmektedir. Uygulama sonrasında minik kaslar daha az oranda kullanılacağından yeni kırışıklık oluşumunun da önüne geçilmektedir. Gereğinden fazla doz kullanımı mimik kasların tam felcine neden olmaktadır. Bunun sonucu da ifadesiz yüz görünümü ortaya çıkmaktadır. Doğallığı kaybetmemek adına botoks uygulamalarında minik kasların çalışmasını azaltılırken tamamen durdurulmasının önüne geçmek gerekmektedir.
Dolgu uygulaması abartılmamalı
Cilt altında bulunan ve cilde destek sağlayan bağ dokusu yılların etkisiyle azalmaktadır. Su tutma özelliğiyle deriye parlaklık ve nemlilik sağlayan bağ dokusunun azalmasıyla ciltte sarkmalar meydana gelmektedir. Poliklinik ortamında rahatlıkla yapılabilen dolgu uygulamalarıyla ciltte oluşan sarkmalar ve kırışıklıklardan kurtulmak mümkündür. İğne yardımıyla cildin altına yapılan ve 8-12 ay kalıcılığı olan dolgu uygulamalarıyla alın, kaş arası, dudak kenarı ve yanaklardaki sarkmalar ile gözaltı çöküklüklerinden kolayla kurtulmak mümkündür. Gereğinden fazla dolgu kullanmak yapay görünüme neden olabilmektedir. Bu noktada uygulamayı yapan uzmanın başvuran kişiye işlem dozları hakkında bilgi vererek yönlendirmede bulunması gerekmektedir. Yüzün estetiği ile doğallığını bozmayacak en uygun miktarda ve yeterli dozda uygulama yapılması doğal sonuçlar vermektedir.
Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı
Sağlıklı ve aktif bir yaşam sürdürmek için düzenli egzersiz yapmak şart. Fiziksel gücün artması, dayanıklılığın gelişmesi, kilo kontrolünün sağlanması, enerji seviyesinin yükselmesi ve genel sağlık durumunun iyileşmesi düzenli egzersizin faydalarındandır. Spor salonları veya fitness ekipmanları erişimimiz olmasa bile evde ve ya açık havada aletsiz egzersizler yaparak sağlıklı ve formda kalabiliriz. Liv Hospital Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Gürkan Gümüşsuyu “Evde kolaylıkla yapabilecek, alet gerektirmeyen egzersizler” önerdi.
Isınma egzersizi yapmak sakatlık riskini azaltır
Isınma egzersizleri, egzersiz öncesinde vücudu hazırlamak, kasları ısıtmak ve esnekliği artırmak için önemlidir. İyi bir ısınma rutini, egzersiz performansınızı artırır, sakatlanma riskini azaltır ve vücudu egzersize hazırlar. Düşük yoğunlukta 5 dakika koşu, yerinde koşu, ip atlama ısınma için önerdiğimiz kardiyo egzersizleridir. Bu sayede kalp atış hızı artar, kan dolaşımı hızlanır ve vücut sıcaklığı yükselir. Eklemlerimize yukarıdan aşağıya doğru yaptıracağımız dairesel eklem hareketleri bağlarımızı esneterek eklemlerimizi korumamızı sağlar. Sırasıyla boyun, omuz, dirsek, el bileği, bel, kalça, diz ve ayak bileğimizi onar saniye çeviriyoruz.
Şimdi egzersizlere başlanabilir
PLANK: Omuz sırt ve karın kaslarını güçlendirir. Düz bir zeminde dirsekler omuzların altında önkol ile yere baskı yapar şekilde dururken, ayakları omuz genişliğinde açık bir şekilde geriye doğru uzatarak yere yerleştirin. Vücudunuza yere paralel düz bir şekil verin. Karın kaslarınızı sıkın ve göbek deliğinizi omurgaya doğru çekin. Vücudunuzun ağırlığını önkol ve ayaklarınız üzerinde eşit olarak dağıtın. Kalçanızı havaya kaldırmadan ve belinizi düşürmeden plank pozisyonunda kalın. Bu pozisyonda 30 saniye nefesinizi tutmadan kalmaya çalışın ve süreyi giderek arttırarak 1-2 dakikalara çıkın.
SQUAT: Bacak ve kalça kaslarını çalıştırır. Ayaklarınızı omuz genişliğinde açık bir şekilde durun. Dizlerinizi bükerek çömelme hareketine başlayın. Bu sırada kalçayı mümkün olduğunca geriye itmek önemlidir. Sırtınızı düz tutun ve karın kaslarınızı sıkın. Dizlerinizi 90 derece bükene kadar ve yere paralel hale gelene kadar aşağıya inmeye devam edin. Dizlerinizin ayak parmaklarınızın önüne geçmemesine dikkat edin ve kalçanızı geriye itmeye özen gösterin. Birkaç saniye bekledikten sonra üst baldır ve kalça kaslarınızı yukarı ittirerek başlangıç pozisyonuna geri çıkın. Squat hareketini 5 tekrar ile başlayarak 15 tekrar ve 3 sete kadar arttırabilirsiniz.
JUMPING JACKS: Kardiyovasküler sistemi çalıştıran bu hareket yağ yakımını sağlar ve bütün iskelet sisteminin kaslarını harekete geçirir. Ayakları bir arada tutarken elleri gövdenin yanına getirin. Vücut dik şekilde karşıya bakmalı. Ayakları omuz genişliğinin üzerinde açarak zıplayın ve elleri başınızın üzerine kaldırın. Düşerken ayaklar açık ve kollar omuz hizasının üzerinde durmalı. Tekrar zıplayarak ayakları kapatırken kolları gövdenin yanına getirin. Yere düştüğünüzde başlangıç pozisyonuna geri dönmüş oluyorsunuz. Bu hareketi 30 saniye boyunca eller ve ayaklar aynı anda hareket edecek şekilde sürekli tekrarlayın.
Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı
Son yıllarda hızla yaygınlaşan obezite modern çağın en tehlikeli pandemisi olarak kabul ediliyor. Dünya Sağlık Örgütü, vücut yağ kitlesinin normal kabul edilen düzeylerin üzerine çıkması anlamına gelen obeziteyi hastalık olarak kabul ederken, günümüzde dünya üzerinde yaklaşık 500 milyon erişkinin ve 50 milyon çocuğun obeziteye bağlı önemli sağlık sorunları yaşadığı belirtiliyor. Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi Obezite ve Metabolik Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Mehmet Celal Kızılkaya “Yapılan araştırmalar, obezite sıklığının ülkemizde de benzer düzeylerde olduğunu göstermektedir. Obezite hastalığı günümüzde önlenebilir ölüm nedenleri arasında sigaradan sonra ikinci sırada yer almaktadır. Estetik bir sorundan çok daha öte hayati riske neden olabilen obezite; kalp-damar sistemi hastalıkları, akciğer hastalıkları, diyabet, iskelet sistemi hastalıkları, yüksek tansiyon hatta kanser oluşumuna zemin hazırlamakta ya da hastalığı daha da ağırlaştırmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü obeziteyi en riskli on hastalıktan biri olarak kabul etmiştir” diyor. Peki obeziteden kurtulmak için neler yapılabilir? Obezite ve Metabolik Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Mehmet Celal Kızılkaya obezite hastalarına 7 adımda yol haritası çizdi, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.
Doğru beslenme
Doğru ve dengeli beslenme, kilo vermede ve sonrasında kilo korunmasında dikkat edilmesi gereken en temel kuraldır. Mevcut yeme alışkanlığımızdan çıkıp yepyeni bir yola girmeliyiz. Glisemik indeksi yüksek olan gıdaları diyetimizde azaltıp, liften zengin beslenmeliyiz. Kan şekerini hızlı yükseltip düşüren gıdalardan uzak durmalıyız. Öğünlerimiz sindirimi zor ürünlerden arınmalı ve sadeleştirilmelidir. Porsiyonlarımız küçültülmeli, gün içi öğün sayısı bazal metabolizmamıza uygun şekilde artırılmalıdır. Gün içinde uygun miktarda karbonhidrat, yağ ve protein alımını sağlamak vücudun ihtiyaçlarını doğru bir şekilde karşılamamızı ve devamlılığın sağlanmasını destekleyecektir. Beslenmemizin bu ana hatlar çerçevesinde mümkünse profosyonel destek alarak ayarlanması hem devamlılığı hem de doğru şekilde kilo verimini sağlayacaktır.
Yeterli su tüketimi
Yeterli su tüketimi doğru diyetin vazgeçilmez unsurlarından biri. Tüketilmesi gereken sıvı miktarı bireyin cinsiyetine, çevresel etmenlere göre değişir. Ortalama bir kadının günlük alması gereken toplam sıvı miktarı yaklaşık 2,7 litreyken, bir erkeğin 3,7 litredir. Bu toplam sıvı miktarıdır. Diyetin içeriğine göre içilen su miktarı buna göre ayarlanmalıdır. Su içmek tokluk hissini arttıracağı gibi metabolizmayı canlı tutarak ve enzim aktivitesini optimize ederek kilo vermeyi kolaylaştırır. Katı ve sıvı yiyecekleri eş zamanlı tüketmemek de dikkat etmemiz gereken ana unsurlardan biri olmalıdır. Katı ve sıvı arasında yaklaşık 30 dakika süre bulunması gerekir. Bir öğünde aynı anda katı ve sıvı tüketmememek gerekir.
Hareketli yaşam ve düzenli egzersiz
Hareketsiz (sedanter) yaşam kişinin metabolizmasını yavaşlattığından mutlaka hareketli bir yaşam benimsemeliyiz. Ancak kilolu bir bireyin hareket kabiliyeti de beraberinde azaldığı ve hareket azaldıkça kilo alımı da arttığından bu kısır döngüyü önce diyet düzenlemesi ile ve hemen beraberinde hareketli yaşama geçerek kırmalıyız. Harekete geçerken; öncelikle hafif tempolu yürüyüşlerden başlamalı, kısa mesafeden giderek daha uzun mesafelere doğru yol alırken tempoyu da hafif hafif artırmalıyız. Yürüyüş yaşam şeklimizin bir parçası haline gelmeli. Daha sonra buna hafif tempo koşu gibi bir üst basamak aktiviteleri ekleyeceğiz. Eklem problemleri olanlar su içinde egzersiz ya da yüzme ile muhakkak hareketi yaşamlarına katmalı.
Psikolojik destek
Obezite ve Metabolik Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Mehmet Celal Kızılkaya “Obezite hastalarının toplum içerisinde yaşadığı problemler toplumdan soyutlanmalarına, hareketsizliğe ve depresyona yol açarken bu da çoğunlukla yeme davranışı olarak geri döner. Bu sosyal yıkıcı kısır döngünün kırılması bu yoldaki başarıyı elde etmek için elzemdir. Bu nedenle kilolu bireye verilecek psikolojik destek hayati önem taşır. Kilolu bireyin özgüvenini kazanması ve sosyal çevresinde her şekilde varlığının bir değer olduğunu görmesi sağlanmalıdır. Obezite problemi olan bireyin alacağı sosyal destek, olaylara pozitif bakmasını sağlayacak, hayat şekli değişikliğini destekleyecektir. Bu konuda profesyonel destek almak bu yoldaki başarının gizli anahtarlarından biridir” diyor.
Cerrahi olmayan yardımcı çözüm yöntemleri
Obezite ile mücadelede sağlıklı yaşam alışkanlığı kazanmanın yanı sıra, uygun bireylerde ilaç tedavileri ya da endoskopik yöntemler de fayda sağlayabiliyor. Doç. Dr. Kızılkaya bu yöntemleri şöyle anlatıyor: “Obezite tedavisinde diyete yardımcı olmak adına kullanılan ilaçlar bulunmaktadır. Bu ilaçlar ile yapılan diyet ve beraberindeki yaşam tarzı değişikliği hastaları başarıya götürebilmektedir. Bu konuda iştahı azaltarak yardımcı olan ilaçlar olduğu gibi yağ emilimini azaltan ilaçlar da mevcuttur. Burada önemli olan doğru kişiye doğru ilacı vermektir. Bunun için profesyonel destek almak yani doktor eşliğinde ilaç kullanmak en doğru ve olması gereken yoldur. Endoskopik yöntemler; günümüzde sık uygulanan mide balonu, mide botoksu ve yeni gelişmekte olan endoskopik tüp mide (gastroplasti) işlemleridir. Ancak bu işlemlerden deneysel olanlar vardır. Yardımcı endoskopik işlemler mutlaka bu konuda tecrübeli doktorlar tarafından önerilmeli ve yapılmalıdır.”
Obezite ameliyatları
Diyet ve hayat şekli değişikliğine rağmen kilo verememiş kişilerde obezitenin tedavisinde cerrahi yöntemlerin düşünülebileceğini belirten Doç. Dr. Kızılkaya “Vücut kitle indeksi (VKİ) 40’ın üzerinde olan, VKİ 35’in üzerinde olup ilgili kronik hastalığı olanlara obezite cerrahisi önerilebilir. VKİ 30-35 arasında olan ancak ciddi diyabeti ve metabolik sendromu olan hastalarda cerrahi, multidisipliner bir yaklaşımla önerilebilecek iyi bir yoldur. Obezite cerrahisi olarak dünyada en sık tüp mide (sleeve gastrektomi) ameliyatı tercih edilmektedir. Daha sonra bypass cerrahileri yer almaktadır. Obezite cerrahisi geçiren hastada hedeflenen kiloya yaklaşık 1 yıl içerisinde varılır. Bu tedavi yönteminde her konunun en uygun şartlarda bir araya gelmesi sağlanarak istenmeyen sonuçların meydana gelmesi engellenmiş olacaktır. Bu nedenle ameliyata karar vermiş olan, obezite sorunu olan bir kişinin bu konuyu çok iyi araştırarak karar vermesi ve bu konuda profesyonel ekip ile bağlantı kurarak tavsiyeler alması çok önemlidir” diyor.
Ameliyat sonrası kilo yönetimi
Ameliyat olmakla işin bitmeyip aksine yeni başladığını vurgulayan Obezite ve Metabolik Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Mehmet Celal Kızılkaya şu uyarılarda bulunuyor: “Ameliyat sonrası diyet değişim basamakları, hızlı kilo verimi döneminde destekleyici takviyeler, takip programı ve eş zamanlı egzersizler vb. hepsi birlikte aynı yolda değerlendirilmesi gereken süreçlerdir. Ve bu yolda takipte cerrahın rolü büyüktür. Takip programı olmadan cerrahinin mutlak başarıya ulaşması ve kalıcılığının sağlanması çok güçtür. Dolayısıyla bu dönemde kişinin düzenli takip programına katılması sağlanmalı ve bu konuda cerrah aktif rol almalıdır. Düzenli kontrol programının olmaması kişide eski alışkanlıklara dönüş ihtimalinin artmasına neden olmaktadır. Ne yazık ki günümüzde bu konudaki eksiklik nedeni ile tekrar kilo alımları ve tekrar ameliyat olma oranları azımsanmayacak kadar artmıştır. Dolayısıyla bu ana unsurlar çerçevesinde doğru bir plan ile obezite rahatlıkla aşılabilecek ciddi bir sağlık problemidir.”
Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı
Özellikle erkekler arasında popüler bir eğlence aracı olan video oyunları, bazı yetişkinlerde bağımlılığa neden olabiliyor. Bu da kişilerin iş, aile ve sosyal yaşamında problem yaşamalarına neden olabiliyor. Uzman Klinik Psikolog Cumali Aydın, daha fazla oyun oynayabilmek için çevresindekilere daha az vakit ayıran ve oyunlara daha fazla odaklanabilmek için çevresinde bulunan insanlara yalan söyleyebilenler olduğuna işaret etti.
Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Uzman Klinik Psikolog Cumali Aydın, yetişkinlerde video oyun bağımlılığı konusunu ele alarak, oyun bağımlılığını önlemek için neler yapılabileceği konusunda bilgi verdi.
Geçmişten günümüze kadar pek çok insanın boş vakitlerinde eğlenebilmek ve vakitlerini değerlendirebilmek adına birçok aktivite ile meşgul olduğunu, teknolojinin ilerlemesi ve bu ilerlemeyle birlikte hayatımıza giren araçların da vaktimizi değerlendirme biçimimizi de etkilediğini aktaran Uzman Klinik Psikolog Cumali Aydın, şöyle devam etti:
“Bu değişimde en çok etkili olan teknolojik aletlerden bazıları bilgisayar ve telefon olmuştur. Özellikle telefon ve bilgisayar oyunları zamanı değerlendirme ve eğlenmenin önemli bir parçası olmuştur. Bazı kullanıcılar bu eğlencenin sınırlarını fazlasıyla zorlayarak eğlencenin amacından sapmasına hatta bir tür bağımlılığa dönüşmesine neden olmuştur.”
Oyun oynamadan mahrum kalındığında yoksunluk belirtileri görülüyor
Bazı yetişkinlerde oyun oynama süresini kontrol edememe durumu görülebildiğine işaret eden Aydın, “Örneğin, 1 saat oynayacağını söyler ancak bu sürenin çok üstüne çıkabilir ve durum çokça tekrar edebilir. Oyun oynamadığı zamanda da zihnen oyunda olmaya devam edebilir ve sürekli olarak oyunla ilgili hayaller kurabilir. Oyunun dışında kalan etkinliklere zaman ayırmada güçlük çekebilir. Okula, işe ve arkadaşlarına vakit ayırmada zorlanabilir. Oyun oynamadığı zamanlarda birtakım ruhsal durumlar görülebilir, sıkılabilir, çökkünleşebilir hatta öfkelenebilir. Yani oyun oynamadan mahrum kalındığında yoksunluk belirtileri ortaya çıkabilir.” şeklinde konuştu.
İş, aile ve sosyal yaşamda probleme neden oluyor
Aydın, bu kişilerin oynadığı oyundan keyif alabilmek için sürekli olarak oyunda geçirdiği vakti arttıracağını da kaydederek, şöyle devam etti:
“Oyuncunun oyunu tamamen bırakmak istediği zaman başarısız bırakma girişimleri ortaya çıkabilir. Bununla birlikte oyunda çok fazla vakit geçirdikleri için çevreleriyle çatışma halinde olurlar. Daha fazla oyun oynayabilmek için çevresindekilere daha az vakit ayırabilir ve oyunlara daha fazla odaklanabilmek için çevresinde bulunan insanlara yalan söyleyebilirler. Ayrıca yoğun bir biçimde oyun oynamalarından dolayı iş, aile ve sosyal yaşamında problem yaşamalarına rağmen oyun oynama davranışını sürdürmeye devam edebilirler. Yukarıda saydığımız belirtilerden pek çoğunu 1 seneden daha uzun süredir üzerimizde barındırıyorsak video oyunu bağımlısı olabiliriz.”
Oyun bağımlılığı maddi kayıplara da neden olabiliyor
Uzman Klinik Psikolog Cumali Aydın, video oyunu bağımlılığına sahip olan yetişkinlerde hayatlarının merkezlerine oyunları yerleştirdikleri ve pek çok tutumlarının bu merkez etrafında döndüğünü anlatarak, “Vaktinin pek çoğunu oyunlara ayırır, oyundan ayrı kaldıkları sürede de oyunu düşünmeye devam ederler. Oyun dünyasının sanallığı sanal olmaktan çıkar ve gerçek dünyanın yerini almaya başlar. Aileleriyle ve sevdikleriyle sağlıklı vakit geçiremeyip zamanlarının çoğunu oyunla geçirmeye başlarlar. Bu durum da beraberinde ilişkisel çatışmalar ortaya çıkabilir. Bununla birlikte işlerine de gereken zamanı ayıramazlar bu da iş ile ilgili problem yaşamalarına ve maddi kayıplar yaşamalarına neden olabilir.” diye konuştu.
Duygusal problemler oyun bağımlılığını tetikleyebiliyor
Yetişkinlerde oyun bağımlılığını tetikleyebilecek pek çok unsur bulunduğunu dile getiren Aydın, şunları kaydetti:
“Bu unsurlar şu şekildedir, sosyal hayatta oldukça asosyal ve kendi içine dönük bir yaşam tarzı içinde olma, yaşamın getirdiği birtakım problemlere karşı sağlıklı baş etme beceriler kullanamama, problemlerden kaçabilmek ve rahatlayabilmek için video oyunlarını bir sığınak olarak görme, ailede, okulda, işte ve sosyal ortamlarda sıkça problemler yaşama ve bu alanlarda yaşanan çatışmalara bağlı olarak duygusal problemler yaşama, kişinin çevresinde oyun bağımlılığı olan bireylerin yoğun biçimde bulunması gibi unsurlar risk faktörleri olarak değerlendirilebilir.”
Şiddet içeren oyunlarla, depresyon, saldırgan davranışlar gibi durumlar arasında ilişki var
Yapılan pek çok araştırmada video oyunu bağımlılığının kişilerin ruh sağlığı üzerinde birtakım problemlere neden olduğunun görüldüğü belirten Cumali Aydın, “Yapılan araştırmaların sonucunda şiddet içeren oyunlarla; yalnızlık, depresyon, anksiyete, şiddete karşı duyarsızlaşma, dikkat problemleri, saldırgan davranışlar ve asosyalleşme gibi durumlar arasında ilişki olduğu görülmüştür. Yoğun bir biçimde video oyunu oynayan bireylerde bu tür durumların daha sık yaşandığı gözlemlenmiştir.” şeklinde açıklamada bulundu.
Yetişkinlerde video oyunu bağımlılığını önlemek için neler yapılabilir?
Uzman Klinik Psikolog Cumali Aydın, yetişkinlerde video oyun bağımlılığını önlemek için neler yapılabileceğini şöyle anlattı:
“Öncelikle kişi bu davranışının ortaya çıkmasını sağlayan faktörleri anlamaya çalışmalıdır. Yani bu davranışın ne zaman ortaya çıktığı, hangi dönemlerde şiddetlendiği, şiddetlendiği dönemlerde hayatında neler olduğu ve bu davranışın hayatında nelere fayda sağladığını sorgulaması gerekir. Bu ve benzeri sorular davranışın nedenlerini anlamayı kolaylaştıracaktır. Bu da hangi noktalara müdahale edilmesi gerektiği konusunda bizlere yardımcı olacaktır. Bununla birlikte, kişi oyunu ne zaman ve ne kadar oynaması gerektiği konusunda kendini sınırlandırmalı ve buna uymaya çalışmalıdır.
Oyunda geçirdiği vakti kademe kademe azaltarak oyuna harcadığı vakti azaltmayı denemelidir. Oyun dışındaki sosyal aktivitelere ağırlık verilmeli ve oyun oynama davranışına alternatif etkinlikler oluşturulmalıdır. Buna örnek olarak, spor yapmak ya da herhangi bir sanat kursuna gitmek gösterilebilir. Aile ve arkadaş ortamında daha fazla vakit geçirerek sosyalleşebilir. Bunlara rağmen oyun oynama davranışı kontrol altına alınamıyorsa ruh sağlığı uzmanlarından destek alınmasını önerilir.
Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı
Son yıllarda büyük gelişme gösteren genetik bilimi her geçen gün yaşamımıza daha da dokunuyor. Sadece hastalıklara tanı konmasında ve tedavilerinde değil, sporcu gelişimi, beslenmesi ve ideal antrenman programlarının oluşturulmasında da yol gösteriyor. Üsküdar Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümünden Prof. Dr. Korkut Ulucan’ın, 2014 yılından bu yana üzerinde çalıştığı ‘Ulusal Spor Genom Projesi’ kapsamında Türk sporcuların genetik yapısı ile ilgili ilk veriler elde edildi. Prof. Dr. Korkut Ulucan: “Elde ettiğimiz verilere göre; aslında futbola uygun genetik alt yapımızın olduğunu söyleyebilirim.” dedi. Tüm spor dallarında başarılı olabilecek potansiyelimizin bulunduğuna dikkat çeken Ulucan, genetik bilgi bakımından da en geniş arşive sahip olduğumuzu sözlerine ekledi.
Spor genetiği çalışmaları ile tanınan Üsküdar Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümünden Prof. Dr. Korkut Ulucan, 2014 yılından itibaren üzerinde çalıştıkları ‘Ulusal Spor Genom Projesi’ hakkında bilgi verdi.
Sporda başarının temeli…
Sporun bir bilim olduğu ve disiplin gerektirdiğinin en son örneklerinin kadın voleybolunda Türkiye’nin, basketbolda da Almanya’nın 2023 Avrupa şampiyonu olmalarını örnek veren Prof. Dr. Ulucan, her başarının temelinin yıllar önceden atıldığını ve uzun yıllar programın istikrarlı bir şekilde takip edilmesi olduğunu belirtti.
“Genetik yapımıza uygun antrenmanlar ve zevk aldığımız sporu yapalım”
Spor genetiği alanında çok değerli çalışmalar yapıldığına vurgu yapan genetik bilimci Prof. Dr. Ulucan, “Bizler de bu konuda ilk günden itibaren birçok çalışma gerçekleştirdik. İnsanlarda ‘genetik yapımıza uygun sporlar yapalım’ diye bir yanılgı var. Bizim burada üzerinde çalıştığımız konu, ‘zevk aldığımız sporu yapalım, daha başarılı olabilmek için genetik yapımıza uygun antrenmanlar yapalım’ şeklinde. 2014 yılından itibaren çalışmalarımızı ‘Ulusal Spor Genom Projesi’ çatısı altında topladık. Amacımız bu coğrafyadaki yetenekli sporculara daha iyi rehberlik edebilmek.” açıklamasını yaptı.
“Tüm spor dallarında başarılı olabilecek potansiyelimiz var”
Üzerinde bulunduğumuz coğrafyanın oldukça heterojen genetik bir yapıya sahip olduğunu belirten Prof. Dr. Ulucan, “Üzerinde bulunduğumuz kara yıllarca göç yollarına maruz kalmış. Böylece farklı popülasyonların gen örneklerini almış olduğunu düşünüyoruz. Bu kadar genetik çeşitlilik ile sadece voleybol, güreş, halter ve basketbol başarısı değil, atletizm, boks, futbol, yüzme ve tenis gibi tüm spor branşlarında çok daha sürdürülebilir başarılar yakalamamız gerekiyor. Bunu hak ediyoruz, bunun dışında bu potansiyelimiz var. Yeter ki iyi organize olabilelim. Bilim dallarının birbirini dışlamadan, ön plana çıkmaya çalışmadan disiplinler iştiraki ile hep birlikte yapabilelim. Biz genetik açıdan gerekli desteği fazlası ile sağlıyoruz, daha da sağlamamız lazım.” diye konuştu.
Genetik bilgi bakımından en geniş arşive sahibiz…
Prof. Dr. Ulucan, proje kapsamında sadece futbolcular ile çalışmadıklarını, farklı spor dallarından sporcular ile de çalışmalar gerçekleştirdiklerini kaydederek, şunları dile getirdi:
“Belki de bu kadar farklı sporcu gruplarında genetik bilgi bakımından en geniş arşive sahibiz. Biz spor genetiği çalışmalarını 4 ana kategoriye ayırdık; atletik performans ile ilgili analizler, sporcu beslenmesi ile ilgili analizler, darbeye bağlı olmayan sakatlıkların önlenmesi ile ilgili analizler ve sporcuların konsantrasyonlarını belirleyen psikogenetik faktörler olmak üzere. Son yıllarda bu gruba yetenek gelişimi ile ilgili genetik faktörleri de ekledik. Bugüne kadarda toplamda 25 üzeri lisans üstü tez ve 50’den fazla makale çıkardık bu konuda.”
“En büyük eksimiz futbolcuların kendine bakmaması”
“Elde ettiğimiz verilere göre; aslında futbola uygun genetik alt yapımızın olduğunu söyleyebilirim.” diyen Prof. Dr. Ulucan, çalışma gruplarında hem aerobik hem de anaerobik fizyolojiyi destekleyen gen kombinasyonlarının diğerlerine göre daha fazla çıktığını dile getirdi. Prof. Dr. Ulucan, şöyle devam etti:
“Kas yapısı ve fizyolojik yapı bakımından uygun antrenman modelleri ve pozisyon seçimleri gerçekleştirebiliriz. Antrenman bilimi açısından antrenörlerimiz ve teknik ekibimiz çok bilgili ve güzel uygulamalar yapıyorlar. Aslında bizim bu konudaki en büyük eksimiz, maalesef futbolcu kardeşlerimiz gerektiği gibi kendilerine bakmıyorlar diye düşünüyorum.”
“Gıpta ile izlediğimiz büyük liglerdeki futbolculara benzer genetik alt yapımız var”
Literatür bilgisi olarak gıpta ile izlediğimiz büyük liglerdeki futbolculara benzer genetik alt yapımız olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Ulucan, “Bu açıdan şanslıyız. Burada genetik yapımıza uygun antrenman modelleri ve kendilerine biraz daha dikkat edecek futbolcu grubuna ihtiyacımız var. Yine analiz ettiğimiz bazı genetik varyantlar bizlere herhangi bir hareketi yapmakta başarılı olmamızı sağlıyor. Örneğin penaltı atışını belli bir noktaya gönderebilmek için ne kadar çalışmamız gerektiği ile ilgili. Tabi burada elde ettiğimiz sonuçlar kantitatif değil, kalitatif. Yani bizlere ‘şu kadar saat veya şu kadar tekrar yap’ demekten ziyade ‘daha fazla tekrar etmen gerekir’ diye sonuçlar vermekte.” şeklinde konuştu.
“Futbolcular beslenme konusunda yeteri kadar bilgiye sahip değil”
Sadece sporcuların değil, fiziksel aktivite yapmayan bireylerin de uygun beslenme programlarına ihtiyacı olduğunun altını çizen Prof. Dr. Korkut Ulucan, şunları söyledi:
“Gerek sporcu performansının oluşmasında gerekse korunmasında beslenme ve dinlenme çok çok önemli. Hatta çoğu zaman antrenmanların önüne geçecek kadar önemli. İyi bir antrenman sonrası sporcuların gelişmesi için çok iyi bir beslenme programına ve yorulan ve yıpranan kasların tamiri veya gelişmesi için de uygun rejenerasyon şartlarına ihtiyacı var.
Yaptığımız çalışmalarda futbolcularımızın beslenme konusunda yeteri kadar bilgiye sahip olmadıklarının yanında, muhtemelen internet veya arkadaş sohbetlerinden kaynaklanan yanlış bilgilere sahip olduklarını gördük. Özellikle bu bilgiler gıda takviyeleri konusunda çok vahim. Hep şunu anlatmaya çalıştık, dengeli ve genetik yapınıza uygun beslenme ile bu tip gıda takviyelerine gerek kalmayacak, en azından bazı dönemlerde. Bırakın bunları beraber çalıştığınız beslenme uzmanları oluştursun. Ne kadar iyi antrenman yaparsanız yapın, ne kadar iyi performans gösterirseniz gösterin yeteri kadar gerekli molekülleri hücrelerimize gönderemezseniz hiçbir işe yaramaz, hatta sakatlıkların habercisi bile olur. Örneğin birçok sporcuda inflamatuar varyantları saptadık ve diyetisyenlerine gerekli bilgileri verdik. Özellikle bu genetik varyantlar yumuşak doku sakatlıkları olarak da nitelendirilen darbeye bağlı olmayan sakatlıklara yatkınlık sağlayan genetik varyantlar ile birleştiğinde istenmeyen sonuçlara neden olabilir.”
Çalışmaya dahil olan sporcularda psikogenetik faktörler de belirlendi
Çalışmanın en çarpıcı sonuçlarının futbolcuların konsantrasyonlarını da etkileyen psikogenetik faktörlerin belirlenmesi olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Ulucan, “Çalıştığımız birçok futbolcu da anksiyete ile ilişkili olan serotonerjik ve dopaminerjik genetik varyantları saptadık. Aslında bu varyantlar tek başına veya birlikte yatkınlık sağlayabilir, ancak çevresel faktörler de bu tip sorunların oluşmasında önemli. O yüzden hangi genetik varyantlara sahip olursa olsun futbolcularımız, mental destek veya sporcu psikologları ile bu olası sorunun üstesinden gelebilirler.” dedi.
Maçların son 20-25 dakikasında oyundan düşmenin temel nedeni psikolojik faktörler olabilir
Özellikle maçların son 20-25 dakikasında oyundan düşmenin temel nedeninin kondisyon sorunundan öte psikolojik faktörlere bağlı olduğunu düşündüğünü ifade eden Prof. Dr. Ulucan, “Özellikle yurt dışı maçlarda rakiplerimize daha kolay sinirlenmemizin altında bu faktörleri kontrol edemememizin olduğunu düşünüyorum. Belki de rakiplerimiz bizleri çoktan çözdü. Halbuki programlı bir çalışma ile her ne kadar bu varyantlar bizlerde olsa dahi sakin kalabilir, oyun konsantrasyonundan kopmayabilir sporcularımız. Özellikle genç oyuncularımızın kendilerini geliştirmesinde bu genetik faktörlerin etkisi çok büyük.” açıklamasını yaptı.
200’den fazla futbolcu ile çalışıldı
Prof. Dr. Ulucan, projeleri kapsamında 200 kadar futbolcu ile çalıştıklarını belirterek, “Sporcularımızın çoğu altyapı sporcuları idi, ancak şu anda bazıları yurt dışında, bazıları ise ülkemizde en üst liglerde futbol oynamaya devam ediyor. Çoğu artık profesyonel oldu. Milli futbolcularımız da var çalışma gruplarımızın içinde. Bazıları ile halen görüşüyor, istedikleri şekilde destek olmaya çalışıyorum. Bu uzun bir süreç, genetik yapıya uygun yaşam şekilleri uzun zaman içinde fark yaratmaya başlıyor. Her ne kadar birçok sporcumuz kısa sürede değişiklikleri bildirseler de bizim istediğimiz seviyeye gelmeleri zaman alıyor, yeter ki programı istikrarlı bir şekilde uygulasınlar.” diyerek bilimsel ve disiplinli çalışmaların fark yarattığının ve yaratacağının altını çizdi.
Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı
Son yıllarda görülme sıklığı giderek yaygınlaşan lenfoma, bir başka deyişle lenf bezi kanseri, erişkin kanserleri arasında 7. sırada yer alıyor. Genellikle ergenlik döneminde ve 55 yaş sonrasında gelişen lenfomanın yürekleri ferahlatan özelliği ise günümüzde tedaviden oldukça başarılı sonuçlar elde edilebilmesi. Acıbadem Ataşehir Hastanesi Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Ayşen Timurağaoğlu, lenfomanın nadir görülen bazı türleri dışında, erken teşhis ve tedaviyle tamamen iyileşme sağlanabilen bir kanser türü olduğuna dikkat çekerek, “Son yıllarda hedefe yönelik akıllı moleküllerin de kullanılmasıyla birlikte lenfoma tedavisinde önemli başarılar elde edilebiliyor. Öyle ki bazı lenfoma türlerinde yüzde 95 oranında başarı sağlanabiliyor. Ayrıca agresif türlerinde dahi hastalık kontrol altına alınabiliyor. Ancak erken tanı için tarama yöntemi olmaması nedeniyle lenfomanın belirtilerini bilmek ve zamanında hekime başvurmak gerekiyor. Lenfomanın ilk sinyali ise genellikle boyun, koltuk altı ve kasık bölgelerinde sebepsiz yere gelişen ağrısız şişlik oluyor. Bu belirtide zaman kaybetmeden hekime başvurmak yaşamsal önem taşıyor” diyor.
Çok sayıda alt grubu var
Vücudumuzun çeşitli bölgelerinde yer alan ve enfeksiyon hastalıklarına karşı bariyer görevi yapan lenf düğümleri bağışıklık sistemimizin önemli bileşenlerinden birini oluşturuyor. Lenfoma, lenfosit olarak adlandırılan hücrelerde gelişen kötü huylu hastalıklar olarak tanımlanıyor. Bu lenfositler vücudumuzun hemen her bölgesinde bulunuyorlar, ancak lenfomalar lenf düğümlerinin primer hastalığı oluyor. Sıklıkla da boyun, koltuk altı, kasık, göğüs ve karın boşluğunda yer alan lenf düğümlerine yerleşiyorlar. Lenfoma toplumdaki yaygın inanışın aksine tek bir kanser türü değil. Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Ayşen Timurağaoğlu, lenfomanın aslında Hodgkin ve Hodgkin dışı lenfoma olmak üzere iki ana gruba ayrıldığını belirterek, “Bunların da kendi içlerinde alt tipleri bulunuyor. Öyle ki özellikle Hodgkin dışı lenfomanın onlarca alt grubu mevcut” diyor.
Ağrısız şişlik ilk belirtisi olabilir!
Lenfomanın ilk belirtisi genellikle boyunda, kasıkta veya koltuk altında yer alan lenf düğümlerinde ele gelen şişlik oluyor. Prof. Dr. Ayşen Timurağaoğlu, lenf düğümünün büyüme hızının ise hastalığın alt tipine göre değişiklik gösterdiğine işaret ederek, şöyle devam ediyor: “Yavaş seyirli tiplerinde tümör yıllar içinde çok yavaş büyürken, hızlı seyirli lenfomalarda ise büyüme günler içinde fark edilebiliyor. Lenfomalarda, lenf düğümlerinde ağrı olması beklenmiyor, ancak lenf bezi çok hızlı büyümüşse, ağrı yapabiliyor. Yüksek ateş, gece terlemesi ve kilo kaybı lenfomalarda gelişebiliyor. Bu belirtiler genellikle hastalığın evresi ilerlediğinde ortaya çıkıyor. Hodgkin lenfomada ek olarak sebebi açıklanamayan kaşıntı olabiliyor. Bazen tanı hastanın hiçbir yakınması olmayıp başka bir hastalık için yapılan incelemelerde tesadüfen de konulabiliyor”
Pek çok etken riski artırıyor!
Lenfoma, hangi dokudan kaynaklanırsa kaynaklansın, hücrenin kendi genetiğinde olan bozukluklar nedeniyle kontrolsüz olarak çoğalmasıyla ortaya çıkıyor. Herbisit (yabani bitki öldürücü ilaçlar) ve pestisitler ile (zararlı mikroorganizmaları kontrol altına almakta kullanılan ilaçlar) uğraşmak, AIDS hastalığı, organ nakli yapılması ve genetik geçişli immün yetmezlik riski artırıyor. Helikobakter Pilori (mide mikrobu), Hepatit C ve Ebstein Barr virüsü (öpücük hastalığı etkeni) gibi bazı virüsler de lenfoma riskini arttıran faktörlerden. İmmün sistemini etkileyen bazı ilaçlar ve bazı otoimmün hastalıklar, kronik antijenik uyarı, lenfoid sistemin sürekli sabit bir uyaranla uyarılması da lenfomanın gelişme riskini artıran etkenler olarak biliniyor.
Tedavi edilebilen bir kanser türü!
Lenfomanın tanısı, büyümüş olan lenf bezlerinden birinin cerrahi olarak tamamen çıkartılarak patolojik incelenmesiyle konuyor. Uygulanacak olan tedavi protokolü alınan bu patoloji sonucuna göre planlanıyor. Hodgkin dışı lenfomaların bir kısmı çok yavaş seyirli olup, yıllarca tedavisiz izlenebiliyor. Bir kısmı ise çok hızlı ilerliyor, bu nedenle tanı konulduktan sonra hemen tedaviye başlanması büyük önem taşıyor. Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Ayşen Timurağaoğlu, günümüzde nadir görülen bazı türleri dışında lenfomaların tedavisinde yüksek başarı oranları elde edildiğini belirterek, “Lenfomalarda cerrahi tedavi hemen hiç uygulanmıyor. Kemoterapinin yanı sıra akıllı ilaçların da bulunduğu ilaç protokollerine başvuruluyor, bazı hastalarda ışın tedavisi de gerekebiliyor. Akıllı ilaçlar sayesinde yan etkiler çok azalırken, tedavinin etkinliği de bir o kadar artıyor. Bazı alt tiplerinde ise ilk tedavi sürecine yanıt alınsa bile yüksek doz tedaviyle birlikte hastanın kendi kök hücrelerinin verildiği otolog kök hücre nakline ihtiyaç duyulabiliyor” diyor.
Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı