Aylık arşivler: Mart 2025

ses ve ışık şöleni “sesler ülkesi” seyirciden tam not aldı

ses ve ışık şöleni “sesler ülkesi” seyirciden tam not aldı 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, Gizem Padar’ın yazdığı, Nihat Alpteki’nin yönettiği “Sesler Ülkesi” adlı çocuk oyununu seyirciyle buluşturdu.

Unutulmaya yüz tutmuş enstrümanların fantastik bir ülkeye yolculuğa çıktığı “Sesler Ülkesi”, 9 Mart 2025 Pazar günü 12.00’de Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde ilk gösterimini yaptı.

Oyunun sonunda söz alan Genel Sanat Yönetmeni Ayşegül İşsever:

 

“İşte bizim için en büyük ödül bu. Huzurunuzda oyuncu arkadaşlarımı tebrik ediyorum. Emeği geçen herkese çok çok teşekkür ediyorum. Işık ve efektteki arkadaşlarım neredeyse başrol gibiydi. Onları kutluyorum. Böyle güzel bir enerjiyle karşılanmak bu da bizim ödülümüz. Bugün burada olmayı tercih ettiğiniz için hepinize çok teşekkür ediyorum. Ayın 23’ünde sizin için yepyeni bir oyun daha geliyor. Sizi kucaklamak üzere. Sakın unutmayın.” dedi.

Müziğini Ali Otyam’ın, dramaturgisini Ergun Özdemir’in, dekor tasarımını Cihan Aşar’ın, kostüm tasarımını Gamze Kuş’un, koreografisini İlkem Ulugün’ün, ışık tasarımını Gökhan Davulcu’nun, efekt tasarımını Ersin Aşar’ın yaptığı, fotoğraflarını Sadi Ayan’ın çektiği oyunda Aslı Şahin, Bahar Çebi, Cihat Faruk Sevindik, Çağlar Polat, Damla Cangül Yiğit, Lale Kabul rol alıyor.

 

Oyun, 16, 23 Mart 2025 tarihlerinde Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde.

 

 

“Sesler Ülkesi” Oyununun Konusu:

 

Uzun zamandır çocuklar tarafından ihmal edilen Keman, Piyano, Flüt kendileri gibi çalınmayan arkadaşları Gitarı da yanlarına alarak Sesler Ülkesi’ne dönmeleri gerektiğini anlatırlar. Gitar kendisini çalmayan Deniz’i uyandırır.  Gitar, Deniz’den ayrılmak istemediği için onu da Sesler Ülkesi’nde bir yolculuğa çıkarmaya karar verir. Böylece ilk kez Sesler Ülkesi’ni bir çocuk ziyaret eder.

 

Sesler Ülkesi’nde enstrümanları ve müziği yakından tanıyan Deniz, Vivaldi, Mozart ve enstrümanlara hayran kalır ve enstrümanların hepsini öğrenmeye heveslenir. Enstrümanlar, Deniz’e kendini beğendirmek için bir yarışa girer ve akordları bozulur. Beethoven enstrümanların akordunu düzeltir ve onları bir orkestra şefi olarak yöneterek bir eser çaldırır. Aralarındaki uyumu hatırlayan enstrümanlar ve çalacağı enstrümana karar veren Deniz mutludur.

 

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Kadınlarda tükenmişlik, erkeklerde duyarsızlık…

Kadınlarda tükenmişlik, erkeklerde duyarsızlık…

İş ve özel hayat dengesizliği, tükenmişlik sendromunun en büyük nedeni

Kişinin ruh halini etkileyen ve sosyal hayatında kişiyi zorlayan psikolojik rahatsızlığın tükenmişlik sendromu olarak adlandırıldığını belirten uzmanlar, bu durumun genellikle iş stresiyle ilgili ortaya çıktığını söylüyor.

Tükenmişlik sendromu yaşayan kişilerin, rutinlerini gerçekleştirmede zorlantı, isteksizlik, korku duyduklarını, karamsar bir bakış açısına sahip olduklarını ve sürekli umutsuz hissettiklerini dile getiren Uzman Klinik Psikolog Uluğ Çağrı Beyaz, “Tükenmişlik sendromu belirtileri fiziksel, psikolojik ve davranışsal belirtiler olarak üç boyutlu ele alınabilir.” dedi. Tükenmişlik sendromunun genellikle iş ve özel hayatında denge kurmakta zorlanan kişilerde sık görüldüğüne dikkat çeken Uzman Klinik Psikolog Uluğ Çağrı Beyaz, “Cinsiyet ayırt edici bir faktör değil. Kadınlarda tükenmişlik olarak karşımıza çıkarken erkeklerde duyarsızlık olarak ortaya çıkabilir.” açıklamasını yaptı.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Etiler Tıp Merkezi Uzman Klinik Psikolog Uluğ Çağrı Beyaz, tükenmişlik sendromu hakkında bilgi verdi ve belirtileri hafifletmek için önerilerde bulundu.

Tükenmişlik Sendromu ağır ve ruhsal bir durum…

Tükenmişlik Sendromu kavramının bir çeşit psikolojik rahatsızlık olduğunu dile getiren Uzman Klinik Psikolog Uluğ Çağrı Beyaz, “Özellikle 1970’li yıllarda Amerikalı bir psikoloğun iş ve meslek yaşantısı sonrasında geliştirdiği bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Günümüzde öncelikli iş, meslek hayatı ve hayatın birçok alanında karşımıza çıkabildiğini görebiliyoruz.” dedi.

Tükenmişlik Sendromunun kişinin ruh halini etkileyen ve sosyal hayatında kişiyi zorlayan psikolojik bir rahatsızlıktır olduğuna dikkat çeken Uzman Klinik Psikolog Uluğ Çağrı Beyaz, “Sıradan bir yorgunluk ya da enerji düşüklüğü ile karıştırılmaması gerekir. Çok daha ağır ve ruhsal durumdur. Stresle başa çıkabilme ve günlük sorumluluklarını yerine getirebilme konusunda tükenmişlik sendromu yaşayan bireylerde zorlanma görülür.” açıklamasını yaptı.

İş ve özel hayat dengesizliği en büyük neden

Tükenmişlik sendromunun genellikle iş ve özel hayatında denge kurmakta zorlanan kişilerde sık görüldüğüne dikkat çeken Uzman Klinik Psikolog Uluğ Çağrı Beyaz, “Sorumluluk alarak, kişinin önemli kararlar veren konumda olması, iş yetiştirme konusunda iş verenler tarafından bir çeşit baskıya maruz kalması ve bunun dışında kişinin yaptığı iş sebebi ile zamana karşı yarışıyor olması, sorumluluğu gereği aşırı hassasiyet göstermesi gerekmesi tükenmişliğin en büyük nedenleridir.” dedi.

Kişisel faktörlerin de önemli etkiye sahip olduğunu sözlerine ekleyen Uzman Klinik Psikolog Uluğ Çağrı Beyaz şöyle devam etti:

“Yetiştirilme tarzı ve kişilik özellikleri bunlardan bir tanesidir. Kişilik özelliklerini incelediğimizde A Tipi kişilik özellikleri dediğimiz aşırı mükemmeliyetçi, rekabetçi, hırsa sahip olma özelliği bulunan kişilerde karşımıza çıkıyor. Bunun dışında ‘hayır’ demekte zorluk çeken, sınırlarını çizme noktasında sorun yaşayan bireylerde tükenmişlik sendromu ortaya çıkabilir.” 

Fiziksel, psikolojik ve davranışsal belirtiler görülüyor

Tükenmişlik sendromu belirtilerini fiziksel, psikolojik ve davranışsal belirtiler olarak üç boyutlu ele alınabileceğini ifade eden Uzman Klinik Psikolog Uluğ Çağrı Beyaz, “Fiziksel belirtiler yorgunluk, bitkinlik, enerjisizlik, vücut ağrıları, bağırsak problemleri, kas ve eklem ağrıları, baş ağrısı, iştah artışı veya azalması, uyku düzeninin değişmesi, nefes alıp vermede zorlanma olarak görülebilir.” dedi.

Psikolojik belirtilerin iş ve sosyal yaşantıda öfke patlamaları, ümitsizlik, çaresizlik, tatminsizlik, kişinin kendinden memnun olmayışı, özgüvensizlik, gerçekçi olmayan endişe ve şüphelerin ortaya çıkması, suçluluk ve düşmanlık hisleri gibi durumlar olduğunu aktaran Uzman Klinik Psikolog Uluğ Çağrı Beyaz, davranışsal boyuttaki belirtilerin ise öfke patlamaları, kişinin sorumluluklarına karşı duyarsız olması, erteleme, öz bakımın düşüyor olması, kişinin kendisine özen göstermiyor olması olarak sıralanabileceğini söyledi.

Kadınlarda da erkeklerde de eşit oranda görülüyor…

Tükenmişlik sendromunun cinsiyetler arası farkı olmadığını dile getiren Uzman Klinik Psikolog Uluğ Çağrı Beyaz, “Bilimseler verileri izlediğimizde kadın ve erkek arasında anlamlı bir farklılık yok. Cinsiyet ayırt edici bir faktör değil. Kadınlarda tükenmişlik olarak karşımıza çıkarken erkeklerde duyarsızlık olarak ortaya çıkabilir.” açıklamasını yaptı.

Tükenmişlik sendromu belirtilerini azaltacak öneriler…

Tükenmişlik sendromuna karşı önerilerde de bulunan Uzman Klinik Psikolog Uluğ Çağrı Beyaz, sözlerini şöyle tamamladı:

“Kişi kendisine iyi gelecek meşguliyetlere zaman ayırarak, stresten uzaklaşıp dinleneceği ve tükenmişlik hissini azaltacak bir adım atabilir. Gerek bir profesyonelden gerekse aile arkadaş gibi yakın çevresinden alacağı destekler de fayda sağlar. Kişinin anlaşılıyor olması, sorunlarının çözüme yönelik karşılıklar buluyor olması bu semptomların azalmasında büyük bir öneme sahip. Kişinin ulaşılabilir hedefler belirlemesi motivasyonunu arttırır. Sendromun atlatılmasına yardımcı olur. Kişinin kendini keşfetmesi tükenmişlik sendromu yaşayan biri için kişilik farkındalıklarındandır. Ayrıca uyku alışkanlığı da düzenli bir rutine koyulmalıdır.”

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Nurullah Genç Söyleşisi, Zeytinburnu Kültür Sanat’ta gerçekleşti!

Ramazan coşkusu Zeytinburnu Kültür Sanat’ta yaşanmaya devam ediyor. Söyleşiler, tasavvuf konserleri, şiir dinletileri ve çocuklar için hazırlanan özel etkinliklerle Ramazan atmosferi Zeytinburnu’nda hissediliyor. 8 Mart Cumartesi akşamı saat 22.00’de Nurullah Genç, Zeytinburnu Kültür Sanat’ta bir söyleşi gerçekleştirdi. Şiir dinletisinin de yer aldığı program, Zeytinburnu halkından yoğun ilgi gördü.

 Şair Nurullah Genç, Ramazan etkinlikleri kapsamında Zeytinburnu Kültür Sanat’ın konuğu oldu. 8 Mart Cumartesi akşamı saat 22.00’de gerçekleştirilen söyleşi öncesinde Zeytinburnu Belediye Başkanı Ömer Arısoy bir selamlama konuşması yaptı. Ardından Nurullah Genç, şiirleri ve sohbetiyle misafirlere bereketli bir Ramazan akşamı yaşattı.

 

“Kelime dağarcığınız genişledikçe dünyaya açılan pencereleriniz artar.”

Nurullah Genç, okumanın önemini vurguladı:

“Her kelime, bir göstergedir. Kelime dağarcığınızdaki göstergeleriniz azalırsa dünyaya açılan pencereleriniz azalır. Göstergeleriniz artarsa dünyaya açılan pencereleriniz artar. Okudukça, öğrendikçe kainatı, dünyayı ve insanlığı daha iyi anlamaya başlarsınız. Okumadıkça, cahil kaldıkça pencereleriniz azalır, karanlığa gömülürsünüz. Cehalet karanlıktır.”

 

“Çocuğun hafızasına güzel kelimeleri yazmak gerekir.”

Nurullah Genç, çocuklara güzel kelimeler öğretmek gerektiğini söyleyerek ebeveynlere tavsiyelerde bulundu:

“İyilikler kuma yazılırken kötülükler taşa yazılıyor. Bunu geri çevirmek zorundayız. Anne babalara zaman zaman söylüyorum: Sizin çocuklarınızın hafızası, taşlardan daha sağlam. O taşlardaki yazı bile silinebilir bir gün ama çocuğun hafızasındaki yazı silinmiyor. Orada kalıyor. Onun için çocuğunuz küçük yaşlardayken onun hafızasına güzel kelimeler yazın.”

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Ramazan Etkinliklerinde İftar Sofrasıyla Birlikte Mehmet Ercan Dinletisi

Nevşehir Belediyesi’nin ev sahipliğinde düzenlenen ” Ramazan Etkinlikleri” programı dokuzuncu gününde Yazar, şair ve radyo programcısı Mehmet Ercan’ı ağırladı.

Kapadokya Kültür ve Sanat Merkezi’nde düzenlenen dinleti ve sohbet programında manevi iklim rüzgarı esti. Yazar Mehmet Ercan seslendirdiği birbirinden güzel eserle ve gönül sohbetleriyle Nevşehirli vatandaşlardan tam not aldı.

Nevşehir Belediyesi ve hayırseverlerin katkılarıyla düzenlenen Gönül Sofrası yemek organizasyonunda binlerce kişilik iftar sofraları kurulurken her gün düzenlenen ilahi dinletisi, semazen gösterisi ve Hacivat-karagöz oyununun Ramazan ayı boyunca devam edeceği belirtildi.

Nevşehir Belediyesi’nin ev sahipliğinde ki Gönül Sofrasında her gün binlerce kişi aynı sofrada oruç açarak Ramazan bereketi yaşanıyor. Bugünkü hayırseverler Tülay Düzleyen, Erdoğan Korkutmaz ve Mehmet İnce’ye Gönül Sofrasına verdikleri katkılardan dolayı teşekkür eden Nevşehir Belediye Başkanı Rasim Arı “Ramazan sadece oruç tutmak değil, paylaşmak, gönül almak ve sofraları bereketlendirmektir. Bu akşam da iftar çadırımızda, hayırda yarışan güzel insanlar sayesinde bir sofradan daha bereket, bir lokmadan daha kardeşlik fışkırdı. İnsan, iyilikle güzelleşir; şehir, dayanışmayla büyür. Rabbim, bu birlikteliği daim kılsın” diye konuştu.

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Gebelikte görülen kansızlığın 10 belirtisi

Gebelikte görülen kansızlığın 10 belirtisi 

Hamilelikte vücut önemli değişiklikler geçirir. Vücuttaki kan miktarı yaklaşık %20-30 oranında artar, bu da vücudun hemoglobin yapmak için ihtiyaç duyduğu demir ve vitamin tedarikini artırır. Birçok kadın ikinci ve üçüncü trimesterler için gereken yeterli miktarda demirden yoksundur. Vücudun sahip olduğundan daha fazla demire ihtiyacı olması durumunda da, kansızlık söz konusu olabilir ve bu durum önemli sağlık sorunlarına yol açabilir. 

Erken doğum ve doğum sonrası kanama riskine, anne yaşamının kaybına % 60 oranında yol açabilen kansızlık; demir, folik asit ve B12 vitamini desteğiyle tedavi edilebilir. Tüm anne adaylarının bu nedenle kan değerlerini çok iyi bilmesi ve düzenli olarak takip altında olması, anne ve bebek sağlığı açısından büyük önem taşır. Memorial Antalya Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Op. Dr. Timur Uğurlu, gebelikte kansızlığın yol açtığı tehlikeleri ve tedavi yöntemlerini anlattı.

Çocuğunuz ileride hipertansiyon hastası olmasın!

Kansızlık yani anemi, kan hemoglobin seviyesinin 11 mg/dl’nin altına inmesidir. Gebelikte en sık karşılaşılan durumdur. Kansızlıkta anne adayında halsizlik, çabuk yorulma, mide-bağırsak problemleri ortaya çıkar. Ayrıca erken doğum ve doğum sonu kanama riski oluşur.  Kansız annelerden doğan bebeklerde ise, gelişme geriliği ve davranış bozuklukları izlenebilmektedir. Ayrıca erişkin hayatta görülen hipertansiyonun da, daha anne karnında maruz kalınan anemik şartlarla ilişkili olduğu gösterilmiştir. 

 

Anemide görülen belirtiler şunlardır;

  1. Yorgunluk
  2. Üşüme
  3. Nefes darlığı
  4. Baş dönmesi veya güçsüzlük
  5. Hızlı kalp atışı
  6. Baş ağrısı
  7. Soluk ve kuru cilt
  8. Cildin kolayca morarması
  9. Dil ağrısı
  10. Huzursuz bacak sendromu

 

Anne adaylarının yarısından çoğunda görülüyor

Gelişmekte olan ülkelerde gebelikte kansızlık görülme sıklığı %50’lerin üzerinde olabilir ve anne ölümlerinin %40-60’ından sorumludur. Kansızlık; en sık demir ve folik asit eksikliğinde görülür. Ayrıca B12 vitamini eksikliği de anemiye neden olur.     

 

Hamilelik sırasında anemi riskini artıran durumlara dikkat!

  • İki yakın aralıklı hamileliğiniz varsa
  • Birden fazla bebeğe hamileyseniz
  • Sabah bulantısı nedeniyle sık sık kusuyorsanız
  • Yeterince demir açısından zengin yiyecekler tüketmiyorsanız
  • Hamilelik öncesi yoğun adet kanamanız varsa
  • Hamileliğinizden önce anemi geçmişiniz varsa

 

Gebelikte ekstra demir kullanımı önemli

Gebelikte kan hacmindeki artış, fetüs ve plasentanın ihtiyaçları nedeniyle, anne adayının günlük 4 mg demir gereksinimi ortaya çıkar. Bu ihtiyaç gebelik öncesi dönemin 2 katıdır. Gıdalardaki demirin ancak %10 kadarı emilebildiğinden, gebelikte ekstra demir kullanımı zorunlu olmaktadır. Gebeliğin erken dönemlerinde ölçülen kan hemoglobin ve ferritin düzeyleri ile demir eksikliği saptanmalıdır. Hayvansal et tüketimi ve C vitamini içeren gıdaların alınması ihmal edilmemelidir. Kansızlık (anemi) yoksa 60 miligram gibi önleyici dozda demir önerilirken;  anemik gebelerde günlük doz 100 miligram ve üzeri olabilir. 

 

Folik asitten zengin ıspanak tüketin

Gebeliğin erken dönemlerinde etkili olan folik asit eksikliği, bebekte yarık dudak-damak ve spina bifida gibi önemli anormalliklere neden olabilir. Ayrıca folik asit eksikliğinin, erken doğuma da yol açtığı bilinmektedir.  Folik asit; brokoli, brüksel lahanası ve ıspanak gibi sebzelerde bolca bulunur. Fakat pişirme sırasında etkinliği azalmaktadır. Günümüzde gebelik öncesi günlük 400 mikrogram folik asit başlanması önerilmektedir. Belirgin folik asit eksikliği ve kansızlık saptanırsa tedavi dozu günlük 5 miligramdır. Epilepsi ilacı kullanan gebeler ve talasemi taşıyıcıları da mutlaka tedavi dozunda folik asit kullanmalıdır.

 

Gebelikte B12 alımını önemseyin

Gebelikte, fetusun artan ihtiyacı nedeniyle annede B12 eksikliği görülebilmektedir.  Vejetaryenler, sigara içenler ve daha önce doğum kontrol hapı kullananlarda B12 eksikliği riski artmaktadır. B12 eksikliğinin kısırlığa neden olduğu da bilinmektedir.  B12 eksikliğinde, el ve ayaklarda keçeleşme, karıncalanma, halsizlik ve konsantrasyon güçlüğü gibi belirtiler ortaya çıkar. Bebeklerde doğum sonrası 6’ıncı ayda ortaya çıkan, büyüme-gelişme geriliği ve anemi ile karakterize bir sendrom görülebilir. B12 vitamini hayvansal ette yüksek oranda bulunur.  Gerekli durumlarda ağızdan veya kas içine iğne şeklinde B12 ilaçları kullanılmalıdır.

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Kulak sağlığı için bu önerilere dikkat!

Kulak sağlığı için bu önerilere dikkat!

Yüksek ses, gürültü ve kulak çubuğu kulak sağlığını tehdit ediyor

Kulak ve işitme sağlığını tehdit eden birçok unsur bulunduğunu belirten İstanbul Atlas

Üniversitesi Tıp Fakültesi (İngilizce) Cerrahi Tıp Bilimleri Bölümü Kulak, Burun ve Boğaz

Hastalıkları Anabilim Dalı’ndan Dr. Öğretim Üyesi Mustafa İbas, gürültü maruziyeti,

enfeksiyonlar ve travmalardan korunmanın önemini vurguladı. Kulak sağlığını korumak için

yüksek sesle müzik dinlenmemesini ve gürültüye maruz kalırken kulak koruyucu ekipman

kullanılmasını öneren İbas, enfeksiyonlardan korunmak için yüzme sonrası kulakların

kurulanması gerektiğini söyledi. Kulak kanalının zorlanmaması gerektiğinin altını çizen İbas,

“Kulak çubuğu çubukları gibi sert ve kulak zarına zarar verebilecek nesnelerle kulak

temizliği yapmayın” uyarısında bulundu.

İstanbul Atlas Üniversitesi Tıp Fakültesi (İngilizce) Cerrahi Tıp Bilimleri Bölümü Kulak, Burun ve

Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı’ndan Dr. Öğretim Üyesi Mustafa İbas, kulak ve işitme

sağlığının önemi ve korunmasına ilişkin değerlendirmede bulundu.

İşitme sağlığı testlerle değerlendiriliyor

Sağlıklı bir kulağın, dış kulak yolundan iç kulağa kadar tüm yapılarının normal anatomik ve

fonksiyonel özelliklerini koruması ile tanımlandığını belirten İbas, “Sağlıklı işitmenin en

önemli göstergesi ise işitme eşikleriyle belirlenir. Normal işitme eşikleri, 250 Hz – 8 bin Hz

frekans aralığında 0-25 dB seviyesinde olmalıdır. Saf ses odyometrisi ve konuşmayı ayırt etme

testleri, işitme sağlığını değerlendirmenin temel yöntemleridir” dedi.

Gürültü maruziyeti, enfeksiyon ve travmalar kulak sağlığını tehdit ediyor

Kulak sağlığını tehdit eden pek çok faktör bulunduğunu ifade eden İbas, bunlardan ilkinin

gürültü maruziyeti olduğunu söyledi. Yüksek sesli müzik, sanayi gürültüsü veya silah sesi gibi

yüksek desibelde seslere uzun süre maruz kalmanın işitme kaybına yol açabileceği uyarısında

bulunan İbas, enfeksiyon ve travmaların kulak sağlığını tehdit eden bir başka unsur olduğunu

kaydetti: “Orta kulak iltihapları (otitis media), dış kulak enfeksiyonları ve kronik enfeksiyonlar

işitme fonksiyonlarını bozabilir. Baş ve kulak travmaları, kulak zarı yırtılmalarına ve işitme

kaybına neden olabilir.”

Dış kulak yolunun kapanması işitme kalitesini tehdit ediyor

Kulak tıkaçları ve buşon (kulak kiri) birikiminin de kulak sağlığını tehdit ettiğini, dış kulak

yolunun tıkanmasının işitme kalitesini olumsuz etkileyebileceğini kaydeden İbas, “İlaçlar da

kulak sağlığını tehdit eden faktörler arasında sayılabilir. Bazı antibiyotikler ve kemoterapi

ilaçları gibi ototoksik ilaçlar işitme sinirlerine zarar verebilir” dedi. Yaşlanmanın da bir tehdit

olduğunu kaydeden Dr. Öğretim Üyesi Mustafa İbas, “Presbiakuzi olarak adlandırılan yaşa

bağlı işitme kaybı, özellikle yüksek frekanslı seslerin algılanmasını zorlaştırır” dedi.

İşitme kaybı, üç nedenle ortaya çıkabiliyor

İşitme kaybının nedenlerine değinen İbas, bunların iletim tipi, sensörinöral ve mikst tip olmak

üzere üçe ayrıldığını belirterek şunları söyledi:

İletim tipi işitme kaybı: Dış kulak veya orta kulakta iletimi engelleyen faktörlerden

kaynaklanır. Kulak kiri birikimi, kulak zarı delinmesi, orta kulakta sıvı birikimi veya

kemikçiklerde sertleşme (otoskleroz) gibi nedenlerle ortaya çıkabilir.

Sensörinöral işitme kaybı: İç kulaktaki tüylü hücrelerin hasarlanması veya işitme sinirinin

zarar görmesiyle oluşur. Yüksek seslere maruz kalma, yaşlanma, genetik faktörler ve bazı

ilaçlar bu tip kayba yol açabilir.

Mikst tip işitme kaybı: Hem iletim hem de sensörinöral işitme kaybının bir arada

bulunmasıdır.

Kulağınızı gürültüden koruyun!

Kulak sağlığını korumak için tavsiyelerde bulunan Dr. Öğretim Üyesi Mustafa İbas, önerilerini

şöyle sıraladı:

Gürültüye karşı önlem alın: Yüksek sesle müzik dinlemeyin. Yüksek sesli ortamlardan kaçının,

gürültüye maruz kalırken kulak tıkacı gibi kulak koruyucu ekipmanlar kullanın.

Kulak hijyenine dikkat edin: Kulak kanalınızı zorlamayın ve gereksiz müdahalelerden kaçının.

Kulak çubukları gibi sert ve kulak zarına zarar verebilecek nesnelerle kulak temizliği yapmayın.

Enfeksiyonlardan korunun: Enfeksiyonlardan korunmak için yüzme sonrası kulaklarınızı

kurulayın ve kulak sağlığınızı düzenli olarak kontrol ettirin.

Dengeli beslenin: B12 vitamini, çinko gibi vitamin ve minerallerin yeterli alınması işitme

sağlığı için önemlidir.

İlaç kullanımına dikkat edin: Ototoksik ilaçlardan kaçınmak veya doktor kontrolünde

kullanmak işitme sağlığınızı korumanıza yardımcı olur.

Kulak sağlığınızı düzenli kontrol ettirin: Özellikle risk grubundaysanız (yüksek sesli

ortamlarda çalışıyorsanız, ileri yaştaysanız) yılda bir kez işitme testi yaptırın. İşitme kaybı

belirtileri fark ederseniz vakit kaybetmeden bir Kulak Burun Boğaz (KBB) uzmanına başvurun.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

İlaç üretiminde alarm zilleri çalıyor

İlaç üretiminde alarm zilleri çalıyor 

 

Türk ilaç sektörünün köklü temsilcisi ve öncü gücü olan İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası (İEİS) Genel Sekreteri Savaş Malkoç, 60 yıldır ilaç ekosisteminin daha da gelişmesi ve rekabet gücünün artması için çalıştıklarını, ancak günümüz koşullarında ilaç fiyatlandırma sistemindeki sorunların ilaç üretimi ve ilaç arz güvenliğini tehlikeye atmaya başladığını belirtti. Malkoç, “Geçici çözümler yerine artık fiyat sisteminin kalıcı şekilde reforme edilmesi gerekiyor. Yoksa daha da sıkıntılı günler bizi bekliyor” dedi.

 

TÜRKİYE’NİN önde gelen 53 ulusal ve uluslararası firmasının bünyesinde yer aldığı İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası (İEİS) Genel Sekreteri Savaş Malkoç, tüm zorluklara rağmen üretime devam etmeye çalışırken, ekonomik baskıların artması, yükselen maliyetler, ilaç kuru uygulaması ve mevcut ilaç fiyat kararnamesinden dolayı ilaç sektörünün ciddi bir daralma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu açıkladı. Konuyla ilgili olarak tüm ilgili kamu kurum ve kuruluşlarıyla temasta olunduğunu vurgulayan Malkoç, “Tüm kamu kurum ve kuruluşlarımızla paylaştığımız üzere, ilaç fiyatlandırma mevzuatının, sektörün görüş ve değerlendirmeleri çerçevesinde güncellenmesi için bir an önce gerekli önlemlerin alınması gerekiyor. Vatandaşlarımızın ilaç ihtiyacını eksiksiz biçimde sağlamak için tüm gücünü ortaya koyan sektörümüzde mali sorunlar nedeniyle üretim geriliyor. Bu şekilde devam ederse yakın zamanda ilaç arzında da ciddi sorunlar yaşanabilir” dedi.

 

İlaç sanayi üretiminde endişe veren daralma 

 

Türkiye’de vatandaşlarımız tarafından kullanılan ilaçların kutu bazında %92’si yerli üretimle karşılanmasına rağmen, ilaç sanayi üretim verileri son sekiz aydır sürekli bir düşüş gösteriyor. TÜİK verilerine göre, 2024 yılı Aralık ayında ilaç sanayi üretiminde %19,6’lık bir daralma yaşandı. Yıllık bazda ise düşüş %7,3 seviyesine ulaştı. Buna karşın, imalat sanayinin genelinde bir değişim yaşanmazken, kimya sektörü %1,8 büyüme kaydetti.

 laç Endüstrisi İşverenler Sendikası (İEİS) Genel Sekreteri Savaş Malkoç, sektörün içinde bulunduğu durumla ilgili yaptığı açıklamada, “Uluslararası standartların bile ötesine geçmiş bir ilaç sanayimiz var. Ancak içinde bulunduğumuz ekonomik koşullar nedeniyle üretim her geçen gün daha da zorlaşıyor. Kredi maliyetlerindeki artış, hızla yükselen işgücü ve hammadde giderleri sektörümüzü ciddi bir mali sorunla karşı karşıya bırakıyor. Bu sene yalnızca işgücü maliyetlerimiz %50 oranında artarken, sektörümüze verilen kur artışı sadece %23,5 seviyesinde kaldı. Bugün itibariyle güncel Avro kuru 40 TL’ye yaklaşmışken ilaç fiyatlandırmasında kullanılan kur ise sadece 21,67 TL düzeyindedir. Buna ek olarak, ilaç pazarı kutu bazında küçülmeye devam ediyor. Bu tablo yerli üretimde ciddi bir arz krizinin yaklaşmakta olduğunun açık bir göstergesidir” dedi.

 

Fiyatlandırma politikası nedeniyle yeterli kaynak ayrılamıyor

 

Savaş Malkoç, sektördeki yapısal sorunların geçici çözümlerle giderilemeyeceğini belirterek, ilaç fiyatlandırma sisteminin kalıcı ve kapsamlı bir reformla yeniden düzenlenmesi gerektiğini ifade etti ve sözlerini şöyle sürdürdü; “İlaç sektöründe küresel çapta hızlı ve köklü değişimler yaşanıyor. Bu değişim süreci, biyoteknolojik ve biyobenzer ilaçlardan gen teknolojilerine, kişiye özel tedavilerden yapay zekânın molekül keşfi ve üretim süreçlerine entegrasyonuna kadar büyük çapta gelişiyor. İlaç endüstrisi, sürdürülebilir büyüme ve rekabet gücünü koruyabilmek için Ar-Ge yatırımlarına en fazla bütçe ayırması gereken alanlardan biri. Ancak, mevcut fiyatlandırma politikası nedeniyle Türkiye’de bu yatırımlara ayrılan kaynaklar yetersiz kalıyor. Mevcut ekonomik koşullar ve ekonomik gerçeklikten uzak ilaç kuru üretimdeki daralmayı derinleştiriyor. Acilen bir çözüm bulunamazsa ilaç tedarik zincirinde kırılmalar yaşanabilir ve hastaların temel ilaçlara erişiminde ciddi sıkıntılar oluşabilir. Sektörümüzü günden güne sıkıştıran bu darboğazın aşılması için geçici çözümler yerine kalıcı bir fiyatlandırma reformunun hayata geçirilmesi gerekiyor. Yetkililerden ilaç sanayisinin sürdürülebilirliği için acil adımlar atılmasını talep ediyoruz.”

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Ramazan’da uyku sorunlarına karşı 8 önemli uyarı

Uykuya dalmada zorluk, sabahları yorgun uyanmak, gündüzleri uyuklamak…

 

Yatağınızda cep telefonuna bakmayın!

 

Gündüzleri 20 dakika şekerleme yapın!

 

Odanız sessiz, karanlık ve serin olsun!

 

İftar ve sahur yemeğinde bu kurallara dikkat!

 

Ramazan’da uyku sorunlarına karşı 8 önemli uyarı 

 

 

Ramazan’da değişen yemek ve öğün saatlerinin getirdiği fiziksel ve psikolojik değişiklikler uyku düzenini olumsuz etkileyebiliyor.  Uykuya dalmada zorluk, geceleri sık, sabahları yorgun uyanma ve gündüzleri sürekli uyuklama Ramazan’da en sık karşılaşılan uyku problemleri arasında yer alıyor. Ayrıca, sahurdan sonra tekrar uykuya geçilmesi, vücudun dinlenme sürecinin verimli olmasını önleyebiliyor. Acıbadem Kartal Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Yelda Başbuğ, yeterli ve kaliteli bir uyku için Ramazan’da beslenme alışkanlıklarına dikkat etmenin son derece önemli olduğuna dikkat çekerek, “Sağlıklı bir uyku için iftar yemeğini hafif tutmak, sahurda protein ile kompleks karbonhidratlardan zengin gıdaları tercih etmek ve uyumadan önce ağır aktivitelerden kaçınmak önemlidir” diyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Yelda Başbuğ,  Ramazan’da uyku sorunlarına karşı almanız gereken önlemleri anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu.  

 

 

Uyku saatleriniz düzenli olsun

 

Hayatımızın üçte birini geçirdiğimiz uykunun kaliteli olması büyük bir öneme sahip. Zira, kalitesiz bir uyku ertesi günü yorgun geçirmekten unutkanlığa, hatta kronikleşirse depresyona kadar birçok soruna neden olabiliyor. 

Nasıl önlem almalı? Vücudun biyolojik saati düzenli bir uyku programıyla stabil hale geliyor. Böylece gece uykuya geçişi hızlandırıyor ve kalitesini artırıyor. Bu etkisiyle sabah daha dinç kalkmanızı sağlarken gün içinde uykusuzluk ya da uyuklama gibi problemler yaşamanızı önlüyor. Dolayısıyla gece kalitesiz uyku problemi yaşıyorsanız, düzenli uyku saatleri oluşturmanız çok önemli. Biyolojik saatinizin düzenlenmesi ve uykuya dalma sürecinizin hızlanması için Ramazan boyunca her gün aynı saatte yatıp aynı saatte kalkmaya özen gösterin. Örneğin, akşamları saat 23:00’te yatıp sabah 05:00’te kalkarak sahura hazırlık yapabilirsiniz.

 

Aşırı yağlı ve ağır yemeklerden kaçının

 

Aşırı yağlı ve ağır yemekler sindirimi zorlaştırmaları nedeniyle gece uykuya geçişi önlerken kalitesini de düşürüyor.   Bunun sonucunda sabahları yorgun uyanmanıza neden olabiliyor. Ayrıca mideyi aşırı doldurmak, uykuda sık sık uyanmaya da yol açabiliyor. 

Nasıl önlem almalı? İftar ve sahurda ağır yemeklerden kaçının, özellikle kızartmalardan ve fazla şekerli gıdalardan uzak durun. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Yelda Başbuğ, her iki öğünde hafif ve protein ile lif açısından zengin besinleri tercih etmeniz gerektiğini belirterek, “Hafif yemekleri tercih etmek uykuya geçişi hızlandırır, sabahları daha enerjik olunmasına katkı sağlar ve mide sorunları yaşanmasını önler. Dolayısıyla iftarda ortalama 600-800 kalori arasında bir öğün tüketmeye özen gösterilmelidir. Örneğin, iftarda sebze yemekleri ve tam tahıllı ürünler tüketilebilir.  Sahurda da tam buğday ekmeğiyle yapılan peynirli bir sandviç ve bir porsiyon meyve iyi bir seçenek olabilir” diyor. 

 

Yatağınızda cep telefonunuza bakmayın!

 

Elektronik cihazlardan yayılan mavi ışık melatonin salgısını önleyerek uykuya geçişi zorlaştırıyor. Mavi ışık ayrıca uyku hormonunu baskılıyor ve uyku düzenini bozuyor. 

Nasıl önlem almalı? Yatmadan önce ekranlardan uzak durmanın melatonin üretimini artırdığına işaret eden Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Yelda Başbuğ, “Dolayısıyla yatmadan en az bir saat önce telefon, tablet ve bilgisayar kullanımını bırakmanız ve yatak odasından uzak tutmanız sağlıklı bir uyku için çok önemli” diye konuşuyor. 

 

Gündüz 20 dakika şekerleme yapın

 

Gündüz aşırı uyuklama, Ramazan’da çoğu kişinin yaşadığı ortak bir sorun. Bunun sonucunda okulda, işyerinde veya sosyal ortamda önemli sıkıntılar yaşanabiliyor. 

Nasıl önlem almalı? Gündüz aşırı uyuklama sorunu yaşıyorsanız, kısa süreli şekerleme yapmanızda fayda var.  Gündüzleri 20 dakikalık kısa uyku molaları enerji seviyenizi artırarak gündüz uyuklamalarını azaltabiliyor. Yapılan bir çalışmada, 20 dakikalık şekerlemenin gündüz yaşanan yorgunluğu azaltırken, gece uyku düzenini bozmadığı ortaya konmuş.   Dr. Yelda Başbuğ, ancak bu şekerlemeleri öğleden önce yapmaya özen göstermeniz gerektiğini vurgulayarak, aksi takdirde gece uykunuzun olumsuz yönde etkilenebileceği uyarısında bulunuyor. 

 

Kahve ve çayı mutlaka sınırlandırın!

 

Uykuya geçişi zorlaştıran bir madde olan kafein vücutta 6-8 saat boyunca etkili olabiliyor. Yapılan araştırmalar, akşam saatlerinde alınan kafeinin uyku kalitesini ciddi şekilde düşürdüğünü gösteriyor. 

Nasıl önlem almalı? Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Yelda Başbuğ, uykuya dalmakta güçlük çekiyorsanız öncelikle kafein tüketimini kısıtlamanız gerektiğine işaret ederek, “Bu nedenle akşamları kafein içeren içecekler tüketmeyin. Ramazan sürecinde de iftardan sonra iki bardaktan fazla çay veya iki fincandan fazla kahve içmeyin ve sahurda kafeinli içecekler tüketmeyin” diyor. 

 

Yatmadan önce egzersiz yapın, ancak…

 

Uykusuzluk yaşam kalitesini olumsuz etkilemesinin yanı sıra uzun vadede diyabet, kalp, hipertansiyon ve obezite gibi kronik hastalıklarda önemli bir risk faktörü olarak karşımıza çıkıyor. 

Nasıl önlem almalı? Geceleri uykuya geçmekte zorluk yaşıyorsanız alabileceğiniz bir başka etkili önlem ise düzenli olarak hafif egzersiz yapmak. Zira, egzersizler vücuda enerji verirken uykuya dalmayı kolaylaştırıyor ve kalitesini artırıyor. Örneğin, iftardan sonra hafif yürüyüşler yapabilirsiniz. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Yelda Başbuğ, ancak uyku düzeninizin bozulmaması için yoğun egzersizleri yatmadan en az üç saat önce bırakmanız ve uykuya geçmeden önce dinlenmeniz gerektiğine dikkat çekiyor. 

 

Yatak odanızın hava akışını iyi sağlayın

 

Odanın havasız olması, vücudun oksijen ihtiyacını karşılayamamasına yol açıyor ve bu durum da uykusuzluğa neden oluyor. 

Nasıl önlem almalı? Yatak odasındaki havasızlık sorununu önlemek için odanızı günde en az 2-3 kez, 10-15 dakika boyunca havalandırmayı alışkanlık edinin. Özellikle sabah uyanınca ve yatmadan önce pencereyi açarak temiz hava girmesini sağlayabilirsiniz. Bilimsel çalışmalar, serin ve oksijen açısından zengin ortamların derin uykuya geçişi kolaylaştırdığını ve uyku kalitesini artırdığını gösteriyor. Dolayısıyla odanızı sessiz, karanlık ve serin tutmaya özen gösterin. Odanın sıcaklığını 18-20°C arasında tutarak uyku kalitesini artırabilirsiniz. Gerekirse kulak tıkacı veya göz maskesi kullanabilirsiniz. 

 

Stres yönetimi tekniklerini kullanın

 

Stresin yol açtığı önemli sorunlardan biri de uykuya dalmayı zorlaştırmak oluyor.

Nasıl önlem almalı? Stresinizi kontrol etmekte güçlük çekiyorsanız, zihninizi sakinleştirerek uykuya geçişi hızlandıran ve daha kaliteli bir uyku sağlayan meditasyon, derin nefes alma egzersizleri veya hafif esneme hareketleri yapabilirsiniz. 

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

12 Mart Dünya Glokom GünüGörmenin sessiz hırsızı glokom

12 Mart Dünya Glokom Günü

Görmenin sessiz hırsızı glokom

 

Dünya genelinde yaklaşık 80 milyon glokom hastası bulunuyor ve bu 80 milyonun yaklaşık yüzde 10’u glokoma bağlı körlükle karşı karşıya kalıyor. Miyop, hipermetrop, astigmatizma, katarakt ve yakın görme zorluğu gibi en sık karşılaşılan göz hastalıkları arasında glokomun da yer aldığını açıklayan Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Yusuf Avni Yılmaz, “Bir diğer adı göz tansiyonu olan bu rahatsızlık, göz içi basıncının artmasıyla sinirlere zarar veren ve görme kaybına yol açabilen bir hastalık. Erken evrelerde belirti vermeyebilir ve genellikle rutin göz muayenesi sırasında tespit edilir” dedi.

 

Glokomda görme kaybı genellikle çevreden başlar ve merkezi görme korunur. Hastaların merkezi görmesi bozulmadığı için görme kaybını fark edemediğini belirten Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Yusuf Avni Yılmaz, “Belirtiler ortaya çıktığında hastalık çoğunlukla ilerlemiş olur bu nedenle görmenin sessiz hırsızı olarak adlandırılabilir. Zamanında tedavi edilmezse kalıcı körlüğe yol açabileceği için rutin göz kontrolleri çok önemli” uyarısında bulundu.

 

Migren hastaları da glokom açısından riskli grupta

Hastalığın oluşumunu doğrudan engellemenin mümkün olmadığını ancak erken teşhisle ilerlemenin durdurulabileceğini paylaşan Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Yusuf Avni Yılmaz, “Hastalığın gelişiminde genetik ve çevresel faktörler rol oynayabilir. Ailesinde glokom öyküsü olanlar, miyop ve hipermetrop gibi kırma kusurlarına sahip kişiler, diyabet, hipertansiyon veya migren hastaları, 40 yaş üstü bireyler, daha önce göz travması veya cerrahisi geçirenler son olarak da uzun süre kortizon damla kullananlar ekstra risk altındadırlar. Tam da bu sebeple düzenli göz muayeneleri özellikle bu kişiler için hayati önem taşır” dedi.

 

Glokom tedavisi

Glokom tedavisinin ilaç, lazer ve cerrahi olarak üç temel grupta planlandığını dile getiren Op. Dr. Yusuf Avni Yılmaz, “İlaç tedavisi, göz damlaları ile göz içi basıncı kontrol altına almaya çalışır. Lazer, basıncı düşürmek veya sıvı drenajını artırmak amacıyla uygulanır. Cerrahi tedavi ise diğer seçeneklere rağmen göz içi basıncı yeterince düşürülemezse son çare olarak değerlendirilir. Cerrahinin amacı, göz içi basıncını kontrol altına alarak hasarın ilerlemesini durdurmaktır. Kaybedilen görme yetisinin cerrahiyle bile geri getirilemeyeceği bilinmeli” dedi.

 

Glokom hakkında doğru bilinen yanlışlar

Glokom sadece yaşlıları etkiler. → Yanlış. Hastalığın doğuştan görüldüğü vakalar bile vardır.
Herhangi bir görme problemi yoksa glokom gelişmez. → Yanlış. Hastalık, görme iyi olsa dahi gelişebilir.
Glokom sadece göz tansiyonu yüksekse oluşur. → Yanlış. Göz içi basıncı normal olan bireylerde de ‘normal basınçlı glokom’ türü gelişebilir.
Belirti yoksa tedaviye gerek yoktur. → Yanlış. Glokom zaten erken evrelerde belirgin belirtiler vermediği için görmenin sessiz hırsızı olarak adlandırılır. 
 

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

“2030 yılında Türk kadınlarının yarısı, erkeklerin ise üçte biri obez olacak”

Acıbadem Üniversitesi’nden Prof. Dr. Murat Baş uyarıyor: 

 

“2030 yılında Türk kadınlarının yarısı, erkeklerin ise üçte biri obez olacak”

 

Obezite, 21. yüzyılın en büyük halk sağlığı sorunlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Dünya Sağlık Örgütü ve OECD raporlarına göre, 2035 yılına kadar 1.9 milyar insanın obeziteyle yaşayacağı tahmin ediliyor. Bunun ekonomiye maliyeti ise yıllık 4.32 trilyon dolar olarak hesaplanıyor. 2035 yılına kadar her dört kişiden birinin obezite ile yaşaması beklenirken, çocukluk çağı obezitesinin ise iki kat arttığı gösteriliyor. 

Acıbadem Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı ve Beslenme ve Diyetetik Bölümü Başkanı Prof. Dr. Murat Baş, obezitenin sadece bireysel yemek tercihleriyle açıklanamayacak kadar karmaşık bir sorun olduğunu belirterek, “Kentleşme, teknolojik ilerlemeler, ekonomik eşitsizlikler ve gıda endüstrisinin yapısı, tüm dünya genelinde obezite oranlarının artmasında büyük rol oynuyor. Gündelik hareketliliğin azalması, ucuz ve sağlıksız gıdalara erişim kolaylığı, obeziteyi kaçınılmaz hale getiriyor” diyor. 

 

Çocukluk çağı obezitesi iki katından fazla arttı
Prof. Dr. Murat Baş, “Son 30 yılda çocuklarda obezite oranları iki katından fazla arttı. Bu durum, gelecekte kalp hastalıkları, diyabet ve diğer kronik hastalıkların da yaygınlaşacağını gösteriyor. Sadece bireysel çözümlerle değil, toplumsal ve politikalarla müdahale edilmesi gerekiyor” diyor.

 

Türkiye’de obezite oranları alarm veriyor
Türkiye, Avrupa’da kadınlarda en yüksek, erkeklerde ise beşinci en yüksek obezite oranına sahip ülkeler arasında. 1975’te yüzde 8.6 olan obezite oranı, 2016’da yüzde 32.1’e yükseldi. Prof. Dr. Murat Baş, “1961’de Türkiye’de kişi başına düşen günlük enerji alımı 2.955 kaloriydi. Bugün bu rakam 3.925 kalorinin üzerine çıkmış durumda. Ultra işlenmiş gıdalar ve şekerli içecekler obezitenin en temel sebeplerinden biri haline geldi” şeklinde konuşuyor. 

Obeziteyle mücadelede bireysel farkındalığın ötesinde sistemsel değişimlerin şart olduğunu belirten Prof. Dr. Murat Baş, “Sağlık sistemleri, obeziteyle yaşayan bireylere daha iyi hizmet sunacak şekilde geliştirilmeli. İşlenmiş gıdaların tüketimini azaltacak politikalar uygulanmalı, sağlıklı besinlere erişim kolaylaştırılmalı. Kent planlaması fiziksel aktiviteyi teşvik edecek şekilde yapılmalı, yürüyüş yolları ve yeşil alanlar artırılmalı. Ayrıca, obeziteye dair toplumsal damgalama ile mücadele edilmelidir. Obezite bireysel bir sorun değil, sistemsel bir krizdir. Bireyleri suçlamaktan öteye geçerek sağlıklı bir gelecek inşa etmeliyiz” diyerek herkesi bu konuda duyarlı olmaya çağırdı.

 

Obeziteyi besleyen modern yaşam

Günümüzde fiziksel aktivitenin azalması, sağlıksız beslenme alışkanlıklarının yaygınlaşması ve yüksek kalorili gıdaların kolay ulaşılabilir olması obezitenin temel nedenleri arasında yer alıyor. Masa başı işler, motorlu araç kullanımının artması ve dijitalleşmenin yaygınlaşması günlük hareketliliği ciddi şekilde azaltıyor. Bunun yanında, sağlıklı gıdaların yüksek maliyeti düşük gelirli bireyleri daha ucuz, işlenmiş ve yüksek kalorili gıdalara yönelttiğine dikkat çeken Prof. Dr. Murat Baş, “Fast food tüketimindeki artış, yüksek şeker ve doymuş yağ içeren işlenmiş gıdaların yaygınlaşması, gençler ve çocuklar başta olmak üzere tüm toplumu etkiliyor. Bu gıdalar vücuda fazla enerji alımına neden olarak kilo artışına yol açarken, aynı zamanda bağırsak mikrobiyotasını bozarak sindirim sağlığını da olumsuz etkiliyor. Ayrıca şekerli içeceklerin tüketimi de obeziteyi tetikleyen önemli faktörlerden biri. Türkiye’de kişi başına yıllık şekerli içecek tüketimi 160 litreye ulaşarak dünya ortalamasının neredeyse iki katına çıkmış durumda” diyor. 

Obezite konusunda sıkça tartışılan bir konu da genetik yatkınlığın rolü. Bazı bireylerin genetik olarak kilo almaya daha eğilimli olabildiklerini söyleyen Prof. Dr. Murat Baş, “Ancak yapılan araştırmalar, çevresel faktörlerin genetik yatkınlığı tetiklediğini gösteriyor. Yani genetik faktörler tek başına belirleyici değil; sağlıksız bir beslenme düzeni ve hareketsiz yaşam tarzı, obezitenin esas sebepleri arasında yer alıyor. Obezite sadece bireylerin sağlığını değil, küresel ekonomiyi de tehdit eden bir halk sağlığı krizi haline geldi. OECD raporları, obezitenin sağlık harcamalarını yılda %8 oranında artırdığını ve üretkenlik kaybına neden olduğunu ortaya koyuyor” şeklinde sözlerini sürdürüyor. 

 

Türkiye’de obezite gerçeği

Prof. Dr. Murat Baş, Türkiye’nin de obezite krizinden ciddi şekilde etkilendiğine dikkat çekiyor: “1975’te %8.6 olan obezite oranı, 2016’da %32.1’e çıkarak dört katına yükseldi. Dünya Sağlık Örgütü’nün tahminlerine göre, 2030 yılına kadar Türk kadınlarının yarısı, erkeklerin ise üçte biri obez olacak. Türkiye, Avrupa’da kadınlarda en yüksek, erkeklerde ise beşinci sırada yer alıyor. Bu dramatik artış, yalnızca bireylerin yaşam kalitesini değil, sağlık sistemini ve ülke ekonomisini tehdit eden bir halk sağlığı krizine işaret ediyor. Türkiye’de her 100.000 ölümden 84’ünün obeziteyle ilişkili olduğu bildiriliyor. Bu oran, küresel ortalamanın neredeyse iki katı….”

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı