Yazar arşivleri: admin

Çocukluk Çağı Kanserleri Nasıl Fark Edilir?

Çocuklarda kanser erişkinlere oranla 100 kat daha az görülür. Türkiye’de ve dünyada her 1 milyon çocuktan 110-150’sinde kansere rastlanıyor.

Çocuk çağı kanserlerine dikkat çeken Liv Hospital Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi Uzmanı Prof. Dr. Tülin Tiraje Celkan, tüm kanserlerin sadece yüzde 2-4’ünün çocuklarda görüldüğünü belirterek, “Her yıl 1 milyon çocuktan 110-150’sinde kanser gelişiyor. Çocukluk çağı kanserleri en sık ilk 5 yaşta ve 10-15 yaş döneminde ortaya çıkıyor.

Tedavi başarısının yüksek olması ve çocukların önündeki beklenen yaşam süresinin uzunluğu, erken tanı ve tedavinin önemini ortaya koyuyor. Gelişmiş ülkelerde çocuklar arasında en sık ölüm nedenlerinde 2’nci sırada olan kanserler, ülkemizde enfeksiyonlar, kazalar, kalp hastalıklarından sonra 4’üncü sırada yer alıyor. Nüfusumuzun yüzde 26,3’ü 0-14 yaş arasında bulunuyor. Ülke nüfusumuzu 84 milyon olarak kabul edersek 21 milyon çocuk için yıllık beklenen yeni kanserli çocuk olgu sayısı 2 bin 500 ile 3 bin arasındadır” dedi.   

Çocukluk çağı kanserlerinde lösemi başı çekiyor

Türkiye’de ve dünyada çocukluk çağında görülen kanserlerin yüzde 30’unu lösemi oluşturuyor. Ülkemizde ikinci sırada lenf bezi kanserleri (Hodgkin ve Hodgkin-dışı lenfoma) yer alıyor. Bunları sırasıyla sinir sistemi tümörleri, nöroblastoma, Wilms tümörü ve yumuşak doku sarkomaları (rabdomiyosarkoma) izliyor. Kemik, deri, göz ve karaciğer tümörleri ise çocuklarda daha nadirdir. Çocukluk çağında tümörlerin çoğu embriyonel kaynaklı, erişkin kanserlerinin çoğu ise karsinomlardır. Genetik nedenler, erişkin kanserlerinden çok daha sık saptanıyor. Ailevi yatkınlık, doğumsal hastalıklar, doğumsal anomaliler, gen bozuklukları, immün yetmezlikler ve nörofibromatozis gibi genetik hastalıklar kansere yatkınlık yaratıyor. 

İyileşme oranları yüzde 5’ten 80’e çıktı

Çocuk kanserlerinin özelliklerinden biri, çok hızlı çoğalan ve büyüyen kanserler olmalarıdır. Hızlı büyüdükleri için de ilaç tedavisi (kemoterapi) ve ışın tedavisine (radyoterapi) duyarlı oluyorlar. Çocuk kanserlerinde genellikle cerrahi, ışın ve ilaç tedavileri birlikte kullanılıyor. Işın geç yan etkileri fazla olduğu için giderek çocukluk çağı kanser tedavilerinde daha az sıklıkla ve azalan doz ve süreler ile yer alıyor. Genellikle tedavinin kesilmesinden sonra 5 yıl geçmiş ve kanser tekrarlamamışsa hasta tamamen kür olmuş deniliyor. 1960’lı yıllarda yüzde 5’i iyileşen çocukluk çağı lösemilerinin günümüzde yüzde 75-80’i şifa buluyor.

Hangi belirtilerde çocukluk çağı kanserlerinden şüphelenilmeli?

  • Çocukta beze, kansızlık, karın şişliği, herhangi bir dokuda anormal bir büyüme fark edildiğinde derhal hekime başvurmalı ve nedeni araştırılmalıdır.
  • Hastada solukluk, deride nokta kanamalar veya morluklar, halsizlik, yorgunluk, kemik ağrısı gibi belirtiler varsa; dalağı ve karaciğeri, bezeleri büyümüşse akla öncelikle lösemi gelmelidir. Bu durumda hemen bir kan tetkiki ve kesin tanı için gerekiyorsa kemik iliği tetkiki yapılır. Lenf bezi büyümelerine ateş, gece terlemeleri, halsizlik, kilo kaybı, kaşıntı gibi belirtiler eşlik ediyorsa, Hodgkin hastalığı düşünülmelidir. Tanıya, lenf bezinden biyopsi yapılarak gidilir.
  • Küçük çocuklarda ağrısız bir karın kitlesi, deri altında küçük şişlikler (nodül), öksürük veya ateş, solukluk, gözlerin tek veya çift taraflı öne fırlaması ve göz çevresinde morluk gibi belirtiler, kemik ağrıları varsa “nöroblastoma” adı verilen böbreküstü bezinden veya sempatik sinir sisteminden kaynaklanan bir tümör akla gelir. Tanıya biyopsi veya kemik iliği tetkiki, tümör belirteçleri (NSE testi) ile gidilir.
  • Ağrısız karın kitlesi veya nadiren karın ağrısı ve karında şişlik, idrarda kan, gözün renkli tabakası irisin yokluğu gibi belirtiler küçük bir çocukta böbrek tümörünü (Wilms tümörü) düşündürmelidir. Tanı, görüntüleme yöntemleri (MR veya BT) ve biyopsi ile konur.
  • Karaciğer bölgesinde şişlik, sarılık, bulantı, kusma, kilo kaybı gibi belirtiler ise karaciğer tümörünü akla getirmelidir. Bu durumda kanda alfa-fetoprotein (ALP) denen tümör belirteci yükselmiş olarak saptanacaktır. Tanı biyopsi ile konur.

Tedavide farklı yöntemler uygulanıyor

Çocuk kanserlerinde cerrahi yöntemler genellikle tümör kaynaklandığı organ içinde sınırlı ise tümörün çıkarılması şeklindedir. Ancak tümör çıkarılamayacak büyüklükte ise veya başka dokulara yayılma yapmış ise (metastaz) bu durumda tümörden biyopsi almakla yetinilir ve öncelikle kemoterapi uygulanarak tümör ve/veya metastazları bu yol ile yok edilmeye çalışılır. Tümör küçülüp, metastazlar kaybolduktan sonra tümör kalıntısı cerrahi olarak çıkarılabilir. 

Kemoterapi, belirli aralıklarla kemoterapi ilaçlarının ağız veya damar yolu ile verilmesiyle yapılır. Lösemi tedavisi sırasında ilaçlar beyin-omurilik sıvısı içine de verilebilir; buna “intratekal tedavi” denir.

Kemoterapi süreleri, uygulanan tedavi şemalarına göre farklılıklar gösterir. 2-3 günden 7-8 güne değişen sürelerde, blok halinde genellikle 21-28 günde bir ilaçların birlikte kullanımı söz konusudur. Kemoterapinin süresi genellikle 6 ay ile 2 yıl arasında değişir.

Kemoterapide kullanılan ilaçların bazı yan etkileri olur ancak bu etkilerin çoğu geçicidir ve birtakım ilaçlarla başarılı bir şekilde önlenebilir. Kemoterapi döneminde çocuk oldukça halsiz olur, ayrıca bulantı, kusma, kemik ağrıları görülebilir. Kemoterapinin dıştan fark edilen en belirgin yan etkisi ise saçların dökülmesidir. Tedavileri biter bitmez saçlar hemen çıkmaya başlar. 

Kemoterapinin bir etkisi olarak enfeksiyon riski arttığından bu dönemde hijyen çok önem kazanır. Genellikle okul çağı çocukların bir süreliğine okuldan uzak kalmasında yarar vardır. 

Radyoterapi ise tümörün bulunduğu alana doğrudan ışın verilmesi şeklinde uygulanan tedavi şeklidir. Radyoterapi çocuklarda mümkün olduğu kadar az kullanılır, özellikle büyüyen vücutlarda gelişme bozukluklarına yol açabileceğinden zorunlu durumlar dışında ilk tercih edilen tedavi değildir. 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

“Sağlıklı bir İzmir” konuşulacak

İzmir Büyükşehir Belediyesi İzmir Planlama Ajansı (İZPA) tarafından düzenlenen “Nasıl Bir İzmir” panel serisi devam ediyor. İzmir’in geleceğini şekillendirecek İzmir Vizyon 2074 Çerçeve Belgesi’nin hazırlanmasına girdi oluşturacak serinin  “Sağlıklı Bir İzmir” başlıklı yedinci paneli, 1 Şubat Cumartesi günü İzQ İnovasyon Merkezi’nde yapılacak.

İzmir Büyükşehir Belediyesi İzmir Planlama Ajansı (İZPA) tarafından düzenlenen ve İzmir’in geleceğini şekillendirecek İzmir Vizyon 2074 Çerçeve Belgesi’nin hazırlanmasına girdi oluşturacak “Nasıl Bir İzmir” panel serisi devam ediyor. Serinin, “Sağlıklı Bir İzmir” başlıklı yedinci paneli, 1 Şubat Cumartesi günü İzQ İnovasyon Merkezi’nde yapılacak.

“Sağlıklı Bir İzmir” temasıyla kurgulanan yedinci panelde; İzmir’de yerel yönetimlerin kapasitelerini geliştirmek, bilgi paylaşımını artırmak, kentsel iyilik halinin inşasına rehberlik etmek amacıyla, tüm canlılar için sağlıklı bir kent yaratabilmenin şifreleri ele alınacak. Veteriner Hekim Adnan Serven, Prof. Dr. Mine Durusu Tanrıöver ve Uzman Doktor Mevhibe Tümüklü’nün konuşmacı olarak katılacağı panel, saat 11.00’de başlayacak.

Panel serisi, 15 Şubat’ta sona erecek

İZPA Vizyon 2074 Strateji Ofisi yürütücülüğünde düzenlenen ve Doç. Dr. Murad Tiryakioğlu’nun moderatörlüğünde gerçekleşen panel serisi, İzmir’in ekonomik, ekolojik ve toplumsal geleceğine dair derinlemesine bir tartışma zemini sunmayı hedefliyor.

Toplam sekiz panelden oluşan Kent Konuşmaları serisi, İZPA ofislerinin çalışma alanlarını tamamlayacak şekilde tasarlandı. Panellerin her biri, İzmir’in öncelikli sorunlarına ve geleceğe dair fırsatlarına odaklanacak şekilde planlandı. Serinin her paneli, İZPA’nın YouTube kanalından erişime açılarak geniş bir izleyici kitlesine ulaşıyor. Seri; 15 Şubat 2025 tarihinde İzmir’de Birlikte Yaşamak başlığıyla düzenlenecek panel ile sona erecek.

“Nasıl Bir İzmir” panel serisi daha önce “İzmir’in 2074 Vizyonu” , “Gıda ve Tarım”, “Körfez ve Havzalar”, “Kent İçin Müşterek Veri”, “Bölgesel Kalkınma ve Kentsel İnovasyon” ve “Tasarım Kenti ve Kentin Tasarımı”  başlıklarıyla yapılmıştı.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Rahim Ağzı Kanserine Yol Açan HPV, İdrar Örneğiyle Kolayca Saptanıyor

Kadınlarda meme kanserinden sonra en sık görülen rahim ağzı kanseri, erken tanıyla büyük ölçüde önlenebilir bir hastalık. Erken tanı içinse kadınların jinekolojik muayene sırasında alınan servikal sürüntü örneğinin incelenmesi gerekiyor. Acıbadem Üniversitesi Teknoloji Merkezi’nde geliştirilen yeni yöntemle servikal sürüntü yerine idrardan HPV testi yapılabiliyor. Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) ödülü alan bu yeni yöntemin pratikliği sayesinde HPV testi yaptırma oranının artacağı öngörülüyor. 

 

 

Rahim ağzı kanseri, jinekolojik kanserler arasında ilk sırada görülen kanser türüdür. Bu kanserlerin yüzde 99.7’sinin nedeni ise HPV.   Sık ve yaygın görülen Human Papilloma Virüs’ün (HPV) bazı tiplerinin yol açtığı rahim ağzı kanserleri, araştırmalara göre her 2 dakikada bir kadının hayatını kaybetmesine neden oluyor. Oysa rahim ağzı kanserine yol açan HPV’nin erken tanısı olanaklı. Yılda bir kez yaptırılan jinekolojik muayene sırasında alınan servikal sürüntü örneğinden HPV-DNA test incelemesiyle saptanabiliyor. Ancak kadınların jinekolojik muayenelerini düzenli yaptırma oranının düşük olması, bu testlerin de yapılma oranını düşürüyor. Dolayısıyla rahim ağzı kanserine yol açan virüslerin erken tanılanmaması, rahim ağzı kanserinin oluşmasına ve ilerlemesine neden oluyor. İşte bu gerçekten yola çıkarak servikal sürüntü yerine idrar örneğinin incelenmesini sağlayan yeni bir yöntem, HPV testini çok daha pratik ve kolay hale getiriyor. Yeni test yönteminin rahim ağzı kanserinin erken tanı oranının artmasına katkıda bulunacağı düşünülüyor. Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tanıl Kocagöz, Biyomühendislik Bölümü Başkanı Prof. Dr. Özge Can ve araştırma ekibi tarafından geliştirilen bu yeni yöntem, gerek bireysel gerekse toplu HPV tarama testlerinin kolayca yapılmasına olanak sağlıyor. Yeni geliştirilen idrardan HPV testi Acıbadem Hastaneleri’nde uygulanıyor. 

 

TÜBA ödüllü yöntem

Rahim ağzı kanseri ile mücadelede önemli bir dönüm noktası olan idrar örneğiyle HPV testi yapılabilen yeni yöntem, Acıbadem Üniversitesi Teknoloji Merkezi’nde Bio-T firması tarafından geliştirildi. MyMagiCon adlı teknolojik yöntem, biyolojik sıvıları konsantre ederek yüksek duyarlılıkla test edebiliyor. Covid-19 pandemisi sırasında ağızdan alınan sürüntü yerine dünyada ilk kez, ağız çalkalama suyundan Covid-19 testi yapabildiklerini söyleyen Prof. Dr. Tanıl Kocagöz, “Corona testi için insanları rahatsız eden burundan boğaza kadar sokulan bir çubuk ile alınan sürüntü yerine, bir yudum suyun ağızda çalkalanması sonucunda alınan örneğin incelenmesiyle testi kolaylaştırdık. Aynı mantıkla şimdi servikal sürüntü yerine idrarı yoğunlaştırarak HPV testini gerçekleştirebiliyoruz” diyor. Geleneksel servikal sürüntü testleriyle kıyaslanabilir sonuçlar elde edilen yeni yöntem, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) ödülü aldı. Sahip olduğu CE kalite belgesiyle Avrupa kalite standartlarına da uygun. 

 

Yeni HPV testiyle toplu tarama yapmak daha kolay 

Kadınların birçoğunun, servikal sürüntü yöntemiyle yapılan geleneksel testlerin rahatsızlık verebileceği düşüncesiyle bu taramaları geciktirdiklerine dikkat çeken Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tanıl Kocagöz, “2017 yılında üniversitemizde çalışmalarına başladığımız ve geliştirdiğimiz bu yeni yöntem sayesinde tarama sürecini kolaylaştırmak olanaklı hale geldi. Bu teknolojik yöntemin en önemli avantajı, HPV testinin, idrar incelemesi gibi rahatlıkla yapılabilir hale gelmiş olması. Bu test, kadınların düzenli sağlık taramalarına erişimini de kolaylaştırıyor” diyor. 

“Cinsel hayatı aktif olan 25-65 yaş arasındaki kadınların, düzenli olarak 2-3 yılda bir HPV testi yaptırmaları öneriliyor. HPV, bulaştıktan yaklaşık 7 yıl sonra kansere dönüşebiliyor ve bu sürede erken tanı kritik bir rol oynuyor” diye belirten Prof. Dr. Tanıl Kocagöz, bu testin Dünya Sağlık Örgütü’nün tarama önerileriyle de uyumlu olduğunu ifade ediyor. 

 

Evde yapılabilecek HPV testi de geliştirilecek 

Jinekolojik muayenenin zahmetli bulunduğunu vurgulayan Prof. Dr. Tanıl Kocagöz, “Tarama yapmak istediğimiz grubun yaklaşık yüzde 80’i doktora gitmiyor. Ancak idrar testi sayesinde daha geniş kitlelere ulaşabileceğiz. Ayrıca bu yöntem erkekler için de geçerli, çünkü cinsel yolla bulaşan HPV erkeklerde de ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyor” şeklinde sözlerini sürdürüyor. 

Gelecekte evde uygulanabilecek testler üzerinde çalıştıklarını da belirten Prof. Dr. Tanıl Kocagöz, “Bu yöntemin yalnızca HPV değil, birçok hastalığın idrardan tanısını kolaylaştıracağını öngörüyoruz” diyor. 

 

Acıbadem Hastanelerinde yaptırılabiliyor

İdrardan HPV Testi, Türkiye’de bir ilk olarak Acıbadem Hastaneleri’nde uygulanıyor. Randevu alınarak veya doğrudan laboratuvara başvurarak HPV testi yaptırmak isteyenler herhangi bir muayeneye gerek duymadan testlerini yaptırabiliyorlar. 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Halk arasında ‘Atom’ olarak bilinen ‘Sarı Serum’ a dikkat!

Kış aylarının gelmesiyle birlikte özellikle üst solunum yolları enfeksiyonuna yakalananların tercih ettiği Sarı Serum’la ilgili bilinmesi gerekenleri Liv Hospital Vadistanbul Aile Hekimi Uzm. Dr. Didem Altay Gazi anlattı.

Gazi, “Sarı serum herkese uygulanmaz. Mutlaka öncesinde bir doktor muayenesi yapılmalı, muayene sonucunda doktorunuz uygun görürse acil servis ya da acil müdahale yapabilecek klinik ortamlarında uygulanmalıdır” dedi.

      

Atom yada kokteyl adıyla da bilinen bir ilaç karışımı. Özellikle kış aylarında sık görülen üst solunum yolu enfeksiyonları, soğuk algınlıkları, grip gibi enfeksiyonları iyileşmeyi hızlandırdığı düşünülen bir ilaç karışımıdır. İçindeki B vitaminleri ve C vitamini nedeniyle enerjiyi arttırır ve bağışıklığı kuvvetlendirir, ağrı kesici ve ateş düşürücülerle semptomları azaltır. Bakteriyal enfeksiyon olduğu düşünüldüğünde antibiyotikler , mide bulantısı yada kusma olduğunda  bulantı yada kusmayı azaltıcı ilaçlar, tüm bu ilaçların irritan etkilerinden mide ve bağırsakları korumak için mide koruyucular, tüm ilaçların yapabileceği alerjik yan etkilerden kişiyi korumak için antihistaminikler ilave edilebilir. Dengeli elektrolitler içeren bir serum içerisinde damar yolundan uygulanır. Tek başına tedavi edici olmayıp, kişinin semptomlarını daha hızlı düzeltmek amacıyla uygulanır.

 

Sarı serum herkese uygulanmaz. Mutlaka öncesinde bir doktor muayenesi yapılmalı, muayene sonucunda doktorunuz uygun görürse acil servis ya da acil müdahale yapabilecek klinik ortamlarında uygulanmalıdır. İçeriğindeki ilaçlara karşı serum uygulaması sırasında ve uygulamadan birkaç saat sonra alerjik reaksiyon gelişebilir, bu alerjik reaksiyon ciltte oluşan kızarıklık ve kaşıntı gibi basit ya da solunum durmasına varacak kadar ciddi olabilir. Bu nedenle özellikle ev ortamında ya da acil müdahale yapılamayacak bir yerde kesinlikle yapılmamalıdır.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Üniversiteli Gençlerin Üreme Yaşam Planı’na Yönelik Üreme Sağlığı Projesine TÜSEB’den destek

Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Zeynep Daşıkan’ın yürütücülüğünü yaptığı “Üreme Yaşam Planlı Eğitimin Üniversite Öğrencilerinin Fertilite ve Prekonsepsiyonel Sağlık Bilgisi ve Tutumuna Etkisi: Randomize Kontrollü Çalışma” başlıklı proje, “TÜSEB  A Grubu Acil AR-GE Proje Çağrısı’’ kapsamında desteklenmeye uygun bulundu. Proje ile üniversite son sınıf öğrencilerinin üreme ve gebelik öncesi bakım konusundaki bilgi ve tutum düzeyleri saptanarak geliştirilmesi hedefleniyor. Proje, Bartın Üniversitesinde sağlık eğitimi almayan son sınıf öğrencilerine uygulanacak.

Proje ekibini tebrik eden Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Budak, “Ege Üniversitesi olarak sağlık alanında referans niteliği taşıyan projelere imza atıyoruz. Hemşirelik Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Zeynep Daşıkan hocamızın yürütücülüğünü yaptığı proje ile üniversite öğrencisi gençlerimizin üreme ve gebelik öncesi sağlık konusunda bilinçlendirilmesi hedefleniyor. TÜSEB tarafından da desteklenen projeyi hayata geçiren hocamızı ve ekibini tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum” diye konuştu.

“İleri  yaşlarda çocuk sahibi olmak riskleri artırıyor”

Evlenme ve doğurganlık yaşının her geçen gün arttığını belirten Doç. Dr. Zeynep Daşıkan, “Günümüzde eğitim, kariyer planı, uygun eş bulamama gibi nedenlerle evlenme, çocuk doğurma ve ebeveyn olma yaşında artış görülmektedir. Kadınlarda 35, erkeklerde ise 40’lı yaşlardan sonra çocuk sahibi olma oranı azalmakta ve infertilite tedavisine başvurular artmaktadır. Çocuk sahibi olma yaşının artması ile birlikte hem annede hem yenidoğanda riskler ve anomali’li çocuk doğurma oranı artmaktadır. Üreme Yaşam Planı, bireylerin önceliklerine, mevcut durumlarına ve hedeflerine odaklanarak, çocuk sahibi olma kararları, bu kararı ne zaman ve nasıl alacaklarına yardımcı olan kişisel eğitim  danışmanlığıdır.  Üreme Yaşam Planı  ile hem kadınların hem de erkeklerin üreme niyetleri üzerinde düşünmeleri, başarılı aile planlaması yöntemlerini kullanmaları,  istenmeyen gebeliklerden  üremeyi olumsuz etkileyebilecek sağlık sonuçlarından korunmaları amaçlanır” dedi.

Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinden “Sağlıklı ve Kaliteli Yaşam” hedefinde üreme sağlığının geliştirilmesi ve aile planlamasının önemi vurgulanmaktadır. Sağlık hizmeti sağlayıcılarının çocuk sahibi olmak konusunda insanları eğitme, bilgi verme ve üreme bakımı sağlama sorumluluğu vardır. Bu proje ile eğitim, iş ve kariyer olanakları doğrultusunda üreme ve çocuk sahibi olma ile ilgili önemli kararlar verme aşamasında olan kadın ve erkek üniversite  son sınıf öğrencilerine odaklanılacaktır. Proje ile öğrencilerin üreme ve gebelik öncesi bakım konusundaki bilgi ve tutum düzeyleri saptanarak geliştirilmesi hedeflenmektedir” dedi.

Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Zeynep Daşıkan’ın yürütücülüğünü üstlendiği projede, Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Doktora Öğrencisi, aynı zamanda Bartın Üniversitesi Hemşirelik Bölümü öğretim elemanı Öğr. Gör. Ebru Cirban Ekrem araştırmacı olarak görev alıyor. 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

National Geographic NOW Seç-İzle Servisi’nin Şubat Ayı Teması ‘Macera’…

Nefes kesen yapımların ve soluksuz izlenen belgesellerin yer aldığı, National Geographic’in zengin arşivini her ay meraklılarıyla buluşturan National Geographic NOW seç-izle servisinin şubat ayı teması ‘Macera’…

Kayalıklara tırmanmaktan, gezegenimizin en tehlikeli iklimlerinde hayatta kalmaya kadar, rekorları kırmak ve imkansızı başarmak için sınırlarını zorlayan, heyecanı bir an olsun azalmayan doğanın içinden hikayelerin anlatıldığı “Macera” temalı en beğenilen belgeseller ve en dikkat çekici bölümler Şubat ayı boyunca National Geographic NOW’da!

National Geographic NOW ile National Geographic’in zengin içerik arşivine TOD, KabloTV, KabloWebTV ve S Sport Plus platformları üzerinden erişebilirsiniz.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Türkiye’de her yıl 15 bin çocuk, riskli hastalıklarla mücadele ediyor

Make-A-Wish Türkiye/Bir Dilek Tut Derneği, dilek gerçekleştirme hizmetlerinin önemini ortaya koyan 2024 Prevalans Araştırma Raporu’nu yayımladı. Rapora göre, Türkiye’de 3-18 yaş aralığında her yıl yaklaşık 15 bin 246 çocuk, hayati risk taşıyan tıbbi durumlarla karşılaşıyor. Bu veri, her 100 bin çocuktan 91’inin, bir dileğin gücüyle umut bulabileceği anlamına geliyor. 

Riskli hastalıklarla mücadele eden çocukların hayallerini gerçeğe dönüştürerek iyileşme süreçlerine umut olan uluslararası oluşum Make-A-Wish’in 2000 yılından bu yana Türkiye faaliyetlerini yürüten Make-A-Wish Türkiye/Bir Dilek Tut Derneği, dilek gerçekleştirmenin Türkiye’deki durumunu ve hayati risk taşıyan hastalıklarla mücadele çocukların hastalık gruplarını inceleyen 2024 Prevalans Araştırması raporunu yayımladı. Make-A-Wish International tarafından, uluslararası biyofarmasötik şirketi Chiesi’nin koşulsuz desteğiyle yürütülen araştırma, Türkiye’de 3-18 yaş arasında riskli hastalıklarla mücadele eden çocuklar için dileklerin yalnızca bir hayal değil, hayata tutunmak için bir ışık olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.

Rapora göre; Türkiye’de 3-18 yaş arası yaklaşık 17 milyon çocuktan oluşan toplam nüfus içinde her yıl 15 Bin 246 çocuk hayati tehlikesi bulunan tıbbi durumlarla mücadele ediyor. Bu rakam, her 100 bin çocuk arasında 91 yeni uygun vaka anlamına geliyor. Rüyasında çilek bahçelerinde yürüdüğünü gören ya da en sevdiği futbolcuyla, oyuncuyla tanışmak isteyen çocukların dilekleri gerçeğe dönüştürülerek iyileşme süreçlerine umut aşılanıyor. Dilekleri gerçekleştirilebilir vaka görülme sıklığı ise 332 bin 664 olarak açıklanıyor. Çocukların hastalık gruplarına bakıldığında ise 4 Bin 771 yıllık yeni vaka sayısıyla yüzde 31 oranına denk gelen Nöroloji ilk sırada yer alıyor. Liste sırasıyla 3 bin 964 yıllık yeni vaka sayısıyla Onkoloji (yüzde 26), 2 bin 456 yeni vaka sayısıyla Hematoloji (yüzde 16), bin 783 yıllık yeni vaka sayısıyla Nefroloji (yüzde 12), 556 yıllık yeni vaka sayısıyla Organ Nakilleri (yüzde 4), Solunum Hastalıkları (yüzde 3), Endokrinoloji ve Metabolik (yüzde 3), Romatoloji (yüzde 3), Genetik (yüzde 2), İmmünoloji ve Enfeksiyon (yüzde<1), Kardiyoloji (yüzde<1) şeklinde devam ediyor.

Make-A-Wish International’ın açıkladığı verilere göre, Türkiye’de yıllık dilek gerçekleştirme sayılarında son yıllarda artış olduğu görülüyor. Raporda yer alan 2018-2023 yıllarına ait verilere göre; 2018 yılında 93, 2019 yılında 182, 2020 yılında 204, 2021 yılında 121, 2022 yılında 210, 2023 yılında ise 201 dileğin gerçeğe dönüştürüldüğü açıklanıyor. 

Çocukların dileklerinin sadece anlık bir mutluluk değil, hayatları boyunca kalplerinde taşıyacakları bir umut kaynağı olduğunu belirten Make-A-Wish Türkiye/Bir Dilek Tut Derneği Genel Kurul Başkanı Eda Sevaioğlu Tan, Make-A-Wish Türkiye/Bir Dilek Tut Derneği olarak, her geçen gün daha fazla çocuğa umut olmaya devam ederken, bizim en büyük dileğimiz ise daha fazla çocuğun bu ışığı görmesi. Yaşamlarını tehdit eden hastalıklarla mücadele eden çocukların, dileklerin gücüyle korkularının güvenle, kaygılarının umutla değiştiğini görmekten büyük bir mutluluk duyuyoruz. Yeni yılda aramıza katılan gönüllülerin artmasıyla daha fazla çocuğun yüzünü güldürüp daha fazla hayata dokunmayı diliyoruz” dedi.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Kanser ilaçlarında yerli üretimin önemi artıyor

Kanser, dünya genelinde ölüm nedenleri arasında kalp ve damar hastalıklarından sonra ikinci sırada yer alıyor. Türkiye’de ise her yıl yaklaşık 250 bin kişiye kanser tanısı konuluyor. İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası (İEİS), 4 Şubat Dünya Kanser Günü’nde, kanser tedavisinde kullanılan onkoloji ilaçlarının önemine ve bu alandaki yerli üretim potansiyeline dikkat çekiyor.

 

KANSER, günümüzün en zorlu sağlık sorunlarından biri olarak küresel çapta ele alınması gereken bir öncelik olmaya devam ediyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre her yıl yaklaşık 20 milyon yeni kanser vakası tespit ediliyor ve 10 milyondan fazla kişi kanser nedeniyle hayatını kaybediyor. Bu rakamlar, kanserle mücadelenin sadece bireysel değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk olduğunu gözler önüne seriyor. Kanser tedavisi, teknolojik ilerlemeler ve bilimsel araştırmalarla önemli ölçüde gelişmiş durumda. Ancak bu gelişmeler, tedavi maliyetlerinin de artmasına neden oluyor. Özellikle biyoteknolojik ilaçlar, kanser tedavisinde devrim niteliğinde çözümler sunarken, yüksek bütçeler gerektiriyor.

 

Onkoloji ilaçları, tutarda Türk ilaç pazarının %17’sini oluşturuyor 

 

Kanser tedavisinde yerli üretimin artırılması, biyoteknolojik ilaçlara erişimi kolaylaştırarak tedaviye ihtiyaç duyan hastaların yaşam kalitesini yükseltirken, sağlık sektöründe dışa bağımlılığı azaltmada önemli bir paya sahip. Türkiye’de onkoloji ilaçları toplam ilaç piyasasında kutu bazında %1’lik bir paya sahipken, bütçenin %17’sini oluşturuyor. Ayrıca, kutu bazında onkoloji ilaçlarının %27’sinin biyoteknolojik ilaçlardan oluşması, biyoteknolojinin onkoloji tedavisindeki artan rolünü gözler önüne seriyor.

 

Son 5 yılda, onkoloji tedavisinde kullanılan biyobenzer ilaçların pazarı yaklaşık 4 kat büyüyerek bu alandaki biyoteknolojik ilaçlar içindeki payını neredeyse %50’ye çıkarmış durumda. Bugün, onkoloji alanındaki biyobenzer ilaçların üçte biri yurtiçinde üretiliyor. Bu, Türkiye’nin biyoteknoloji alanında kat ettiği mesafeyi ve gelecekteki potansiyelini göstermesi açısından kritik bir öneme sahip.

 

İEİS Genel Sekreteri Savaş Malkoç, biyoteknoloji alanındaki yerli üretimin önemine dikkat çekerek şunları söyledi: “Bugün Türkiye’de biyobenzer ilaç üretiminde güçlü bir altyapıya sahibiz. Var olan 13 biyobenzer ilaç üretim tesisimiz, endüstrimizin uzun yıllardır yaptığı büyük yatırımların bir sonucu. Ancak bu tesislerin kapasitesinin tam anlamıyla kullanılması için uygun fiyatlandırma, geri ödeme politikaları ve teşvik mekanizmalarına ihtiyaç var. Doğru politikalar hayata geçirildiğinde, Türkiye biyoteknolojik ilaç üretiminde bir üretim üssü haline gelebilir. Bu da sadece ekonomik bir kazanç değil, aynı zamanda kanser hastalarının tedaviye daha hızlı ve kolay erişimini sağlamak açısından kritik bir adım olur. Kanser tedavisinde kullanılan yerli üretim ilaçların artırılması, bütçe ve halk sağlığı açısından büyük bir stratejik öneme sahip.”

 

Kanserle mücadelede inovatif çözümler geliştirmek, yerli üretimi desteklemek ve hastaların yaşam kalitesini artırmak adına yatırımlarını sürdüren İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası, uluslararası arenada da önemli bir oyuncu olma hedefiyle çalışmalarını güçlendiriyor.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Kuru incirin ortalama ihraç fiyatı 6 bin doları aştı

Cennet meyvesi olarak nitelendirilen, Türkiye’nin ihracatta prestij ürünlerinden kuru incir 2024/25 sezonunda dolar bazında yüzde 37 değerlendi ve kuru incirin ortalama ihraç fiyatı 6 bin doları aştı.

 

 

2023/24 sezonunun ilk 4 aylık döneminde ortalama 4 bin 506 dolara ihraç edilen kuru incir, 2024/25 sezonunun 4 aylık döneminde dolar bazında yüzde 37’lik sıçramayla 6 bin 162 dolarlar alıcı buldu. Türk ihracatçıları 4 aylık döneminde kuru incir ihracatını yüzde 31’lik artışla 148 milyon dolardan 194 milyon dolara çıkardılar.

 

 

Küresel iklim değişikliği neticesinde olumsuz hava koşulları nedeniyle kuru incir rekoltesinde 2024/25 sezonunda yüzde 15 düşüşe rağmen kuru incir ihracatında miktar bazındaki düşüş yüzde 4 ile sınırlı kaldı. 25 Eylül 2024 tarihinde başlayan 2024/25 kuru incir sezonunda 25 Ocak 2025 tarihine kadar Türkiye, 31 bin 425 ton kuru incir ihraç etti. Önceki sezon kuru incir ihracatı miktar bazında 32 bin 796 ton olmuştu.

 

 

Kuru incir en çok Avrupa, Amerika ve Uzakdoğu’ya gidiyor

 

 

Kuru incir ihracatında en büyük payı 12 bin 801 ton karşılığı 87,5 milyon dolarla Avrupa Birliği ülkeleri aldı. Amerika kıtasına 7 bin 467 ton kuru incir ihraç ederken, 40 milyon 170 bin dolarlık kuru incir ihraç edildi.

 

 

Uzakdoğu ülkelerine yapılan kuru incir ihracatımız ise; 3 bin 396 ton karşılığı 20 milyon 251 bin dolar olarak gerçekleşti.

 

 

Dünya Sağlık Örgütü’nün kuru inciri sağlıklı gıdalar arasında tanımladığı bilgisini veren Ege İhracatçı Birlikleri Organik Ürünler ve Sürdürülebilirlik Koordinatörü ve Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Başkanı Mehmet Ali Işık, kuru incire dünya genelinde talebin her geçen yıl daha da attığını dile getirdi.

 

 

Kuru incirde olumsuz iklim koşullarından dolayı oluşabilen aflatoksin ve okratoksin bulaşıklığının önüne geçmek için Tarım ve Orman Bakanlığı, Araştırma Enstitüleri, Üniversiteler, Üreticiler, İhracatçılar ve Tüccarlar yoğun bir mesai harcadıklarını paylaşan Işık, “Kuru incir, yaklaşık 25.000 üreticimizin ve işletmelerimizde çoğunluğu kadın olan çalışanlarımızla birlikte en az 40.000 ailenin geçim kaynağıdır. Bu açıdan hem Ege Bölgemiz hem de ülkemiz açısından çok önemli sosyal ve ekonomik değere sahip olan kuru incirin üretim ve ihracatının sürdürülebilir bir şekilde devam ettirilmesi hepimizin görevidir” diye konuştu.

 

 

Aflatoksinli incirler 25 yıldır imha ediliyor 

 

 

Kuru incirdeki aflatoksinin, kuru incire insan eliyle konulan zirai ilaç/pestisit olmadığının altını çizen Başkan Işık şöyle devam etti: “Aflatoksin diğer pek çok tarım ürününde de olabildiği gibi olumsuz iklim koşullarına bağlı olarak doğada bulunan saprofit mantarlar tarafından üretim aşamasında meydana gelmektedir. İklim koşullarına bağlı olarak aflatoksin oluşumu her yıl farklılık göstermektedir. Üretim dönemindeki olumsuz hava koşullarına bağlı olarak toplam üretimdeki aflatoksin varlığı, %0,5 ila %1,5 arası oranlarda değişmektedir. Kuru meyve sektöründe; Türkiye’nin en büyük sosyal sorumluluk projelerinden birisine imza atarak, “Aflatoksinli Kuru İncirlerin Bertarafı Projesi”ni 25 yıldır sürdürüyoruz. İşletmelerde lazer ayıklama makinelerinde ve özel karanlık odalarda tekrar tekrar seçilen ve ayıklanan aflatoksinli kuru incirler ayrı alanlarda biriktirilmektedir. Sürdürülebilirliği Türkiye’de başlatan sektörlerden birisi olarak her yıl yaklaşık 700 ton aflatoksinli kuru inciri Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçıları Birliği olarak ihracatçılarımızdan topluyoruz, piyasaya sürülmesini engelleyerek biyogaz tesislerinde enerjiye dönüşmesine aracılık ediyoruz. “Aflatoksinli Kuru İncirlerin Bertarafı Projesi” kuru incir ihracatçılarımıza her yıl ortalama 5 milyon dolar civarında maddi bir yük getirse de bu projeyi 25 yıldır sürdürdüğümüz gibi, bundan sonraki süreçte de devam edeceğimizi taahhüt ediyoruz.”

 

 

Kuru incirde aflatoksin ve okratoksin bulaşıklığını önlemek için Tarım ve Orman Bakanlığımız kontrolünde uzun yıllardır üreticilere binlerce kurutma kereveti, ilek filesi, hasat filesi ve tuzaklar yaptırarak, Tarım ve Orman Bakanlığı koordinasyonunda üreticilerimize ücretsiz olarak dağıttıkları bilgisini veren Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Başkanı Mehmet Ali Işık, çok yoğun kontroller sonucunda ihraç edilen kuru incir partilerimiz çeşitli nedenlerle ülkemize geri geldiklerinde de İhracattan Geri Dönen Ürünler Türk Gıda Kodeksi (TGK) Mevzuatına uygunsa ülkemize girdiğini, ihracattan geri gelen kuru incirlerin ülkemize girişte Türkiye’nin ithalat prosedürüne tabi tutulduğunu, Tarım ve Orman Bakanlığı kontrolünde antrepoya alındığını, numune alınıp analiz edilerek sonucu uygun olan partilerin yurda girişine izin verildiğini, limitlerin üstünde çıkan partilerde memur eşliğinde elleçleme yapıldığını sonrasında uygunsa yurda girişine izin verildiğini, uygun olmayan partilerin imha edildiğini ifade etti.  

 

 

Türkiye’nin prestijli ürünlerinden biri olan kuru inciri gıda güvenliği sağlanmış bir şekilde üretmeye ve ihraç etmeye devam ettiklerini anlatan Işık, “Dünya Sağlık Örgütü’nün sağlıklı gıda ürünleri listesinde yer verdiği kuru incirimizi gerek vatandaşlarımız, gerekse 8,5 milyar insanlık gönül rahatlığıyla tüketebilirler” diyerek sözlerini noktaladı.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

“Mikropsuz Bir Hayat” Çiğli’de Çocuklarla Buluştu

Çiğli Belediyesi, sömestr tatilinde çocuklara keyifli anlar yaşatmaya devam ediyor. Sağlıklı yaşam ve hijyenin önemini eğlenceli bir şekilde anlatan “Mikropsuz Bir Hayat” adlı çocuk tiyatro oyunu, minik izleyicilerle buluştu.

Eğlenceli karakterler ve renkli sahne dekorlarıyla dikkat çeken oyun, çocuklara mikroplardan korunma yollarını öğretirken interaktif sahneleriyle onları sürece dahil etti. Oyun sayesinde çocuklar, hijyen alışkanlıklarını eğlenerek pekiştirdi.

Başkan Yıldız: “Eğlenerek öğrenmeleri bizleri mutlu ediyor”

Çiğli Belediye Başkanı Onur Emrah Yıldız, çocuklara yönelik düzenlenen etkinliklerle ilgili yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Okulların ara tatilde olduğu bu dönemde çocuklarımız için birçok etkinlik düzenliyoruz. ‘Mikropsuz Bir Hayat’ adlı oyunla hijyenin, temizliğin ve sağlıklı yaşamın önemini onlara eğlenceli bir dille anlatmayı amaçladık. Sağlıklı bir toplumun temeli, küçük yaşlarda kazanılan doğru alışkanlıklardır. Çocuklarımızın sahnedeki karakterlerle hem eğlenmesi hem de mikroplardan korunmanın önemini öğrenmesi bizleri mutlu ediyor. Burada edindikleri bilgileri hayatlarının her alanında uygulayarak daha sağlıklı bireyler olarak yetişeceklerine inanıyoruz.”

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı