Aylık arşivler: Mart 2021

Kanserden organ yetmezliğine kadar birçok hastalığın temelinde sağlıksız havayı solumak yatıyor!

Hava kirliliğinin şehir hayatı ve endüstrileşme sonucu artmaya başlamasıyla, iç ortam ve dış ortam hava kalitesinin önemi de ön plana çıkmaya başladı. Endüstriyel Mikrobiyoloji alanında uzman olan Prof. Dr. Ahmet Çabuk ve Biyomedikal Mühendisliği alanında uzman Prof. Dr. Emir Baki Denkbaş,  uzun süre hava kirliliğine maruz kalındığında astım, baş ağrısı, alerjik reaksiyonlar, kalp krizi, kanser, inme, organ yetmezliği gibi farklı pek çok sağlık sorunları risklerinin de arttığını söylediler. Uzmanlar, insanların zamanının yaklaşık yüzde 90'ını kapalı alanda geçirdiği düşünüldüğünde iç mekanlarda HEPA Filtreli bir hava temizleyicisinin bulunması, sigara içilmemesi, kişisel olarak vücut direncini yüksek tutacak aktiviteler ile sağlığımızı koruyabileceğimizi belirttiler.

 

Hava kirliliğinin şehir hayatı ve endüstrileşme sonucu artmaya başlaması yadsınamaz bir gerçek haline geldi. İç ortam ve dış ortam hava kalitesi terimleri de böylelikle günlük yaşantımızda yer edinmeye başladı. İç ortam hava kirleticileri arasında yer alan bakteri, mantar, polen, nitrojen oksit, mineral lifler, uçucu organik karbonlar, besinsel tozlar ve sigara dumanı gibi maddeler solunum ile akciğere ve akciğer aracılığı ile dolaşım sistemine girerek insan sağlığına etki edebiliyor. İnsanların dakikada 6 – 10 L havayı soludukları düşünülürse, bu da günde 15.000 L hava anlamına geliyor. 

 

Kirli hava milyonlarca kişinin ölümüne sebep oluyor

“Hava kirliliğine bağlı çeşitli hastalıkların günümüzde artış gösterdiği bir gerçek. Dolayısıyla kapalı alan hava kalitesinin artık ABD Çevre Koruma Ajansı (US EPA-U.S. Environmental Protection Agency-Amerika Birleşik Devletleri Çevre Koruma Ajansı)’nın belirlediği değerlerde tutulması bir gereklilik halini aldı” diyen Prof. Dr. Ahmet Çabuk, havada bulunan ve yanma sonucu oluşan parçacıklar ile organik maddelerden oluşan ince partiküllere maruz kalmanın 2010 yılında dünya çapında, kardiyovasküler hastalıklar nedeniyle 3,2 milyon kişinin erken ölümüne ve 223 bin kişinin de akciğer kanseri nedeniyle hayatını kaybetmesine sebep olduğunu aktardı. Prof. Dr. Emir Baki Denkbaş ise Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı (IARC-The International Agency for Research on Cancer)’nın dış ortam havasındaki partikül maddeleri sınıf I kanserojen olarak tanımladığını söyleyerek şu bilgileri verdi:

 

Akciğer kanseri ve çevresel partikül madde ile ilişkili doz-yanıt ilişkisi, özellikle sadece akciğer adenokarsinomları dikkate alındığında, önceden tahmin edilen değerlerden daha yüksek olabildiği bildirilmiştir. 9 Avrupa ülkesindeki uzun vadeli, 17 kohort çalışmasından (bir başka deyimle hava kirliliğine maruz kalan ve kalmayan farklı grup çalışmalarından, karşılaştımalı olarak) elde edilen sonuçlarda, hava kirliliğine maruz kalmanın meme hematopoietik dokuları ve idrar yolu gibi diğer dokularda kanser riskinin artmasıyla ilişkilendirildiğine dair artan sayıda kanıt olduğu da rapor edilmiştir” (Fajersztajn et.al, 2013).

 

Kapalı ortam havasını sağlıklı hale getirmek mümkün

 

Dünya Sağlık Örgütü’nün 2005 yılında yayınladığı hava kalitesi kılavuzlarına göre, 10 μg/m3üzerindeki ince partikül konsantrasyonlarına 3-4 yıl gibi uzun süreli maruz kalmanın da sağlık açısından risk oluşturduğunu söyleyen Prof. Dr. Ahmet Çabuk da konuya yönelik şöyle konuştu:

 

 “İnsanların hava kirleticilerine maruz kalmasına ilişkin EPA raporları, iç ortamdaki kirletici düzeylerinin dış ortama kıyasla 2-5 kat ve bazen de 100 kattan daha fazla olabileceğini belirtmiştir. Ayrıca bioyaerosol olarak adlandırılan bakteri, mantar, mantar sporları, virüsler, polenler ve organik maddeler ile biyolojik kökenli kirleticiler iç mekan hava kirliliğinin yüzde 5 ile yüzde 34'ünü oluşturuyor.

 

Hava kirliliği bireysel olarak kontrol edemediğimiz bir etmen. Özellikle de çocuklar, yaşlılar, kronik hastalıkları olan insanların sağlığını olumsuz yönde etkiliyor. Uzun süre hava kirliliğine maruz kalmakla birlikte astım, baş ağrısı, alerjik reaksiyonlar, kalp krizi, kanser, inme, organ yetmezliği gibi sağlık sorunları riskleri de artıyor. Bu nedenle, sanayi bölgeleri ve trafiğin yoğun olduğu bölgeler riskli olup, bu alanlarda uzun süreli zaman geçirilmemesi ve pencerelerin açık bırakılmaması gerekir. Sonuç olarak tüm bu tehdit unsurları dikkate alındığında ve birçok kişinin zamanının yaklaşık yüzde 90'ını kapalı alanlarda geçirdiği düşünüldüğünde iç mekanlarda HEPA (High Efficiency Particulate Arresting-Yüksek Etkinlikte Partikül Yakalayıcı) filtreli bir hava temizleyicisin bulunması, sigara içilmemesi, kişisel olarak vücut direncini yüksek tutacak aktiviteler ile sağlığımızı koruyabileceğimiz ön görülmektedir.”

 

Kapalı ortam havasının insan sağlığı için uygun standartlara gelmesini sağlayan cihazların da gereklilik haline geldiğini aktaran Çabuk ve Denkbaş virüs ve bakterileri çekerek filtreleyebilen, güvenli nefes alanı oluşturan havalandırma sistemlerinin tercih edilmesini önerdiklerini de vurguladılar.

 

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Kuvvetli mizah anlayışı, ruh sağlığını olumlu etkiliyor

Yerinde ve dozunda yapılmış barışçıl bir mizahın hemen herkesin hoşuna gittiğini belirten uzmanlar, araştırmaların mizah anlayışı kuvvetli olan bireylerin stresle daha iyi başa çıktıklarını, başkalarıyla daha iyi anlaştıklarını ve daha iyi zihinsel ve hatta fiziksel sağlığa sahip olduklarını gösterdiğine dikkat çekiyor. Uzmanlar, “Mizah, kişinin kendi olumsuz duygularını düzenlediği gibi, çevresi üzerinde de olumlu tesir gösterir. Çevresini neşelendirebilmek, onları psikolojik olarak iyi hissettirebilmek, mizahı kullanan kişiye psikolojik sağlamlık verir” diyor.

 

1 Nisan Dünya Mizah ve Şaka Günü, her yılın 1 Nisan günü kutlanıyor. Genelde şaka gününde insanların birbirine şaka yapması gelenek haline gelmiştir.

 

Üsküdar Üniversitesi NP Feneryolu Tıp Merkezi Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Gökben Hızlı Sayar, 1 Nisan Mizah Günü’ne ilişkin yaptığı açıklamada mizah ile psikoloji ilişkisini değerlendirdi.

 

Komik yönlere odaklanmak, hayatla barışık olmayı sağlıyor

 

Mizah ve şakanın yaşamdaki yerine ve önemine işaret eden Prof. Dr. Gökben Hızlı Sayar,

“İçinde bulunduğu zor durumun ve hayatın komik yönlerine odaklanabilmek, kendisi ile ve hayatla barışık olmayı sağlar. Olumlu mizah yapabilme becerisi, kişinin kendisi için ve çevresi için önemli bir katkıdır. Evrensel olarak komik kabul edilebilecek şeyler hakkında şakalar, ilişkileri kolaylaştırmak için birebirdir. Kendinize ve hayatın saçmalıklarına gülebilmek, stres veya zorluklarla başa çıkabilmek için etkili bir araçtır. Ancak çevresine ya da kişinin kendisine karşı saldırgan olan mizah ise yıkıcıdır, ilişkileri – özgüveni yıpratır.” diye konuştu.

 

Kuvvetli mizah anlayışı stresle başa çıkmada etkili

 

“Freud, mizahı, kaygıyı zevke dönüştürebilen savunma mekanizmalarının en yükseği olduğunu vurgulamıştır.” diyen Prof. Dr. Gökben Hızlı Sayar, “Yerinde ve dozunda yapılmış barışçıl bir mizah hemen herkesin hoşuna gider. Araştırmalar mizah anlayışı kuvvetli olan bireylerin stresle daha iyi başa çıktıklarını, başkalarıyla daha iyi anlaştıklarını ve daha iyi zihinsel ve hatta fiziksel sağlığa sahip olduklarını göstermektedir. Araştırmalarda mizah duygusu yüksek kişilerin bağışıklık sistemlerinin daha güçlü olduğu, daha az ağrı deneyimledikleri, hastalıkları daha az belirti ile atlattıkları gösterilmiştir.” diye konuştu.

 

Günümüzde pozitif psikoloji akımında ‘daha güçlü insan’ özellikleri arasında ‘mizah’ ın da sıralandığına dikkat çeken Prof. Dr. Gökben Hızlı Sayar, “Mizah, kişinin kendi olumsuz duygularını düzenlediği gibi, çevresi üzerinde de olumlu tesir gösterir. Çevresini neşelendirebilmek, onları psikolojik olarak iyi hissettirebilmek, mizahı kullanan kişiye psikolojik sağlamlık verir.” dedi.

 

Yıkıcı mizah zarar verir

 

Psikiyatrist Prof. Dr. Gökben Hızlı Sayar, “Mizahı küçük düşürücü ve düşmanca olmayan bir şekilde kullanan bireyler, kişilerarası çatışmaları ve gerilimleri başarılı bir şekilde azaltabilir ve başkalarındaki olumlu duyguları artırabilirler. Ancak kendisi ve çevresi ile barışık mizah yerine yıkıcı, alaycı bir mizah kullanılması da ilişkilerde bir o kadar yıkıcı olabilir.” diye konuştu.

 

Mizah duygusu güçlü sosyal bağlarla ilişkilidir

 

Ayrıca mizah duygusunun daha güçlü sosyal bağlar, daha fazla sosyal destek alabilme, daha fazla özgüven ve daha yüksek başa çıkma becerisi ile ilişkili olduğunu kaydeden Prof. Dr. Gökben Hızlı Sayar, “Mizahı daha fazla kullanan bireylerin olumlu düşünebilir, umutlu ve iyimser kişilik özellikleri yüksek bulunur. Bu olumlu kişilik özelliklerine sahip kişiler, mizah kullandıkça da kişilik özellikleri daha da pekişir. Mizah becerisi aynı zamanda dışadönüklük ile ilişkilidir. Çevresindeki bireylerle mizah köprüsü ile ilişki kurabilen kişi, zor zamanlarında daha kolay destek bulabilir.” dedi.

 

Birçok araştırmanın tutarlı biçimde mizah duygusunun yüksek olmasını, daha düşük depresyon ve kaygı bozukluğu oranları ile ilişkili bulduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Gökben Hızlı Sayar, hayal kırıklıkları, beklentilerin karşılanmaması ve engellenme durumunda mizaha başvurabilenlerin, olumsuz duygularını düzenleyip, olumsuz olayın etkisini daha kısa sürede atlatabildiklerini ifade etti.

 

Dozunda ve barışçıl mizahın, duyguları dışavurmanın, kızgınlığı – kırgınlığı, beklentileri, hayalleri, duyguları çevreye iletebilmenin sağlıklı bir   yolu olduğunu kaydeden Prof. Dr. Gökben Hızlı Sayar, “Evlilikte ilişki kalitesi, eşin olumlu algılanan mizah kalitesi ile ilişkili bulunmuştur. Yani mizahi öğelerde, karşı tarafın bunu nasıl algıladığı çok önemlidir.” dedi.

 

Mizahın yakınlık gösterebilme becerisi, empati
yeteneği, sosyal beceri ile yakından ilişkili bulunduğunu da kaydeden Prof. Dr. Gökben Hızlı Sayar, “Okul çağında mizahi becerisi yüksek çocukların okulda daha az zorbalığa maruz kaldıkları; ergenlikte ise sosyal ortamlara daha kolay uyum sağladıkları gösterilmiştir. Ancak  saldırgan bir mizah stratejisinin de alay olarak kabul edildiği ve öğrencilerin yaşamları üzerinde ciddi sonuçlar doğurabildiği bilinmektedir.” dedi.

 

Kahkaha terapilerinin etkisi araştırılıyor

 

Mizahın sadece mizahı yapan kişi değil, mizaha maruz kalan kişi üzerinde de çökkünlüğü azaltan, kaygıyı yatıştıran bir etkisi bulunduğunu kaydeden Prof. Dr. Gökben Hızlı Sayar, şunları söyledi:

“Gülen bir kişide stres hormonları azalır. Bu nedenle çeşitli psikiyatrik hastalıkların tedavisinde ‘kahkaha terapileri’ nin etkisi araştırılmaktadır. Örneğin şizofreni hastaları ile yapılan bir çalışmada, hastanede yatmakta olan hastalar iki gruba ayrılmışlar. Her iki gruba da üç ay içinde 70 film izletilmiş. Bir grup komedi filmleri izlerken diğer grup farklı türlerden filmler izlemiş. Başlangıçta iki grup arasında bir fark yokken, üç aylık süre sonunda komedi filmlerini izleyen hastalar, personel tarafından daha düşük sözlü düşmanlık, kaygı / depresyon ve gerginliğe sahip olarak derecelendirilmiş. Farklı türden film izleyen hastalar ise diğer gruptaki hastalara kıyasla hastane personelinden daha çok destek aldıklarını algılamışlar.”

 

Gülme ve mizah duygusunun, günümüzde psikolojik iyi oluş ile ilişkili kabul edildiğini kaydeden Prof. Dr. Gökben Hızlı Sayar, “Mizah hızlı olumlu duygusal değişiklikler yaratır ve kişinin olumsuza odaklanmasını engeller. Barışçıl mizah baş etme becerilerini kuvvetlendirir, sosyal bağlar kurmayı kolaylaştırır, duygu ve düşünceleri ifade etmeyi kolaylaştırır, zor olanı kabullenme konusunda yol gösterir.” diye konuştu. 

 

 

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Yenidoğan bebeklerin cilt bakımı için ipuçları

 

Yeni doğan bebeğin cildi yumuşak ve hassastır. Bebekler için kullanılacak cilt bakımı ürünlerinin parfümsüz, kokusuz olmasına dikkat edilmesi, boya ve zararlı etkileri bilinen kimyasallar içermemesi gerekir. Liv Hospital Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Nermin Tansuğ yenidoğanda cilt bakımı yaparken dikkat edilmesi gerekenleri anlattı.

 

Yeni doğan bebeklerde cilt bakımı nasıl olmalı?

 

Yenidoğan bebeğin cildi henüz olgunlaşmadığından yetişkinden farklı özellikler taşır. Yenidoğan derisi erişkin derisine göre daha kuru, nemi tutma kapasitesi daha az ve daha ince olduğu için enfeksiyonlara ve toksinlere karşı daha duyarlıdır.  Bu özellikleri nedeniyle deri bakımı, dış etkenlerden korunmak ve derinin sağlıklı gelişmesini sağlamak için önemlidir. 

 

Bebek doğumdan sonra havlu ile kurulanmalı

 

Doğumda bebeklerin cildini, verniks kazeoza denilen peynirimsi madde tüm vücudu örtebilir veya sadece kıvrım bölgelerinde var olabilir. Verniks kazeosa, antioksidan ve su geçirmezlik özellikleri de olan fizyolojik bir bariyerdir. Kaygan olması sayesinde de doğumu kolaylaştırır. Mikroplara karşı bir koruma sağladığı ve yara iyileşmesini hızlandırdığından, doğum sonrası tamamen temizlemeye çalışılmamalıdır. Doğum salonunda sıcak kuru havlular ile kurulanmaları genellikle yeterlidir. Verniks kaseoza doğumu izleyen saatlerde kendiliğinden kurur ve kaybolur.  Ancak annede hepatit gibi enfeksiyonlar varsa veya bebek çok kanlı, mekonyum ile kaplı ise yıkanabilir. Bebeklerin doğumdan hemen sonra yıkanmaları, ısılarını düşmesine neden olarak yararından fazla zarar verebilir. Isı düşüklüğü oksijen tüketimini artırarak solunum sıkıntısını arttırabilir. Bu nedenle, ilk banyo doğumdan birkaç saat sonra, bebek stabil oluncaya kadar ertelenmelidir.

 

Ne sıklıkta yıkanmalı?

 

Evde göbek kordonu düşünceye kadar banyo yapılması önerilmez. Göbek kordonunun ıslanması göbeğin düşmesini geciktirip göbek enfeksiyonu gelişmesini kolaylaştırır. Göbek düşene kadar, cilt temizliğini sağlamak için, bebek her gün ılık su ve pamuklu yumuşak bez veya havlu ile göbeği korunarak silinebilir. Göbek kordonu düştükten bir gün sonra banyo yaptırılabilir. Banyo suyunun vücut ısısında (35-37˚C), oda ısısı 21-22 7˚C olması gerekir. Bebek banyoya yerleştirilmeden önce, suyun ısısı derece ile ölçerek veya önkolun iç yüzüne dökülerek kontrol edilmeli, bebekte yanık oluşması önlenmelidir. Banyo süresi 5-10 dakika yeterlidir. Bebeklerin genellikle haftada 2-3 kez yıkanması yeterlidir. Sıcak mevsimlerde günaşırı veya her gün banyo yaptırılabilir. Sık banyo bebeğin cildinin kurumasına neden olur. Soğuk hava cildin kurumasını daha da artıracağı için, kışın daha az sıklıkla banyo yaptırılmalıdır.   Akşamları yıkama,  banyonun sakinleştirici etkisi ile uykuya dalmayı kolaylaştırır.

 

Şampuan seçimi neye göre yapılmalı? 

 

Doğumdan sonra yüksek olan deri pH'ı birkaç hafta sonra erişkin değerine ulaşır. Bu koruyucu asit tabaka vücudu mikroplara karşı korur. Sabunlar derinin normalde hafif asidik olan pH'sını bozar ve epidermisin koruyucu lipit tabakasını azaltır. Bu nedenle kullanılması önerilmez. Kullanılmak isteniyorsa nötral pH'lı, boya ve parfüm içermeyen bir sabun, saçların yıkanması için yine nötral pH’lı, göz yakmayan bebek şampuanı mümkün olduğu kadar az miktarda kullanılmalıdır. Kokamidopromil betain, MIPA loret sülfat bebek şampuanlarında sıkça kullanılan kaçınılması gerek alerjenlerdendir. Sabun veya şampuan kullanıldıktan sonra iyice durulanmasına dikkat edilmelidir. Sabun artıkları kalırsa bebeğin cildini tahriş edebilir. Banyo sonrası saçlar ve tüm vücut, koltuk altları, kasıklar, boyun ve kulak arkası gibi kıvrım yerlerine dikkat edilerek iyice kurulanmalıdır. Kurulama işlemi havluyu hafifçe değdirerek, cildi zedelemeden dikkatlice yapılmalıdır. Cildin kurumaması için banyodan çıkarmadan kullanılan son suya parfümsüz banyo yağı eklenebilir. Banyo sonrası bebeğin cildi kuru değilse ayrıca cilt bakımı gerekmez. Cilt kuru ise, bakım kremlerinin ince bir tabaka şeklinde iyice yayarak kullanılabilir. Bu amaçla su kaybını önleyen yumuşatıcı veya su vererek cildi nemli tutan nemlendirici bir krem kullanılabilir. Kullanılan en uygun preparatlar vazelin esaslı nemlendirici ve yumuşatıcılardır. Lanolin içeren kremler duyarlanma yapabilir. Yağlı pomatlar ve yağlar, özellikle kalın bir tabaka şeklinde sürülürse cilt gözeneklerini tıkayıp terlemeyi önleyeceği ve isiliğe neden olacağı için kullanılmamalıdır. Nemlendiricilerin içerdiği koruyucu madde, boya ve koku gibi inaktif maddelerin özellikle riskli bebeklerde deri irritasyonu ve alerjik dermatit yapabileceği unutulmamalıdır. Yenidoğan cildinden kimyasal maddelerin kolaylıkla emilir.

 

3-4 saatte bir bez değiştirilmeli

 

Bez dermatiti idrar ve kakanın temas ettiği perine, kasık
, uyluk, kalça ve anal bölgede oluşur. Islaklık ve maserasyon deriyi daha geçirgen ve duyarlı hale getirir. İdrar, derinin pH’ını yükseltip alkaliye dönüştürdüğü için mikroorganizmalar kolaylıkla yerleşir. Anne sütü ile beslenen bebeklerin kakaları mama ile beslenenlere göre daha asidik olduğundan daha az bez dermatiti görülür.  Bez dermatititinden korumak için cilt ıslaklığının azaltılması, idrar ve kakanın cilt ile temasının en aza indirilmesi için 3-4 saatte bir bez değiştirmelidir. Cilt ıslaklığının azaltılması için emicilik oranı yüksek hazır bezler kullanılmalıdır. Hava almayı engelleyecek kadar sıkı sarılan bezler idrar ve kakanın deri ile daha fazla temas etmesine neden olacağından sıkı bağlanmamalıdır. İdrar ve kakanın cilt ile teması azaltmak için cilde çinko oksitli kremler veya vazelin bazlı kremler sürülebilir.  Bebek altı temizliğinde kullanılan hazır ıslak havlular iritasyonu artırabilecekleri için önerilmez. Alkol içermeyen, su emdirilmiş temizleyici mendiller sağlıklı ciltte ve su bulunamadığı zaman kullanılabilirler. Pudra, bakteri ve mantarlar için uygun bir tabaka oluşturabileceğinden, ayrıca solunum yolları için zararlı olabileceğinden önerilmemektedir. Yenidoğanlarda yüzeyel ilaç kullanımı sırasında özellikle pomat formundaki preparatlar, bez bölgesine veya lezyon alanlarına sürüldüklerinde sistemik emilimlerinin çok fazla olacağı unutulmamalıdır.

 

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Kanser Riskini Düşüren “14” Günlük Yaşam Önerisi

Covid-19 pandemisiyle birlikte toplumsal sağlık 21. yüzyılın en önemli konusu haline geldi. Sağlık denildiğinde ise akla ilk olarak, en çekinilen hastalıklar arasında yer alan kanser geliyor. Toplumda görülme sıklığı her geçen gün artan kanser hastalığı ile baş etmek için gerekli hayat tarzı değişikliklerine gitmek, sağlıklı beslenmeyi ve hareketli bir yaşamı benimsemek en önemli faktörler olarak gösteriliyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Teoman Yanmaz,”1-7 Nisan Kanser Haftası” öncesinde kanser türleri ve korunma yöntemleri hakkında bilgiler vererek önemli uyarılarda bulundu.

Bu kanser türlerine dikkat!

Tüm dünyada ve ülkemizde meme ile akciğer kanseri en sık görülen türler olurken Türkiye’de son yıllarda kalın bağırsak kanseri de artış göstermektedir. Kalın bağırsak kanserindeki artışın en temel sebebi beslenme tarzımızın değişmesidir. Çünkü bu kanser türü tükettiğimiz gıdalar ve hazırlanma koşulları ile yakından ilişkilidir. Giderek artan fast food alışkanlıkları, tencere yemeklerinin daha az tüketilmesi, işlenmiş ve yağlı yiyeceklerin tercih edilmesi kalın bağırsak kanserine her yıl daha fazla sayıda insanın yakalanmasına yol açmaktadır.

Obezite önemli bir faktör!

Özellikle meme ve kalın bağırsak kanseri olmak üzere birçok kanserde obezitenin önemli bir rolü vardır. Obezite hastalarında kanser daha fazla görülmektedir. Bu kişilerde insülin direnciyle birlikte kanserin tetiklendiği düşünülmektedir. Ayrıca kanser hastalığını atlatan kişilerin kilo alması, özellikle meme kanseri olmak üzere birçok kanserin tekrarlama riskini artırmaktadır. Bu sebeple obezite hastaları kilo vermeye, beden kitle indeksi normal bireyler de ideal kilosunu korumaya özen göstermelidir.

Yaşam tarzı değişiklikleriyle kanserlerin 3’te 1’inden korunabiliriz

Geçtiğimiz yılın Dünya Kanser İstatistikleri’ne göre; her 5 kişiden biri yaşamı boyunca kansere yakalanırken, 8 erkekten ve her 11 kadından 1'i de kanser nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Dünyada ve ülkemizde kanser görülme sıklığı hızla artarken genetik faktörlere ek olarak çevresel etkenler bu tabloda önemli rol oynamaktadır. Oysa genel olarak yapılacak yaşam tarzı değişiklikleriyle kanser hastalıklarının 3’te birinden korunmak mümkündür. 

Kanserden korunmak için 14 öneri

  1. Sağlıklı ve dengeli beslenin, obeziteye karşı önlem alın.
  2. Sigara içiyorsanız mutlaka bırakın ve pasif içici olmayın.
  3. Alkol kullanmayın, tüketimini sınırlandırın.
  4. Gün içinde hareketli kalın ve düzenli egzersiz yapın.
  5. Bazı kanser türlerine özel aşılarınızı olun.
  6. Kanserojen olabilecek bazı kozmetik ürünlerden uzak durun
  7. Temizlik ve kişisel bakım için doğal ürünler kullanın
  8. Fırsat buldukça temiz hava alın
  9. Elektronik cihazlarınızla aranıza mesafe koyun
  10. Stres yönetimine özen gösterin
  11. Uyku kalitesine önem verin.
  12. Güneşten doğru faydalanın.
  13. Vücudunuzdaki bazı belirtileri önemseyin.
  14. Rutin kontrollerinizi yaptırın.

Düzenli sağlık kontrolleri neden önemli?

Kişinin henüz hastalıklarla karşılaşmadan sağlığını korumaya özen göstermesi gerekmektedir. Burada düzenli sağlık kontrollerinin yaptırılması öne çıkmaktadır. Erişkinler 30-35 yaşından itibaren yılda 1 kez doktor kontrolüne mutlaka gitmelidir. Bu sayede özellikle kanserden korunmak mümkün olabilmektedir ancak diğer hastalıklar için de semptomlar gelişmeden mevcut tablonun ortaya konulması, ilerleyen süreçte tedavinin başarı oranını da fazlasıyla artırmaktadır. Bu sayede erken fark edilen hastalıkların ciddi sorunlar haline gelmesine de engel olunabilmektedir. Herkesin aile hekimine ya da bu konuda uzman bir doktora görünerek belirli testlerden geçmesi hayat kurtarıcı olabilmektedir. 

Kanser tarama testlerini ihmal etmeyin

Merkezimize başvuran hastaların yaklaşık 80-85’inde aile genelinde kanser hastası olmamasına rağmen bu hastalığın geliştiği görülmektedir. Bu gerçekten hareketle kişinin ailesinde kanser görülmemesi, kendisinin de bu hastalığa yakalanmayacağı anlamına gelmemektedir. Kanserde hayat kalitesi ve sağ kalım açısından son derece önemli olan erken teşhis için tarama testlerinin yapılması çok önemlidir. Özellikle bazı yaygın kanser türleri konusunda daha hassas olunmalıdır. Örneğin kadınların 40 yaşından itibaren mutlaka meme kanseri için mamografi çektirmesi ve doktor muayenelerini planlanması gerekmektedir. Jinekolojik kontrollerin de aksatılmaması önerilmektedir. Hem kadınlar hem de erkekler için kolon kanseri açısından 45- 50 yaş aralığında başlamak üzere kolonoskopi veya diğer tetkiklerini yaptırılması gerekmektedir. Erkeklerin prostat kanserine karşı 50 yaşından itibaren üroloji uzmanına düzenli gitmesi önemlidir. Akciğer kanseri açısından riskli olan hastalar özellikle de sigara kullanımı öyküsü olan kişiler 55 yaşından itibaren düşük doz tomografi çektirmelidir. Tüm bunlara dikkat edildiği takdirde birçok kanserin erken tanı alması ve riskin ortadan kaldırılması mümkündür. Yani sadece meme, akciğer, kalın bağırsak, prostat kanseri gibi türler için, geçen seneki verilere bakılarak bu hastalıklar erken dönemde fark edildiğinde, tüm kanserin yaklaşık yarısı erken safhada yakalanıp tedavi edilmiş olacaktır. 

Kanser hastaları Covid aşılarını mutlaka olmalı

Son dönemlerde en çok konuşulan konulardan biri de kanser hastalarının pandemi sürecinde dikkat etmesi gerekenlerdir. Kanser hastalarının bağışıklık sistemleri diğer bireylerden daha zayıf ve yetersiz olduğu için hastalıklardan daha fazla etkilenmeleri söz konusudur. Bu konuda maske, mesafe ve hijyen tedbirlerine iki kat dikkat edilmelidir. Özellikle Covid-19 nedeniyle görülebilecek akciğer tutulumu bazı hastaların durumlarını daha da ağırlaştırabileceğinden Covid-19 aşılarında kanser hastalarına öncelik tanınmaktadır. Kanser hastaları mutlaka aşılarını olmalı, hem kendilerinin hem de çevresindeki kişilerin sağlığını korumaya özen göstermelidir. 

 

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Hava Koşulları Gözdeki Nemi Azaltarak Göz Hastalıklarına Yol Açıyor

Her geçen gün değişen çevresel faktörler ve zorlu çalışma koşulları göz problemlerini de beraberinde getiriyor. Gözlerde kaşınma hissi, batma, yanma, ışığa duyarlılık ve bulanık görme gibi problemler ciddi bir göz hastalığının habercisi olabiliyor. Günümüzde göz kuruluğu da bu rahatsızlıkların başında geliyor. Gözde yanma, batma, kızarıklık ve görme bulanıklığına yol açan göz kuruluğu hastalığının, Dünyagöz bünyesinde bulunan Kuru Göz Birimi’nde LipiScan cihazı ile kişinin bezlerinin aktivesi belirlenip, LipiFlow gibi modern ve kalıcı sonuçlar veren son teknolojik yöntemlerle tedavisi gerçekleştirilebiliyor. Dünyagöz Etiler’den Doç. Dr. Efekan Coşkunseven bu hastalığı tetikleyen faktörleri ve LipiFlow tedavi yöntemini anlatıyor.  

Gözde yanma, batma, kızarıklık, kumlanma, göz yorgunluğu ve kontakt lens kullanımında zorlanma gibi belirtiler ile ortaya çıkan göz kuruluğu, tedavi edilmediği takdirde ciddi problemler oluşmasına sebep olabiliyor. Dünyagöz Etiler’den Doç. Dr. Efekan Coşkunseven, göz kuruluğunu yoğun olarak değişen çalışma koşullarının ve çevresel faktörlerin arttırdığını söylüyor. Özellikle uzun saatler dijital ekranlara maruz kalmak ve çalışma ortamlarının havalandırma tercihleri gibi birçok durum göz kuruluğunu tetikleyebiliyor. 

Hava koşulları gözdeki nemi azaltarak, göz de kuruluk hissini arttırıyor

Gözün nemliliğinin azalmasıyla birlikte gözde yaşattığı acı ve yanma hissi gibi problemlerle yaşam kalitesini düşüren göz kuruluğu, uzun evrede ciddi göz sorunlarına yol açabiliyor. Özellikle menopoz sonrası kadınlarda, katarakt ameliyatı sonrasında ve romatizmal hastalıklarla birlikte sık görülebiliyor. Belirtileri gösteren hastaların göz kuruluğu tedavisi için tetkik ve tedavilerin yapıldığı bir merkeze başvurması gerektiğini belirten Doç. Dr. Efekan Coşkunseven gelişen tedavi yöntemleriyle bu hastalığın önüne geçilebileceğini söylüyor. 

İlaçlar yeterli olamayabiliyor, farklı tedavi yöntemleri mevcut

Çevresel faktörlerin yanı sıra kronik bir hastalık da olabilen göz kuruluğunun tedavisi için ilk basamak tedavinin; medikal tedavi olan suni göz yaşları ve geceleri suni göz yaşı jelleri olduğunu belirten Doç. Dr. Efekan Coşkunseven, cevapsız kalınan vakalarda medikal tedavide 6 ay kadar uzun süre kullanılması gereken immun baskılayıcı damlalara başvurulabileceğini ancak buna rağmen devam eden göz kuruluklarında gözyaşı boşaltım kanallarının dış giriş deliklerinin geçici yada kalıcı tıkaçlar ile tıkanabileceğini söylüyor. Doç. Dr. Efekan Coşkunseven medikal tedavi ve tıkaçlarla yeterli sonuç alınamayan vakalarda, FDA onayı almış tedavi yöntemleri ile bu hastalıkta başarılı sonuçlar almanın mümkün olduğunu söylüyor. Doç. Dr. Coşkunseven “Göz kuruluğu kişiye özgü nedenlerle gelişebileceği gibi çevresel faktörlerin de tetiklediği bir hastalık. Özellikle gözün bilgisayar, akıllı telefon gibi teknolojik aletlerin ekranına uzun süre maruz kalmasından kaynaklanan bu rahatsızlık tipik olarak gözde batma, yanma, yabancı cisim hissi ile belirti veriyor. İleri evrelerde göz ağrısı, kaşınma, gözlerde yanma hissi ve kızarma semptomlarıyla şiddetini artıran hastalık kişinin aktivitesini ve yaşam kalitesini ciddi oranda olumsuz etkiliyor. Katarakt ameliyatları söz konusu olduğunda büyük bir önem arz eden gözyaşı tabakasının kalitesi yenilikçi tedavilerle daha sağlıklı ve aktif bir hale getirilebiliyor. FDA onayı almış tedavi yöntemlerini uygulayan Dünyagöz Kuru Göz Birimi bu anlamda da hastalara güven aşılıyor. Bu yöntemlerden en yenisi ise LipiFlow Termal Pulsasyon tedavisi. Göz kapaklarına göze hiç zarar vermeden takılan çok ufak bir aparatla kapakların iç tarafında bulunan yağ bezeleri öncelikle 42.5 dereceye kadar ısıtılarak sonrasında da minik sıkmalar ile kanalların boşaltımının sağlanması son derece güvenli bir yöntemdir. Vücuda ya da göze hiçbir yan etkisi olmayan tedavide gözyaşı kanallarındaki tıkanıklık giderilerek bezlerin aktifleşmesi sağlanıyor” diyor.

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Aşkla yaptığı markasını satışa çıkardı…

Müzik, televizyon ve sanat camianda pek çok ünlüyle birlikte yürüttüğü projeler, yazdığı kitaplar, İstanbul gece hayatına kazandırdığı mekânlar ses getiren sosyal sorumluluk kampanyaları ve aldığı sayısız ödülle adından sıkça söz ettiren iletişim danışmanı Özgür Aras yeni markası 'sararugzo' yu satışa çıkardı…

Pandemi döneminde sanat dünyasının durmasına rağmen üretmeye devam eden Özgür Aras, 5 ay stüdyo ZEİ ‘de seramik hocası Zeynep Poyraz ‘dan özel dersler alarak, kendi tasarımlarını yapmaya başladı. Özgür Aras, kendi tasarlayarak ürettiği seramikler ve porselenlerle çay ve kahve setlerini kurduğu “sararugzo” markası ile satışa çıkarttı.

Üç ayrı serisinde ünlü ressam Renan Kaleli‘nin üzerlerinde eserlerinden oluşan çay ve kahve setlerinin çıktığı an itibariyle online satış sitelerinde gördüğü yoğun ilgiden oldukça memnun olan Özgür Aras markası için  “Yolumuz muhabbetten geçiyor. Başlangıç ve varış noktamız bol sohbet içeriyor. Sanat ile ilişkimiz derin, ulaşılabilirliğini arttırmak ise gayemiz.  İletişimin ağını genişleterek, sanat ile kurguladığımız markamızı her eve, ofise, yaşam alanına sokmak istedik. Çay ve kahve setleriyle başladığımız bu yolculuk, muhabbeti içeren çok çeşitli ürün gruplarıyla devam edecek.”

AŞK SERİSİNE ÖZEL İLGİ

Birçok ünlü isminde yoğun ilgi gösterdiği Özgür Aras‘ın seramikler çay ve kahve setleri arasında “Aşk ve Kalp” adını verdiği serisi en çok satan parça oldu. 

Özgür Aras, 'Beni işim iletişim. Yıllardır tecrübe ettiğim şey sevmek ve aşık olmak insanın mayasında var. Hatta bu duygular mantığımızın da önüne geçebiliyor. Bana göre aşk, hayatımızın vazgeçilmez bir parçası. Bu nedenle de aşk acısı yaşayan pek çok insan, aynı şeylerin tekerrür etmesini göze alarak, yeni aşklara yelken açıyor. Zira aşksız bir hayatta hep bir şeyler eksik kalıyor. O yüzden de günlük hayatlarında hep hatırlasınlar onlara hatırlatıcı olsun diye “Aşk ve Kalp” serisini ürettim. Gelen mesajlar ve satışlar doğru yolda olduğumu gösteriyor' dedi. 

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

7 Gün, 7 Film, 7 Söyleşi

Mülteci ve göçmenlerin sağlık hizmetlerine erişiminin önemi üzerine Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ), T.C. Sağlık Bakanlığı ortaklığında ve Avrupa Birliği finansal desteği ile ilk defa düzenlediği “Kimseyi Geride Bırakma Film Günleri” 5-11 Nisan tarihlerinde çevrimiçi olarak festivalscope.com platformunda gerçekleşecek. 

7 Nisan 2021 Dünya Sağlık Günü teması olan “daha eşit ve daha sağlıklı bir dünya için hep birlikte” mesajını vurgulamak adına düzenlenen çevrimiçi etkinliğe, film eleştirmeni Alin Taşçıyan’ın yönetiminde gerçekleşen söyleşiler de eşlik edecek. 

Altı belgesel ve bir kurmaca bu ücretsiz etkinlikte gösterimde

Çağımızın en büyük sorunlarından biri olan mülteci/göçmenlerin yaşadıklarını sinemanın büyüleyici diliyle ortaya koyan altı uzun metraj belgesel ve bir uzun metraj kurmaca filmden oluşan yedi filmlik seçki içinde Karim Aïnouz’un Berlin Film Festivalinden Amnesty ödülü ile dönen Tempelhof Havaalanı THFGabrielle Brady’nin bol ödüllü Aç Hayaletler Adası” ve Wolfgang Fischer’ın gerçek hikayelerden yola çıkarak çektiği, baş rolünde ödüllü oyuncu Susanne Wolff`un açık denizde mültecilerle dolu batmakta olan bir tekneyi gören bir acil servis doktorunu canlandırdığı, bu  doktorun vermek zorunda kaldığı yaşam ve ölüm arasında gidip gelen kararları anlatan “Styx” filmi yer alıyor. 

Seçkinin diğer filmleri arasında ise Türkiye prömiyerini gerçekleştirecek olan Dea Gjinovci’nin Tribeca Film Festivalinde yer almış “Mars’ta Uyanmak”, Amerikalı yönetmen Michelle Grace Steinberg’in sinema-gerçek (cinema vérité) ile animasyon biçimlerini birleştirerek başkalarını iyileştirirken kendi karşılaştıkları zorlukları aşan kişilerin yolculuklarına tanıklık ettiği “Nefes Alacak Bir Yer” ve Suriyeli bir babanın, oğlu ile Suriye’den Norveç’e yaptığı yolculuğun öyküsünü anlatan Ala’A Mohsen’in Yeni Bir Başlangıç” filmi ile birlikte Caroline Reucker’ın “Amal” filmi yer alıyor.

7 Gün, 7 Film, 7 Söyleşi

Çevrimiçi olarak 7 gün boyunca 5-11 Nisan tarihleri arasında izlenebilir olacak 7 filmin her biri için ayrıca düzenlenecek olan 7 söyleşi Alin Taşçıyan’ın yönetiminde gerçekleşecek. Söyleşiler; filmlerden katılımcılar, Suriyeli sağlık çalışanları, AB Türkiye Delegasyonu temsilcileri, DSÖ Türkiye Ülke Ofisi ve Sağlık Bakanlığı'ndan yetkililerin katılımıyla gerçekleşecek. Bu ilgi çekici sohbet serisi, resmi web adresinden ve DSÖ Türkiye’nin sosyal medya hesaplarından yayınlanacak.

Film Günleri seçkisine dahil edilen filmleri izleyerek, psikolojik dayanıklılık gerektiren entegrasyonun zorlu aşamalarına tanık olmak için bir yolculuğa çıkacağız; dil engellerini aşarak birbirimizi anlamanın değerinin farkına varacak; insani bir kriz sırasında ruh sağlığı hizmetlerinin önemini ve daha önce insani krizlerin tarihte ne kadar büyük acılar ortaya çıkardığını hatırlayacağız. Bu görsel yolculuk hiç kuşkusuz, mevcut insani krizlere yeni bir bakış açısı sunacak ve kimseyi geride bırakmamanın önemini bize hatırlatacak.

Film Günleri etikliğinin gerçekleşmesine imkan sağlayan, Avrupa Birliği’ne ve T.C. Sağlık Bakanlığı’na teşekkür ederiz. 

  • Kimseyi Geride Bırakma Film Günleri 5-11 Nisan 2021 – Ücretsiz
  • Tüm filmler Türkçe, Arapça ve İngilizce altyazılıdır
  • Sınırlı sayıda bilet
  • Ücretsiz gösterim linki (5-11 Nisan tarihleri arasında)

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Netflix, yeni fantastik dizisi Gölge ve Kemik'in resmi fragmanını paylaştı

Gölge ve Kemik, 23 Nisan’da tüm dünyayla aynı anda sadece Netflix’te

Leigh Bardugo'nun tüm dünyada en çok satan Grishaverse romanlarından uyarlanan Gölge ve Kemik, yetim bir asker olan Alina Starkov’un savaş mağlubu ülkesini kurtarabilecek özel bir gücü keşfetmesiyle başlıyor. Karanlıklar Diyarı’ndaki tehdidin büyümesiyle, Alina, Grisha isimli seçkin bir büyülü asker ordusuna katılıp bildiği her şeyden uzaklaşır. Gücünü geliştirmek için mücadele verdiği sırada, müttefiklerin ve düşmanların bir olabileceğini ve dünyadaki hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlar. Karizmatik suçlulardan oluşan tehlikeli bir grubun da oyuna dahil olması, hayatta kalmak için sihirden çok daha fazlasının gerektirdiğini öğretecek.

Gölge ve Kemik, Jessie Mei Li (Alina Starkov), Archie Renaux (Malyen Oretsev), Freddy Carter (Kaz Brekker), Amita Suman (Inej), Kit Young (Jesper Fahey) ve Ben Barnes (General Kirigan)'ın başrollerinde yer aldığı 21 Laps Entertainment'ın bir Netflix prodüksiyonudur. 

Dizi Sorumlusu / Yürütücü Yapımcı / Senarist: Eric Heisserer  

Yazar ve Yürütücü Yapımcı: Leigh Bardugo    

Yürütücü Yapımcı ve Yapımcı: Lee Toland Krieger  

Yürütücü Yapımcılar: Shawn Levy, Dan Levine, Dan Cohen, Josh Barry (21 Laps Entertainment) ve Pouya Shahbazian (Loom Studios)

Çekim Yeri: Budapeşte, Macaristan

Format: 1 saat x 8 bölüm

Oyuncu Kadrosu: Jessie Mei Li (Alina Starkov), Archie Renaux (Malyen Oretsev), Freddy Carter (Kaz Brekker), Amita Suman (Inej), Kit Young (Jesper Fahey), Ben Barnes (General Kirigan), Sujaya Dasgupta (Zoya Nazyalensky), Danielle Galligan (Nina Zenik), Daisy Head (Genya Safin), Simon Sears (Ivan), Calahan Skogman (Matthias Helvar), Zoë Wanamaker (Baghra), Kevin Eldon (The Apparat), Julian Kostov (Fedyor), Luke Pasqualino (David), Jasmine Blackborow (Marie), Gabrielle Brooks (Nadia)

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Türkiye Müteahhitler Birliği’nin yeni başkanı 2004-2011 yıllarında da aynı görevi yürüten Erdal Eren oldu

Türkiye’nin en köklü sivil toplum örgütlerinden Türkiye Müteahhitler Birliği 33’üncü Olağan Genel Kurulu’nu gerçekleştirdi. Genel kurulda yönetim kurulu seçimlerini gerçekleştiren Türkiye Müteahhitler Birliği’nin yeni başkanı 2004- 2011 yıllarında da aynı görevi üstlenmiş olan Erdal Eren oldu.

 

Seçimlerin ardından açıklama yapan Türkiye Müteahhitler Birliği Başkanı Erdal Eren, “Hem üyelerimizin hem inşaat sektörünün hem konut sektörünün hem de genel olarak ülkemizin sorunları için fikirler üretmeye, çözüm önerileri sunmaya çalışacağız. Türkiye’nin kalkınması için STK’lar ve kamu ile işbirliğini mutlaka devam ettireceğiz ve geliştireceğiz” dedi.

 

Anadolu’yu inşa etmek için yola çıkan vatansever bir grup müteahhit tarafından 69 yıl önce kurulan Türkiye Müteahhitler Birliği, 33’üncü Olağan Genel Kurulu’nda yeni yönetimini belirledi. Gerçekleştirilen seçimlerin ardından Mithat Yenigün, Türkiye Müteahhitler Birliği (TMB) başkanlık görevini Erdal Eren’e devretti.

 

Seçimlerin ardından açıklama yapan ve 2004- 2011 yıllarında da aynı görevi üstlenmiş olan TMB Başkanı Erdal Eren, Türk müteahhitlerin gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında zor bir süreçten geçtiğini ifade etti. Böyle bir süreçte 10 yıl aradan sonra tekrar TMB Başkanlığı görevini üstlendiğini hatırlatan Eren, “Mevcut yönetimin bıraktığı noktadan daha ileriye gitmek için çalışacağız. Hem üyelerimizin hem inşaat sektörünün hem konut sektörünün hem de genel olarak ülkemizin sorunları için fikirler üretmeye, çözüm önerileri sunmaya çalışacağız. Arkadaşlarımla beraber elimizden geldiğince bir sivil toplum örgütü olmanın sorumluluğunu yerine getirmeyi hedefliyoruz” dedi.

 

‘STK’lar ve kamu ile işbirliğini geliştireceğiz’

Gerçekleştirilen genel kurula bakanların katıldığını kaydeden TMB Başkanı Eren, şöyle devam etti: “Bu, TMB’nin daha önceki yönetimiyle bakanlıklar arasındaki iletişimin iyi olduğunu gösteriyor. Ticaret Bakanımız Ruhsar Pekcan’ın da ifade ettiği gibi sivil toplum örgütleri ile Ticaret Bakanlığı’nın arasında güzel bir koordinasyon kurulmuş durumda. Sayın Bakanın kurduğu istişare kurulu ve TMB’nin kurucuları arasında olduğu DEİK üzerinden diğer STK’lar ile kurulmuş olan iyi ilişki ve koordinasyonu sürdüreceğiz. TOBB, TİM, TİSK, DEİK gibi STK’lar ile birlikte doğru fikirler üretip, ülkemizin bu zor yıllarında problemlere çareyi birlikte arayacağız. Türkiye’nin kalkınması için STK’lar ve kamu ile işbirliğini mutlaka devam ettireceğiz ve geliştireceğiz. STK’ların kendi sorumluluklarına sahip çıkarak eleştirecekleri şeyler varsa eleştirebilmelerini ama çözüm önerilerini de ortaya koymaları gerektiğini düşünüyorum.”

 

3 yıllığına görev alacak isimler belirlendi

Gerçekleştirilen genel kurulda 3 yıllığına görev alacak Türkiye Müteahhitler Birliği Yönetim Kurulu’na şu isimler seçildi: “Erdal Eren, Başar Arıoğlu, Hüseyin Arslan, İhsan Çetinceviz, Deha Emral, Müfit Eren, Süheyla Çebi Karahan, Cahit Karakullukçu, Ferhat Nasıroğlu, Tevfik Öz, Erdem Tavas, Kartal Usluel, Murat Üstay.”

TMB Denetleme Kurulu’na ise “Nevzat Saygılıoğlu, Selim Akın ve Özgür Peker” seçildi.

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Kuveyt Türk 2021 yılı genel kurul toplantısını gerçekleştirdi

Türkiye’nin öncü katılım finans kuruluşlarından Kuveyt Türk, 2021 yılı genel kurul toplantısını, salgın koşullarını gözeterek üst yönetimin ve hissedarların katılımıyla gerçekleştirdi. 2020 yılı finansal performansa ve finansal tablolara ilişkin bilgilerin hissedarlarla paylaşıldığı genel kurulda, 2021 yılına yönelik beklentiler değerlendirildi.

 

Kurulduğu 31 Mart 1989 tarihinde bugüne yenilikçi ürün ve hizmetlerini etkin şekilde tasarruf sahipleri ve yatırımcılarla buluşturan Kuveyt Türk, müşteri odaklı yaklaşımı, finansal başarısı, teknoloji-inovasyon çalışmaları ve dijital dönüşüm yolunda attığı adımlarla sektöründeki öncü konumunu sürdürüyor. Kuveyt Türk, 2021 yılı olağan genel kurul toplantısını genel müdürlük binasında, salgın koşullarına uygun oturma düzeni sağlayarak yeterli sayıda üst yönetim ve hissedarın katılımıyla gerçekleştirdi. Toplantıya, üst yönetimin ve hissedarların bir kısmı çevrimiçi katıldı. 2020 yılı finansal performansa ve finansal tablolara ilişkin bilgilerin hissedarlarla paylaşıldığı genel kurulda 2021 yılına yönelik beklentiler de değerlendirildi. 

 

“Sektörel çeşitliliği artıracağız”

Genel kurulda konuşan Kuveyt Türk Genel Müdürü Ufuk Uyan, “Makroekonomik görünümün ve küresel ekonomik aktivitenin, salgınla ilişkili gelişmelere bağlı olarak dalgalı bir seyir izlediği 2020 yılında, güçlü sermaye yapımız ve dinamik kurumsal yönetim anlayışımızla hissedarlarımızın birikimlerine değer katmaya devam ettik. 2021 yılında kullandırılan fonlarda yüzde 20’nin üzerinde bir büyüme hedefleyerek özellikle yabancı para kaynaklarını efektif bir şekilde reel sektöre kazandırmak adına dış ticaret müşterilerimize yönelik ürün ve hizmetlere ağırlık vermeyi sürdüreceğiz. Ayrıca 2021 yılının, başta tarım, turizm ve enerji sektörleri olmak üzere finansman tarafında sektörel çeşitliliğin artırıldığı bir dönem olmasını önemsiyoruz. Başarılarımızda emeği geçen uzman, eğitimli, genç ve dinamik çalışanlarımıza, tüm paydaşlarımıza ve desteklerini bizden hiçbir zaman esirgemeyen değerli hissedarlarımıza çok teşekkür ediyoruz” dedi. 

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı