Aylık arşivler: Haziran 2021

Kalbi Besleyen Damarlardan Gelen 8 İşarete Dikkat!

Kalbe kan taşıyarak besleyen koroner atar damarlarının daralması veya tıkanması kişide hayati riske yol açabilen kalp krizine neden olabiliyor. Erkeklerde aynı yaş aralığındaki menopoz öncesi dönemde olan kadınlara göre dört kat daha sık görülen koroner arter hastalığı; göğüs ağrısı, nefes darlığı, baş dönmesi ve mide bulantısı gibi belirtilerle kendisini belli ediyor. Koroner damar darlıkları, günümüzdeki teknolojik gelişmeler sayesinde cerrahi işlem yapılmadan el bileğinden perkütan girişim stent uygulaması ile başarılı bir şekilde tedavi edilebiliyor. El bileği radial atardamarından girilerek takılan stent, hastanın damarsal komplikasyon yaşama oranını en aza düşürürken konforlu bir tedavi imkanı sunuyor. Memorial Hizmet Hastanesi Kardiyoloji ve Girişimsel Kardiyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Uğur Coşkun, koroner arter hastalığı ve modern tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. 

Erkekler kadınlardan 4 kat daha fazla risk altında

Tüm vücuttaki kan akımının yüzde 3 – 5'i koroner damarlardan geçmektedir. Koroner arterler, kalpten aort kapaklar sonrasında çıkan ana atardamarımız olan aort damarının ilk ayrılan dallarıdır. Sağ ve sol olarak ayrılan bu iki koroner damar sistemi hiç durmadan vücuda ihtiyacı olan kanı pompalayarak çalışan kalp adalesine kendi beslenmesi için ihtiyacı olan dolaşımı sürekli sağlamaktadır. Koroner arter hastalığı ise bu damarların lümenini döşeyen ince endotel zarı tabakası altına kolesterol parçacıklarının taşınmasıyla meydana gelen tıkanıklıklarla ortaya çıkmaktadır. Koroner arter hastalığı genellikle 40 yaş sonrasında görülmektedir. 40’lı yaşlarda erkeklerde kadınlara göre dört kat daha sık görülen koroner arter hastalığı, menopoz dönemi sonrasında bu fark kapatmakta hatta 60’lı yaşlarda risk kadınlarda daha çok artmaktadır. Aile hikayesinde yaygın koroner arter hastalığı olan, ailesel hiperkolestrolemisi bulunan veya diğer damar sertliği risk faktörlerini taşıyan kişilerde çok daha erken yaşlarda da bu hastalık görülebilmektedir. 

Hareketsiz yaşam koroner arter tıkanmasına neden olabilir

Koroner arter hastalığı risk faktörleri düzeltilebilir ve düzeltilemez şeklinde iki gruba ayrılmaktadır. Hipertansiyon, yüksek kolesterol, hareketsiz bir yaşam, stres ve sigara ile alkol kullanımı düzeltilebilir risk faktörleridir. Genetik faktörler, ileri yaş ve erkek cinsiyeti ise düzeltilemez risk faktörleridir. Koroner arter hastalığı riskini en aza indirmek için düzenli egzersiz, normal kilonun korunması, stressiz yaşam, düzenli beslenmek, hipertansiyonun ideal kontrolü ve yüksek kolesterol içeren gıdalardan uzak durmak gerekmektedir. 

Mide bulantısı ve bu bölgede gerginlik koroner arter hastalığı belirtisi olabilir

Koroner arter hastalığının en önemli belirtisi göğüs ağrısıdır. Göğüsteki rahatsızlık; ağırlık, gerginlik, basınç, ağrı, yanma, uyuşma, dolgunluk veya sıkışma olarak da tanımlanabilir. Koroner arter hastalığının diğer belirtileri de şunlardır: 

1.    Nefes darlığı

2.    Kalp çarpıntısı

3.    Her iki kolda veya sol kolda daha sık olmak üzere tek kolda ağrı ve kesiklik hissi

4.    Mide bölgesinde gerginlik, ağrı ve yanma hissi

5.    Mide bulantısı

6.    Aşırı güçsüzlük ve bitkinlik hissi

7.    Soğuk soğuk terleme

El bileğinden radial arterden anjiyografi kanama riskini en aza indiriyor

Koroner arter tıkanıklıkları "EKG", "Tread Mill Egzersiz", "Ekokardiyografi", "Farmakolojik Stres Ekokardiyografi", "Stres Nükleer Miyokard Sintigrafisi", "Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografik Koroner Anjiyografik" incelemelerle ile teşhis edilmektedir. Tanıda altın stand art tetkik ise klasik koroner anjiyografidir. Koroner anjiyografi en sıklıkla kasıktaki femoral arter atardamarından veya el bileğindeki radial arter atardamarından yapılmaktadır. Günümüzdeki teknolojik gelişmeler ile hasta konforu ve kanama komplikasyonları riskini en aza indiren el bileğindeki radial arterden koroner arter görüntülemesi en ön plana çıkmaktadır. Bu yöntem ile tespit edilen koroner arter tıkanıklıkları aynı seansta balon ve koroner stent ile tedavi edilebilmektedir. 

El bileğinde radial arterden anjiyografinin avantajları 

El bileğinden radial arter, kanama riskini en aza indirerek hasta konforunu artırmaktadır. Deneyimli bir ekip tarafından tanısal ve girişimsel koroner damar işlemlerinde kullanılan el bileği radial aterinden girilerek yapılan anjiyografinin avantajları şunlardır: 

•    Radial arter el bileğinde hemen Radius kemiği üzerinde olduğu için giriş yerindeki kanama kontrolü basit bir parmak basısı ile bile sağlanabilir. 

•    Arter ile ilgili komplikasyonlar daha nadirdir. 

•    Kum torbası veya kasık damarını kapatmak için kullanılan diğer materyallere ihtiyaç duyulmaz.

•    Anjiyo sonrası hastalar yürüyebilir, idrarını yapmaya gidebilir. 

•    Hasta işlemden 3-4 saat sonra taburcu olabilir.

•    Bacak damarlarında ileri kıvrım ve tıkanma olan hastalarda tercih edilir.

•    Obezite hastalarında kasık girişimleri daha riskli olduğundan bilekten anjiyo bu riskleri çok düşürür. 

•    Radial arterden stent de takılabilir. Dolayısıyla kasıktan stent takılan hastalara göre kanama gibi komplikasyon oranları çok daha düşüktür.

Radial anjiyo konusunda dikkat edilmesi gerekenler

•    Kol damarı kasık damarına göre ince bir damar olduğu için özellikle kısa boylu, ince bilekli ve diyabetik bayanlarda kateterlerin geçişine engel olan ağrılı spazmlara neden olabilmekte işleme kasıktan devam etme zorunluluğu yaklaşık 5 vakada olabilmektedir.

•    Anjiyo süresi kasıktan yapılana göre ortalama 5-10 dakika daha uzundur. (Çünkü ön hazırlık gerektirir, daha fazla dikkat ve deneyime bağımlıdır, aortta koroner damara yerleşmek için daha çok manipülasyona ihtiyaç gösterebilir )

•    Anjiyoda alınan radyasyon süresi ve dozu buna bağlı olarak daha yüksek olabilir.

•    Bypass’lı hastalarda bypass damarlarına ulaşmak ve kateteri oturtmak biraz daha zor olabilir ve deneyim gerektirir.

•    Bu işlem bu konuda tecrübeli uzmanlarca tam donanımlı merkezlerde yapılmalıdır. 

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

“Anne ve baba kaygısı, çocuğa bulaşıyor”

Yaklaşık 1 milyon öğrenci, 6 Haziran 2021 Pazar günü gerçekleştirilecek Liselere Geçiş Sınavı (LGS) için heyecanla bekliyor. Sınava girmeye hazırlanan çocuk ve gençlerde stres kontrolünün önemine işaret eden Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, sınava sayılı günler kala sonuca değil, sürece odaklanılması gerektiğine dikkat çekiyor. Anne ve babanın kaygısının bulaşıcı olduğunu vurgulayan Tarhan, çocuğun deneme sınavlarındaki başarılarına odaklanılmasını tavsiye ediyor. Prof. Dr. Nevzat Tarhan, düzenli uyku ve doğru beslenme gibi beyin dostu yaşamanın da sınav kaygısıyla mücadeledeki önemine işaret ediyor.

 

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, orta öğretim kurumlarından liseye geçmek üzere sınava girecek öğrencilere ve ailelerine sınav stresiyle başa çıkma konusunda değerlendirmelerde bulundu.

 

Anne ve babanın kaygısı bulaşıcıdır

 

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, LGS'ye sayılı günler kaldığını belirterek bu dönemde anne ve baba tutumlarının da önemine işaret etti. Annenin ve babanın çocuğu doğru yönlendirmesi gerektiğini kaydeden Tarhan, şunları söyledi:

 

 “Anne ve babanın kaygısı bulaşıcıdır. Çocukta sorumluluk duygusu yüksek mi yoksa sorumluluk duygusu düşük mü? Sorumluluk duygusu yüksek olan bir çocuğa yaklaşım farklıdır, sorumluluk duygusu az olan bir çocuğa yaklaşım da farklıdır.  Ama genellikle çocukların birçoğu sorumluluk hissediyor. Sorumlulukları yüksek olan bir çocuğa ‘Oğlum/kızım ders çalışmazsan da olur. Mühim olan sensin, senin sağlığın’ dediğiniz zaman çocuklar çok bunalır. Çocuğun zaten sınavla ilgili kaygısı var, beklentisi var, korkusu var. Böyle durumlarda korkusu olan bir kişiyi kaçıyorsunuz. Çocuk ‘Eyvah demek ki benim sınavı yapamama durumum var ki annem ve babam böyle konuşuyor’ diye kaygılanır.”

 

Sonuca değil, sürece odaklanılmalı

 

Oysa çocuğun sınav kaygısını önlemek için sürece odaklanılmasını tavsiye ediyorsunuz. Sınava kadar olan bu dönemde sınav sonucuna değil, buradaki sürece odaklanması lazım. Sınav sonucuna odaklanmak insanın kontrol edemeyeceği bir şeydir. Kontrol edemeyeceği bir şeye odaklanınca kaygı yükselir. Oysa kontrol edebileceği noktada örneğin sınava kadar bildiklerini tekrar etmek, 100-200 ya da 300 tane soru çözmek önemlidir.”

 

Deneme sınavlarındaki başarıya bakılmalı

 

Bu gibi sınavlarda çok büyük hedefler koymanın mesela 10 bine girme hedefinin de sonuç odaklı düşünceden kaynaklandığını belirten Tarhan, “İlk 10 bine gireceğim baskısı, sonuç odaklı düşüncedir. Genç burada ‘İlk 10 bine giremezsem ne olacak?’ demeye başlıyor. ‘Ben elimden gelenin en iyisini yapacağım, benim görevim bu ama kaç bine girerim onu bilemem. İnşallah 10 bine girerim ya da 50 bine girerim’ gibi bir hedef koyabilir kendine…   Ama sabahtan akşama kadar sürekli sonucu düşünürse o öğrenci sınavda panik yapıyor. Burada çocuğun ya da gencin deneme sınavındaki başarılarına bakması gerekiyor. ‘Deneme testlerinde ilk 10 bine girebiliyorum. Ben daha önce deneme testinde şu puanı aldım, bunu da yapabilirim. Başarılı olmamam için hiçbir sebep yok’ şeklinde düşünürse kaygısı azalır. Yani hazırlıklı olan kişinin böyle durumlarda kaygısı azalır.” diye konuştu.

 

Stres altında soğukkanlı kalmanın öğrenilebilen bir beceri olduğunun altını çizen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu doğuştan gelmiyor. Bir geminin fırtınaya hazırlanması gibidir. Akıllı kaptanlar fırtınaya yakalanmamak için önlem alanlardır.” dedi.

 

Sınava sayılı günler kala her gün için plan yapılması gerektiğini belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, sınava kimileri zaman çok fazla anlam yüklendiğini belirterek “Oysa sınav hayatta başarı basamaklarından biri.” dedi.

 

Sınav stresiyle baş etmede beyin dostu yaşamak önemli

 

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, sınav stresiyle başa çıkmak için tavsiyelerini şöyle sıraladı:

 

“Sınav stresiyle başa çıkmada uyku, beslenme ve egzersizin katkıları çok büyük. Uyku beynin en büyük dostudur. Beyin dostu yaşayan kişiler sınavda daha rahat eder. Beyin dostu yaşamada ne vardır? Burada beslenme tarzı çok önemlidir. Mideyi aşırı doldurmamak gerekiyor. Sınav öncesinde mide aşırı dolduğu zaman odaklanma zorlaşıyor. O nedenle sınav öncesinde hafif şeyler yemek çok önemli. Ders çalışmadan önce karbonhidrat ve çok şekerli şeyler yediğiniz zaman kan şekeri birden yükseliyor. Böylece uykuya eğilim, halsizlik, kolunu ve bacağını oynatamayacak derecede halsizlikler oluşur. Akdeniz mutfağı çok önemli. Renkli tabak diyoruz aynı zamanda. Protein, karbonhidrat, sebze ve meyvenin içinde olduğu, her renkten yiyeceğin olduğu bir beslenme modeli. Bu şekilde beslenmek beyin dostu beslenmedir.”

 

Stresle başa çıkmada uyku mutlaka düzenlenmeli

 

Stresle başa çıkmada kaliteli uykunun da önemine işaret eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Yatmadan önce kahve içmekten kaçınılmalıdır. Erken yatıp erken kalkmaya özen göstersinler. Uykudan önce tablet ve telefonları bıraksınlar. Bu da uykunun kalitesini düşürmektedir.” diye konuştu.

 

Günde iki kupa kahve içebileceklerini belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Sabahtan öğleye kadar kahve tüketmekte hiçbir sorun yoktur. Kahve doğal olarak dikkat açar.” dedi.

Anne baba ilişkisi çocuğun akademik başarısını etkiliyor…

Çocuğun anne ve babasının ilişkisini örnek aldığını belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Evde huzurlu sıcak bir ortam varsa anne baba çocuğa eğitim için atmosferi zaten hazırladı demektir. Çocuk eve severek geliyorsa, evde mutluysa, eşyasını odasını seviyorsa yüzde 50’si halloldu demektir. Çocuğa özgürlük-sorumluluk dengesini de öğretmek gerekiyor. Her yaşın sorumluluğu ayrıdır. 5-6 yaşındaki çocuğa, 12-13 yaşındaki çocuğun sorumluluğu verilmez.” diye konuştu.

 

Evin en güvenli alan olduğu hissettirilmeli

 

“Bu dönem aynı zamanda ergenlik dönemi” diyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu kendi kimliğini arayıp bulma dönemi. Bu dönemde annesinin ve babasının yanında olduğunu hissetmeleri önemli. Çocuğun en güvenli alanı evi. Çocuğa bu hissettirilmeli.” diye konuştu.

 

Çocuğa konuşma imkanı verilmeli

 

Çocukla beraber zaman geçirmenin de önemli olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Beraber zaman geçirirken tek konu ders olmamalı. Hayat olayları, günlük olaylar hakkında konuşulabilir. Ama sadece anne ya da baba konuşmayacak. Genellikle bizim kültürümüzde anne ve baba konuşuyor, çocuk dinliyor. Çocuğa soru sordurtan en güzel öğrenme yöntemi sokratik sorgulama yöntemi. Çocuğa konuşma imkanı verecek şekilde çanak sorular sorulabilir. Mesela ‘Şu konuda ben böyle diyorum’ diye yaklaşmak yerine ‘Sen bu konuda ne düşünüyorsun’ şeklinde bir yaklaşım yararlı olabilir. Çocuğa buyurgan davranmak yerine örnek olmak ve seçenek sunmak gerekiyor.” diye konuştu.

 

Stres var, panik yok diyoruz

 

Sınav öncesinde stresin de normal olduğunu ve olması gerektiğini belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Stres var, panik yok diyoruz. Çocuğun sınav öncesi stres olması normal. Bundan korkmasınlar. Stres var panik yok. Çünkü panik bozuyor kişiyi. O stres değil. Annesinin ve babasının yanında olması yeterli. Çocuğa hiçbir şey demesinler. Kapıya kadar götürsünler. Soğukkanlı bir şekilde, hiç ders konuşmasınlar. İsterse çocuk onlara sorsun.” tavsiyesinde bulundu.

 

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Fitoterapi Nedir?

Fitoterapi bitkilerle tedavi; fito bitki, terapi tedavi demektir. Bitkilerle tedavi anlamına gelir. İlk insandan bu yana kullanılan bir tedavi yöntemidir. Geleneksel halk hekimliği olarak günümüze kadar gelmiş olan bir tedavi yöntemidir. Şifalı bitkiler dediğimiz, tıbbi bitkiler dediğimiz bitkileri kullandığımız ve faydalandığımız bitkilerle yapılan bir tedavidir. Hemen hemen bütün hastalıkların tedavisinde, bütün kronik hastalıkların tedavisinde fitoterapiden etkin bir şekilde faydalanabiliyoruz.

SAĞLIK BAKANLIĞI 2014 YILINDA ONAYLADI

2014 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından GETAT yönetmeliği yayınlandıktan sonra, yani geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamaları yönetmeliği yayınlandıktan sonra tıp doktorları bu alanda eğitim almaya başladı.

Yine Sağlık Bakanlığı’nın hazırladığı mevzuatlar çerçevesinde, 2014’den bu yana da fitoterapi tıp doktorları tarafından uygulanagelen bir yöntem haline geldi.

KANSER HASTALARINDA FİTOTERAPİ

Bitkisel tedavi son dönemde özellikle kanser hastalarında yoğun şekilde kullanılmaktadır.

Fitoterapinin DNA hasarını hem önleyici hem de onarıcı özelliği vardır. Ve yine fitoterapinin anti tümör özellikleri vardır, yani kanser hücreleri üzerinde direkt öldürücü özellikleri vardır. Fitoterapi tümör oluşumunu önleyici ve oluşmuş tümörü öldürücü bir tedavi yöntemidir. Kemoterapide belli bir süreden sonra direnç oluşur ve fitoterapi tedavisi bu direnci ortadan kaldırır. Ve yine metastaz dediğimiz durumlarda, kanserin son evresinde bile bitkisel tedavilerin çok ciddi faydaları vardır.

Kanser hastalarında radyoterapinin ve kemoterapinin yan etkilerinin kaldırılmasında fitoterapinin çok büyük etkisi vardır. Hastanın konforunu, tedavisini ciddi yönden olumlu etkilemektedir. Ayrıca kemoterapi ve radyoterapinin etkinliğini arttırıcı özellikleri bulunmaktadır. Hastanın tedavi şansı fitoterapiyle çok daha yükseltilmiş olunmaktadır. Fitoterapi hem hastanın beslenmesini hem de tedavisini çok iyi bir şekilde yerine getirebilmektedir.

Fitoterapi yardımcı bir yöntem olarak da hastalık oluşmadan önce de kullanabileceğimiz bir yöntemdir. Hastalık teşhis edildikten sonra da kullanabileceğimiz bir yöntemdir. Hem kanserin erken evrelerinde kullanabileceğimiz bir yöntemdir hem de kanserin 3. evresinde ve 4. evresinde de etkin bir şekilde faydalanmamız mümkündür. Hasta beslenebildiği sürece fitoterapiden faydalanabiliriz. Kanserin yayılmasını, kanserin büyümesini sağlayan bütün sebepler üzerinde fitoterapinin ciddi etkileri var ve yapılan bilimsel çalışmalarda bu ortaya koyulmuştur.

HEMEN HER HASTALIKTA UYGULANABİLİR

Fitoterapinin kronik rahatsızlıklarda çok yönlü etkileri vardır. Fitoterapi bütün insanlık tarihinde bilinen bir tedavi yöntemidir. Bitkiler temel beslenme olarak da önemlidir ve bu bitkilerden fitoterapi tedavi yöntemiyle etkin bir şekilde faydalanılmaktadır.        

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Dikkat! Emekli hayatı Alzheimer’a zemin hazırlıyor

Farklı yaş gruplarında görülen Alzheimer’ın ileri yaşlarda görülme sıklığı giderek artıyor. Daha fazla zihinsel aktiviteyle meşgul kişilerin bu hastalığa daha az yakalandığının araştırmalarda görüldüğünü belirten uzmanlar, emekli hayatının bu hastalığa zemin hazırladığına dikkat çekiyor. Erken teşhisin önemine işaret eden uzmanlar, özellikle ileri yaştaki bireylerde ortaya çıkan unutkanlıkların ihmal edilmemesini tavsiye ediyor. 

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Barış Metin, Alzheimer hastalığının tanı ve tedavi yöntemleri ile ilgili bilgiler ve tavsiyeler paylaştı.

Basit unutkanlıklar Alzheimer işareti sayılmamalı

Alzheimer hastalığını beyinde dejenerasyon ve hücre ölümü olması sonucunda beyin dokusunun küçülmesi devamında fonksiyonlarını kaybetmesi sonucunda oluşan bir hastalık olarak tanımlayan Prof. Dr. Barış Metin, sözlerine şöyle devam etti: 

 “Alzheimer değişik yaş gruplarında görülebilir fakat ileri yaşlara doğru geldikçe hastalığın görülme sıklığı giderek artıyor. En çok görüldüğü yaş grubu en ileri yaş grubu oluyor. Belirtileri genelde hasta yakınları fark ediyor. İlk fark edilen de unutkanlık oluyor. Bazı hastalar kendilerinde gördükleri ufak unutkanlıklarla ‘Acaba Alzheimer mı oldum?’ diye bize geliyorlar fakat genelde bu unutkanlık basit bir unutkanlık olmuyor. Kişinin hayatındaki önemli olayları unutması ve aynı soruları tekrar tekrar sorması şeklinde kendini gösteriyor. Bir telefon numarası unutmak ve alışverişe gidildiğinde alınacak bir şeyi unutmak gibi davranışların Alzheimer belirtileri olmadığını söyleyebiliriz. Unutkanlığın daha ciddi seviyede olması gerekiyor.”

 Aynı soru birçok kez soruluyorsa dikkat!

 Alzheimer’a daha çok kişinin günlük yaşamını bozan unutkanlıkların işaret ettiğini belirten Prof. Dr. Barış Metin, “Örneğin hasta yakınlarından ‘Bir sorduğunu on kere daha soruyor, dışarı çıkıldığında nereye gidileceğini tekrar tekrar soruyor, yemek yiyoruz ama on dakika sonra yemek yemeyecek miyiz? diye soruyor’ gibi bildirimler alıyoruz. Bu gibi ciddi boyutlar Alzheimer belirtisidir. Gündelik yaşamda herkeste görülebilen küçük unutkanlıklar bu hastalığın belirtisi değildir. Bunama, Demans ve Alzheimer halk arasında genellikle birbiriyle karıştırılıyor. Aslında bunama ve Demans aynı anlama geliyor. Demans yabancı dilden gelmiş bir sözcük, bunama ise bu kelimenin Türkçe’deki karşılığı. Bunamanın tipleri vardır ve Alzheimer de bunamanın en çok görülen tipidir.” dedi.

Günlük hayatı bozan unutkanlıklar tespit ediliyor

Alzheimer hastalığı tanısı için öncelikle kişiyi dinlediklerini ifade eden Prof. Dr. Barış Metin, “Günlük hayatını bozan bir unutkanlık olup olmadığını tespit ediyoruz. Kişinin fonksiyonlarını bozan bir unutkanlık varsa ikinci adımda tomografi ya da MR ile beyinde hastalığın belirtisi olan küçülmenin olup olmadığına bakıyoruz. Tanıyı desteklemek için beynin fonksiyonel aktivitesini ölçen bir test var ama bazı hastalarımıza uygulayabiliyoruz. Çünkü burada hastalığı düşündüren özgül bulgular çıkıyor, test tanının doğru olup olmadığını bize gösteriyor. Bazen tanıdan şüpheye düşüren hastalarda ayrıntılı nöropsikolojik test dediğimiz birçok zihinsel yeteneğin ölçüldüğü psikometrik testler isteyebiliyoruz.” diye konuştu.

Erken evre teşhisi önemli

Alzheimer’ın sinsi bir hastalık olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Barış Metin, “Hasta yakınları hastayı getirdikleri zaman genelde hastalık başlangıç evresini geçmiş, orta evre hatta bazen ileri evreye kadar ilerlemiş oluyor. Bu bizim tercih ettiğimiz bir durum değil çünkü ilaçlı tedaviler erken evrede daha çok fayda sağlıyor. Yaşlılarda unutkanlık biraz ihmal ediliyor, yaşına bağlı olarak unutmanın normal olduğu söyleniyor ama böyle durumlarda aslında ihmal etmemek gerekiyor. Alzheimer genetik geçişi çok düşük bir hastalıktır ama bazen gelen ailelerde neredeyse herkesin Alzheimer olduğunu görüyoruz ve çok ciddi bir genetik hastalık söz konusu oluyor. Böyle durumlar olduğunda genetik testler de yaptırabiliyoruz. Bu testlerin sonucunda inceleyip Alzheimer teşhisi koyuyoruz.” ifadelerini kullandı.

Belirgin cinsiyet baskınlığı bulunmuyor

 Prof. Dr. Barış Metin, Alzheimer’da belirgin bir cinsiyet baskınlığı olmadığını söyledi ve sözlerine şöyle devam etti:

 “Her iki cinsiyette de bu hastalık görülebiliyor. Kadınlar, erkeklere göre daha uzun yaşıyor, bunun nedeni erkeklerde kalp damar hastalıklarının daha yoğun olmasıdır. Alzheimer hastalığının toplam verilerine bakıldığında kadınlar belki daha yüksek çıkar. Onun nedeni de kadınların daha uzun yaşayıp daha çok Alzheimer hastalığına maruz kalmasıdır. Yaşı değerlendirmeye almazsak benzer oranlarda bu hastalığa yakalanıldığını görürüz. Ayrıca hastalığın kronik depresyonu olan, mutsuz insanlarda daha çok görüldüğü ile ilgili doğruluk payı da var. Depresyon kişiyi uyarandan mahrum bırakıyor ve içine kapanık hale getiriyor, sonuç olarak uyaran eksikliği de bu hastalığa yol açabiliyor. Özellikle yaşlılarda depresyona çok dikkat etmek ve hemen tedavi etmek gerekiyor.”

Emekli hayatı Alzheimer’a zemin hazırlıyor

Alzheimer’dan tamamen korunmanın ve riski sıfıra indirmenin mümkün olmadığını vurgulayan Prof. Dr. Barış Metin, “Ancak yaşam tarzı açısından dikkat edilebilecek noktalar olduğunu söyleyebiliriz. En önemlisi beslenmeye dikkat edilmesi, obezite ve şeker hastalığından korunmak gerekiyor. Fiziksel aktiviteler de oldukça önemli. Emekli hayatı Alzheimer hastalığına ciddi miktarda zemin hazırlıyor. O yüzden emekli hayatından kaçınmak gerekiyor. Araştırmalarda daha fazla zihinsel aktiviteyle meşgul olan insanların bu hastalığa daha az yakalandığı gösterilmiş. Fakat bazen hastaların kendilerinden dinlediğimiz yakınmalar gösteriyor ki çevrelerindeki kişiler Alzheimer hastasına bulmaca çözdürmeye çalışıyorlar, yapamıyor ve üzüntü durumu ortaya çıkıyor. Alzheimer olmayanlar bol bol çözebilir ama Alzheimer olmuş bir insan artık bulmaca çözemeyecektir. Bu konuda onu zorlamanın bir faydası bulunmuyor.” dedi.

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Kadın hastalığı olarak biliniyor, ancak…

Çağımızın önemli sağlık problemlerinden biri olarak tanımlanan ‘fibromiyalji’ dünya nüfusunun yüzde 4'ünü etkileyecek kadar yaygın görülen bir hastalık. Yorgunluk, uyku bozukluğu, hafıza ve duygu durum sorunlarının eşlik ettiği yaygın kas-iskelet sistemi ağrısıyla yaşam kalitesini oldukça düşürebiliyor. Ülkemizde her yıl yaklaşık 100 bin kişiye ‘fibromiyalji’ tanısı konuyor ve hastalığın tanınmasıyla bu rakamın her yıl artacağı düşünülüyor. Birçok belirtiyle seyredebilmesi ve çoğu hastalıkları taklit edebiliyor olması nedeniyle tanı konulması ise 10 yılı bulabiliyor. 

Acıbadem Dr. Şinasi Can (Kadıköy) Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Doç. Dr. Emrullah Hayta, toplumda kadın hastalığı olarak bilinmesine karşın fibromiyaljinin aslında erkekleri de tehdit ettiğine dikkat çekerek, “Son yıllarda yapılan çalışmalar, fibromiyaljinin erkeklerde de sık görüldüğünü ortaya koyuyor. Hatta bazı epidemiyolojik çalışmalar neredeyse kadınlar ile aynı sıklıkta görüldüğünü bildiriyor. Bu sıklık kadınlarda yüzde 3.8-4.8 erkeklerde de yüzde 1.6-4.8 oranında değişiyor. Türkiye’de de 600 bin ile bir milyon arasındaki erkeğin fibromiyalji hastası olduğu tahmin ediliyor.” diyor. Fibromiyaljinin kadın hastalığı olarak düşünülmesinin en önemli nedenleri ise erkeklerin ağrı semptomlarıyla doktora başvurmada kadınlara göre daha isteksiz davranmaları ve tanı için şart görülen vücuttaki hassas nokta sayısının erkeklerde daha az olması. Ancak 2010 yılında revize edilen teşhis protokolünün kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte artık daha fazla erkeğe fibromiyalji tanısı konuluyor. 

Pandemi döneminde arttı! 

Covid-19 pandemi sürecinde fibromiyalji teşhis edilen erkeklerin sayısında artış yaşandığını belirten Doç. Dr. Emrullah Hayta, şöyle devam ediyor: “Bu artışın, pandemi koşullarında belirginleşen gelecek kaygısı, evde ergonomik olmayan koşullarda çalışmak zorunda kalmak, hareketsizlik ve stres gibi nedenlerden kaynaklandığı düşünüyoruz. Tedavi olmayan ya da tanı konulamayan erkek hastalar günlük iş hayatlarında ve sosyal çevrelerinde oldukça zorlanabiliyor. Öyle ki iş yerindeki verim ve performans yüzde 50 gibi ciddi oranda azalabiliyor.”

Kadınlarda yaygın ağrı, erkeklerde depresyon 

Kaslarda ve yumuşak dokularda gelişen ‘ağrı’ en sık görülen belirti olsa da, fibromiyalji hastalarında birçok vücut sistemine ait bulgular gelişebiliyor. Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Doç. Dr. Emrullah Hayta fibromiyalji semptomlarının erkeklerde kadınlara göre biraz farklılık gösterdiğini belirterek, bu belirtileri şöyle sıralıyor: “Kadınlarda yaygın ağrı, yorgunluk, sabahları dinlenmemiş olarak uyanmak, stresli ruh hali ve unutkanlık gibi belirtiler ön planda oluyor. Erkeklerde ise en sık depresyon, anksiyete, omurga ağrısı, yorgunluk ile uyku bozukluğu şikayetleriyle karşılaşıyoruz. Erkeklerde omurga ağrısının bir nedeni olarak fibromiyaljinin akla gelmemesi ise malesef bu hastalarda başarısız omurga cerrahisine neden olabiliyor”

Stres altındaysanız, dikkat!  

Fibromiyalji, beyin ile omuriliğin ağrılı ve ağrısız sinyalleri işleme yeteneğinde bozulma sonucu oluşuyor. Ağrılı ve ağrısız uyarana karşı artmış olan duyarlılığın nedeni bugün tam bilinmese de, hangi bireylerin fibromiyalji için risk altında oldukları tahmin edilebiliyor. Örneğin ailesinde fibromiyalji öyküsü olanlarda, sık sık viral enfeksiyon geçirenlerde, fiziksel ya da duygusal travma yaşayanlarda, hassas ve mükemmeliyetçi kişilik yapısına sahip stresli kişilerde fibromiyalji daha sık görülüyor. 

Tedavi şikayetleri hafifletiyor 

Fibromiyaljinin günümüzde bilinen kesin bir tedavisi yok. Kronik bir hastalık olduğu ve pek çok alanda şikayete yol açtığı için fibromiyalji hastalarında tedavi planlaması yapılırken multidisipliner bir yaklaşıma ihtiyaç duyuluyor. Stresle baş etme yöntemleri, uyku hijyeni, doğru beslenme, bilişsel terapi, kronik ağrıya yönelik ilaçlar, fizik tedavi, yaşam kalitesini artırmaya yönelik egzersizler ile alternatif tıp uygulamaları (akupunktur, masaj, spa terapisi, yoga, meditasyon) fibromiyaljinin tedavi yöntemlerini oluşturuyor. Fibromiyalji tedavisinde sadece ilaç kullanımı, beslenme alışkanlığında değişiklik yapılması ya da alternatif tıp yöntemleri gibi farklı yaklaşımlardan faydalanmak bulguların hafiflemesi için yeterli olmayabiliyor. Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Doç. Dr. Emrullah Hayta tedavinin hastaların şikayetlerine veya hakim olan semptomlarına göre planlandığını belirterek, “Fibromiyaljide birçok tedavi yöntemini başlangıçta beraber kullanıp, ilerleyen zamanda hakim olan semptoma göre çeşitli yöntemleri ekleyerek ya da çıkararak bu hastalığın bulgularını büyük ölçüde giderebiliyoruz” diyor.  

Akdeniz tipi beslenin

Doç. Dr. Emrullah Hayta fibromiyalji hastalarına yönelik ideal bir beslenme tipinin ve hastalığa özgü bir diyetin olmadığını belirterek, sözlerine şöyle devam ediyor: “Aşırı kilo ve bazı yağlar sinir hücrelerinde doğrudan veya dolaylı olarak oksidatif stres oluşturarak ağrı eşiğini düşürebiliyor. Kilo kaybına yönelik diyetler, Akdeniz tipi beslenme, C, D ve E vitamini, beta-karoten gibi antioksidan yiyecekleri tercih etmek gibi yaklaşımlar fibromyalji hastalarında doğru beslenmeye yönelik adımlar olarak sayılabilir. Akdeniz tipi beslenen hastalarda tedaviye daha kolay yanıt alındığını hatırlatan Doç. Dr. Emrullah Hayta, bununla birlikte kafein ve alkol tüketiminin sınırlandırılmasının fibromiyalji semptomlarında azalmaya yardımcı olabildiğini söylüyor. Aspartam, mısır şurubu ve monosodyum glutamat katkılı yiyecekler ile araşidonik asit içeren besinler, yumurta sarısı ve et ise ağrı eşiğini olumsuz yönde etkileyebiliyor. Dolayısıyla bu tür yiyeceklerden kaçınmak yararlı olabiliyor. 

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

n11.com garaj11’in yeni reklam kampanyası için Mustafa Sandal ile anlaştı!

n11.com’un e-ticaretteki tecrübesi ve güvencesi ile Doğuş Holding’in otomotiv alanındaki bilgi birikiminin birleştirildiği garaj11, yeni reklam kampanyasında tüketicilere Mustafa Sandal ile sesleniyor.

İlk defa otomobil sahibi olmak, aracını değiştirmek veya aracını hemen satmak isteyenlerin yeni adresi garaj11, reklam kampanyası için Mustafa Sandal ile anlaştı. Mustafa Sandal’ın unutulmaz ‘Araba’ şarkısının eşlik ettiği üç farklı filmden oluşan reklam serisinde, eğlenceli görüntüler dikkat çekiyor. İkinci el araç alım ve satımında güven konusunun vurgulandığı filmlerde aynı zamanda detaylı ekspertiz hizmeti ve online kredi imkanı ön plana çıkarılıyor.

Doğuş Grubu ile Güney Kore’nin en büyük gruplarından SK Group’un ortaklığında kurulan n11.com’un Marka Direktörü Simin Özkar yeni iş birliğiyle ilgili, ‘garaj11’in yeni iletişim çalışmaları için Mustafa Sandal ile iş birliğine imza atmaktan mutluluk duyuyoruz. garaj11 için Mustafa Sandal ile birbirinden keyifli üç film çektik. Filmlerde markamızın sektördeki çözüm üreten, güvenilir platform yaklaşımını ortaya koyduk. garaj11, aldığım araç sağlam mı, ekspertiz raporu güvenilir mi, ödeme yaparken sorun yaşar mıyım gibi soruların tümüne n11.com güvencesiyle cevap veriyor. garaj11’in sunduğu hizmetler ve sağladığı avantajlarla otomobil alım satımına yeni bir soluk getirdiğimize inanıyoruz. Yeni iletişim çalışmalarımızın da hedeflerimize katkı sağlayacağını düşünüyoruz.’ dedi.

Simin Özkar sözlerini, ‘E-ticaretin sunduğu zahmetsiz ve güvenli alışveriş deneyimini otomotiv sektör dinamikleriyle birleştirerek garaj11’i hayata geçirdik. Projeyi hayata geçirirken öncelikli hedefimiz, tüketicilerin e-ticaretten sanki bir cep telefonu alır gibi otomobil alabilmesi yönündeydi ve bu doğrultuda karşılaşılabilecek tüm sorunları ortadan kaldıran, güven ve kolaylık vaadimizi destekleyen yeni hizmet ve çözümler geliştirdik. Lansman dönemine özel olarak da Türkiye’nin her iline ücretsiz nakliye fırsatını tüm tüketicilere sunuyoruz. Nakliye fırsatı Haziran ayının sonuna kadar sürecek.’ diyerek tamamladı.

garaj11’in marka yüzü Mustafa Sandal, ‘garaj11 ile başlattığımız bu iş birliğinden büyük keyif alıyorum. Reklam filmlerini çekerken çok eğlendik. Hem senaryosunu hazırladığım hem de prodüksiyonunu yaptığım bu reklam serisi benim için çok ayrı. Açıkçası ben de en az marka kadar heyecanlıyım. Bundan yıllar önce online olarak araç satın alabileceğimizi ya da aracımızı satabileceğimizi söyleseler inanmazdık. Ancak bugün artık e-ticaret hayatımızın önemli bir parçası ve bir çözüm aracı haline geldi. Tüm n11.com çalışanlarına ve yönetimine hayatımızı kolaylaştıran çözümler sunmaya devam ettikleri için teşekkür ediyorum.’ dedi.

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

TikTok kullanıcıları Sertab Erener’le 30 yıl öncesine gidiyor

Sertab Erener, kariyerinin ilk çıkış şarkısı ‘Sakin Ol’u yeniden yorumladı. Erener, 30 yıl önce yayınladığı ‘Sakin Ol’u bu kez o dönemden kalan fotoğraf ve videolarla TikTok’ta dinleyicileriyle buluşturdu. Kullanıcılar da TikTok’ta #sakinol etiketiyle başlayan “challenge”la anne babalarının 30 yıl önceki hallerini paylaşıyor.

Sertab Erener yeni albümün çıkış parçası olarak 1992’de yayınladığı ilk şarkısı ‘Sakin Ol’u seçti. Bu şarkıyla sevenlerini 30 yıl öncesine götüren Erener, TikTok üzerinden ‘Sakin Ol’u yeni düzenlemesiyle hayranlarıyla buluşturdu. Sertab Erener’in paylaştığı videoda 30 yıl önceki klibinden kesitler yer aldı. TikTok kullanıcıları da eski zamanlara giderek anne babalarının 30 yıl önce çekilen fotoğraflarını paylaşıyor. #sakinol etiketiyle başlayan challenge, hem gençlere hem de anne babalarına nostalji yaşatıyor.  

1980’lerin sonunda sahneye çıkmaya başlayan Sertab Erener, 1992’de yayınladığı ‘Sakin Ol’ albümüyle 90’ların en büyük patlamalarından birini gerçekleştirmişti. Bu çıkıştan sonra yaptığı çalışmalarla Türkiye’nin müzik tarihinde önemli bir yere sahip olacağını ispatlayan Sertab Erener’in diskografisi başarılarla dolu. Birçok hit parçaya imzasını atan müzisyen, kariyerinin ilk ‘best of’ albümünü çıkarmaya hazırlanıyor.

Sertab Erener’in ‘Sakin Ol’ şarkısı yeni düzenlemesi ve Sertab’ın özel hazırladığı videosuyla TikTok’ta…

 

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Tayvanlı Türk Sanatçının İstanbul’daki Sergisi Açılıyor…

Yenilikçi çalışmalara imza atan ve bu çalışmaları sayesinde dünyada da ismini duyurmaya başlayan Tayvanlı Türk sanatçı Melek Kocasinan (Gao Anqi) 1-6 Haziran 2021 tarihleri arasında düzenlenecek olan ArtContact İstanbul Çağdaş Sanat Fuarı'nda "Glow-in-the-Dark’’ (Karanlıkta Işıldayan) adlı serisini sergiliyor.
 

Annesi Tayvanlı, babası Türk olan sanatçı Melek Kocasinan (Tayvan ismiyle Gao Anqi), uzun yıllar Amerika, Türkiye ve Tayvan’da yaşamış. Sanat üslubu çeşitli kültürlerle harmanlanan sanatçı, dünyanın şu anda bulunduğu çok sesli ve karmaşık yapıyı, kendi deneyimleriyle birleştirerek "Glow-in-the-Dark’’ (Karanlıkta Işıldayan)serisine hayat vermiş. 

 

Yeni bir ülkeye gelmiş, meraklı, heyecanlı ve biraz da korkan bir çocuğun yaşadıklarını anlatan "Glow-in-the-Dark’’serisi, gecenin karanlığında ışıltılı bir ormandaki gezintiyi görselleştiriyor. Seri, büyük ağaçların, pırıl pırıl çiçeklerin ve sudan yükselen büyülü yaratıkların bulunduğu bir ormanda yürüyormuş gibi hissetmenizi sağlıyor. Bu sayede, sanatçının düşsel dünyasında gezinirken, izleyicilerin de kendilerine özgü bambaşka anlam ve yorumlar çıkarabilmesi amaçlanıyor. 

 

"Glow-in-the-Dark’’ (Karanlıkta Işıldayan)serisinde dijital kolaj yöntemini (akrilik ve mürekkeple kağıt üzerine çizilenlerin dijital olarak dönüştürülmesi ve düşsel yeni bir gerçeklik yaratılması) kullanarak eserlerini hazırlayan sanatçı, sanatsal üretimin tek bir anlatı şekline, tek bir gerçeklik boyutuna sıkıştırılmaması gerektiğine inanıyor. Bu bağlamda da, her geçen gün değişen dünyada, farklı sesler ve kültürleri analiz ederek, yenilikçi çalışmalara imza atıyor. Dünyaca ünlü yayınlarda haberleri çıkan Melek Kocasinan, özellikle Çin ve Tayvan’da eserleriyle adından sıkça bahsettiriyor. 

 

Tayvanlı Türk sanatçıMelek Kocasinan (Gao Anqi) kimdir?

1983’te Ankara’da doğdu. 7 yaşında Tayvan’a gitti, orada ilkokula başladı. Çince bilmediği ilk zamanlarda Çince yazı karakterlerini resim gibi algılayıp çiziyordu. Geleneksel Çin resim teknikleriyle resim yapan Türk babası ve Çince kaligrafi ustası/yazar olan Tayvanlı annesinin etkisinde küçük yaşta sanatla tanıştı. Amerika’da, Yale Üniversitesi’nde yüksek lisans yaparken de sanatsal eğitimler almaya devam etti. 2007 yılında Yale Graduate School fotoğraf yarışmasında 2. oldu. 2010’da New York’ta Nuala Clarke’tan resim eğitimi, Türkiye’ye dönüşü sonrası çeşitli sanatçılardan bireysel dersler, 2018’de ESMOD Uluslararası Moda Akademisi’nde moda tasarımı/illüstrasyon eğitimi ile çalışmaları devam etti. Modern/Çağdaş Sanat okumaları, eser çözümleme ve sanat eleştirisi eğitimlerine devam eden sanatçının, Taiwan Merkezi Haber Ajansı (CNA), United Daily News Group, Mirror Media Group (New York City) gibi dünyaca ünlü yayınlarda defalarca haberi yayınlandı. 

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

D- Marin Göcek’in Çevre Eğitim ve Bilinçlendirme Etkinlikleri Ödüllendirildi

D-Marin Göcek bulunduğu bölgede çevresel bilinçlenmenin artmasına sağladığı katkılardan dolayı 2001 yılından bu yana Türkiye Çevre Eğitim Vakfı (TÜRÇEV) tarafından düzenlenen ‘Mavi Bayrak Ödülleri’nde ‘En İyi Çevre Eğitim ve Bilinçlendirme Etkinlikleri’ ödülüne layık görüldü. 

 

D- Marin Göcek, Türkiye Çevre Eğitim Vakfı (TÜRÇEV) tarafından düzenlenen ‘Mavi Bayrak Ödülleri’nde ‘En İyi Çevre Eğitim ve Bilinçlendirme Etkinlikleri’ ödülüne layık görüldü. Çevre bilincinin artmasını sağlamak için 2011 yılından bu yana gerçekleştirilen ‘Mavi Bayrak Ödülleri’nde, D-Marin Göcek bu yıl da ödülün sahibi oldu.

TÜRÇEV tarafından koordine edilen etkinlik kapsamında ödül almaya hak kazananlar, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü, Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Selçuk Üniversitesi Turizm Fakültesi ve Doğa Koruma Merkezi’nden oluşan jüri üyeleri tarafından yapılan çevrimiçi değerlendirme sonucunda belirlendi. 

Yapılan değerlendirme sonucunda, faaliyetlerinde çevre duyarlılığını ön planda tutan D-Marin Göcek, marina kategorisinde 2020 yılında Mavi Bayrak Programı kapsamında hayata geçirdiği çevre eğitim etkinlikleriyle ödüllendirildi.

  

D-Marin Hakkında

D-Marin, kendini marina yönetiminde birinci sınıf hizmet vermeye, müşterilerine seçkin deneyimler ve iş ortaklarına üstün kalite standardı sunmaya adamıştır.

D-Marin; benzersiz 14 marinasıyla, Doğu Akdeniz Çanağı ve Körfez Bölgesi’nin en büyük global marina zincirinden biri olarak rekreasyonel yatçılığı teşvik etmekte, sunduğu altyapısıyla doğal su yollarına erişim sağlamakta ve ekonomik olarak da yerel istihdama ve büyümeye hizmet eden sürdürülebilir faaliyetler göstermektedir.

Bulunduğu yerlerde en üst seviyede verdiği profesyonel yönetimi ve hizmet kalitesi ile tanınan D-Marin, katamaranlardan yelkenlilere, motoryatlardan dünyanın en büyük mega yatlarına kadar çeşitli büyüklükteki teknelere hizmet veren benzersiz bir marina portföyüne sahiptir. 

15 yılı aşan marina deneyimiyle dünyanın çeşitli yerlerinde başarılı yönetim kadrosu ve profesyonel tavsiyeleri ile birlikte en iyi uygulamayı teşvik eden yapı ve prosedürleri oluşturan D Marin, büyümeyi sağlar, uzun vadeli karlılık ve maliyet kontrolu ile doluluk ve gelirleri en üst düzeye çıkararak marinaların operasyonel sorumluluğunu üstlenir. 

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı

Erol Kiresepi Uluslararası İşverenler Teşkilatı'nın (IOE) Onursal Başkanı oldu

Uluslararası İşverenler Teşkilatı’nın (IOE) 4 yıl boyunca başkanlık görevini yürüten ve görev süresi 1 Haziran 2021 tarihinde sona eren Erol Kiresepi, IOE Genel Kurulu tarafından, 1 Haziran 2021 tarihinden geçerli olmak üzere ‘IOE Onursal Başkanlığı’na seçildi.

 

Geçtiğimiz yıl yüzüncü yılını kutlayan Uluslararası İşverenler Teşkilatı’nın (IOE) bünyesinde 2017’den bu yana başkanlık görevini sürdüren Santa Farma İlaç Sanayii Yönetim Kurulu Başkanı ve KİPLAS Yönetim Kurulu Başkan Vekili Erol Kiresepi’nin görev süresi, 1 Haziran 2021 tarihinde gerçekleştirilen IOE Genel Kurulu’nda sona erdi.

IOE Genel Kurulu, başkanlık döneminde küresel düzeyde gösterdiği üstün başarı ve özveriyi dikkate alarak, IOE Yönetim Kurulu’nun teklifi ile 1 Haziran 2021 tarihinden geçerli olmak üzere Kiresepi’yi ‘IOE Onursal Başkanlığı’na seçti.

 

Kiresepi, Genel Kurul’a hitaben yaptığı teşekkür konuşmasında IOE’nin ve Uluslararası Çalışma Teşkilatı’nın (ILO) yüzüncü kuruluş yıl dönümleri, G20 zirveleri gibi küresel düzeyde işveren kesimi için önemli dönüm noktalarında başkanlık görevini ifa etmekten memnuniyet duyduğunu, yüz yıl önce temelleri atılan IOE’nin sağlam yapısının görevini yaparken kendisine büyük bir avantaj sağladığını vurguladı.

 

“Bu önemli unvana layık görülmekten onur duydum”

IOE Onursal Başkanlığı’na seçilen Kiresepi, işveren kesiminin güncel sorunlarına ve ihtiyaçlarına cevap vermek üzere dinamik ve çevik bir organizasyon modeli için IOE’nin yapısını yenilediklerini, işverenlerin sesinin daha geniş platformlarda duyulmasını sağlayacak şekilde yeni ortaklık ve iş birlikleri geliştirdiklerini ifade etti.

 

Dört yıllık başkanlık döneminin sonundaki olan tüm başarının işveren kesiminin birlikte hareket etmesiyle mümkün olduğunun ve bu birlikteliğe liderlik etmenin gurur verici olduğunun altını çizdi. Kiresepi, gerek duyulduğunda IOE’nin gönüllü elçisi olarak bu önemli kuruluşa destek vermeye devam edeceğini ve bu önemli unvana layık görülmesinden onur duyduğunu kaydetti.

 

IOE, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) üçlü yönetim yapısı 1920 yılında oluşturuldu. Genel merkezi İsviçre Cenevre'de yer alan IOE, 140’den fazla ülkeden 150’nin üzerinde işveren teşkilatını temsil ediyor. IOE, küresel ölçekte ILO, Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Birleşmiş Milletler (UN), G20, G7 gibi birçok platformda işveren kesimini temsil etmektedir.

 

Santa Farma hakkında

Türkiye’nin en köklü ilaç firmaları arasında bulunan ve 75. yılını kutlayan Santa Farma, 1944 yılında Farma Laboratuvarı olarak haşere ilacı, öksürük tabletleri ve şurubu gibi basit ama kullanım sahası geniş ilaçlarla sektöre adım attı. 1946 yılında Santa Laboratuvarı ile birleşme sonucu bugünkü Santa Farma‘nın temelleri atılmış oldu. 1953 yılında üretim tesisi kurma kararı alındı. 1954 yılında Santa Farma İlaç Fabrikası Kollektif Şirketi, 1973 yılında ise Santa Farma İlaç Sanayi A.Ş. kuruldu. Santa Farma, 9 ayrı terapötik kategoride ve bu kategorilerin altında 48 ayrı pazarda toplam 66 ürünle faaliyet gösteriyor. Söz konusu terapötik kategoriler, Dermatoloji, Sindirim Sistemi ve Metabolizma, Gastroenteroloji ve Enfeksiyon, Hematoloji, Kardiyovasküler Sistem, Kas&İskelet Sistemi, Sinir Sistemi (MSS) ve Solunum Sistemi olarak sıralanıyor. Şirketin GEBKİM OSB’deki üretim tesisi, 44.000 m2 kapalı alanda, yıllık 150 milyon kutu üretim kapasitesi ile çalışıyor.

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı