Yıllık arşivler: 2025

Şehir Tiyatroları Oyunları 3. Uluslararası Kadın Oyun Yazarları Tiyatro Festivali’ne Konuk Oluyor

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın beğeniyle izlenen oyunlarından “Yaftalı Tabut” ve “Sivrisinekler”, Devlet Tiyatroları’nın düzenlediği 3. Uluslararası Kadın Oyun Yazarları Tiyatro Festivali’ne konuk oluyor.

 

Bilgesu Erenus’un yazdığı Yelda Baskın’ın yönettiği “Yaftalı Tabut”, 10 Şubat 2025 Pazartesi günü saat 20.00’de Taksim Atatürk Kültür Merkezi’nde (AKM),

 

Lucy Kirkwood’un yazdığı, Ali Gökmen Altuğ’un yönettiği “Sivrisinekler”, 15 Şubat 2025 Cumartesi günü saat 20.00’de Üsküdar Tekel Sahnesi’nde seyirciyle buluşuyor.

 

Festival boyunca dünyanın birçok ülkesinden sadece kadın yazarların yazdığı, farklı kültürlerle harmanlanmış tiyatro metinleri sahne performanslarıyla da desteklenerek seyirci ile buluşacak. Festival kadın yazarların söyleşileri, seminerler ve atölyelerle devam edecek.

 

YAFTALI TABUT

Adına tarihin dipnotlarında rastlayabildiğimiz, Türkiye’nin ilk kadın oyun yazarı, kuramcı, aktivist, sosyal ve siyasi yaşamın her alanında öncü Fatma Nudiye Yalçı’nın hikâyesi. 1920’lerde başlayan mücadelesine Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve Nazım Hikmet de eşlik ediyor.

Oyunda Bensu Orhunöz, Ceren Hacımuratoğlu, Lale Kabul, Nazan Yatgın Palabıyık, Selin Türkmen, Şenay Bağ, Mana Alkoy rol alıyor.

 

SİVRİSİNEKLER

Alice, Cenevre’de Higgs Bozonu’nun varlığını kanıtlamak için yapılan “Büyük Hadron Çarpıştırıcısı” projesinde çalışan bir bilim insanıdır. Kendisi gibi bilim insanı olan kocası, çocukları Luke küçükken ortadan kaybolmuştur ve bu onların hayatındaki kara deliktir.

Oyunda Ayşin Atav, Yeliz Gerçek, Senan Kara Tutumluer, Özgür Dereli, Ahhan Şener, Pınar Demiral, Volkan Öztürk, Ümran İnceoğlu, Pınar Pamuk rol alıyor.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Petlas, 2030 yılına kadar karbon emisyonunu yüzde 58 azaltacak

Paris Anlaşması kapsamındaki sıfır emisyon hedefi için şirketlerin de sorumluluk alması gerektiğini söyleyen Petlas Pazarlama ve Kurumsal İletişim Müdürü Esra Ertuğrul Boran, “Tasarımdan üretime kadar sürdürülebilirlik, süreçlerimizin kalbinde yer alıyor. GES panellerimizle yılda 13.300 hanenin ihtiyacı olan elektriği tamamen yenilenebilir kaynaklardan elde ediyoruz. 2025 yılının ilk yarısında atık su arıtma ve yeniden kullanıma dayalı yapacağımız yeniliklerle yılda 500 bin ton atık suyu geri kazandırmayı hedefliyoruz” dedi. 

Avrupa’nın tek çatı altındaki en fazla ürün çeşitliliğine sahip lastik fabrikası olan Petlas, 2030 yılına kadar karbon emisyonunu yüzde 58 azaltarak sıfır emisyon hedefleri doğrultusunda 2024 yılında 330 bin metrekarelik alana kurduğu 27 MW’lık GES panelleri ile üretimde kullandığı elektriğin yüzde 20’sini tamamen yenilenebilir kaynaklardan karşılamaya başladı.  2023 yılında yaptığı Azot Üretimi ve Geri Kazanım Tesisi yatırımları ile kendi azotunu üretme projesine de 2024’te hız kazandırdı. 

Sürdürülebilirlik hedeflerine ilişkin değerlendirmelerde bulunan Petlas Pazarlama ve Kurumsal İletişim Müdürü Esra Ertuğrul Boran“Fabrikamızın çatısında 200 bin metrekarelik alana kurduğumuz güneş enerjisi panellerimizle yaklaşık 56 futbol sahası büyüklüğünde bir alanı yenilenebilir enerji ile çevrelemiş olduk. Yıllık toplam 40 bin MW elektrik üretiyoruz. Bu da yaklaşık 13 bin 300 hanenin yıllık elektrik ihtiyacına denk geliyor. GES projemiz sayesinde fabrikamızın elektrik kullanımının yaklaşık yüzde 20’sini yenilenebilir enerjiden sağlıyoruz. 2030 yılına kadar doğrudan emisyonlarımızı yüzde 58 azaltma hedefimiz doğrultusunda emin adımlarla ilerliyoruz.” dedi.

2024 yılında hayata geçirdikleri projelerle COsalınımlarını hatırı sayılır oranda azalttıklarını ve 2025 yılında 500 bin ton atık suyu geri kazandıracak projeyi tamamlayacaklarını söyleyen Boran, “Geçtiğimiz yıl üretim tesislerimizde iki adet enerji verimliliği sağlayan proje tamamladık. Bu projelerle enerji tüketiminde yılda 3,5 milyon Kwh tasarruf sağlayıp, 3 bin 200 ton CO2 salımını azaltmış bulunuyoruz. Bu yılın ilk yarısında devreye alacağımız (Condansate Polishing Plant) atık su arıtım ve yeniden kullanıma dayalı saf su sistemi projesiyle yılda 350.000 ton atık suyu geri kazandırmayı hedefliyoruz. 2025 yılında hayata geçirmeyi planladığımız bir diğer projemiz ise, yeni nesil turbo kompresörlü kazan yatırımımızla mevcut üretimde kullanılan yüksek basınçlı buharın, proseste kullanılmadan önce elektrik üretiminde kullanılması projesidir.  Bu proje kapsamında 18.2 MW kapasiteli bir buhar türbini yatırımı gerçekleştirilmesini planladık. Bu projemiz sayesinde CO2 salımının 84.550 Ton azaltılmasını hedefliyoruz’’ dedi.

Söz konusu CPP projesinin tamamlanması ile, mevcut kullanılan kömür tüketiminin yıllık olarak 2.880 ton düşürülmesi, atık su ve kömür tüketiminde yapılacak olan tasarrufların sonucunda yıllık CO2 salımının 12.000 Ton azaltılması hedefinin yanı sıra, atık miktarının azaltılmasına yönelik yeni projelerin de hayata geçirilmesini planladıklarını dile getiren Boran, ‘’Bunlardan en önemlisi ise özellikle üretim faaliyetlerinde makinelerin yağlanmasında kullanılan yağların geri kazanılmasına yönelik projemiz. Bu kapsamda yapılacak yatırımlar sayesinde yıllık atık yağın yüzde 90 oranında geri kazanılmasını ve yaklaşık 700 Ton/yıl atık yağın tekrar proseste kullanılabilir hale getirilmesini planlıyoruz. Bu sayede de karbon ayak izimizin 2.100 Ton CO2 düşmesini hedefliyoruz.’’ açıklamasında bulundu.

Petlas, yeni projelere ek olarak 2024 yılında başlatılan ve üretim prosesinde yaşanan ısı kayıplarının önüne geçilerek mevcut enerjinin daha verimli bir şekilde kullanılması açısından son derece önemli olan izolasyon çalışmalarına, 2025 yılında da hız kesmeden devam etmeyi planlıyor.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Aydın Büyükşehir Belediyesi, kültür ve sanat etkinliklerini Aydınlılar ile buluşturmaya devam ediyor.

Büyükşehir Belediyesi, Türkiye’nin ve Avrupa’nın tek kadın temalı tiyatro festivali olan ‘Kadın Oyunları Festivali’ne ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Bugüne kadar her yaştan binlerce tiyatroseveri birbirinden güzel eserler ile buluşturan Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, 10-14 Şubat tarihleri arasında 5 farklı oyun ile perdelerini açacak. Kadın Oyunları Festivali’nde Aydınlılar ile buluşacak eserler için ücretsiz biletler Vali Yazıcıoğlu Kültür Merkezi’nden temin edilebilecek.

Festivalin adresi Şükran Güngör-Yıldız Kenter Kültür Merkezi ve Tiyatro Salonu olacak. Kadın Oyunları Festivali, 10 Şubat Pazartesi günü saat 20.00’da sahnelenecek olan ‘Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor’ oyunu ile başlayacak. 11 Şubat Salı günü saat 20.00’da ‘Gülistan Gülbahçesi Yani’, 12 Şubat Çarşamba günü saat 20.00’da ‘Havva Değişecek Bu Hikaye’, 13 Şubat Perşembe günü saat 20.00’da ‘Herkes Yolunda’, 14 Şubat Cuma günü saat 20.00’da ‘Hikayesinde Senden Bahsetti’ eserleri Aydınlılar ile buluşacak.

Başkan Çerçioğlu tüm tiyatroseverleri festivale davet etti
Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu, tüm kadınları ve tiyatroseverleri festivalde birbirinden güzel oyunları izlemeye davet etti. Başkan Çerçioğlu, “Kültür ve sanat etkinliklerimizi hemşehrilerimiz ile buluşturmaya devam ediyoruz. Kadın Oyunları Festivali’nde birbirinden güzel tiyatro oyunları bir kez daha perdelerini Aydınlılar için açacak. Tüm kadınları ve tiyatroseverleri festivalimize davet ediyorum” ifadelerini kullandı.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Şehir Tiyatroları’nın Yeni Oyunu “Gidion’un Düğümü” Seyirciyle Buluştu

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Johnna Adams’ın kaleme aldığı, Beliz Coşar’ın çevirdiği, Ersin Umulu’nun yönettiği “Gidion’un Düğümü” oyununu seyirciyle buluşturdu.

Eğitim sistemi, öğretmenlerin sorumluluğu, ifade özgürlüğü gibi güncel konuları sahneye taşıyan oyun, 5 Şubat 2025 Çarşamba günü 20.30’da Müze Gazhane Meydan Sahne’de ilk gösterimini yaptı.

Oyunun sonunda söz alan, “Gidion’un Düğümü”nün yönetmeni Ersin Umulu:

 

“Bu projeyi bana doğum günümde, 3 Nisan’da Özge telefonla bildirdi. Ve ben gerçekten çok etkilendim bu oyundan. Genel Sanat Yönetmenimiz Ayşegül İşsever’e gittik. O da hiç tereddütsüz bu projeyi kabul etti. Ve o günden sonra çalışmaya başladık. Müthiş bir ekibim vardı. Tekrar ayaklarınıza sağlık.” dedi. 

Dramaturgisini Hatice Yurtduru’nun, müziğini Barış Manisa’nın, dekor ve kostüm tasarımını Ahsen Nur Yaman’ın, ışık tasarımını Fatih Mehmet Haroğlu’nun, efekt tasarımını Yunus Nalcı’nın yaptığı, fotoğraflarını Tuğçe Keçeci, Selvi Özarpak’ın çektiği oyunda Özge Özder, Özgür Kaymak rol alıyor.

Oyun, 6-8 Şubat, 12-15 Şubat 2025 tarihleri arasında Müze Gazhane Meydan Sahne’de.

 

Gidion’un Düğümü

Corryn Fell oğluna neden uzaklaştırma cezası verildiğini öğrenmek için okula gelir. Öğretmen veli görüşmesi, gerilim dolu bir görüşmeye dönüşür. Oyun eğitim sistemini eleştirirken, sosyal medyanın yarattığı toplumsal baskı ve şiddeti ele alır. Aile, ahlak, sanat, çocukluk ve hayal gücüne dair düşüncelerimizi sorgulamamıza neden olur. Oyun; Amerikan Eleştirmenler Birliği Ödülü ile Çağdaş Amerikan Tiyatrosu Festivali’nde (CATF) Seyirci Ödülünü almıştır.

“Çocukluk masum olmak demek değildir… Masumiyeti hızla kaybetme durumudur”

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Kuru Göz Sendromu’na Karşı 6 Etkili Önlem!

Modern çağın yoğun ve stresli yaşam temposunda önemli bir göz sağlığı sorunu olan ‘kuru göz sendromu’ giderek yaygınlaşıyor. Kuru göz sendromunun yaşam kalitesini ciddi anlamda olumsuz etkilediğini, tedavi edilmediği takdirde göz yüzeyinde hasarlara ve kronik enfeksiyonlara neden olabildiğini belirten Acıbadem Maslak Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Ümit Yaşar Güleser “Kuru göz sendromuna yol açan etkenler arasında; bazı yanlış alışkanlıklarımız ve çevresel faktörler büyük rol oynuyor. Örneğin; yapılan çalışmalarda, günde 6 ile 8 saatten fazla ekran karşısında kalan bireylerde, kuru göz belirtilerinin görülme sıklığının önemli oranda arttığı belirtiliyor” diyor. Bazı basit ama etkili önlemlerle göz sağlığının korunabileceğini ve kuru göz sendromunun yol açtığı şikayetlerin önlenebileceğini belirten Dr. Güleser 6 önlemi anlattı,  önemli uyarılar ve önerilerde bulundu. 

 

Son yıllarda “gözlerim sürekli yorgun”, “yanma ve batma hissediyorum”, “kaşınıp acıyor” gibi şikayetlerle göz polikliniklerine yapılan başvurularda artış yaşanıyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Ümit Yaşar Güleser hastaların şikayetlerini bazen de “gözlerimde kum tanesi varmış gibi hissediyorum” ya da “göz kapaklarımı açıp kapatmakta zorluk çekiyorum” şeklinde tarif ettiklerini belirterek “Kuru göz, gözyaşı üretimindeki yetersizlik veya gözyaşının hızlı buharlaşması sonucu göz yüzeyinde nem kaybının yaşandığı bir durumdur. Kuru gözde bazen gözyaşı akıntısı görülebilir ki bu, tahrişe bağlı olarak refleks mekanizmanın devreye girip gözyaşı üretimini artırmasından kaynaklanır. Hastalar bunu ‘yanma hissediyorum, ardından gözlerim sulanıyor’ şeklinde dile getiriyorlar” diyor. 

Kuru göz sendromuna yol açan hatalar!

Kuru göz sendromunun ortaya çıkışında, günlük yaşam alışkanlıkları ve çevresel faktörlerin önemli rol oynadığını vurgulayan Dr. Ümit Yaşar Güleser “Teknolojik cihazlara olan bağımlılığın artması, uzun süre bilgisayar ekranı karşısında çalışmak, akıllı telefon ve tablet kullanımı gibi faktörler gözün doğal nem dengesini bozan davranışların başında geliyor. Yapılan çalışmalarda günde 6 ile 8 saatten fazla ekran karşısında kalan bireylerde, kuru göz belirtilerinin görülme sıklığının önemli oranda arttığı belirtilmektedir. Stres, dengesiz beslenme ve uyku düzensizlikleri gibi faktörler ile son yıllarda uzun süre maske kullanımının neden olduğu buharlaşma ve göz çevresindeki hava dolaşımının azalması gibi etkenler de kuru göz sendromu sıklığını artırmış durumdadır. Ayrıca klimalı ve havası kuru ortamlarda uzun süre vakit geçirmek, sigara dumanına maruz kalmak, yetersiz su tüketimi ve günümüzde yaygınlaşan kontakt lensleri uygun olmayan şekilde kullanmak da kuru göze neden olabilmektedir” diyor. Kuru göz sendromunun yaşam kalitesini ciddi anlamda olumsuz etkilediğini, tedavi edilmediği takdirde göz yüzeyinde hasarlara ve kronik enfeksiyonlara neden olabildiğini vurgulayan Dr. Güleser, tedavinin mutlaka doktorun önerisi doğrultusunda yapılması gerektiğini söylüyor. 

 

Kuru Göz Sendromu’na karşı etkili önlemler

 

  • Ekran başında göz kırpma egzersizi yapın

     

Uzun süre ekran karşısında kalmak, göz kırpma refleksinin azalmasına ve göz yüzeyinin kurumasına neden olur. Her 20 dakikada bir ekranınızdan uzağa bakarak 20 saniye boyunca gözlerinizi dinlendirin ve bilinçli olarak sık sık göz kırpın. Yapılan araştırmalar, bu basit alışkanlığın göz yüzeyi nemliliğini koruduğunu göstermiştir.

 

  • Ortam havasını nemlendirin

 

Kuru hava, göz yüzeyindeki gözyaşı buharlaşmasını hızlandırır. Özellikle klimalı ya da kaloriferli mekanlarda nemlendirici cihaz kullanarak nem dengesini ayarlayabilirsiniz. Saç  kurutma makinesi, klima ve vantilatörün de doğrudan gözlerinize hava üflememesine dikkat edin. Rüzgarlı havalarda dışarı çıkarken, gözlerinizi rüzgardan koruyun. 

 

  • Yeterli su tüketin

 

Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Ümit Yaşar Güleser “Gözyaşı üretimi vücudun su dengesiyle yakından ilişkili olduğundan, yeterli miktarda su tüketmek kuru göz riskini azaltabilir. Günlük 2-2.5 litre su tüketimi hem genel sağlığınızı hem de göz sağlığınızı destekler” diyor. 

 

  • Doğru kontakt lens kullanımına dikkat edin

 

Kontakt lens kullanımında hijyen kurallarına mutlaka uyun, gece mutlaka çıkartın ve lenslerinizi önerilen süreden daha uzun takmayın. Aksi taktirde göz yüzeyinizin oksijenlenmesini azaltarak kurumasına hatta çok ciddi sorunlara yol açabilirsiniz. Ayrıca her kontakt lens her göze uygun olmadığı için hekiminizin tavsiye ettiği lensi kullanın. 

 

  • Doktora danışmadan kullanmayın!

 

Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Güleser, suni gözyaşı damlaları ve jellerin, göz yüzeyinin nem dengesini sağlamada etkili bir çözüm sunduğunu belirterek “Koruyucu madde içermeyen damlalar, hassas gözler için daha uygundur. Ancak bu ürünleri kullanmadan önce mutlaka bir göz hastalıkları uzmanına danışmanız gerekir” diyor. 

 

  • D vitaminine dikkat edin!

 

Balık, ceviz ve keten tohumu gibi Omega-3 yağ asitleri içeren besinler ile D vitamini gözyaşı üretimini destekleyerek kuru göz sendromunun yol açtığı şikayetleri hafifletebilir. Dr. Ümit Yaşar Güleser “Araştırmalar; D vitamini eksikliğinin kuru göz ile ilişkili olduğunu göstermektedir. Bu nedenle düzenli kan testleri yaptırarak eksiklik durumunda takviye alınmalıdır” diyor. 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

“Da Vinci X Robotik Cerrahi Sistemi”nin son jenerasyon modeli EÜTF Hastanesine kazandırıldı

Türkiye’nin en önemli sağlık merkezilerinden birisi olan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine, Rektör Prof. Dr. Necdet Budak’ın öncülüğünde önemli yatırımlar yapılmaya devam ediyor. İlk olarak 2012 yılında Ege Üniversitesi Hastanesinde kullanılmaya başlanan  “Da Vinci X” Robotik Cerrahi Sisteminin 2025 yılına ait 4. Jenerasyon modeli EÜTF Hastanesine kazandırıldı. Türkiye’nin ilk, Ege Bölgesi’nin tek Da Vinci Robotik Cerrahi hizmeti sunan kamu üniversitesi hastanesi olan EÜTF Hastanesinde, yeni teknoloji sayesinde cerrahi operasyonların performansı artacak ve uygulamaların profili genişleyecek.

Yeni nesil Da Vinci X cihazının kullanımının ilk vakasında EÜTF Hastanesini ziyaret eden Rektör Prof. Dr. Necdet Budak, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. İlkin Şengün,  Rektör Yardımcısı ve Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Devrim Bozkurt ile birlikte bütün cerrahi birimlerin Anabilim Dalı başkanları ve cerrahları ile buluştu. Ziyarette konuşan Prof. Dr. Budak, “Tıp Fakültemizde daha verimli çalışma ortamının sağlanması adına hocalarımızın talep ettikleri son model cihazları hastanemize kazandırıyoruz. Yeni nesil Da Vinci cihazımız, tüm cerrahi birimlerimizin kullanımına açık olarak hizmet verecek. Cihazımız, genç hekimlerimizin de çok ciddi bir tecrübe kazanmasına vesile olacak. Bunun yanında yakın zamanda hizmete girecek Merkezi Ameliyathane binasında multimedya sisteminin bulunduğu, canlı cerrahilerin üst düzey teknoloji ile uygulanabileceği bir Robotik Cerrahi Salonu hazırlandı. Bu salon tüm branşlara hizmet verecek. Hali hazırda Üroloji, Genel Cerrahi, Çocuk Cerrahisinde kullanılan Da Vinci teknolojisi; Kadın Doğum, Kalp Damar Cerrahisi ve Göğüs Cerrahisi alanlarında hizmet vermeye başlayacak. Bu sayede yıllık vaka sayımızı iki kat artırabileceğiz. Üstelik robotik cerrahiyi özel hastanelerden çok daha ucuza uyguluyoruz. Diğer yandan robotik cerrahi alanında ulusal ve uluslararası çapta verdiğimiz eğitimlerle de önemli bir referans merkezi konumundayız. Ürolojik Robotik Cerrahi Eğitimleri başta olmak üzere çeşitli eğitimlerle ülkemizde cerrahinin yeni teknolojilerle gelişmesine önemli katkılar sağlıyoruz.  Üniversitemize ve özellikle hastanemize hiçbir zaman desteklerini esirgemeyen Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum.  Yeni cihazımızın Üniversitemize, Bölgemize ve Ülkemize hayırlı olmasını diliyorum” dedi.

         “Ülkemizin sağlık alanında Ar-Ge mutfağı olacağız”

Prof. Dr. Budak, “Hastanemiz, A Plus statüsünü sürdürmeye devam ediyor. Bunun yanında, Tıp Fakültesindeki hocalarımızın gerçekleştirdiği akademik çalışmalarda, Ar-Ge performanslarında ve yayın kalitesinde geçtiğimiz yıllara oranla hiç olmadığı kadar bir yükselme mevcut. Geçtiğimiz yıl TÜSEB’e 34 proje yaptık ve bu bir rekor oldu. Sağlık Bakanlığımıza da sağlık alanında Ülkemizin Ar-Ge anlamında mutfağı olmak istediğimizi dile getirdik. Bu kapsamda da TÜBİTAK’a 152 kişilik bir ekiple sağlık temalı dev bir proje sunduk. Türkiye Yüzyılında üniversitemizi sağlık alanında öne çıkartarak, dünyanın referans aldığı bir sağlık merkezi haline getirmek için çalışıyoruz.  Tam akredite bir araştırma üniversitesi olarak sağlık temalı çalışmalarımızı tüm birimlerimizle multidisipliner bir şekilde sürdüreceğiz.” dedi.

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde yeni robotik cerrahi ameliyathanesinde ilk operasyon Üroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fuat Kızılay ve ekibi tarafından başarıyla gerçekleştirildi.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Çiçek Hastalığı Aşısı, Maymun Çiçeğine Karşı da Koruyucu

Prof. Dr. Halil Kurt: “Çiçek aşısı, maymun çiçeği virüsüne karşı Yüzde 85’e varan koruma sağlıyor.”

Son dönemde dünya genelinde yayılan maymun çiçeği (Mpox) virüsüne karşı korunmada çiçek hastalığı aşısının etkili olduğu açıklandı. TOBB ETÜ Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Halil Kurt, çiçek aşısının maymun çiçeği virüsüne karşı yüzde 85’e varan koruyuculuk sağladığını belirterek, özellikle risk gruplarının aşılanmasının önemine dikkat çekti.

Maymun çiçeği virüsü, çiçek hastalığına neden olan virüsle aynı aileden geliyor. Bu nedenle, geçmişte çiçek aşısı olan kişilerin maymun çiçeğine karşı da bir miktar koruma sağladığı biliniyor. Prof. Dr. Halil Kurt, “Çiçek aşısı, maymun çiçeği virüsüne karşı çapraz koruma sağlıyor. Özellikle 1980 öncesinde çiçek aşısı olanlar, bu virüse karşı daha dirençli. Ancak bu koruma zamanla azalabiliyor. Bu nedenle, yeni nesil aşıların kullanımı da büyük önem taşıyor” dedi.

Yeni Nesil Aşılar Devrede

Prof. Dr. Kurt, günümüzde maymun çiçeğine karşı özel olarak geliştirilen JYNNEOS aşısının da kullanıldığını belirterek, “JYNNEOS aşısı, hem çiçek hem de maymun çiçeği virüsüne karşı etkili. Özellikle risk gruplarına ve temaslı kişilere bu aşıyı öneriyoruz. Aşı, hastalığın şiddetini azaltmada ve yayılmasını önlemede büyük rol oynuyor” ifadelerini kullandı.

Kimler Aşı Olmalı?

Prof. Dr. Halil Kurt, maymun çiçeği aşısına yönelik öncelikli risk grupları arasında sağlık çalışanları, hastalıkla temas riski yüksek olan kişiler, bağışıklı sistemi zayıf olanlar ve çoklu partnerli cinsel ilişkide bulunanlar olduğunu belirterek maymun çiçeği belirtileri gösteren kişilerin en kısa sürede bir sağlık kuruluşuna başvurması gerektiğine dikkat çekti.

Maymun Çiçeği Belirtileri Neler?

Maymun çiçeği hastalığının belirtileri arasında ateş, baş ağrısı, kas ağrıları ve lenf bezlerinde şişlik ile cillte suçiçeği benzeri döküntüler olduğunu sıralayan Prof. Kurt,   maymun çiçeği virüsüne karşı alınacak önlemlerin önemine  de değinerek, “Aşı, hastalığın kontrol altına alınmasında en etkili yöntem. Bunun yanı sıra, hijyen kurallarına uymak ve riskli temaslardan kaçınmak da büyük önem taşıyor” dedi.

Maymun çiçeği virüsüne karşı korunmada çiçek aşısının etkisi, bilim dünyasında umut verici bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Sağlık Bakanlığı ise maymun çiçeği vakalarını yakından takip ederek, gerekli önlemleri almaya devam ediyor.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Çocukları Enfeksiyonlardan Korumak İçin Alınması Gereken Önlemler

Özellikle son günlerde çevremizdeki çocuklarda da gördüğümüz üst solunum yolu enfeksiyonları, okullarda alarm zillerini çaldırırken aileleri de endişelendiriyor. Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Monolya Kara, çocukların hastalıkları çevrelerine yaymaları açısından da ayrı bir önem taşıdığına işaret etti. Burun tıkanıklığı, öksürük ve boğaz ağrısının yanı sıra yüksek ateşle kendini gösteren bu hastalıkların hızla yayılan diğer virüslerle birleşince hastalıklı gün sayısının giderek arttığını ve çocukların bir türlü iyileşemediğini anlatan Doç. Dr. Kara, çocuklarda en sık görülen üst solunum yolu enfeksiyonlarıyla mücadele ederken alınması gereken önlemleri anlattı.   

 

İçinde bulunduğumuz günlerde başta RSV ve influenza olmak üzere çeşitli virüslere bağlı solunum yolu enfeksiyonlarının daha sık görüldüğünü söyleyen Doç. Dr. Manolya Kara, “RSV özellikle 6 aydan küçük çocuklar için ciddi bir solunum yolu enfeksiyonu olarak karşımıza çıkarken, daha büyük ve okul çağındaki çocuklarda influenza, ateş, kas ağrısı, eklem ağrısı, burun tıkanıklığı, hatta zatürreye neden olarak solunum sıkıntısına neden olabiliyor” diye konuştu. 

Üst solunum yolu enfeksiyonlarının çocuklar arasında en sık görülen hastalıkların başında geldiğini söyleyen Yeditepe Üniversitesi Hastaneleri Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Manolya Kara, burun akıntısı, burun tıkanıklığı, boğaz ağrısı, öksürük ve hafif ateş gibi belirtilerle kendini gösteren bu hastalıkların genellikle viral enfeksiyonlar olduğunu söyledi. Özellikle rinovirüs, mevsimsel grip ve parainfluenza gibi virüslerin, kış aylarında daha yoğun şekilde görüldüğünü anlattı. 

ÇOCUĞUM NEDEN SÜREKLİ HASTA OLUYOR?

 “Çocuklar için bir başka sorun da bir virüsün neden olduğu hastalığı atlatmadan diğeriyle enfekte olabilmesi” diyen Doç. Dr. Kara, okulların bunun için çok uygun bir ortam olduğuna işaret ederek sözlerine şöyle devam etti: “Okul çağındaki çocukların sık hastalanmasının birkaç nedeni vardır. Kreş veya okul ortamlarında, henüz bağışıklık sistemleri tam gelişmemiş olan çocuklar, bir enfeksiyonu atlattıktan hemen sonra yeni bir virüsle karşılaşabilirler. Bu durum, çocukların yılda 6-8 kez enfeksiyon geçirmelerine neden olabilir. Neyse ki çocuğumuzun yaşı büyüdükçe bağışıklık sistemi artık bu virüsleri daha kolay tanır ve buna bağlı olarak hastalık sıklığı ve süresi kısalır.”

HANGİ VİRÜS HANGİ BELİRTİLERİ GÖSTERİYOR

Bu virüslere bağlı solunum yolu enfeksiyonları sırasında bazı bulguların zaman zaman daha baskın hale gelebildiğini anlatan Doç. Dr. Manolya Kara, hangi virüslerin hangi belirtileri gösterdiğini şöyle özetledi: “Örneğin rinovirüs enfeksiyonlarında burun tıkanıklığı, burun akıntısı, geniz akıntısı gibi bulgular daha ön planda iken, parainfluenza virüs enfeksiyonları sırasında ses kısıklığı ve havlar tarzda öksürük atakları ile karakterize krup tablosu daha sık gözlenir. Benzer şekilde adenovirüs enfeksiyonları sırasında çocuklarda boğaz ağrısı, farenjite eşlik eden kusma ve ishal saptanabilir. Çocuklarda göz enfeksiyonu (konjuktivit) gelişebilir. Bununla birlikte COVID virüsünün varyantlarına bağlı olarak klinik bulgular çeşitlilik göstermekle birlikte, şuan için en sık karşılaştığımız klinik tablo diğer virüslerden çok da ayırt edilemeyen, boğaz ağrısı, ses kısıklığı, burun tıkanıklığı ve kas ağrısı ile kendini gösteren gribal semptomlar şeklindedir.”

TEDAVİDE AMAÇ SEMPTOMLARI AZALTMAK

Çocuklar için özellikle grip dışında, virüs kaynaklı enfeksiyonlara özgü bir tedavi bulunmadığını ve bu tür enfeksiyonların tedavisinde amaçların semptomları hafifletmek ve çocukların iyileşmesini hızlandırmak olduğunu anlatan Doç. Dr. Manolya Kara, tedavi konusunda şu bilgileri verdi: “Çocukluk döneminde rutin olarak  grip (influenza) virüsü dışında diğer virüslere ilişkin özgül bir tedavi yoktur. Tedavi yaklaşımımız çocukların şikayetlerinin geçmesi ve klinik iyileşmeye yönelik olmaktadır. Ateş nedeniyle sıvı kaybı artan çocukların sıvı alımının sağlanması, ateş ve ağrıya yönelik uygun dozlarda ağrı kesici-ateş düşürücü ilaçların kullanılması, burun tıkanıklığının giderilmesi ve istirahat tedavinin ana unsurlarıdır.”

 ÇOCUKLARIN BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ DESTEKLEMEK İÇİN NELER YAPILMALI?

Güçlü bağışıklık sisteminin hem hastalıklardan korunmada hem de hastalıkları kısa sürede atlatmada çok önemli bir yeri olduğunun altını çizen Doç. Dr. Kara, çocukların bağışıklık sistemini güçlendirecek önerilerini sıraladı; “Çocuklarda bağışıklık sisteminin desteklenmesinde ana unsurlar dengeli beslenme, yeterli ve kaliteli bir uyku, eksiksiz aşılama ile düzenli fiziksel aktivite olarak düşünülebilir. Sağlıklı bir kahvaltı ile güne başlamak, gelişmiş bilişsel işlev ile ilişkili bulunmuştur. 6-17 yaş arası gençler her gün en az 60 dakika fiziksel aktiviteye katılmalıdır. Araştırmalar, fiziksel aktivitenin bilişsel becerilere, konsantrasyona, dikkate yardımcı olabileceğini ve bağışıklık sistemini desteklediğini göstermektedir. Çocuk hekimi tarafından okul öncesi dönemde ve sürecinde çocukların muayene edilerek, büyüme gelişmesinin değerlendirilmesi, gerekli olgulara destek tedavi ve çocukların aşı takvimine uygunluğunun kontrolü önemlidir.”

OKULLARDA DA ÖNLEM ALINMASI ŞART!

Enfeksiyonların özellikle okullarda çok daha hızlı yayılabildiğine işaret eden Doç. Dr. Kara, alınması gereken önlemleri şöyle sıraladı: “Okul ortamında çocukların sağlığını korumak için öncelikle öğretmenlerin, çocukların yerleşim düzenini ve sınıfın havalandırmasını gözden geçirmeleri gerekli. El hijyeni enfeksiyonları önlemede çok önemlidir. Bu nedenle çocukların sık sık ellerini yıkamaları sağlanmalı. Tuvaletlerden önce ve sonra ellerin en az 40 saniye boyunca yıkanması, enfeksiyon riskini azaltır. Bunun için gerekli yönlendirme ve hatırlatmalar yapılmalı. Öğle yemeği, oyun saatleri gibi toplu aktivitelerin yapıldığı alanlarda çocuklar ekstra dikkatli olmalıdır. Ebeveynler de hasta ya da hasta hissettiklerini söylediklerinde çocukları okula göndermemeli. İnfluenza aşısı olunmadıysa sezonun ortası olmasına karşın aşışınızı olunmalı.”

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

İnfluenza vakalarında son günlerde artış var

İnfluenza vakalarının son günlerde arttığına dikkat çeken Medical Park Tokat Hastanesi’nden Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Ergün Sönmezgöz, “Kış mevsiminin en şiddetli ve yaygın viral hastalıklarından olan influenza virüsü, solunum yollarının parçası olan burun, boğaz ve akciğerleri enfekte ederek belirtilere neden olur. İnfluenzayı önlemenin en iyi yolu grip aşısı yaptırmaktır. Aşı, 6 aylık ve üzeri tüm çocuklara önerilir” dedi.

 

Medical Park Tokat Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Ergün Sönmezgöz, son günlerde hastane başvurularında okulların tatilde olduğu bir dönem olmasına rağmen, en çok grip enfeksiyonun ön plana çıktığını söyledi.

 

A VE B TİPİ DAHA YAYGIN

 

İnfluenzanın nedenlerine ve türlerine değinen Doç. Dr. Sönmezgöz, “Halk arasında grip olarak bilinen influenza, influenza virüslerinin neden olduğu bulaşıcı bir solunum yolu hastalığıdır. Kış mevsiminin en şiddetli ve yaygın viral hastalıklarından olan influenza virüsü solunum yollarının parçası olan burun, boğaz ve akciğerleri enfekte ederek belirtilere neden olur. Bu virüsün A, B ve C tipleri bulunmaktadır. A ve B tipi yaygın olan türü olup, influenza salgınlara neden olabilmektedir. C tipi ise daha hafif belirtilere neden olan türüdür” diye konuştu.

 

BOĞAZ AĞRISI VE ATEŞ GÖRÜLEBİLİR

 

Hastalığın belirtilerinden bahseden Doç. Dr. Sönmezgöz, “Çocuklarda ani başlayan yüksek ve dirençli ateş, boğaz ağrısı, baş ağrısı, öksürük, yaygın kas ve eklem ağrısı, kusma ve ishal olarak görülmektedir. Küçük yaştaki çocuklarda özellikle dirençli ateş ve halsizlik varsa, öncelikle influenza düşünülmelidir. Influenza akciğerlere bulaşarak zatürrey (pnömoni) neden olabilir. Bu durumda ciddi solunum sıkıntısı ve hastanın oksijen ihtiyacının artmasına neden olur. Solunum sıkıntısı olan hastaların hastanede yatarak tedavi edilmelidir.  Ayrıca influenza olan çocuklarda kulak enfeksiyonu gelişme olasılığı da daha yüksektir” dedi.

 

ÖKSÜRÜK VE HAPŞIRIK YOLUYLA BULAŞABİLİR

 

Hastalığın nasıl bulaştığını anlatan Doç. Dr. Sönmezgöz, “İnfluenza da bulaştırıcılık semptomlar başlamadan başlamakta ve temas eden sağlıklı çocuklar kolayca enfekte olabilmektedir. İnfluenza enfeksiyonu olan kişilerin bulaştırma riski hastalığın 5. gününe kadar devam eder. İnfluenza virüsü genellikle hapşırma veya öksürme yoluyla çocuktan çocuğa geçer. Virüs yüzeylerde de kısa bir süre yaşayabilir. Çocuğunuz, enfekte bir kişinin dokunduğu bir şeye dokunarak ve ardından ağzına, burnuna veya gözlerine dokunarak grip virüsü kapabilir” şeklinde konuştu.

 

ASTIM HASTALARI RİSK ALTINDA 

 

Astım hastalarının risk altında olduğunu söyleyen Doç. Dr. Sönmezgöz, “Astım gibi solunumu etkileyen başka sağlık sorunları olan çocuklar influenza komplikasyonları açısından daha büyük risk altındadır. Astım ve kronik akciğer hastalıkları olanlar da influenza tarafından tetiklenebilir. Ayrıca diyabet, kalp, böbrek hastalıkları gibi kronik hastalıkları olanlar ve uzun süreli aspirin tedavisi alanlar influenza enfeksiyonunu ağır geçirebilir” ifadelerini kullandı.

 

AŞI YAPILABİLİR

 

İnfluenzayı önlemenin en iyi yolunun grip aşısı yaptırmak olduğunu dile getiren Doç. Dr. Sönmezgöz, “Her yıl grip sezonu başlamadan önce ekim-kasım aylarında aşı yapılmalıdır. Aşı, 6 aylık ve üzeri tüm çocuklara önerilir. Ancak bazı çocuklar için grip aşısı yaptırmaları daha önceliklidir. Astım, diyabet, kalp ve böbrek hastalığı gibi kronik hastalığı olan hastalar gripten kaynaklanan komplikasyonlara yakalanma olasılıkları daha yüksektir. Bu kişilerin grip aşısı yaptırması kritik önem arz etmektedir. Grip aşısına ek olarak, çocuğunuzun gribe yakalanma riskini azaltmak için, çocuğunuzun enfekte kişilerle temasını önlenmesi, çocuğunuzun ellerini sık sık yıkaması, çocuğunuzun çok sayıda kişiyle veya kalabalık insan gruplarıyla temas halinde olduğunda tıbbi maske takması gribe yakalanma riskini azaltacaktır. İyileşmeyen ve genel durumu kötüleşen,  dirençli ateşi olan,  öksürük şikayeti artan çocukların en yakın sağlık kurumunda muayenelerinin yapılması gerekmektedir” dedi.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Deprem bilinciyle yaşamak sürekli korku içinde olmak anlamına gelmiyor!

Sürekli alarm halinde olmanın psikolojik ve fiziksel sağlığı olumsuz etkileyebileceğine dikkat çeken Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir, “Bu durum, vücutta stres hormonlarının sürekli yüksek kalmasına ve kronik yorgunluk, uykusuzluk, çarpıntı, dikkat dağınıklığı, tahammülsüzlük gibi belirtilere neden olabilir.” dedi. Korkunun esiri olmak yerine, bilinçli hazırlık ve çözüm odaklı düşünmenin kaygıyı yönetmeye yardımcı olduğuna vurgu yapan Demir, medya tüketiminde de dikkatli olunması ve kaygıyı artıran içeriklerden kaçınılması gerektiğini hatırlattı. 

Üsküdar Üniversitesi NP Feneryolu Tıp Merkezi Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir, deprem korkusu ve başa çıkma stratejileri hakkında açıklamalarda bulundu.

Belirsizlik korku ve kaygıyı besliyor

Son olarak 6 Şubat 2023’te meydana gelen Kahramanmaraş merkezli ve daha öncesinde yaşanan depremlerin, ülkemizde derin izler bıraktığını ifade eden Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir, “Hem kayıplarımızın acısını hissetmeye devam ediyor hem de benzer bir felaketle tekrar karşılaşma ihtimaline karşı uzmanların sürekli olarak uyarılarına maruz kalıp, önlemler almaya çalışıp, zihinsel olarak da nasıl başa çıkabileceğimizi sorguluyoruz.” dedi.

Bu süreçte psikolojik açıdan zorlanmamızın başlıca sebebinin, depremin belirsizlik içermesi olduğunu dile getiren Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir, “Ne zaman nerede olacak ve biz bunu nasıl deneyimleyeceğiz tamamen belirsiz. Belirsizlik ise korku ve kaygıyı besler. Ancak önemli olan, korkunun esiri olmak değil, bilinçli ve hazırlıklı bir zihin yapısı geliştirebilmektir.” şeklinde konuştu.

Deprem beklentisi ‘savaş ya da kaç’ tepkisini sürekli aktif hale getiriyor

Sürekli deprem olacak korkusuyla yaşamanın duygusal beyni sürekli olarak alarm halinde tuttuğuna dikkat çeken Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir, “Bu durum gündelik yaşam kalitemizi düşürebilir. Zamanla panik atakların görüldüğü anksiyete bozuklukları, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), depresyon gibi psikiyatrik hastalıklara yol açabilir.” dedi.

Beynimizin, deprem beklentisini bir tehdit olarak gördüğüne ve ‘savaş ya da kaç’ tepkisini sürekli aktif hale getirdiğine vurgu yapan Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir, şunları söyledi:

“Bu durum, vücutta stres hormonlarının sürekli yüksek kalmasına ve kronik yorgunluk, uykusuzluk, çarpıntı, dikkat dağınıklığı, tahammülsüzlük gibi belirtilere neden olabilir. Sosyal ve mesleki işlevsellik bozulabilir. İnsanlar sürekli deprem korkusu içinde yaşadığında, sosyal ilişkilerinde kopmalar yaşayabilir. Depremle ilgili tetikleyiciler, travmayı sürekli canlı tutar. Küçük sarsıntılar, yüksek sesler, bina çatlakları gibi detaylar, kişilerde yoğun korku ve kaçınma davranışlarına yol açabilir. Korku ve kaygı diğer tüm duyguları gibi doğaldır ancak fazlası yönetilebilir. Asıl mesele, kaygının bizi felç etmesine değil, bilinçli hazırlık yapmamıza yardımcı olmasını sağlamaktır.”

Felaket senaryoları yerine çözüm odaklı düşünülmeli

Deprem bilinciyle yaşamanın sürekli korku içinde olmak anlamına gelmediğinin altını çizen Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir, “Aradaki ince çizgiyi koruyabilmek için kontrol edebileceğiniz noktalara odaklanın. Depremin ne zaman olacağını bilemeyiz ama bina güvenliğini artırabilir, acil durum çantası hazırlayabilir ve tatbikat yapabiliriz. Bu, ‘kontrol duygusunu’ güçlendirerek kaygıyı azaltır.” dedi.

Felaket senaryoları yerine çözüm odaklı düşünülmesi gerektiğini vurgulayan Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir, “Sürekli olumsuz düşünceler üretmek yerine, ‘eğer deprem olursa, şu güvenli noktalara gidebiliriz’ gibi planlama yapmak daha sağlıklı bir yaklaşım olur. Nefes egzersizleri, meditasyon, yoga, yürüyüş, mindfulness gibi stres yönetimi teknikleri ile psikolojik dayanıklılığınızı güçlendirin. Sürekli depremle ilgili konuşmak ve kaygıyı büyütmek yerine, bilinçli ve düzenli önlemler alın.” önerilerinde bulundu.

Felaket senaryoları bilinçaltında sürekli bir tehdit algısı oluşturabilir

Kontrolsüz haber tüketiminin kaygıyı artırdığına da dikkat çeken Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir, “Özellikle felaket senaryolarını vurgulayan içerikler, bilinçaltında sürekli bir tehdit algısı oluşturabilir.” dedi.

Bilinçli bilgi tüketimi için, güvenilir kaynaklardan bilgi alınması gerektiğini aktaran Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir, şöyle devam etti: 

“Günde sadece belirli bir zaman diliminde haberleri takip edin. Sürekli deprem haberleri okumak, kaygıyı artırır. Felaket senaryoları yerine bilimsel ve yapıcı içeriklere odaklanın. Medya etik kuralları maalesef bazen ihlal edebiliyor, kullanılan başlık ile haber içeriği farklı olabildiği gibi, başlıklar bireyler üstünde yoğun kaygıya neden oluyor. Bazı uzmanların ‘her an deprem olabilir’ açıklamaları sık sık medyada yer buluyor. Bu tür haberler karşısında çaresiz kalan vatandaş sadece kaygılandığı ile kalıyor. Bu sebeple haberleri tüketirken şu soruyu sorun: Bu bilgi bana gerçekten fayda sağlıyor mu, yoksa sadece kaygımı mı artırıyor?”

Çocuklara kaygı yerine bilinç kazandırılmalı

Çocukların, ebeveynlerinin duygusal durumlarını hissettiğine ve öğrendiklerine değinen Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir, “Eğer bir ebeveyn sürekli kaygılıysa, çocuk da bu kaygıyı içselleştirir.” dedi.

Depremin, ‘Deprem bazen olabilir ama biz önlem aldık, güvendeyiz’ gibi bir dille çocuğun yaşına uygun olarak anlatılması gerektiğini vurgulayan Uzman Klinik Psikolog Merve Umay Candaş Demir, sözlerini şöyle tamamladı:

“Çocuğun kaygılarını küçümsemeyin ama büyütmeyin de. Ona güven verin. Deprem hazırlıklarını oyunlaştırarak öğretin. Çocuklar, oynayarak öğrenir ve böylece korku yerine bilinç kazanırlar. Ancak sürekli deprem konuşulmamalı, panik ve kontrolsüz bir ortam yaratılmamalı, çocuk üstünde baskı yaratılmamalı. Çocuklar yoğun duygularla başa çıkmakta yetişkinler kadar başarılı olamayabilir. Onların duygu yüklerini azaltmalısınız.” 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı