Yıllık arşivler: 2025

Doktora başvurulmayan tek hastalık: Aşk

Aşkın bağışıklığı güçlendirdiğini, stresi azalttığını ve mutluluk hormonlarını artırdığını dile getiren Psikiyatri Uzmanı Dr. Mert Sinan Bingöl, “Araştırmalar, romantik partnerlerinin fotoğraflarına bakan katılımcıların, ağrı düzeylerinde belirgin bir azalma olduğunu göstermiştir.” dedi. Aşkın, bireyin geçmiş bağlarını geride bırakıp yeni bir birlikteliğe cesaret etmesini sağladığını aktaran Dr. Bingöl, sağlıklı ve gelişen ilişkilerin, kişinin ruhsal olgunlaşmasına katkıda bulunduğunu vurguladı.

Aşık olan kişi, sevdiğinin varlığını bir ödül olarak algıladığını ve beynin ödül-motivasyon sisteminin bu süreçte yoğun olarak çalıştığını ifade eden Uzman Klinik Psikolog Merve Türkkol ise, “Aşkın beyindeki etkileri ile bağımlılığın nörobiyolojik mekanizmaları arasında güçlü bir benzerlik bulunuyor.” dedi. Türkkol, çevrimiçi ilişkilerin fiziksel etkileşimi devre dışı bırakıp duygusal bağ kurma kapasitesini zayıflatabildiğine dikkat çekti.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Mert Sinan Bingöl ile Uzman Klinik Psikolog Merve Türkkol, askın kimyası ile fiziksel ve ruhsal sağlığa etkileri hakkında değerlendirmelerde bulundu.

Aşkın, hem fiziksel sağlığı hem ruhsal sağlığı iyileştirici gücü var!

Tutkulu bir aşk sürecinin, kişinin hem ruh halini hem de fizyolojik durumunu doğrudan etkilediğine dikkat çeken Psikiyatri Uzmanı Dr. Mert Sinan Bingöl, “Tek bir dokunuş, tek bir öpücük, tek bir sarılma dopamin, oksitosin, endorfin gibi hormonların daha fazla salgılanmasını sağlayarak, vücuda zindelik getirir.” dedi.

Aşkın ilk etkiyi kalpte yaptığını dile getiren Dr. Mert Sinan Bingöl, “Kalbi küt küt attırır ve kişinin içini titretir. Bağışıklığı güçlendirir, kan basıncını düşürür ve stresin azalmasına katkı sağlar. Araştırmalar, romantik partnerlerinin fotoğraflarına bakan katılımcıların, ağrı düzeylerinde belirgin bir azalma olduğunu göstermiştir. Bu bulgu, aşkın, beyinde endorfinleri ve benzer hormonları salgılatarak ağrı algısını azalttığı ve güven hissi verdiği şeklinde yorumlanmıştır. Bu araştırmalar, aşkın iyileştirici gücünün bilimsel bir temeli olarak gösterilmiştir. Çoğu zaman iyileştirici olsa da bazı durumlarda duygusal zorluklara da neden olabilir. Sağlıksız bir ilişki veya karşılanmayan beklentiler, duygusal sıkıntılara ve strese yol açabilir. Yani aşk duygusu, hem iyileştirme hem de hasta etme potansiyelini birlikte taşır!” şeklinde konuştu.

Aşk, yeni bir birlikteliğin kurulabilmesi için cesaret ve motivasyonu sağlıyor!

“Her ne kadar, karşı tarafı daha iyi tanıdıkça ve paylaşımlarla büyüyerek gelişen sağlıklı aşk süreçleri daha sık yaşansa da bazen doğrudan tutkuyla başlayan daha saplantılı, daha ihtiraslı, daha gelgitli aşklar, bazen de imkansızlıkların, engellerin doğurduğu aşklar yaşanabilmektedir…” diyen Dr. Mert Sinan Bingöl, tutkulu aşkta, tutkunun yakıtının bazen yakınlık bazen uzaklık olabildiğine dikkat çekti. 

Bazı aşklarda ise, aşık çiftin, fiziksel olarak her ne kadar iki yetişkin olsa da ruhsal açıdan hala iki yaralı çocuk olduğunu vurgulayan Dr. Bingöl, “Yaralı, paniğe kapılmış çocuk ruhlu yetişkinler, her türlü ihtiyacının sevgilisi tarafından giderileceği beklentisine kapılarak, güçlü aşk duyguları hisseder. Böyle ilişkilerde aşk, bu yaralı çocukları, iyileştirme ve olgunlaştırma sürecine dönüşür. Tutkulu aşk hisleri olmasaydı, pek çok kişi eski aile bağlarını geride bırakarak, kendisini ve geleceğini hiç tanımadığı bir yabancıya emanet edemezdi. Bu bağlamda aşk yeni bir birlikteliğin kurulabilmesi için gerekli olan cesaret ve motivasyonu sağlar.” şeklinde konuştu.

Tutkulu aşk yerini zamanla ‘sevgiye’ ya da ‘boşluğa’ bırakıyor

İnsanın ilk ve en önemli içgüdüsünün, ne cinsellik ne de saldırganlık olduğunun altını çizen Dr. Mert Sinan Bingöl, “En önemlisi temas ve rahatlatıcı ilişki arayışıdır. Bunun temel nedeni, insanın eksiklikle doğmasıdır. Bu nedenle yakın ilişkilerle, hayat boyu bu eksiklik tamamlanmaya çalışılır.” dedi.

Aşk sürecinin insanın yaşamına anlam katan en önemli yolculuklardan birisi olduğunu ifade eden Dr. Bingöl, tutkulu aşkın, eninde sonunda biteceğini, bittiğinde altyapı varsa ‘sevgiye’, yoksa ‘boşluğa’ dönüşeceğini söyledi.

Aşık kişi, sevdiğinin varlığını bir ‘ödül’ olarak algılıyor

Aşık olma sürecinde beynin nasıl işlediği konusunu değerlendiren Uzman Klinik Psikolog Merve Türkkol ise süreci şöyle açıkladı:

“Aşık olma sürecinde beynin ödül ve motivasyon merkezleri yoğun bir şekilde çalışır. Beyinde özellikle ventral tegmental alan (VTA), nucleus accumbens ve amigdala gibi bölgeler aktif hale gelir. VTA, dopamin adı verilen kimyasalın üretiminde önemli bir rol oynar ve aşık olduğumuz kişiyi gördüğümüzde dopamin salınımı artabilir. Bu kimyasal, kişinin aşık olduğu kişiye odaklanmasını ve onunla vakit geçirmekten haz almasını sağlayabilir. Nucleus accumbens ise bu hazzı güçlendiren bir merkez olarak düşünülebilir. Bu süreçte beynin ödül sisteminin aktif hale gelmesi, sevdiğimiz kişinin varlığını bir ‘ödül’ gibi algılamamıza neden olabilir.”

Bilinçdışı dinamikler aşkın kimyasını etkileyebiliyor… 

Aşkın zamanla tutkulu bir aşktan bağlanmaya dönüşmesinin, hem biyolojik hem de psikolojik süreçlerin etkisiyle gerçekleştiğini dile getiren Uzman Klinik Psikolog Merve Türkkol, “Zamanla oksitosin ve vazopressin gibi hormonların etkisi baskın hale gelir. Bu hormonlar, güven ve bağlılığı destekleyerek ilişkiyi daha sakin ve derin bir bağlanma zeminine oturtur.” dedi. 

Bağlanmanın biyolojik boyutu kadar, kişinin bilinçdışı dinamiklerinin de bu süreçte belirleyici olduğunu sözlerine ekleyen Türkkol, “Psikanalitik açıdan bakıldığında, bir ilişkiye bağlanma biçimi, bireyin çocuklukta bakım veren figürle geliştirdiği ilişki modelinin bir yansıması olabilir. Güvenli bir bağlanma stiline sahip bireyler, ilişkilerinde kendilerini kapsanmış ve değerli hissettiklerinde sağlıklı bir bağlanma geliştirebilir. Ancak, bazı durumlarda kişi, çocuklukta eksik kalan ya da zarar verici olan bir bağlanma deneyimini yeniden canlandıracak bir partner seçebilirler.” açıklamasını yaptı.

Aşk, bağımlılık yapıcı maddelerle aynı yolu aktive ediyor… 

Aşkın beyindeki etkileri ile bağımlılığın nörobiyolojik mekanizmaları arasında güçlü bir benzerlik bulunduğuna vurgu yapan Uzman Klinik Psikolog Merve Türkkol, “Bu benzerlik, aşk gibi güçlü ve yoğun bir duygunun beynin ödül merkezi olan ventral tegmental alan (VTA) ve nükleus accumbens üzerinden dopamin salınımını artırarak kişiye yoğun bir haz ve motivasyon sağlamasıyla açıklanabilir. İlginç olan, bağımlılık oluşturan maddelerin de aynı yolları aktive etmesidir.” dedi.

Çevrimiçi ilişkiler duygusal bağ kurma kapasitesini zayıflatabiliyor!

Teknolojik çağda çevrimiçi tanışma uygulamalarının, aşkın biyolojik sürecini önemli ölçüde etkilediğini de ifade eden Uzman Klinik Psikolog Merve Türkkol, sözlerini şöyle tamamladı:

“Geleneksel yüz yüze etkileşimlerde fiziksel yakınlık, beden dili ve göz teması gibi unsurlar duygusal bağlanmayı hızlandırırken, çevrimiçi platformlar bu süreçleri devre dışı bırakır ve ilişki başlangıcını daha bilişsel bir düzeye taşır. Profillere dayalı seçimler ve sürekli seçenek bolluğu, insanlarda bir tür ‘ideal partner arayışı’ yaratabilir ve bireylerin duygusal bağ kurma kapasitelerini zayıflatabilir.” şeklinde konuştu.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

5G teknolojisinin sağlık ve güvenlik üzerindeki etkileri ne olacak?

Prof. Dr. Selim Şeker, “5G teknolojisiyle birlikte milyarlarca cihaz internete bağlanacak. Tüm sistemler birbirine entegre hale gelecek. Böylece dünyanın herhangi bir yerindeki bir kişi, hiç tanımadığınız biri, size kötü niyetli mesajlar gönderebilir veya dijital saldırılarda bulunabilir.” dedi.

Üsküdar Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Selim Şeker, 5G teknolojisinin sağlık ve güvenlik üzerindeki etkileri konusunu değerlendirdi.

İyonize etmeyen radyasyon uzun vadede ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyor

Radyasyonun nükleer radyasyon ve iyonize etmeyen radyasyon olarak ikiye ayrıldığını dile getiren Prof. Dr. Selim Şeker, nükleer radyasyon, çok yüksek enerjiye sahip olduğunu ve insan vücuduna temas ettiğinde anında ölümcül olabildiğini, iyonize etmeyen radyasyonun ise enerji seviyesi daha düşük olduğu için doğrudan hücre yapısını bozmadığını ama uzun vadede ciddi sağlık sorunlarına yol açabileceğini söyledi.

5G teknolojisinde çoklu anten sistemi kullanılıyor

5G teknolojisinin telefon değil, bir platform olduğunu kaydeden Prof. Dr. Selim Şeker, “4G telefonlarda tek anten bulunurken, 5G teknolojisinde çoklu anten sistemi (Multiple In, Multiple Out – MIMO) kullanılır. Bu sistem, yalnızca telefonlar için değil, dünyadaki tüm elektronik cihazların birbirine bağlanmasını sağlamak için geliştirilmiştir. 5G’nin en büyük farkı, çok daha fazla anten kullanımı nedeniyle daha yüksek düzeyde radyasyon yaymasıdır. 5G’de cep telefonlarının ne kadar güçte çalışacağı veya baz istasyonlarının hangi güçte olacağı resmi olarak açıklanmadı. Mesela 4G’de cep telefonu gücü 1 W, 3G’de ise 2 W olarak belirlenmiştir. Ancak 5G’de bu değerin 10 W ve üzeri olması bekleniyor. Aynı şekilde, mevcut baz istasyonları 50-100 W gücünde çalışırken, 5G baz istasyonlarının 500 W’a kadar çıkabileceği iddia ediliyor. 5G ile ilgili BTK’nın detaylı bir kitabı bulunuyor ayrıca üniversitelerde 5G’nin yerli üretimi üzerine araştırmalar devam ediyor.” dedi.

Dünya Sağlık Örgütü, elektromanyetik alanların zararını kabul etti

Tüm elektromanyetik radyasyonlar ve elektromanyetik alanların, temelde radyasyon olarak kabul edildiğini belirten Prof. Dr. Selim Şeker, şöyle devam etti:

“Ancak, bulunduğumuz ortamdaki elektromanyetik alanların tamamı doğrudan radyasyon olarak nitelendirilemez. Radyasyonun bir kaynaktan yayılması gerekir; örneğin, baz istasyonları veya elektronik cihazlar gibi. Bilim insanlarının ortak görüşü, tüm frekanslardaki elektromanyetik radyasyonun ve elektromanyetik alanların biyolojik etkileri olduğu yönündedir. Bu etkiler de ısısal etki ve ısısal olmayan etki diye ikiye ayrılıyor. Isısal etki şu şekilde açıklanabilir; insan vücudunun sıcaklığı bir derece arttığında, termal düzenleyici sistem devreye girer ve biyolojik yapıda zararlı etkiler oluşmaya başlar. Bu, tıbbi olarak kanıtlanmış bir durumdur ve evrensel olarak kabul edilmiş bir bilgidir. Elektrik mühendisleri, elektromanyetik radyasyonun bu ısı eşiğine ulaşmasını önlemek için güvenlik standartları beliyor. Uygulamalar arasında bazı farklılıklar var. Ancak, önemli bir gerçek var ki 2001 ve 2011 yıllarında Dünya Sağlık Örgütü, elektromanyetik alanların biyolojik zararlarını resmi olarak kabul etmiş ve bunları risk grubuna dahil etmiştir.”  

İnsan vücudu da bir elektromanyetik sistem!

Dünya Ekonomik Forumu’nda dünyayı bekleyen en büyük tehlikeler listesinde “Elektromanyetik radyasyon, uzun vadede insan sağlığına yönelik ciddi tehlikeler barındırıyor.” İfadesinin yer aldığını anlatan Prof. Dr. Selim Şeker, “Kanserler arttı. Eskiden, 15 yaşında kalp rahatsızlığı olan bireyler neredeyse yokken, günümüzde genç yaşta ciddi sağlık sorunları yaşayan insan sayısı hızla artıyor. Bunun temel nedenlerinden biri de değişen çevresel faktörler ve elektromanyetik alanların yaygınlaşması. İnsan vücudu da bir elektromanyetik sistemdir. Cihazların birbirini etkilediği gibi, insan bedeni de çevresindeki elektromanyetik dalgalardan etkilenir. Bu konuyu incelemek için elektromanyetik uyumluluk (Electromagnetic Compatibility – EMC) adı verilen bir bilim dalı geliştirilmiştir.”

Elektromanyetik radyasyon insan DNA’sını kırarak genetik hasara neden oluyor

Avrupa’da 7 ülkede, 12 farklı araştırma yürütüldüğünü ve toplamda yaklaşık 3 milyon Euro harcandığını kaydeden Prof. Dr. Selim Şeker, “Bu araştırmalar, elektromanyetik radyasyonun insan DNA’sını kırarak genetik hasara neden olduğunu ortaya koydu. Amerika, Rusya ve Avrupa ülkelerinden uzmanlar tarafından hazırlanmış olan bu raporda, elektromanyetik alanların, insan sağlığını bozduğu, bağışıklık sistemini zayıflattığı, cinsel sağlığı olumsuz etkilediği, kalp ve beyin üzerinde ciddi etkiler yarattığı belirtiliyor.” şeklinde konuştu.

Raporda, dünya genelindeki bilimsel yayınların taranarak analiz edildiğini de dile getiren Prof. Dr. Selim Şeker, “Özellikle 5G teknolojisi üzerine yapılan araştırmalar, elektromanyetik radyasyonun uzun vadede kanserle ilişkili olabileceğini gösterdi.” ifadesinde bulundu.

5G ile kişisel gizlilik tehlike altında!

5G’nin siber güvenlik konusundaki risklerine de vurgu yapan Prof. Dr. Selim Şeker, şöyle devam etti:

“İşte, 5G’nin beklenilen büyük zararı. Öncelikle, 5G teknolojisiyle birlikte milyarlarca cihaz internete bağlanacak. Tüm sistemler birbirine entegre hale gelecek. Böylece dünyanın herhangi bir yerindeki bir kişi, hiç tanımadığınız biri, size kötü niyetli mesajlar gönderebilir veya dijital saldırılarda bulunabilir. Çünkü bütün cihazlar birbirine bağlı olacak. İnsanlara çip takılması gündeme gelebilir. Bazı kişiler zaten çip taktırmış durumda. Eğer tüm insanlar bir sistem üzerinden birbirine bağlanırsa, merkezi bir otorite herkesin hareketlerini kontrol edebilir. 5G teknolojisi bunu mümkün kılıyor. İşte bu yüzden kişisel gizlilik tehlike altında. Banka hesaplarına erişmek, kişisel verileri ele geçirmek veya şifreleri kırmak daha kolay hale gelebilir. Güvenlik kameralarının entegrasyonu ile evlerin içi bile izlenebilir hale gelebilir. Bir kişi, bir başka kişinin nerede yaşadığını, ne yaptığını kolayca takip edebilir. Bu, mahremiyetin tamamen ortadan kalkabileceği bir duruma işaret ediyor.”

5G teknolojisinin faydaları neler?

5G teknolojisinin de faydasının da olduğunu ifade eden Prof. Dr. Selim Şeker, “Bağlantı hızı inanılmaz derecede artacak, kapasite çok daha geniş olacak. Daha hızlı internet, daha iyi bağlantılar ve teknolojik gelişmeler sağlayacak. Ancak, bu faydaların yanında büyük güvenlik ve gizlilik riskleri de bulunuyor.” diye konuştu.

5G’nin insan sağlığına zararsız olduğu kanıtlanana kadar durdurulması talep edildi

5G teknolojisi ile gizlilik diye bir şey kalmadığını dile getiren Prof. Dr. Selim Şeker, “5G ile her şey birbirine bağlanacak. Tabii ki buna karşı güvenlik önlemleri de alınmalı. İşte bu yüzden 5G’nin 2020’de hayata geçirilmesi planlanırken, 2025’e ertelendi. Peki neden ertelendi? Çünkü 5G’nin sağlık üzerindeki etkileriyle ilgili yeterli araştırma yapılmamıştı. Şu an dünya genelinde birçok bilim insanı Birleşmiş Milletler’e çağrıda bulunarak, 5G’nin insan sağlığına zararsız olduğu kanıtlanana kadar durdurulmasını talep etti. Aynı şekilde, Avrupa Birliği de bu konuda uyarıldı. Bu süreçte Elon Musk da büyük bir adım attı. Her gün yeni uydular fırlatıyor. Şu anda dünyanın etrafında 5-6 bin uydu bulunuyor. Peki, bu uyduların amacı ne? İletişim altyapısını güçlendirmek. Çünkü bu uydular, dünyanın dönüşüyle senkronize bir şekilde hareket ederek minimum enerji tüketiyor.” şeklinde konuştu.

Gökyüzüne baktığımızda uyduları çıplak gözle görebileceğiz

5G’nin aynı zamanda istihbarat ve casusluk amaçlı da kullanılabileceği iddiasının olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Selim Şeker, “Öte yandan Elon Musk, 5 bin uydu göndermiş durumda ama hedefi 20 bin uyduya ulaşmak. Dahası, onun gibi üç büyük isim daha var ve her biri 20 bin uydu fırlatmayı planlıyor. Yani toplamda 60 bin uydu dünya yörüngesinde dönecek. Bundan sonra ne olacak? Gökyüzüne baktığımızda bu uyduları çıplak gözle görebileceğiz. Bu duruma NASA bile karşı çıkıyor. Ancak, şirketler o kadar güçlü ki, NASA’nın itirazlarına rağmen projelerini hayata geçirmeye devam ediyorlar.” dedi.

5G olmadan da yüksek hızlı internet sağlayabilecek bir çözüm mevcut: Fiber optik sistemler…

5G’nin, milimetrik dalga kullandığı için frekansı çok yüksek ve bu nedenle menzilinin oldukça sınırlı olduğunu söyleyen Prof. Dr. Selim Şeker, “İşte bu yüzden 5G’nin her yerde kesintisiz çalışabilmesi için uydu sistemleri devreye giriyor. Şu an İstanbul’daki mevcut baz istasyonları korunacak, ancak yeni uydu baz istasyonu devreye girecek.” diye konuştu.

Bu sistemin bir parçası olarak şehirlerdeki sokak lambalarına bile baz istasyonları yerleştirildiğini anlatan Prof. Dr. Selim Şeker, “Bu durum devasa bir ekonomi pazarı yaratıyor. Sadece bu alanda 10 trilyon doları aşan bir iş sahası oluşacağı tahmin ediliyor. İşte bu yüzden Japonya, Çin, ABD gibi ülkeler büyük yatırımlar yapıyor ve bu teknolojinin liderliğini ele geçirmek için kıyasıya rekabet ediyorlar. Türkiye de bu pazarda yer almak için yatırımlar yapıyor ve 5G’nin getireceği ekonomik fırsatları değerlendirmek istiyor. Ancak bu teknolojinin alternatifi var mı? Evet, var. 5G olmadan da yüksek hızlı internet sağlayabilecek bir çözüm mevcut: Fiber optik sistemler. Fiber optik teknolojisi yıllar önce keşfedildi ve hâlâ en güvenilir internet altyapılarından biri. Fiber sayesinde veri iletiminde kanal sınırı olmadan kesintisiz ve yüksek hızlı bağlantı sağlanabiliyor.” şeklinde sözlerini tamamladı.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Menopozla İlgili Erkeklerin Bilmesi Gereken 10 Gerçek

Kadın yaşamının doğal bir süreci olan menopoz, çoğu zaman yanlış anlaşılan ve konuşulmadığı için eksik veya hatalı bilgilerle aktarılan bir konudur. Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Zeynep Ece Utkan Korun, menopozun kadınların hayatında kaçınılmaz bir dönem olduğunu ve yalnızca onları değil, çevrelerindeki herkesi etkilediğini anlattı. Bu dönemde kadınların yaşadığı fiziksel ve duygusal değişimleri anlamanın, çevresindekilerle daha sağlıklı bir iletişim ortamı yaratmanın da anahtarı olduğunu belirten Op. Dr. Korun, özellikle erkeklerin bu süreci doğru anlamasının, destekleyici olmaları adına önemli olduğunu söyledi. 

 

Menopoz sürecinin doğrusal bir ilerleyiş göstermediğini ve bu belirsizliklerin kadın için zorlayıcı olabildiğini söyleyen Yeditepe Üniversitesi Hastaneleri Kadın Hastalıkları Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Zeynep Ece Utkan Korun, “Bazı kadınlar birkaç ay adet görmezken, ardından tekrar düzenli döngülere dönebilir. Bir jinekoloğun bu süreci “Shakespeare’in bir ölüm sahnesi” olarak tanımlaması, bu tahmin edilemez yapıyı oldukça çarpıcı bir şekilde anlatır: “Her şeyin sona erdiğini düşünürsünüz, ancak beklenmedik bir anda yeniden sahneye çıkar. Bu belirsizlik kadınlar için zorlayıcı olabilir, ancak destekleyici bir çevre ile bu sürecin etkileri hafifletilebilir” dedi.

MENOPOZ BİR HASTALIK DEĞİLDİR

Öncelikle menopozun bir hastalık değil bir dönem olduğunun bilinmesi gerektiğine işaret eden Op. Dr. Korun, “Menopoz, yumurtalıkların yumurta üretmeyi durdurması ve hormon seviyelerinin düşmesi sonucu adet döngülerinin sona ermesidir. Kadınların üreme çağının sona ermesiyle ortaya çıkan bu doğal süreç bir hastalık ya da anormal bir durum değildir” dedi.

MENOPOZ HER KADINDA FARKLI YAŞTA BAŞLAR

Tıbben menopozun, son adet kanamasından 12 ay sonra gerçekleştiğinin kabul edildiğini belirten Op. Dr. Korun, genellikle bu sürecin 51-52 yaşlarında ortaya çıktığını ifade etti. Ancak bu noktaya gelmeden önce kadınların perimenopoz adı verilen bir geçiş sürecinden geçtiğini vurgulayan Op. Dr. Korun, şu bilgileri paylaştı: “Perimenopoz döneminde hormon seviyelerinde dalgalanmalar yaşanır ve belirtiler ortaya çıkar. Kadınların yüzde 25’i bu dönemi hafif semptomlarla geçirirken, yüzde 75’i sıcak basmaları, uykusuzluk ve ruh hali değişimleri gibi belirtilerle karşılaşır. Ayrıca bu belirtiler bazen 30’lu yaşların sonlarında ya da 40’ların başında başlayabilir.’’

ŞİKAYETLERİN NEDENİ HORMON DEĞİŞİMLERİDİR

Menopoz sırasında vücutta östrojen, progesteron ve testosteron seviyelerinde dalgalanmalar meydana geldiğini belirten Op. Dr. Korun, bu hormon değişimlerinin çeşitli belirtilere neden olabileceğini vurgulayarak şu bilgileri paylaştı: “Progesteron seviyelerindeki azalma, gerginlik, huzursuzluk ve depresif hislere neden olabilir. Östrojen seviyelerindeki dalgalanmalar ise sıcak basmaları, uykusuzluk, beyin sisi, kas ve eklem ağrıları, gece terlemeleri ve vajinal kuruluk gibi belirtileri tetikleyebilir. Yaşla birlikte düşen testosteron seviyeleri ise enerji kaybı ve libido azalmasına yol açabilir. Bu hormonal değişimler, kadınların kendilerini zaman zaman kimliklerini kaybetmiş gibi hissetmelerine neden olabilir.”

RUH HALİ DEĞİŞİMLERİ NORMALDİR

Menopoz sürecinde kadınların yaşadığı duygusal dalgalanmaların temelinde hormonal değişimlerin yer aldığını belirten Op. Dr. Korun, şu açıklamayı yaptı: “Menopoz, ruh sağlığını doğrudan etkilemese de serotonin seviyelerindeki düşüş kaygı, depresyon ve uyku sorunlarına yol açabilir. Bu dönemde kadınlar sıkça duygusal dalgalanmalar yaşayabilir. Stres, kaygı ve depresif hisler bu süreçte yaygındır. Sabırlı ve anlayışlı bir yaklaşım, kadınların bu dönemi daha rahat atlatmalarına yardımcı olabilir.’’ Dedi.

UYKU SORUNLARI YAYGINDIR

Bu dönemde yaşanan sorunlardan birinin de uyku bozuklukları olduğunu belirten Op. Dr. Korun, konuyla ilgili şunları söyledi: “Menopoz döneminde uyku problemleri sık görülür. Sıcak basmaları ve uyku apnesi gibi faktörler gece uykusunun bölünmesine neden olabilir. Uyku eksikliği hem fiziksel hem de zihinsel yorgunluğu artırarak kadınların kendilerini ‘kontrolden çıkmış’ gibi hissetmelerine yol açabilir. Partnerlerin bu süreçte destekleyici bir rol üstlenmesi, huzurlu bir uyku ortamı yaratması ve gerektiğinde profesyonel yardım alınmasını teşvik etmesi önemlidir.’’

CİNSEL YAŞAMDA DEĞİŞİKLİK OLABİLİR

“Menopoz sürecinde kadınların cinselliği değişir ama yok olmaz” diyen Op. Dr. Korun, konuyla ilgili şunları anlattı: “Azalan östrojen seviyeleri, vajinal kuruluk, elastikiyet kaybı ve cinsel istekte azalmaya neden olabilir. Bunun yanı sıra, fiziksel değişimler kadınların beden algısını etkileyebilir. Partnerler, bu sürecin doğal bir biyolojik evre olduğunu anlamalı ve kadınların ihtiyaçlarına duyarlı olmalıdır. Cinsellik, yalnızca biyolojik bir işlev değil, aynı zamanda sevgi ve anlayış üzerine inşa edilen bir bağdır. North American Menopause Society’ye göre, “Sevgi dolu bir ilişki, çoğu kadın için arzu deneyiminin temelidir.” Bu dönemde, empati ve bilgi bir araya geldiğinde cinsel yaşam tatmin edici bir şekilde devam edebilir.”

HER KADININ MENOPOZ SÜRECİ FARKLIDIR

Her kadın menopozu farklı şekillerde deneyimler. Bazıları bu süreci hafif semptomlarla geçirirken, diğerleri için daha zorlu olabilir. Partnerlerin bu süreç boyunca esneklik göstermesi ve değişen ihtiyaçlara uyum sağlaması önemlidir.

PARTNERİNİZE DESTEK OLMANIN YOLLARINI ARAYIN

Menopoz sürecini kolaylaştırmak için kadınlara yönelik sevgi dolu destek sağlamanın kritik önem taşıdığını anlatan Op. Dr. Korun, partnerlerin yapması gerekenleri, bu dönemde onlara nasıl yardımcı olunabileceğine dair önerilerini şöyle sıraladı: “Menopoz hakkında bilgi sahibi olun. Bu, yaşanan değişimleri anlamanıza ve empati geliştirmenize yardımcı olur. Sürecin ne zaman sona ereceğini sormak yerine, küçük jestlerle destek olun. Bir fincan çay hazırlamak, rahatlatıcı bir ortam yaratmak fark yaratabilir. Kadınların bazen iç dünyalarını anlamak için yalnız kalmaya ihtiyaçları olabilir. Bu durumu kişisel algılamayın, sadece sessizliğini anlamaya çalışın.”

DOKTOR DESTEĞİNİ TEŞVİK EDİN

Menopoz belirtilerinin bazı kadınlar için günlük yaşamı zorlaştırabilecek noktaya ulaşabildiğini hatırlatan Opr. Dr. Korun, “Bir uzmandan destek almak, süreci daha sağlıklı yönetmeye yardımcı olabilir. Partnerinizin doktor randevularında yanında olmak destekleyici bir adım olacaktır.”

MENOPOZ BİR DÖNEMİN SONU DEĞİL YENİ BİR BAŞLANGIÇTIR

Yaşamın doğal bir evresi olan menopozun, doğru bilgi, anlayış ve destekle kadınlar için sağlıklı ve mutlu bir döneme dönüşebileceğini belirten Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Zeynep Ece Utkan Korun, sözlerini şöyle tamamladı: “Kadınlar için bu dönemi anlamak ve destek olmak, ilişkileri güçlendirmenin yanı sıra onların kendilerini daha güçlü hissetmelerini sağlar. Bu dönemde sevgi, anlayış ve empati en güçlü araçlarınızdır. Unutmayın, menopozda destek olmak, sadece kadınları değil, toplumu da güçlendirir.”

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Hastalık Hastası İzleyici İle Buluştu

İnegöl Belediyesi Şubat ayı kültür sanat etkinlikleri kapsamında “Hastalık Hastası” tiyatro gösterisini sanatseverlerle buluşturdu.

İnegöl Belediyesi Şehir Tiyatrosu “Hastalık Hastası” isimli tiyatro gösterisiyle yeniden izleyici ile buluştu. İnegöl Belediyesi’nin Şubat ayı kültür sanat etkinlikleri kapsamında düzenlenen tiyatro gösterisine ilçe halkının ilgisi yoğun oldu. Ünlü Fransız oyun yazarı Moliere’in son eseri olan oyun, Volkan Derman yönetmenliğinde İnegöl sahnesinde hayat buldu.

3 ASIRLIK GÖSTERİ KAHKAHALARLA İZLENDİ

1673 yılında kaleme alınmış ve ilk kez aynı yıl sahnelenmiş olan oyun 351 yıldan beri birçok topluluk tarafından sergilenirken, İnegöl Belediyesi Şehir Tiyatrosu da Beşinci Mevsim Kültür Sanat Merkezinde oyunu başarıyla sanatseverlere sundu. Çarşamba akşamı 20.00’da seyirciyle buluşan oyuna ilçe halkının ilgisi de yoğun oldu. Beşinci Mevsim Kültür Merkezinde oyunu izlemeye gelen vatandaşlar salonu doldurdu.

HASTALIK HASTASI OYUNUNUN KONUSU

Beğeniyle izlenen Moliere’in vefatından önce yazdığı ve başrolünü bizzat oynadığı son eseri Hastalık Hastası oyununda saf bir adam olan Argan’ın onu gelir kapısı olarak gören şarlatan doktorunun yalanlarına kanarak kendini ölümcül bir hasta zannetmesini konu alınıyor. Gerçekte de Moliere’in sağlığının çok kötü olduğu bir durumdayken yazdığı oyun en parlak komedilerinden biri olma özelliğini taşımakla birlikte, sanatının zirvesine ulaşmak için tüm dehasını ortaya koyan bir tiyatro devinin ürettiği son klasiktir.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Çiğli’de Rebetiko Korosu Rüzgarı Esti

Çiğli Belediyesi, Ege müziğinin sevilen gruplarından İzmir Rebetiko Korosu’nun sahne aldığı konsere ev sahipliği yaptı.

Hayata geçirdiği kültür sanat etkinlikleriyle sanatseverlerin ilgi odağı olan Çiğli Belediyesi, son olarak şefliğini Berkant Atılgan’ın yaptığı İzmir Rebetiko Korosu’nu Çiğlili müzikseverler ile buluşturdu. Fakir Baykurt Salonu’nda düzenlenen konsere müzikseverler yoğun ilgi gösterdi. Akşam boyunca devam eden konserde, koronun seslendirdiği birbirinden özel eserler dinleyicilerin beğenisini topladı.

Başkan Yıldız: “Kültür Sanat Etkinliklerimiz devam edecek”

Farklı kültürlerden esintileri Çiğli’ye taşıdıklarını belirten Çiğli Belediye Başkanı Onur Emrah Yıldız, “Çiğlili sanatseverleri, kültür sanat etkinlikleriyle buluşturmaya devam ediyoruz. Son olarak, Ege müziğinin beğeniyle dinlenen değerli bir grubu, İzmir Rebetiko Korosu’nu ilçemizde misafir ettik. Seslendirdiği ezgilerle bize unutulmaz bir gece yaşatan kıymetli sanatçılarımıza ve bizleri yalnız bırakmayan Çiğlili sanatseverlere teşekkür ediyorum. Önümüzdeki süreçte kültürel etkinliklerimizi çeşitlendirerek vatandaşlarımızla buluşturmaya devam edeceğiz” diye konuştu. 

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Çocuklarda Boy Kısalığının 6 Önemli Nedeni!

Çocuklarda boy uzaması doğumdan itibaren başlıyor ve ergenlik sonuna kadar devam ediyor. Bebeklik ve ergenlik çağı en hızlı büyüme dönemlerini oluşturuyor. Çocuğun boyunun; yaşına, cinsiyetine ve toplumdaki ortalama değerlere göre belirgin kısa olması “boy kısalığı” olarak tanımlanıyor. Ülkemizde her 100 kişiden 5-10’unda boy kısalığı tespit ediliyor. Acıbadem International Hastanesi Çocuk Endokrinolojisi Uzmanı Dr. Aliye Sevil Sarıkaya, boy kısalığında altta yatan etken ne olursa olsun, çocuğun tedaviden yarar görebilmesi için hekime erken dönemde başvurulması gerektiğine dikkat çekerek, “Ergenlik tamamlanınca büyüme plaklarının kapanmasıyla birlikte büyüme durur ve çocuk erişkin boyuna ulaşmış olur. Dolayısıyla, tedavinin ergenlik tamamlanmadan, bir başka deyişle büyüme kıkırdakları kapanmadan uygulanması gerekir. Aksi takdirde, hiçbir yöntemle boyu uzatmak mümkün olamaz. Bu nedenle, yapılan düzenli boy ölçümlerinde büyüme eğrilerinde sapma tespit edildiyse, çocuğun aynı yaş ve cinsiyetteki arkadaşları arasında boy farkı giderek artıyorsa, gecikmeden hekime başvurmak çok önemlidir. Toplum olarak boy kısalığıyla ilgili doğru bilgiye sahip olmalı ve bu konuda farkındalık yaratmalıyız. Her çocuğun sağlıklı büyüme hakkı vardır. Bunu sağlamak için hep birlikte doğru bilgilere dayalı adımlar atmalıyız” diyor. Erken dönemde başlanan tedavide günümüzde oldukça başarılı sonuçlar elde edildiğine işaret eden Çocuk Endokrinolojisi Uzmanı Dr. Aliye Sevil Sarıkaya, çocuklarda boy kısalığına yol açan 6 etkeni anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu!

 

Ailevi boy kısalığı

Eğer ailede bir veya daha fazla kişi kısa boylu ise büyüme hormonu normal olsa bile çocuğun genetik yapıdan kaynaklı kısa boylu olma ihtimali yükseliyor. Genetik olarak beklenen hedef boy, anne ve baba boyuna göre hesaplanıyor. Ancak, çocuk anne ve babadan başka diğer aile fertlerine de benzemiş olabiliyor.

 

Yapısal büyüme geriliği  

Yapısal büyüme geriliği; çocukluk döneminde büyümenin yaşıtlarına göre geri olduğu ve ilerleyen yaşlarda normale döndüğü geçici bir durum olarak tanımlanıyor. Bu çocuklarda genellikle ergenlik döneminin de geciktiğini belirten Dr. Aliye Sevil Sarıkaya, “Ancak bu çocuklar ergenlik sonunda beklenen boy uzunluğuna ulaşabilirler. Bazı çocuklar yaşıtlarına göre yavaş büyüyebilir ve ergenlik döneminde bu farkı kapatabilirler” diyor. 

 

Hormonal nedenler 

Büyüme hormonu ve tiroit hormonlarının eksikliği çocuklarda boy kısalığının en önemli hormonal nedenlerini oluşturuyor.  Çocuk Endokrinolojisi Uzmanı Dr. Aliye Sevil Sarıkaya,  hipofizden salgılanan büyüme hormonunun doğrudan kemik ve kas gelişimini desteklediğini belirterek, sözlerine şöyle devam ediyor: “Büyüme hormonunun eksikliği çocuklukta büyüme geriliğine ve ciddi boy kısalığına yol açabilir. Eksikliği doğumsal nedenlerle  olabileceği gibi; travma, ışın tedavisi, tümör ve menenjit gibi geçirilmiş hastalıklardan da kaynaklanabilir. Ayrıca hipofizden salgılanan ve tiroit uyarıcı hormon olan (TSH), böbrek üstü bezini uyararak kortizol üretimini sağlayan adrenokortikotropik hormon (ACTH) , ergenlikte büyümenin hızlanmasını destekleyen ve cinsiyet hormonlarını düzenleyen LH ile FSH eksikliği de çocukluk çağında boy uzamasını olumsuz yönde etkileyebilir” 

 

Sistemik hastalıklar

Astım gibi kronik solunum yolu hastalıkları, çölyak, kronik böbrek hastalıkları, kalp hastalıkları, kronik anemi, inflamatuar bağırsak hastalıkları ve malabsorbsiyon sendromları olarak adlandırılan besinlerin yeterince emilememesi durumları gibi uzun süreli hastalıklar da çocuklarda boy uzamasını önleyebiliyor. Bunun nedeni ise bu hastalıkların vücudun büyümesi için gerekli olan besinler ile enerjiyi kullanmasını zorlaştırarak çocuğun genel sağlık durumunu olumsuz yönde etkilemesi.

 

Psikososyal nedenler 

Aile içindeki stresli ortam veya duygusal ihmal, kötü yaşam koşulları, travmalar ve anksiyete gibi psikolojik etkenler de çocuklarda büyüme hormonunu baskılayarak boy uzamasını olumsuz yönde etkileyebiliyor. 

 

Yetersiz ve dengesiz beslenme 

Çocuğun sağlıklı büyümesi ve gelişmesi için yeterli ve dengeli beslenerek vücudunun ihtiyaç duyduğu tüm besin öğelerini alması gerekiyor. Çocuk Endokrinolojisi Uzmanı Dr. Aliye Sevil Sarıkaya, yeterli ve dengeli beslenmenin proteinler, karbonhidratlar, yağlar, vitaminler ile minerallerden zengin bir diyetle sağlandığını belirterek, “Dengeli beslenme her besin grubunu yeterince tüketerek ve işlenmiş gıdalardan kaçınarak mümkündür. Örneğin, protein alımı vücudun büyümesi ve onarımı için önemlidir. Vitaminler ve mineraller bağışıklık sistemini desteklerken, karbonhidratlar ve yağlar da enerji sağlar” diyor. 

 

Düzenli boy ölçümü çok önemli!

Bebeklik (0-2 yaş) ve ergenlik dönemi en hızlı büyüme dönemini oluşturuyor. Zamanında doğan bir bebeğin ortalama boyu 50 cm kadar oluyor ve 0-1 yaş arasında yaklaşık 25 cm, 1-2 yaş arasında 10-12 cm, 2 yaşından sonra ergenlik dönemine kadar yılda 5-6 cm uzuyor. Ergenlikte ise boyda uzama hızlanıyor ve kızlarda yılda 8-10 cm, erkeklerde de 10-12 cm uzama gözleniyor.   Çocuk Endokrinolojisi Uzmanı Dr. Aliye Sevil Sarıkaya,  düzenli boy ölçümleri yapılarak büyüme  eğrilerindeki sapmaları erken fark etmenin tedaviden etkin sonuç alınabilmesinde kritik bir öneme sahip olduğunu vurgulayarak, “Çocuklarda boy ölçümü; ilk 6 ay ayda bir, 6-24 ay arasında 3 ayda bir, 2-6 yaş arasında 6 ayda bir, 6-12 yaş arasında yılda bir olmalıdır. Büyüme geriliği şüphesinde ölçüm 3-6 ayda bir yapılmalıdır.  Boy büyümesinden endişelenildiği durumlarda gecikmeden pediatrik endokrinoloji uzmanına başvurulması tedaviden başarılı sonuç alınması için çok önemlidir” bilgisini veriyor. 

 

Boyunun ideal ölçülerde uzaması için 5 önemli öneri! 

  • Bebeklik döneminden itibaren çocuğunuzun boyunu düzenli aralıklarla ölçün ve gerektiğinde zaman kaybetmeden hekime başvurun.  
  • Yeterli ve dengeli beslenmesi büyük bir öneme sahip. Bu nedenle, aşağıdaki besinleri düzenli olarak tükettiğinden emin olun.

Hayvansal proteinler: Et, tavuk, balık, yumurta, süt, yoğurt, peynir

Bitkisel proteinler: Mercimek, nohut ve fasulye gibi kuru baklagiller, badem ceviz ile fındık gibi kuru yemişler

Karbonhidratlar: Tahıllar, bulgur, yulaf, tam buğday ekmeği

Mineral Kaynakları: Kalsiyum, süt, yoğurt, peynir, yeşil yapraklı sebzeler

  • Düzenli fiziksel aktivite alışkanlığı edinmesini sağlayın. Sürekli sıçrama ve uzanma hareketlerinin yapıldığı basketbol ve voleybol sporunun yanı sıra yüzme, ip atlama, yoga, pilates ve koşu boy uzamasını olumlu yönde etkiliyor.
  • Büyüme hormonu özellikle derin uyuma evresinde salgılandığı için çocuğunuzun yeterli ve kaliteli uyumasını sağlayın.
  • Stres de boy uzamasını olumsuz etkileyen faktörlerden. Dolayısıyla aile içinde sevgi dolu, huzurlu ve güvenli bir ortam sağlamanız son derece önemli.

 

Tedavi altta yatan nedene göre planlanıyor

Boy kısalıklarının tedavisi altta yatan sebebe göre planlanıyor. Çocuk Endokrinolojisi Uzmanı Dr. Aliye Sevil Sarıkaya,  tedaviye erken başlanmasının çocuklarda büyüme potansiyelini artırdığını vurgulayarak, tedavide nasıl bir yol izlendiğini şöyle özetliyor: “Örneğin, tiroit hormonu yeterli salgılanmıyorsa hormon replasman  tedavisine başlanır. Yaşamın ilk 3 yılında, büyüme geriliğinin yanı sıra beyin gelişimi üzerinde de etkisi olduğundan, tiroit hormonu eksikliğinde erken tanı için doğumdan sonra bebekten alınan topuk kanı büyük önem taşır. Büyüme hormonunun eksikliğinde sentetik büyüme hormonu cilt altına enjeksiyonla verilir. Büyüme hormonu eksikliği olan çocuklar tedaviye genellikle daha iyi yanıt verirler ve büyüme hızları belirgin olarak artar. Boy kısalığı çölyak hastalığına bağlı gelişmişse glutensiz gıdalarla diyet hazırlanır. Erken tanı ile zamanında başlanan tedavi çocuğun gelişim sürecinin desteklenmesini sağlar.”

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Tüik: Tavuk eti üretimi 237 bin 263 ton, tavuk yumurtası üretimi 1,69 milyar adet olarak gerçekleşti

Bir önceki ay 216 bin 754 ton olan tavuk eti üretimi Aralık ayında %9,5 oranında artarak 237 bin 263 ton oldu.

Bir önceki ay 1 milyar 714 milyon 131 bin adet olan tavuk yumurtası üretimi Aralık ayında %1,5 oranında azalarak 1 milyar 687 milyon 940 bin adet oldu.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Vizesiz Gidilebilecek En Güzel Balkan Ülkeleri

Türkiye’nin lider seyahat platformu Enuygun vizesiz yerler keşfetmek isteyenlere özel en popüler Balkan ülkelerini listeledi. Listede yer alan Saraybosna, Makedonya, Kosova, Karadağ, Arnavutluk ve Sırbistan tarihî, kültürel dokusu ve doğal güzellikleriyle keşfetmeyi seven gezginleri benzersiz anılar biriktirecekleri bir yolculuğa davet ediyor.

 

Saraybosna

Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna, tarihî derinliği ve etkileyici atmosferiyle bir hazine niteliğinde. Yemyeşil doğası, Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndan kalma zengin mimarisi,  kendine has lezzetleri, kültürel atmosferiyle Balkanlar’ın en özel şehirlerinden biri. Her köşesinde bir hikaye barındıran Balkanlar’ın tam kalbinde yer alan Saraybosna, geçmişin ve bugünün harmanlandığı büyüleyici bir atmosfere sahip. 

Geleneksel dükkanları ve kahvehaneleri ile şehrin ruhunu yansıtan Osmanlı döneminden kalma Başçarşı, çarşının simgesi olan güvercinleriyle ünlü ve şehrin en ikonik noktalarından biri olan Sebil Çeşmesi, muhteşem mimarisiyle göz kamaştıran Moriça Han, 16. yüzyılda inşa edilen Gazi Hüsrev Bey Camii, Latin Köprüsü, Savaş Tüneli,  Saraybosna Şehir Müzesi ve Bosna Hersek Ulusal Müzesi görülmeye değer yerlerin başında geliyor. Kayak severler ise vizesiz kayak rotalarına Saraybosna’nın Jahorina Kayak Merkezi’ni dahil edebilirler.

Makedonya

Balkanlar denilince akla ilk gelen ülkelerden olan Makedonya da vizesiz ülkeler arasında yer alıyor. Zengin tarihiyle her yıl binlerce turiste ev sahipliği yapan başkent Üsküp’te şehrin simgesi haline gelen Osmanlı’dan kalma Vardar Nehri üzerindeki tarihi Taş Köprü, şehri tepeden gören özellikle gün batımında harika bir manzaraya sahip Üsküp Kalesi, Büyük İskender heykelinin bulunduğu, şehrin kalbi olan Makedonya Meydanı, Aziz Kurtarıcı Kilisesi ve Üsküp Arkeoloji Müzesi gibi pek çok bir yer görülmeye değer. Üsküp’te mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri de UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Balkanlar’ın en büyük ve en temiz göllerinden biri olan Ohri Gölü. Avrupa’nın en eski, en derin göllerinden biri olan gölün çevresinde uzanan Ohri şehri de tarihi kiliseleri, manastırları ve antik tiyatroları da görülmeye değer diğer yerlerden. 

 

Büyük İskender’in babası II. Filip tarafından kurulan Heraclea Lyncestis Antik Kenti, 16. yüzyıldan kalma İshak Çelebi Camii, Osmanlı döneminden kalma saat kulesi, yine Osmanlı döneminden kalma önemli bir Bektaşi tekkesi Harabati Baba Tekkesi renkli desenleriyle Balkanlar’daki en güzel camilerden biri olan Alaca Camii, Makedonya’nın bağımsızlık mücadelesini simgeleyen fütüristik Makedonium Anıtı da listenizde yer almalı.

 

Doğa severlerin mutlaka görmesi gereken yerler arasında yer alan Matka Kanyonu da ziyaretçilere tam bir görsel şölen yaşatıyor. Birden fazla yeraltı su mağarasının bulunduğu doğa harikası kanyonda çok sayıda mağarayı da gezmek mümkün.

 

Kosova

 

Benzersiz tarihinin yanı sıra çok sayıda doğal güzelliğe sahip bir diğer rota da Kosova. Balkanların kalbi sayılan Kosova, özellikle tarihe yolculuk yapmak isteyenlere unutulmaz anlar yaşatıyor. Başkent Priştine, canlı kültürel etkinlikleri ve hareketli gece hayatıyla dikkat çekerken, tarihi şehir Prizren, Osmanlı döneminden kalma mimarisi ve dar sokaklarıyla ziyaretçilerini büyülüyor. Başkent Priştine’nin en önemli tarihi yapılarından biri olan 15. yüzyılda Osmanlılar tarafından inşa edilen Fatih Camii, Osmanlı padişahı I. Murad’ın Kosova Savaşı’nda şehit düştüğü yerde bulunan Sultan Murad Türbesi, Osmanlı döneminden kalma şehrin sembollerinden biri olan Saat Kulesi, Kosova’nın bağımsızlığını ilan ettiği 2008’den beri her yıl farklı tasarımla boyanan önemli bir sembol olan Yeni Doğan Bebek Anıtı (“Newborn Monument”) Kosova’nın tarihi ve kültürel mirasını barındıran Kosova Ulusal Müzesi görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. 

Osmanlı’nın izlerini taşıyan Kosova’da, gün batımında eşsiz manzaralar sunan Prizren Kalesi, tarihi Taş Köprü, görkemli Sinan Paşa Camii ve sanat galerisi olarak kullanılan Gazi Mehmet Paşa Hamamı da mutlaka görülmeli. Ayrıca, Bajraklı Camii, süslemeleriyle dikkat çeken Hadum Camii ve Osmanlı döneminden kalma Yakova Çarşısı tarihi dokusuyla öne çıkıyor. Aziz Arhangel Manastırı, Peja Patrikhanesi (UNESCO Dünya Mirası), doğaseverler için Rugova Kanyonu ve Mirusha Şelaleleri gibi doğal güzellikler de Kosova’nın keşfedilmeyi bekleyen köşeler arasında yer alıyor.

Karadağ

Karadağ, eşsiz doğal güzellikleri, tarihî kasabaları ve Osmanlı izleriyle Balkanlar’ın en büyüleyici ülkelerinden biri. Sahil kasabaları ve doğal güzellikleriyle ziyaretçilerine unutulmaz bir anlar vaadeden Adriyatik’in incisi Karadağ, her köşesinde keşfedilmeyi bekleyen birbirinden eşsiz hazine barındırıyor. Karadağ’ın en gözde kentlerinden Kotor’un dar sokakları, 1166 yılında inşa edilmiş, Roma Katolik dünyasının en önemli katedrali Kotor Katedrali ve St. John Kalesi Karadağ’da keşfedilmeye değer noktalardan. 

Kotor’a komşu sahil şehri 2.500 yıllık tarihiyle dar sokakları ve taş binalarıyla ünlü Budva’da eski şehir ve Sveti Stefan Adası da gezilecek noktalar listesine alınması gerekenler arasında. Ayrıca sessiz ve masalsı bir balıkçı kasabası Perast, Rocks Adası, Kral Nikola Müzesi, Njegoš Mozolesi, Balkanlar’ın En Büyük Gölü olan Skadar Gölü de Karadağ’ın görülmesi gereken diğer noktalarından.

Arnavutluk 

Seyahat tutkunlarının son zamanlarda uğrak noktalarından biri haline gelen Arnavutluk da vizesiz seyahat edilebilen ülkeler arasında yer alıyor. Tarihî dokusu, eşsiz mimarisi ve kültürel zenginlikleriyle son dönemde popülaritesini arttıran bu kıyı ülkesi, leziz yemeklerden sanat ve tarihe uzanan çeşitli deneyimler sunuyor. Hem Balkan hem bir Akdeniz ülkesi olan Arnavutluk, günümüzde el değmemiş doğası ve köklü tarihi dokusuyla sayısız zenginliğe sahip.

Osmanlı ve İtalyan mimarisinin izlerini hala taşıyan ülkenin kalbi Tiran’da görülmeye değerler yerler arasında Ethem Bey Camii, Skanderbeg Meydanı, Tiran Ulusal Tarih Müzesi, 1822 yapımı saat kulesi, Tiran Büyük Parkı ve Dıraç Kalesi başta geliyor.  Ayrıca iki katlı, bol pencereli evleriyle Arnavut dilinde Beyaz Şehir olan, 2008’den bu yana  UNESCO korumasının altında Berat kentinde ise Berat Kalesi, Onufri Müzesi, 1492’de Sultan II. Bayezid tarafından inşa edilen Kurşunlu Camii Safranbolu evlerini andıran Berat Etnografya Müzesi, Gjirokastër Kalesi Zekate Evi, Etnografya Müzesi, Gjirokastër Eski Çarşısı, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Butrint Antik Kenti  ve Rozafa Kalesi’de mutlaka görülmeli. 

Sırbistan 

 

Vizesiz seyahat edilebilecek bir diğer ülke de Sırbistan. El değmemiş yemyeşil doğası, kültürel zenginlikleri ve tarihe ışık tutan geçmişiyle her sene binlerce turistin uğrak yeri olan Sırbistan, ziyaretçilerine eşsiz bir deneyim sunuyor. 

Ülkenin başkenti Belgrad, hareketli gece hayatı ve tarihi dokusuyla dikkat çekiyor. Belgrad Kalesi, Taş Meydan, Belgrad Ulusal Tiyatrosu ve Belgrad Cumhuriyet Meydanı, Kalemegdan Kalesi, Aziz Sava Katedrali gibi tarihi ve kültürel noktalar, kentin zengin geçmişini gözler önüne seriyor. Nikola Tesla Müzesi, bilim meraklıları için kaçırılmayacak bir durak olurken, Knez Mihailova Caddesi alışveriş ve yeme-içme olanaklarıyla ünlü. 

Sırbistan’ın doğal güzellikleri arasında yer alan Tara Milli Parkı, Drina Nehri ve Uvac Kanyonu da doğa tutkunlarının ilgisini çekiyor. Bu büyüleyici ülke, her köşesinde keşfedilmeyi bekleyen birçok güzellik barındırıyor. Canlı gece hayatı, mimari yapıları ve lezzetli mutfağı ile Sırbistan, vizesiz seyahat etmek isteyenler için sadece uçak bileti alarak gidebilecekleri mükemmel bir rota. 

 

 

Wingie Enuygun Group Hakkında: Wingie Enuygun Group, teknolojik gelişmelerin öncüsü olan, dijital düşünen ve kullanıcılarına en kusursuz deneyimi sunmak için çalışan seyahat odaklı bir teknoloji şirketidir. Wingie Enuygun Group, her ay en uygun seçeneklerle buluşturduğu 22 milyonun üzerinde ziyaretçisi ile Türkiye’de seyahat sektörünün online dönüşümüne yön veriyor. Hizmet verdiği alanlar arasında uçak bileti, otel, otobüs bileti, araç kiralama, transfer, finans ve sigorta yer alıyor. 15 milyonun üzerinde uygulama indirme ile seyahat sektöründe öncü olma özelliğini taşıyan ENUYGUN, 2028’e kadar dünyanın en büyük 5 online seyahat pazaryeri arasına girme vizyonuna paralel olarak, global markası Wingie ile 6 dilde hizmet sunuyor.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Sıla Türkoğlu’nun Marka Yüzü Olduğu Signal Reklam Filmi Yayında!

Başarılı performansı ve kamera arkasındaki enerjisiyle büyük beğeni toplayan Türkoğlu, güzel gülüşü ve pozitif tavırlarıyla Signal’in “bembeyaz gülüş” sloganına hayat verdi.

Çekimler boyunca pozitif enerjisi ve profesyonelliğiyle dikkat çeken Türkoğlu, “Gülüşümüz, hayattaki en güçlü ifademiz. Signal White Now Color Correct ile bembeyaz bir gülüşe hayat vermek ve Signal’in marka yüzü olmak benim için harika bir deneyim oldu. Signal ailesinin bir parçası olmaktan dolayı çok mutluyum ve bu yolculuk için de büyük bir heyecan duyuyorum” ifadelerinde bulundu.

Yeni Signal White Now Color Correct, E vitamini içeren formülü ve yenilikçi Color Correct teknolojisiyle* ilk fırçalamadan itibaren yılların sararma etkisini geri çevirerek 3 kata kadar anında beyazlık etkisi sunuyor.** Düzenli kullanımda ise uzun süreli beyazlık***sağlayarak kullanıcıları bembeyaz gülüşlere bir adım daha yaklaştırıyor.

Sıla Türkoğlu’nun marka yüzü olduğu Signal White Now Color Correct reklam filmi, TV ve tüm dijital platformlarda yayında!

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Akfen Grubu Şirketleri İklim Değişikliği Kuruluşu CDP’den Yüksek Not Aldı

Buna göre Akfen Yenilenebilir Enerji, Akfen GYO ve Akfen İnşaat SME kategorisindeki İklim Değişikliği alanında bu kategorinin en yüksek notu olan B derecesini almaya hak kazandı. Akfen Holding ise İklim Değişikliği kategorisinde B skoru almayı başarırken, Su Güvenliği kategorisinde ise B- puanı elde etti. Bu başarılar, şirketlerin çevresel yönetim konusundaki güçlü yaklaşımlarını ve sürdürülebilirlik alanındaki kararlılıklarını ortaya koyması bakımından önem taşıyor.

 

Akfen Grup Sürdürülebilirlik Lideri Emre Sezgin, son yıllarda sürdürülebilirlik trendlerinin çevreyi aşarak inovasyon, yeşil teknolojiler ve karbon nötrlüğü gibi alanlarda büyük dönüşüm yarattığını vurgulayarak, “Her yıl daha fazla adım atarak, küresel sürdürülebilirlik trendleriyle uyumlu bir şekilde ilerlemeyi ve gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmayı hedefliyoruz” ifadelerini kullandı.

 

Dünyanın en prestijli çevre raporlama platformu olan Carbon Disclosure Project – Karbon Saydamlık Projesi (CDP), 2024 yılı iklim değişikliği ve su güvenliği derecelendirme sonuçları açıkladı.

Dünyadaki en geniş iklim veri tabanına sahip CDP bünyesinde iklim, su güvenliği ve ormansızlaştırma alanındaki çalışmaların değerlendirildiği sonuçlara göre Akfen Yenilenebilir Enerji, Akfen GYO ve Akfen İnşaat, SME kategorisinde başvuru yaparak, İklim Değişikliği alanında her biri bu kategorinin en yükseği olan B notunu almaya hak kazandı. Akfen Holding ise İklim Değişikliği kategorisinde B skoru alırken, Su Güvenliği kategorisinde ise B- puanı elde etti. Bu başarı, şirketlerin çevresel yönetim konusundaki güçlü yaklaşımlarını ve sürdürülebilirlik alanındaki kararlılıklarını ortaya koyması bakımından önem taşıyor.

 

Karbon Saydamlık Projesi (CDP), iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak ve doğal kaynakları korumak amacıyla iş dünyasının işleyiş şeklini değiştirmek üzere çalışan ve kar amacı gütmeyen Londra merkezli uluslararası bir kuruluş olarak öne çıkıyor. Şirketlerin doğal kaynakları nasıl kullandığını ve faaliyetlerinin sınırlı kaynaklar üzerindeki etkilerini değerlendiren bir uluslararası raporlama platformu olarak bilinen CDP, çevresel riskleri yöneten şirketlerin faaliyetlerini şeffaf bir şekilde raporlayarak, yatırımcıların daha bilinçli kararlar almasına yardımcı oluyor.

 

AKFEN GRUP SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK LİDERİ EMRE SEZGİN:

BU KONUDAKİ KARARLILIĞIMIZIN BİR GÖSTERGESİ

 

Akfen Grup Sürdürülebilirlik Lideri ve Akfen Çevre ve Su Genel Müdürü Emre Sezgin konuyla ilgili olarak şu görüşleri paylaştı:

 

“Akfen Grubu olarak, 2024 yılı CDP değerlendirmesinde elde ettiğimiz skor, çevresel yönetim ve sürdürülebilirlik konusundaki kararlılığımızı ve attığımız adımların doğruluğunu gösteriyor. İklim değişikliği, su güvenliği ve doğal kaynakların korunması, dünyanın en büyük sorunları arasında yer alıyor. Bu sorunlara karşı küresel düzeyde hızla artan bir farkındalık ve aksiyon görüyoruz.

 

Son yıllarda, sürdürülebilirlik trendleri sadece çevreyle sınırlı kalmayıp, iş dünyasında inovasyon, yeşil teknolojiler ve karbon nötrlüğü gibi alanlarda da büyük bir dönüşüm yaratıyor. Birçok küresel şirket, ESG (Çevresel, Sosyal ve Yönetişim) kriterlerini stratejilerinin ayrılmaz bir parçası haline getiriyor. Bu doğrultuda, biz de Akfen Grubu olarak sürdürülebilirliğe yatırım yapmayı, ekiplerimizi güncel standartlar doğrultusunda eğitmeyi ve geliştirmeyi, enerji verimliliğini artırmayı ve karbon ayak izimizi azaltmayı hedefliyoruz.

 

Akfen Holding ve grup şirketleri olarak aldığımız skor, gezegenimizin karşı karşıya olduğu çevresel zorlukları ele alırken, iş süreçlerimize çevresel sorumluluğu nasıl entegre ettiğimizi ve sürdürülebilirliği nasıl merkezi bir iş stratejisi haline getirdiğimizi gösteriyor. Bu konuda her yıl daha fazla adım atarak, küresel sürdürülebilirlik trendleriyle uyumlu bir şekilde ilerlemeyi ve gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak için tüm gücümüzle çalışmayı devam etmeyi hedefliyoruz.”

 

AKFEN HOLDİNG SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

YAKLAŞIMINI TÜM ALANLARA YANSITIYOR

 

Kurulduğu 1976 yılından bu yana Türkiye ve yurtdışında farklı alanlarda sayısız projeler hayata geçiren Akfen Holding, bu projelerin yer aldığı bölgelerde iştirakleriyle birlikte eğitim, kadın, ekonomi ve çevre başlıklarında farkındalık oluşturmak adına şimdiye dek binlerce insanın hayatına dokundu. Türkiye’de Birleşmiş Milletler’in Küresel İlkeler Sözleşmesi’ni ve Kadının Güçlenmesi Prensipleri’ni (WEPs) imzalayan ilk Holding unvanını alan Akfen, cinsiyet eşitliği için küresel bir dayanışma hareketi olan HeForShe’ye de destek veriyor.

Sürdürülebilir refahın ancak ekonominin yanı sıra insana ve topluma yatırımla mümkün olduğunu benimseyen Akfen, kurumsal sosyal sorumluluk projelerini Akın Ailesi tarafından 1999 yılında kurulan Türkiye İnsan Kaynakları Eğitim ve Sağlık Vakfı (TİKAV) bünyesinde yürütüyor. Bununla birlikte Akfen Holding Yönetim Kurulu Üyesi Pelin Akın Özalp, daha kapsayıcı, sürdürülebilir ve güvenilir bir kapitalizm biçimi yaratmak için özel sektörün potansiyelinden yararlanmak amacıyla kurulmuş, kâr amacı gütmeyen küresel bir kuruluş olan Inclusive Capitalism’in Yönetim Kurulu’nda görev yapıyor.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı