Yıllık arşivler: 2025

Çocuklar için güvenli diş tedavisi nasıl olmalı? Anestezi kullanımı hafife alınmamalı!

Genel anestezi ve sedasyon yöntemlerinin özellikle diş hekimi korkusu olan, uzun süreli tedavi gerektiren veya özel gereksinimli çocuklar için ideal olduğunu dile getiren Doç. Dr. Barış Karabulut, “Bir merkezde çocuk ya da yetişkin hastaların uyutularak tedavi edilebilmesi için A tipi ağız diş sağlığı merkezi lisansı ve ruhsatının alınmış olması ve tam teşekküllü bir ameliyathaneye sahip olması şarttır.” dedi. Doç. Dr. Barış Karabulut ayrıca, komplikasyon riskini en aza indirmek için işlem öncesi tıbbi tetkiklerin yapılması ve hastaların tıbbi geçmişlerinin bilinmesinin de şart olduğuna vurgu yaptı.

Üsküdar Diş Hastanesi Çocuk Diş Hekimi Doç. Dr. Barış Karabulut, çocuklarda genel anestezi ve sedasyon ile yapılan diş tedavileri hakkında bilgi verdi.

Anestezi işlemleri esnasında ve sonrasında pek çok komplikasyon görülebilir!

Genel anestezi ve sedasyon işlemleri için herhangi bir yaş sınırı bulunmadığını dile getiren Doç. Dr. Barış Karabulut, “Önemli olan işlem öncesi gerekli tüm tıbbi ve radyolojik tetkiklerin yapılması, tam teşekküllü bir ameliyathane ortamında ehil bir anestezi ekibinin olmasıdır.” dedi.

Anestezi işlemleri esnasında ve sonrasında hafiften şiddetliye pek çok komplikasyon görülebildiğini ifade eden Doç. Dr. Barış Karabulut, bu komplikasyonların kolaylıkla ortadan kaldırıldığını söyledi. Doç. Dr. Barış Karabulut, “Önemli olan yeterli tecrübede ameliyathane ekibinin ve sağlık alt yapısı üst düzeyde olan bir kurumun seçilmesidir.” diye konuştu.

“Anestezi bazen çok hafife alınıyor!” 

Diş uygulamalarında anestezinin bazen çok hafife alındığını kaydeden Doç. Dr. Karabulut, öncelikle hangi çocuklara genel anestezi altında tedavi uygulanacağının belirlenmesinin önemine vurgu yaptı. Doç. Dr. Barış Karabulut, şunları anlattı:

“Genel anestezi ve sedasyon diye iki başlık var aslında. Sedasyon anestezinin daha hafif hali. Tıbbın tüm dallarında olduğu gibi her zaman basitten zora doğru gitmek ana hedefimizdir. Öncelikle mümkün olan hastalarda sedasyon yöntemi denenmeli. Sedasyonla genel anestezi arasında önemli farklar bulunuyor. Sedasyonda entübasyon yapılmasına gerek kalmadan basit ve kısa süreli işlemler kolaylıkla yapılabilir. Kişinin bilinci yerinde olabilir. Hafif uyaranlara cevap verir sadece. Buna bilinçli sedasyon diyoruz. Daha uzun süreli ve komplike işlemler için derin sedasyon tercih edilir. Derin sedasyonda hasta tam uyku halindedir ancak kendi kendine soluk alıp verebilir.”

Diş tedavisinde anestezi kullanımı için tam teşekküllü bir ameliyathane şart!

Bir merkezde çocuk ya da yetişkin hastaların uyutularak tedavi edilebilmesi için A tipi ağız diş sağlığı merkezi lisansı ve ruhsatının alınmış olması gerektiğini belirten Doç. Dr. Barış Karabulut, “Tam teşekküllü bir ameliyathane olması şarttır. Anestezi cihazları, anestezi teknisyeni, hemşiresi, tüm ilaçları, yani olası komplikasyonlarda müdahale edecek anestezi ekibi, tekrar hayata döndürecek ekibin hazır bulunması gerekir. Genel anesteziden sonra en az 4 saat hasta gözlem altında tutulmalı, her şeyin normal olduğuna emin olunduktan sonra taburcu edilmelidir.” dedi.

Anestezi öncesinde hastalara her zaman belli tahlillerin yapılması gerektiğini ve tüm tıbbi geçmişin de bilinmesinin önemli olduğunu kaydeden Doç. Dr. Karabulut, “Hasta, eski hastalıkları, geçirmiş olduğu ameliyatları, kullandığı ilaçları anestezi uzmanıyla paylaşmalı. Operasyondan hemen önce tekrar bir muayene ile operasyona uygunluk değerlendirilir. Operasyon esnasında çok dikkatli çalışmak, kanama kontrollerinin iyi yapılması olası komplikasyonları önlemede son derece önemlidir.” şeklinde konuştu.

Sedasyon, hastanın çok kısa sürede normal hayatına dönmesini sağlıyor

Sedasyonun genel anesteziden en önemli avantajının çoğunlukla hava yoluyla hasta uyutulduğu için sedasyon bittiği anda vücutta ilacın kalmaması olduğunu söyleyen Doç. Dr. Barış Karabulut bu sebeple hastanın taburcu olması ve normal hayatına dönmesinin çok kısa sürdüğünü söyledi.

Genel anestezi sırasında sıklıkla nazal entübasyon yapılabildiğini ifade eden Doç. Dr. Barış Karabulut Karabulut, burun mukozasının çok duyarlı olduğunu ve mutlaka kanama kontrolünün çok dikkatli yapılması gerektiğini vurguladı.

Diş hekimlerinin ağız ortamında çalıştığı için genelde nazal entübasyon yapılmasını istediklerini anlatan Doç. Dr. Karabulut, “Burunda deviasyon, polip veya aşırı darlık durumunda ısrarcı olmayıp ağızdan entübasyonla da çalışabiliriz.” dedi.

Korkulmamalı ancak ciddiye alınmalı

Anestezi ile diş tedavisi konusunda hastalara ‘gözünüzde büyütecek kadar korkulacak bir olay da değil, ama çok hafife alınacak bir olay da değil’ dediklerini kaydeden Doç. Dr. Barış Karabulut, “Bu işlemlerin doğru bir yerde, doğru bir hekimle, yetkin bir ekip ve yeterli altyapının olduğu bir hastane ortamında yapılması şart.” şeklinde konuştu.

Özel gereksinimli çocukların da anestezi uygulamalarıyla tedavi edildiğini kaydeden Doç. Dr. Karabulut, burada da sedasyon veya anestezi arasındaki ayrımı, yapılacak işlemlerin süresinin belirlediğini aktardı.

Genel anestezi, yapılan işlemlerin kalite ve başarısını artıran bir avantaj sağlıyor…

Diş hekiminden çok korkan yetişkin hastalara da genellikle sedasyonun uygulandığını anlatan Doç. Dr. Barış Karabulut, sözlerini şöyle tamamladı:

“Yaş sınırı yok. Yeni doğandan yetişkinlere kadar her yaş grubu hastaya, özellikle yetişkinler için söylüyorum, diş hekimi korkusu olan, öğürme refleksi olanlara da uyguluyoruz. Bu tip hastalar ağızlarını belli bir seviyeden fazla açınca veya ağıza ayna dahi girdiğinde öğürmeye başlarlar ve tedavileri neredeyse imkansız hale gelir. Ayrıca çok fazla seans gerektiren, koltukta uzun süre tedavi zamanı gerektiren işlemler tek seferde bitirilmiş olur. Mesela ağır diş çekimleri, implant uygulamaları, ölçü aldırma…Yabancı hastalarda da sağlık turizmi kapsamında kısa zaman diliminde işlemlerinin bitmesi gerekiyor. Genel anestezi altında bütün diş çekimleri, kanal tedavileri, dolgular, implantlar yapılıyor. Ölçüleri alınıyor, hemen geçici protezleri yapılıp hastaya uygulanıyor. Bu da hastalar ve klinikler için zamandan tasarrufun yanında yapılan işlemlerin kalite ve başarısını artıran bir avantaj sağlıyor.”

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Arabesk müzik türü değil, kitlesel bir olay!

Ferdi Tayfur’u halkın sahiplendiğini ve hiç vazgeçmediğini de anlatan Prof. Dr. Nazife Güngör, “Çünkü O hep onlarla kalmayı başardı. Ne yaşam tarzını ne de müzik formunu hiç değiştirmedi, değiştirmeye de çalışmadı.

Dolayısıyla da kitlelerin sevgisini hiç yitirmedi.” dedi. Arabeskin, bir müzik türü olmaktan çok kitlesel bir olay olduğunu kaydeden Güngör, “Bir kitle kültürü ya da bugünkü adıyla bir popüler kültürel türdür. Orada müzik sanatının incelikleri, notalar, enstrümanlar, söyleniş tarzı çok da önemli değil, önemli olan şey sanatçının kim olduğu, hangi yaşam koşullarından geldiği, nasıl yaşadığı ve ne söylediğidir.” dedi.

 

Üsküdar Üniversitesi Rektörü, İletişim Bilimci Prof. Dr. Nazife Güngör, Arabesk müziğin en önemli isimlerinden Ferdi Tayfur’un ölümünün ardından arabesk konusunu değerlendirdi.

Halk kendinden bilirse daha çok sahipleniyor

Aynı zamanda 1993 yılında ‘Arabesk’ isimli bir kitabı da kaleme alan Prof. Dr. Güngör, arabesk müziğin en önemli isimlerinden Ferdi Tayfur’un 1970’li yılların arabeskine damgasını vurmuş bir isim olduğunu söyledi. Güngör, “Melankolik şarkı sözleri, hüzün dolu nağmeleriyle halkın gönlünde taht kurmuş bir sanatçı. Halkın sevgisini kazanmasının tek nedeni şarkılar değil elbet. Halk kendinden bilirse daha çok sahiplenir. Ferdi Tayfur’u halk kendinden bildi. Yaşam tarzıyla, yaşam mücadelesiyle O halktan biriydi, dolayısıyla da halkın sesi olabilmişti. 1960’ların ve 70’lerin toplumsal değişim sürecinin müzikteki yansımasıydı Ferdi Tayfur. Kırdan kente göçün neden olduğu bunalım sürecine ses vermişti. Yerinden edilmişliğin, ancak yer edinememişliğin umutsuzluğuna belki de bir nebze umut olmuştu şarkılarıyla. Kentte henüz kabul göremeyen yeni kentlinin kenardaki yolculuğuna yoldaş, duygudaş olmuştu belki de yanık sesiyle.” dedi.

Arada kalmışlığın sesiydi arabesk…

1970’ler Türkiye’sinin bir yandan kırdan kente göçe hazırlıksız yakalanmış olduğunu, dolayısıyla da işsizlik, yoksulluk ve yersizliğin toplumda büyük bir kaosa neden olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nazife Güngör, şöyle devam etti:

“İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerin çevresini gecekondular sarmıştı. İnsanlar kendi olanaklarıyla inşa ettikleri derme çatma evlerde, alt yapıdan, elektrik, su, ulaşım olanaklarından yoksun biçimde yaşama tutunmaya, yeni yaşamlarına uyum sağlamaya çalışıyorlardı. Kırdan kopmuşlardı, ancak kentli de olamamışlardı. İşte bu arada kalmışlığın sesi olmuştu arabesk şarkıların hüzün dolu sözleri. Müzik değildi mesele, müzikte dile gelen sözlerdi, bazen umut veren, bazen de umutsuzluğu ören şarkı sözleri. Huzurum kalmadı, batan güneş, yuvasız kuşlar, yaktı beni, bırak şu gurbeti, yüreğimde yara var…”

Halkın sesi olabilmişti Ferdi Tayfur…

Sanatçının yaşam tarzının da önemli olduğunu ve Ferdi Tayfur’un tam da burada hayran kitlesiyle bütünleştiğini dile getiren Prof. Dr. Nazife Güngör, şunları söyledi:

“Gecekondulular sevmişti Ferdi’yi. Onu kendilerinden biri gibi görüyorlardı çünkü. O da zaten şarkılarına kendi yaşam mücadelesini yansıtıyordu. Dinleyicisiyle empati kurmak, onları anlamak, onlara ulaşabilmek hiç zor değildi Ferdi için. O da kırdan, yoksulluktan çıkıp gelmişti İstanbul’a, tutunmaya çalışıyordu yaşama, kendisini kabul ettirmeye, uyumlanmaya. Zordu, hem de çok zordu. Ama gayret ederek, umudu besleyerek olacaktı. Olmalıydı. Kendi yaşam mücadelesi, acıları, umutsuzluktan umuda kıvranışları şarkılarında dile gelmişti. Dolayısıyla da halkın sesi olabilmişti Ferdi Tayfur.   Plakları kapış kapış, konserlerine yüzbinler katılıyordu. Kimisi için Ferdi Abi, kimisi için Ferdi Baba olmuştu. Arabeskin de kralı ilan edilmişti.”

Arabeskin böylesine ilgi görmesinin nedeni neydi?

Bir taraftan da bu yeni müzik formuna ilişkin tartışmalar başladığını hatırlatan Prof. Dr. Nazife Güngör, “En iyi müzik okullarında eğitim alanlar, müziğin en kalitelisini yapanlar kitlelerden o kadar da ilgi görmezken bu yeni tarzın böylesine ilgi görmesinin nedeni neydi acaba? Müzisyenler, müzik araştırmacıları, sosyologlar, sosyal psikologlar işin aslını öğrenmek için harekete geçmişlerdi. Pek çok çalışma yapıldı, yazılıp çizildi. Kitleleri bu denli etkileyen neydi acaba? Bu dünyadan ve de bu toplumdan nice müzisyen gelip geçmişti. Türküler, halk deyişleri, klasik müzik, sanat müziği vs. Ama ilk kez bir müzik formu kitlesel düzeyde ilgi görüyordu. Ferdi Baba, Orhan Baba, Müslim Baba vs. Halk sevdi bu sanatçıları. Yaptıkları müziğin sanat değerini tartışmak çok da önemli değil bence. Oraları çoktan geçtik. Kitleleri bir biçimde yakaladılar ve kendilerine bağladılar. Bunu boş ya da anlamsız bir olay olarak değerlendirmek de doğru olmaz. Demek ki kitlelerin duygu dünyasına girebildiler. Ama duygu dünyasına girebilmek, kitlelerle bütünleşebilmek için aslında aynı yaşam deneyimlerine sahip olmak da çok önemli. İşte Ferdi Tayfur’un, Orhan Gencebay’ın, Müslüm Gürses’in kitlelerce sahiplenilmesinin belki de en temel nedeni bu.” şeklinde konuştu.

Kitleler değişim istemezler…

Ferdi Tayfur’u halkın sahiplendiğini ve hiç vazgeçmediğini de anlatan Prof. Dr. Nazife Güngör, “Çünkü O hep onlarla kalmayı başardı. Ne yaşam tarzını ne de müzik formunu hiç değiştirmedi, değiştirmeye de çalışmadı. Dolayısıyla da kitlelerin sevgisini hiç yitirmedi. Kitleler değişim istemezler. Uyum sağlamaları zordur çünkü. Kendilerine benzeyene koşarlar o nedenle de. Arabesk sanatçılarının bunca ilgi görmelerinin en temel nedenlerinden biri bu bence.” dedi.

Arabesk bir müzik türü değil…

Arabeskin, bir müzik türü olmaktan çok kitlesel bir olay olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nazife Güngör, “Bir kitle kültürü ya da bugünkü adıyla bir popüler kültürel türdür. Orada müzik sanatının incelikleri, notalar, enstrümanlar, söyleniş tarzı çok da önemli değil, önemli olan şey sanatçının kim olduğu, hangi yaşam koşullarından geldiği, nasıl yaşadığı ve ne söylediğidir. İşte Ferdi Tayfur’u Ferdi Tayfur yapan tam da budur. Bir diğer nokta ise kitlesel olanın aynı zamanda politik ve ideolojik de olabilmesidir. Arabesk müziğin ve sanatçılarının kitlesel düzeyde beğeni kazanmalarının önemli bir nedeni de budur. Halkın ilgisini çeken, kitleler tarafından sahiplenilen sanatçılar veya sanat olayları çoğu zaman popüler siyasetin aygıtı haline getirilebilmekte, ideolojik bir değer yüklenebilmektedirler. Türkiye’de özellikle de 1980’lerin başından itibaren arabesk olayının popüler siyasetin aracı haline geldiğini görüyoruz. Bu nedenle de arabesk müzik sanatçıları çoğu zaman politik olarak da konumlandırılmışlardır.” diye konuştu.

Arabesk Türkiye’de kendi tarzını buldu…

Kitlesel düzeyde popülerlik kazanan sanatçıların çoğunun bir biçimde politik olarak konumlandırıldığı, ideolojik olarak anlamlandırıldığının da söylenebileceğini ifade eden Prof. Dr. Nazife Güngör, “Ancak zamanla arabesk müziğin de en azından Türkiye’de kendi tarzını bulduğu ve kendisine özgü bir müzikal form olarak müzik sanatı içindeki yerini aldığını görüyoruz. Bunun için zorlu bir mücadele süreci gerekiyordu. Arabesk müzik sanatçılarının belki de en zorlu mücadeleleri bu yönde oldu. Yasaklamalar, kısıtlamalar, ama son kertede kendi dinleyici kitlesi olan bir müziğin yaşam hakkının olduğu da kabul edildi. İşte Ferdi Tayfur da bu yöndeki mücadelenin öncü isimlerinden biri olarak Türkiye’nin popüler müziği olan arabeskin gelişmesine, yerleşmesine büyük emek verdi. Halkın sesi oldu. Halkın sevgisini kazandı, kitlelerin beğenisini topladı. Emekler boşa gitmedi, kitlelerin sevgisi, bağlılığı devam etti. Nitekim son yolculuğuna da gözyaşları, şarkılar ve alkışlarla uğurlandı.” şeklinde sözlerini tamamladı.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

EÜ’de “Tarihsel Süreçte Anadolu’da Atık Yönetimi” sergisi düzenlendi

Ege Üniversitesi (EÜ) Edebiyat Fakültesi, EÜ İzmir Araştırma ve Uygulama Merkezi, Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Fen Fakültesi ve DEÜ Mühendislik Fakültesi iş birliğinde yürütülen “Küçük Menderes Bölgesindeki Kırsal Yerleşim Yerlerinde Atık Giderme Alışkanlıklarının Geçmişten Günümüze Karşılaştırılması” isimli TÜBİTAK 3005 projesi kapsamında  “Tarihsel Süreçte Anadolu’da Atık Yönetimi” başlıklı sergi gerçekleştirildi.

EÜ Edebiyat Fakültesi Fuaye Alanında düzenlenen serginin küratörlüğünü EÜ İzmir Araştırma ve Uygulama Merkez Müdürü Doç. Dr. Olcay Pullukçuoğlu Yapucu ve DEÜ Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Serpil Özmıhçı üstlendi. Sergiye EÜ Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yusuf Ayönü’nün yanı sıra fakültelerin akademisyenleri ve öğrenciler katıldı.

Sergi hakkında konuşan Doç. Dr. Pullukçuoğlu Yapucu,  “Bu bir TÜBİTAK Projesi. Bizler disiplinlerarası bir proje gerçekleştirdik. Dokuz Eylül Üniversitesi ve Ege Üniversitesi ile Çevre Mühendisliği Bölümü, İstatistik Bölümü ve Tarih Bölümleri olarak TÜBİTAK’a ortaklaşa başvurduk. Bu proje, sosyal bilimlerin de uygun gördüğü TÜBİTAK 3005 projesidir. Sergimiz, hazırladığımız proje ekibimizin sahadaki çalışmalarını özetleyen fotoğraflardan oluşmaktadır. Materyallerimizi sergilemek, yeniden değerlendirme ile neler yapılabilir ana hatlarıyla görmek istedik” diye konuştu.

“Hedefimiz atık sorununa bir çıkış yolu aramak”

Gerçekleştirilen TÜBİTAK 3005 projesi ile ilgili bilgi veren Doç. Dr. Pullukçuoğlu Yapucu, “Hedefimiz geçmişin unutulmuş atık giderme alışkınlarının günümüze nasıl uyarlanabildiğini görmektir. Elbette ki bu bir çıkış yolu. Gezegenimizin geldiği nokta ortada. ‘Atıktan nasıl kurtulabiliriz?’, ‘Geçmişte bu soruna nasıl bir çözüm üretilebiliyordu?’ gibi sorular üzerine bir çalışma yapmayı hedefledik. Çalışmalarımıza 2022 yılında başladık ve sahada devam ettik. Küçük Menderes Bölgesini ele aldık. O bölgede kırsalda yürüttüğümüz çalışmalarda hatırlanan atık giderme alışkanlıklarını derlemeye çalıştık ve günümüz teknolojisi ile kayıt altına aldık. Geçmişin alışkanlıklarıyla günümüzü bu şekilde karşılaştırmaya çalıştık. Şimdi ise köylere giderek gençlere yönelik eğitimler veriyoruz. Önümüzdeki günlerde İzmir’in  Bayındır ilçesine birkaç okulda eğitim vermek için gideceğiz. Hedefimiz atık sorununa bir çıkış yolu aramaktır” dedi.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Legends of Istanbul Başlıyor!

Dijital teknoloji ile klasik tiyatro anlatımını birleştiren ve etkileyici bir performans ile sahneye taşıyan Legends of Istanbul, 12 Ocak Pazar günü saat 16.00’da Sultanahmet Abud Efendi Konağı sahnesinde izleyicilerle buluşuyor.

 

Eşsiz bir sahne deneyimiyle izleyicilerle buluşmaya hazırlanan Legends of Istanbul, dünyanın en kadim şehirlerinden biri olan İstanbul’un binlerce yıllık büyüleyici geçmişini sahnede yaşatmayı hedefliyor.  Sultanahmet Abud Efendi Konağı sahnesinde izleyicilerle bir araya gelecek olan Legends of Istanbul’un ilk gösterimi 12 Ocak Pazar günü saat 16.00’da yapılacak. 

 

İstanbul’un Sırlarla Dolu Hikayelerini Büyülü Bir Atmosferde Keşfetme Fırsatı Sunuyor

 

Tarihi efsanelerin ve kültürel zenginliklerin görkemli bir anlatımla hayat bulduğu Legends of Istanbul, izleyicilere İstanbul’un sırlarla dolu hikayelerini büyülü bir atmosferde keşfetme fırsatı sunuyor. Gösteride, İstanbul’un en ikonik hikayeleri ve efsaneleri, dijital perde, görsel efektler, büyüleyici danslar ve usta oyunculuklarla sahnede canlanıyor. İngilizce seslendirme ile sahnelenecek olan gösteride, Türkçe ve İngilizce altyazılar da izleyicilere sunulacak.

 

Tarihi Kahramanlar Sahnede Yeniden Hayat Buluyor

 

Mitolojik kahraman Medusa’nın hikayesinin yanı sıra, Legends of Istanbul adlı gösteride İstanbul’un tarihi kahramanları Hürrem Sultan, Mimar Sinan ve Hezarfen Ahmet Çelebi gibi karakterler de yeniden hayat buluyor. Galata Kulesi’nden uçuş, fetih sahnelerindeki kahramanlıklar ve Ayasofya’nın tarihsel yolculuğu, gösteride unutulmaz bir şekilde izleyicilere sunuluyor.

 

İstanbul’un derinlerine yolculuk yaptıran gösterinin en dikkat çeken bölümleri arasında Yerebatan Sarnıcı’nda Medusa’nın laneti, Kız Kulesi’nin kehanetle örülü yılan prenses hikayesi, Hezarfen’in Galata’dan gökyüzüne uzanan özgürlük yolculuğu ve Osmanlı ihtişamının sembolü Süleymaniye Camisi’nin inşa süreci yer alıyor.  Gösteride kullanılan dijital sahne tasarımları, özel ışık oyunları ve ses efektleri, İstanbul’un tarihi dokusunu çağdaş bir şekilde yansıtıyor. İzleyiciler, gerçeklik ve hayal gücü arasında sınırları zorlayan bir sanat deneyimiyle büyüleniyor.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Gül Gökçe Korkmaz’ın 2025 Hedefleri Büyük

Modellik ve oyunculuk kariyerinden sonra müzik dünyasında en önemli çıkışını son şarkısı “Hey Ya”yla yapan Gül Gökçe Korkmaz sözü ve müziği kendisine ait olan şarkının aldığı yorumlardan mutlu.

2025’e “Üretme” parolasıyla giren Gül Gökçe Korkmaz’ın ilk hedefi müzik kariyerine yeni şarkılar katmak. Repertuarına bir Sezen Aksu coverı eklemek için çalışmalara başlayan Gül Gökçe Korkmaz, 2025 boyunca yine kendi bestelerini hayata geçirmek istiyor.

Müzikle birlikte oyunculuğa da geri dönmeyi hedefleyen Gül Gökçe Korkmaz, dijital platformda yayınlanacak bir gençlik dizisiyle görüşme halinde.

Çok çalışmanın bu yıl kendisine şans ve dinginlik getireceğine inanan Gül Gökçe Korkmaz sahne çalışmalarının da artacağını dile getirdi. 

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Egeli iletişimciler kolajlarını sergiledi

Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencileri, “Sanat Akımları ve Sinema” ile “Reklamcılık ve Sanat Akımları Etkileşimi”  dersleri kapsamında hazırladıkları kolajları, Fakülte Fuaye Alanında düzenlenen “Uluslararası Kolaj 2024 Güz Sergisi” kapsamında beğeniye sundu. Küratörlüğünü İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema öğretim üyesi Doç. Dr. Burcu Balcı ve Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi Dr. Öğretim Üyesi Onur Akşit’in yaptığı sergiye İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bilgehan Gültekin, Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Füsun Topsümer, Radyo, Televizyon ve Sinema Bölüm Başkanı Prof. Dr. Lale Kabadayı, akademisyenler ve öğrenciler katıldı.

Sergi hakkında bilgi veren Küratör Doç. Dr. Burcu Balcı, “Bu çalışmaları derslerimiz kapsamında yılda iki kez sergiliyoruz. Kolajların temaları; müzik, sanat, sinema, spor ve moda olarak belirlendi. Bu temalar üzerinden öğrencilerimizi biçimsel olarak sanatlarında özgür bırakarak onlardan kendi  kolajlarını yapmalarını istedik. Eserler, kes-yapıştır tekniği kullanılarak oluşturuldu. Bu teknikler oluşturulmadan önce eserlere ilham kaynağı olan sanat akımları, resimler, ressamlar, sinemadan örnekler gibi pek çok kaynakla öğrencilerimizi buluşturduk. Öğrencilerimiz, ilgilerini çeken tekniklerden etkilenerek ve ilham alarak kolajlarında tercih ettiler. Kolajlarımız iki boyutlu, üç boyutlu ve aynı zamanda katmanları olan özgün çalışmalardır. Kolajların üzerinde karekodlar bulunmakta. Sergiyi gezen ziyaretçiler, kolajları incelerken bu karekodları okutarak kolajla ilgili müziği de dinleme fırsatı buluyor. Dolaysıyla öğrencilerimiz için son derece yaratıcı, ilgi çekici, kendilerini sanatsal olarak ifade edebildikleri önemli çalışmalar ortaya çıktı” dedi.

Sergi kapsamında Dekan Prof. Dr. Bilgehan Gültekin, öğrencilerle birlikte eserleri inceleyerek, kolajlarla ilgili bilgiler aldı. 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Kalekim Genel Müdürü Şirket İçi Atamayla Soner Çetinkaya Oldu

Türkiye yapı kimyasalları sektörünün lider şirketlerinden Kalekim’in yeni Genel Müdürü, şirket içi atamayla Soner Çetinkaya oldu. Kale Grubu Şirketleri çatısı altında faaliyet gösteren Kalekim, sektöre öncülük eden konumunu yeni yönetim vizyonuyla daha da güçlendirmeyi hedefliyor.

Yapı kimyasalları sektöründe Türkiye ve bölgesinde lider, Avrupa’da ise ilk beş arasında yer alan Kalekim, yeni Genel Müdürü Soner Çetinkaya’nın liderliğinde, yenilikçi yaklaşımlarıyla sürdürülebilir büyümesini devam ettirecek.

Kalekim’de Yeni Dönem

2000 yılından bu yana Kalekim bünyesinde çeşitli pozisyonlarda görev yapan Soner Çetinkaya, şirketin dinamiklerini yakından bilen ve Kalekim’in büyüme yolculuğuna yıllardır önemli katkılar sağlayan bir isim. Bu atama, Kalekim’in kendi içindeki yeteneklere verdiği değeri ve çalışanlarının kariyer gelişimini destekleme konusundaki kararlılığını bir kez daha ortaya koyuyor.

Soner Çetinkaya’nın liderliğinde Kalekim, sürdürülebilirlik, yenilikçi ürün geliştirme ve dijitalleşme alanlarındaki yatırımlarını artırarak sektördeki öncü rolünü pekiştirecektir. Şirketin temel stratejileri arasında, yapı kimyasalları sektöründe global ölçekteki başarılarını artırmak, çevre dostu ve sürdürülebilir üretim modelleri geliştirmek ve müşteri memnuniyetine dayalı hizmet anlayışını daha da güçlendirmek yer alıyor.

Soner Çetinkaya’nın liderliğiyle Kalekim, hem ulusal hem de uluslararası arenada sektöre yön veren bir marka olmaya devam edecek.

Soner Çetinkaya Hakkında

İstanbul Teknik Üniversitesi Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi mezunu olan Soner Çetinkaya, “Uçak Mühendisliği” lisans derecesini 1995 yılında almış, ardından aynı üniversitenin Fen Bilimleri Enstitüsü’nde “Uzay Bilimleri ve Teknolojisi” yüksek lisans programını 1998 yılında tamamlamıştır. Akademik başarılarının yanı sıra, işletme yönetimi alanında da kendini geliştiren Çetinkaya, 2008-2009 yılları arasında İstanbul Üniversitesi İşletme İktisadı Enstitüsü’nde “İşletme Yöneticiliği” sertifika programını tamamlamıştır.

Soner Çetinkaya, Kalekim ailesine 2000 yılında Proje Mühendisi olarak katılmış ve kariyeri boyunca şirketin stratejik projelerinde ve operasyonlarında önemli roller üstlenmiştir. Kaleterasit İşletmesi Proje ve Yatırım Şefi, Üretimlerden Sorumlu İşletme Müdür Yardımcısı ve Kaleterasit İşletme Müdürü gibi pozisyonlarda görev almıştır. Son olarak Operasyonlardan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yapan Çetinkaya, bu süreçte şirketin operasyonel verimliliğini artırma, yenilikçi çözümler geliştirme ve sürdürülebilir büyüme hedeflerine ulaşma konularında büyük katkılarda bulunmuştur.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Bağışıklığı Düşenlerde Zona Tehlikesine Dikkat

Varicella zoster virüsü (VZV) yani suçiçeğine sebep olan virüs, hastalık geçirildikten sonra omurilikteki duyusal sinir hücrelerinde uykuda kalmaktadır. Uykuda olan bu virüsün tekrar aktif olması ile ortaya çıkan bölgesel, ağrılı ve su toplaması şeklindeki deri döküntüleri de zona hastalığı olarak bilinir. Virüsün tekrar aktif olması ve zona gelişmesi için genellikle bağışıklığı düşüren bir unsur bulunmaktadır. Uykusuzluk, vücutta enfeksiyon durumu, güneş altında uzun saatler kalmak, bağışıklığı düşüren ilaçlar kullanmak ya da böyle bir hastalığa sahip olmakla birlikte, ileri yaş, stres gibi durumlar da zonaya davetiye çıkarabilir. Memorial Bahçelievler Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Uzm. Dr. Selma Salman, zona ve tedavisi le ilgili bilgi verdi. 

Son 60 yılda vakalar 4 katına çıktı

Zona genellikle ileri yaşta görülmekle birlikte suçiçeği geçiren herkeste görülebildiğinden bebeklik çağı dahil her yaşta ortaya çıkabilmektedir. 

Hastalık suçiçeği gibi solunum yoluyla bulaşmamakta; su toplamalarına direkt temas ile ya da su toplamalarının komtamine ettiği yatak, nevresim, kıyafet aracılığıyla bulaş olabilmektedir. Eğer çevremizde zona geçiren bir kişi varsa bakımı sırasında eldivensiz şekilde bireye ve temas ettiği alanlara dokunulmamalı, her temas sonrası eller yıkanmalıdır.

60 yıl içinde zona hastalığının 4 kattan fazla artmış olduğunu gösteren bilimsel veriler bulunmaktadır. Hem erken yaşlarda olup hem de sayıca artmasının sebepleri olduğu düşünülen bazı konular mevcuttur. Aşı karşıtlığının yaygınlaşması ile suçiçeği ya da zona aşısının yapılmaması, kanser ve organ nakli tedavi yöntemlerinin çeşitlenmesi ve bu hastaların bağışıklığı düşüren ilaçlar kullanması, Covid 19 gibi çeşitli enfeksiyon hastalıklarının yaygınlaşması da bağışıklık sistemimizi etkileyerek zona artışına yol açmış olabilmektedir. Ancak yapılan çalışmalarda istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki kurulamamış ve bu konuda daha fazla araştırma gerektirdiği belirtilmiştir. 

Güçlü bağışıklık, sakin zona hastalığı 

Bağışıklığımız ne kadar kuvvetliyse zona hastalığı o kadar sakin geçer. Genç bireylerde, suçiçeği aşısı olanlarda, bağışıklığı düşüren ilaç kullanmayan ya da HIV- kanser gibi bağışıklığı düşüren bir hastalığı olmayanlarda hastalık küçük bir alanda ağrısız su toplamaları şeklinde gelişmekte, hiç tedavisiz bile iz bırakmadan maksimum 1 hafta içinde iyileşmektedir. 

Vücutta saçlı deri, yüz, gövde, kol, bacak yani tüm vücut alanlarında görülebilir ancak bölgesel olarak gelişir; ağır hastalar dışında tüm vücuda yayılmamaktadır. Hastalık bir hat boyunca kızarık zemin üzerinde gruplar halinde su toplamaları olarak görülmektedir. Genellikle bahsedilen hat boyunca şiddeti değişken olan ağrı da eşlik eder. Su toplamaları ve ağrı olunca doktora başvuru beklenilen bir süreçtir ancak bazen döküntüden 1 hafta -10 gün önce tek başına ağrı gelişebilmektedir. Sebebi açıklanamayan, vücudun tek tarafında ataklar halinde gelen zonklayıcı ağrıda bu hastalıkta akla gelmelidir.

Zona aşısı hem tekrarı engeller hem de zona geçirmeyenleri korur 

Kişi nadir de olsa tekrar zona hastalığı geçirebilmektedir. Ancak genellikle bu ileri yaşlarda ve bağışıklığı bozuk bireylerde olmaktadır. 50 yaş üzeri kişilere ve bağışıklığı etkileyen hastalığa sahip olan gençlerde zona aşısı önerilmektedir. Zona aşısı hem tekrarı engellemekte hem de zona geçirmeyen kişilerde koruma sağlamaktadır. Bunun dışında genel sağlık kurallarına yeterlidir. Düzenli beslenme ve uyku ile bağışıklığınıza dikkat etmeli, dikkat edemiyorsak da ek besin takviyeleri kullanılabilmektedir.  

Yüzde gelişen zona göz içini tutmasıyla körlüğe; yüzdeki fasiyal sinire etki ederek yüz felcine; kulak içinde tutulum yaparak denge problemlerine; yine tutulum yerine göre idrar –gaita kaçırma gibi problemlere yol açabilmektedir. Hastalık geçtikten sonra da aylarca devam eden ağrılara yol açabilir (postherpetik nevralji); üzerine bakteriyel enfeksiyon da eklenirse ciltte iz bırakabilir. Bu sebeple ciddiye alınması gereken bir hastalıktır. Tüm enfeksiyöz hastalıklarda olduğu gibi 50 yaş üzeri, ek hastalıkları olan ya da kanser nedeniyle gibi bağışıklığı etkilenmiş bireylerde tüm vücuda da yayılıp ölümcül de olabilir. Hastalıkta virüse karşı antiviral haplar kullanılmaktadır. Ağrı için ağrı kesiciler bazen yeşil reçeteli ilaçlar tedaviye eklenmektedir. Ve mutlaka yara bakımı için gerekli sürme tedaviler verilmektedir. 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Bağışıklığı Düşenlerde Zona Tehlikesine Dikkat

Varicella zoster virüsü (VZV) yani suçiçeğine sebep olan virüs, hastalık geçirildikten sonra omurilikteki duyusal sinir hücrelerinde uykuda kalmaktadır. Uykuda olan bu virüsün tekrar aktif olması ile ortaya çıkan bölgesel, ağrılı ve su toplaması şeklindeki deri döküntüleri de zona hastalığı olarak bilinir. Virüsün tekrar aktif olması ve zona gelişmesi için genellikle bağışıklığı düşüren bir unsur bulunmaktadır. Uykusuzluk, vücutta enfeksiyon durumu, güneş altında uzun saatler kalmak, bağışıklığı düşüren ilaçlar kullanmak ya da böyle bir hastalığa sahip olmakla birlikte, ileri yaş, stres gibi durumlar da zonaya davetiye çıkarabilir. Memorial Bahçelievler Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Uzm. Dr. Selma Salman, zona ve tedavisi le ilgili bilgi verdi. 

Son 60 yılda vakalar 4 katına çıktı

Zona genellikle ileri yaşta görülmekle birlikte suçiçeği geçiren herkeste görülebildiğinden bebeklik çağı dahil her yaşta ortaya çıkabilmektedir. 

Hastalık suçiçeği gibi solunum yoluyla bulaşmamakta; su toplamalarına direkt temas ile ya da su toplamalarının komtamine ettiği yatak, nevresim, kıyafet aracılığıyla bulaş olabilmektedir. Eğer çevremizde zona geçiren bir kişi varsa bakımı sırasında eldivensiz şekilde bireye ve temas ettiği alanlara dokunulmamalı, her temas sonrası eller yıkanmalıdır.

60 yıl içinde zona hastalığının 4 kattan fazla artmış olduğunu gösteren bilimsel veriler bulunmaktadır. Hem erken yaşlarda olup hem de sayıca artmasının sebepleri olduğu düşünülen bazı konular mevcuttur. Aşı karşıtlığının yaygınlaşması ile suçiçeği ya da zona aşısının yapılmaması, kanser ve organ nakli tedavi yöntemlerinin çeşitlenmesi ve bu hastaların bağışıklığı düşüren ilaçlar kullanması, Covid 19 gibi çeşitli enfeksiyon hastalıklarının yaygınlaşması da bağışıklık sistemimizi etkileyerek zona artışına yol açmış olabilmektedir. Ancak yapılan çalışmalarda istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki kurulamamış ve bu konuda daha fazla araştırma gerektirdiği belirtilmiştir. 

Güçlü bağışıklık, sakin zona hastalığı 

Bağışıklığımız ne kadar kuvvetliyse zona hastalığı o kadar sakin geçer. Genç bireylerde, suçiçeği aşısı olanlarda, bağışıklığı düşüren ilaç kullanmayan ya da HIV- kanser gibi bağışıklığı düşüren bir hastalığı olmayanlarda hastalık küçük bir alanda ağrısız su toplamaları şeklinde gelişmekte, hiç tedavisiz bile iz bırakmadan maksimum 1 hafta içinde iyileşmektedir. 

Vücutta saçlı deri, yüz, gövde, kol, bacak yani tüm vücut alanlarında görülebilir ancak bölgesel olarak gelişir; ağır hastalar dışında tüm vücuda yayılmamaktadır. Hastalık bir hat boyunca kızarık zemin üzerinde gruplar halinde su toplamaları olarak görülmektedir. Genellikle bahsedilen hat boyunca şiddeti değişken olan ağrı da eşlik eder. Su toplamaları ve ağrı olunca doktora başvuru beklenilen bir süreçtir ancak bazen döküntüden 1 hafta -10 gün önce tek başına ağrı gelişebilmektedir. Sebebi açıklanamayan, vücudun tek tarafında ataklar halinde gelen zonklayıcı ağrıda bu hastalıkta akla gelmelidir.

Zona aşısı hem tekrarı engeller hem de zona geçirmeyenleri korur 

Kişi nadir de olsa tekrar zona hastalığı geçirebilmektedir. Ancak genellikle bu ileri yaşlarda ve bağışıklığı bozuk bireylerde olmaktadır. 50 yaş üzeri kişilere ve bağışıklığı etkileyen hastalığa sahip olan gençlerde zona aşısı önerilmektedir. Zona aşısı hem tekrarı engellemekte hem de zona geçirmeyen kişilerde koruma sağlamaktadır. Bunun dışında genel sağlık kurallarına yeterlidir. Düzenli beslenme ve uyku ile bağışıklığınıza dikkat etmeli, dikkat edemiyorsak da ek besin takviyeleri kullanılabilmektedir.  

Yüzde gelişen zona göz içini tutmasıyla körlüğe; yüzdeki fasiyal sinire etki ederek yüz felcine; kulak içinde tutulum yaparak denge problemlerine; yine tutulum yerine göre idrar –gaita kaçırma gibi problemlere yol açabilmektedir. Hastalık geçtikten sonra da aylarca devam eden ağrılara yol açabilir (postherpetik nevralji); üzerine bakteriyel enfeksiyon da eklenirse ciltte iz bırakabilir. Bu sebeple ciddiye alınması gereken bir hastalıktır. Tüm enfeksiyöz hastalıklarda olduğu gibi 50 yaş üzeri, ek hastalıkları olan ya da kanser nedeniyle gibi bağışıklığı etkilenmiş bireylerde tüm vücuda da yayılıp ölümcül de olabilir. Hastalıkta virüse karşı antiviral haplar kullanılmaktadır. Ağrı için ağrı kesiciler bazen yeşil reçeteli ilaçlar tedaviye eklenmektedir. Ve mutlaka yara bakımı için gerekli sürme tedaviler verilmektedir. 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Ön çapraz bağ kopma riski kadınlarda 4 kat daha fazla

Ön çapraz bağ kopması, sporcular arasında yaygın görülen ciddi bir diz yaralanmasıdır. Bu rahatsızlığın en sık yirmili ve otuzlu yaşlarda görüldüğünü belirten Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Op. Dr. Davud Yasmin, “Bu tür yaralanmalara, yapısal özellikleri sebebiyle kadın sporcularda erkek sporculara göre 4-8 kat daha fazla rastlanıyor” dedi.

 

Diz içindeki dört ana bağdan biri olan ön çapraz bağlar, diz ortasında çapraz hareket ederken aynı zamanda dizin stabilitesini koruyarak dönebilmesini sağlıyor. Bu bağların kopmasının aşırı gerilmeye bağlı olarak gerçekleştiğini söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Op. Dr. Davud Yasmin, “Bu durum genellikle futbol gibi rekabetçi sporlarda temas veya darbe gibi ters hareketlerin neticesinde meydana gelebiliyor” açıklamasında bulundu.

 

Ani hareketlerden uzak durulmalı

Bu tür zedelenmelerin koşarken yön değiştirmek için aniden yavaşlamayla da ortaya çıkabildiğini hatırlatan Op. Dr. Davud Yasmin, “Ayak sabit dururken bir darbe veya temas olmasa da ani dönme hareketleri, sıçrama sonrası dize kontrolsüz yüklenme, trafik kazaları, yüksekten düşme veya endüstriyel kazalar sonrasında da ön çapraz bağ kopmaları ortaya çıkabilir” diye konuştu.

 

Fiziksel aktivite esnasında dizden gelen sese dikkat

Dizde hızla şişme, uyuşma ve boşa basma hissi, şiddetli ağrı, hareket alanı kaybı, yürürken rahatsızlık, fiziksel aktivite esnasında diz içinden ses gelmesi ve aktiviteye devam edilememesi gibi belirtilerin önemli olduğunu vurgulayan Op. Dr. Davud Yasmin, “Hastalığın tanısında ortopedi uzmanının yapacağı fiziki muayene çok önemli. Muayenede bazı özel testlerle çapraz bağ yırtığının olup olmadığı anlaşılabilir. Diz çok ağrılı olduğu için yeterli bir muayenenin yapılamadığı durumlarda ise ikinci muayene tanı koydurucudur. Doktor benzer belirtilerle ortaya çıkabilen farklı diz rahatsızlıklarından şüphelenirse görüntüleme yöntemlerinden de faydalanılabilir” dedi.

 

Tedavi hastanın yaşına göre değişiyor

Ön çapraz bağ yaralanmalarında hastanın yaşının ve aktivite durumunun tedavi seçiminde önemli olduğunun altını çizen Yasmin, “Genç, spor yapan veya aktif yaşam tarzına sahip bireylerde bu rahatsızlığın tedavisi genellikle cerrahidir. İleri yaşta olup yüksek aktivite seviyesinde olmayan, spor yapmayan veya günlük yaşamda dizinde boşluk ve emniyetsizlik gibi yakınmaları olmayan bireylerde cerrahi tedavi yapılmayabilir. Çocuklarda meydana gelen kopmalarda ise, ilerleyen dönemlerde kalıcı diz hasarları oluşmaması için günümüz teknolojisi sayesinde çocuk cerrahileri gerçekleştirilebiliyor” dedi.

 

Spora dönmek 6 ayı bulabilir

İyileşme süresinin, uygulanan tedaviye göre değişkenlik gösterse de ortalama olarak 3 ay olduğunu paylaşan Yasmin, “Ön çapraz bağ yırtılması yaşayan sporcuların spora tam olarak geri dönebilecekleri kesin bir tarih verilemese de bağların yeniden yapılanması zaman alacağı için ortalama olarak 6 aylık bir süreçten bahsedilebilir” dedi.

 

Cerrahi sonrası erken dönem fizik tedavi uygulamalarının, rehabilitasyon sürecindeki en önemli aşamalardan biri olduğunu vurgulayan Op. Dr. Davud Yasmin, “Bu sürecin doğru ve etkili şekilde yönetilmesi ameliyatın kendisi kadar önemli. Ayrıca erken dönemde koltuk değneği kullanılması ya da buz ve bacağa elevasyon yapılması tedaviyi ciddi şekilde destekler” açıklamasında bulundu.

 

Tedavi edilen bağlar yeniden kopabilir

Ön çapraz bağ yırtılması yaşayan kişinin her zaman tekrar yaralanma riskinin bulunduğunu hatırlatan Op. Dr. Davud Yasmin, “Egzersizlerin ihmal edilmeden yapılarak bacak kaslarının kuvvetlendirilmesi, spor öncesi mutlaka esneme ve ısınma hareketlerinin yapılması ve özellikle düşmeye yönelik teknikler geliştirilmesi yeniden yaralanmaları engellemede faydalıdır” dedi.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı