Etiket arşivi: sağlık

Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası çocuklar için sahnede

Ankara Bilim Üniversitesi Prof. Dr. Yavuz Demir’in librettosunu yazdığı, genç ve üretken orkestra şefi ve besteci Hasan Niyazi Tura’nın bestelediği “Sesler ve Küller: Karanlığın Orta Yerinde Küçücük Bir Kalpten Yükselen Ağıt” isimli sahne kantatı, 18 Nisan’da CSO Ada Ankara Ziraat Bankası Ana Salon’da dünya prömiyeri yapacak.

Konserde, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasına, Devlet Çoksesli Korosu eşlik edecek ve eseri çocuk solist Ada Reyhan Günay, sopranolar Hülya Kazan, Ceren Aydın, bariton Kamil Kaplan seslendirecek.

Şef Rengim Gökmen, prova öncesi bir sahne kantatı olan eserin operatif karakteri yüksek olduğundan opera olarak sahnelenebileceğini belirtti. Prof. Dr. Yavuz Demir ve Hasan Niyazi Tura’nın eserini, solistler, koro ve orkestra olarak tasarladıklarını belirten Gökmen, “Eserin anlatılışının temelinde çocuk var. Çocukların savaşlarda uğradıkları zulme ve onların kayıplarına işaret ediyor.” dedi.

Her savaşta sivillerin öldüğünü, bunlar arasında en masum olanların ve hiçbir şeyden haberleri olmayan çocukların kaybının ise herkesi derinden üzdüğüne işaret eden Gökmen, bu durumun geçmişten beri değişmediğini kaydetti.

Gökmen, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Eser, Filistin’de, Gazze’de yaşanan dram, daha önceleri Bosna’da yaşanan dram, İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan çocuk ölümleri ve bunların hepsine bir gönderme. Çocuklara yapılan zulmü toplumların beynine kazımayı ve önleyici yaklaşımlarımızı olabildiğince geliştirmemizi ortaya çıkaran bir eser. Eserin ekseninde solist olarak bir çocuk var, solistimiz Ada seslendirecek. Ada, konservatuvar öğrencisi olmasına karşın ilk defa bu işin altına giriyor ve çok başarılı. Diğer üç solistimiz Hülya Kazan, Kamil Kaplan, Ceren Aydın, çok başarılı ve profesyonel sanatçılar.”

CSO ve Devlet Çoksesli Korosunun ülkenin başarılı sanat kurumlarından olduğunu, eserde böyle bir birleşimden büyük başarılı sonuç çıkacağını belirten Gökmen, kendisi için de 18 Nisan akşamının tarihi bir akşam olacağını söyledi. Eserin müziğinin dramatik etkisinin yüksekliğine dikkati çeken Gökmen, “Hem çalanların hem dinleyenlerin sıkılmadan dinleyebilecekleri ve film gibi izleyebilecekleri bir eser. Bir saat sürüyor ama bir saatin nasıl geçtiğini anlayamayacakları bir sahne kantatı kazandı literatürü.” ifadesini kullandı.

Dünya prömiyerinin 23 Nisan kutlamalarına yakın olmasının da anlamlı olduğunu belirten Gökmen, “Günümüzde savaşların olduğu bir dünyada ağıt niteliğinde bir eserin çıkması ve 18 Nisan’da yapılması daha da kıymetli oldu.” diye konuştu.

“HÜZÜNLÜ BİR ESER OLACAK”

Besteci Hasan Niyazi Tura da librettonun çok dokunaklı olduğunu, her hecesinin notalarını beraberinde getirdiğini belirterek, Prof. Dr. Yavuz Demir’i tebrik ettiğini söyledi.

Tura, “Böyle bir librettoya beste yaptığım ve opera türündeki ilk bestemi bu şekilde meydana getirdiğim için çok mutluyum. Bütün dünyanın gözü önünde cereyan eden, medeniyetlerin üç maymunu oynadığı savaşlara sanatsal açıdan dokunaklı duruş sergileyen bir eser ortaya çıktı. Eserin beste aşaması çok çılgınca oldu ve 1,5 ayda besteledim. Önce vokal çatıyı, bütün şarkıları meydana getirdim ki, şarkıcılar ve koro çalışmaya başlayabilsin. Akabinde orkestrasyonu yapıp prömiyere yetiştirebildim.” şeklinde konuştu.

Her bestecinin meydana getirmeye çalıştığı özgün müzik dili ve anlatımı olduğunu anlatan Tura, şunları kaydetti:

“Benim de besteci olarak ortaya koymaya çalıştığım, tıpkı hocalarım, babam besteci Yalçın Tura başta olmak üzere değerli bestecilerimizin yapmaya çalıştıklarının devamı gibi sayılabilir. Hocalarımın hocası Ahmet Adnan Saygun’un söylediği bir söz var; ‘Geleneği bilmek, geleneğe atıfta bulunmak çok önemli.’ Eserde, Klasik Batı Müziği, senfonik ve opera repertuvarı geleneğine de eklemlenen, lakin müzik dili ve anlatımı olarak izleyicinin kendisinden ve soluduğu havadan, yaşadıkları hayattan bulabilecekleri tınıları yakalamaya çalıştım. Beethoven’ın sevdiğim sözü gibi ‘Kalpten geldi, kalplere gitsin.'”

Besteci ve şef Tura, Sesler ve Küller’in bir perdelik opera eseri olduğunu fakat eseri ilk önce dekor, kostüm ve dramaturji olmadan yapacakları için “sahne kantatı” olarak nitelendirdiklerini dile getirdi.

Tura, “Esere şarkı odaklı çalıştım. Çocuk solistimiz sevgili Ada, çok cesaret isteyen bir işe girişti. Repertuvara baktığınız zaman çocuk solist odaklı eser sayısı çok az. Orkestra, solistler, koro ile izleyicinin bir şeyler bulabileceği şarkılar sunmaya çalıştım. Hüzünlü bir eser olacak. Değerli müzikseverleri bu çalışmayı kendilerine sunmaya davet ediyorum.” ifadelerini kullandı.

“ESERLER, UZUN YILLARIN VE ÇOK FAZLA OLAYIN BİRİKİMİ NETİCESİNDE HAYATA GEÇER”

Eserin librettosunu yazan Ankara Bilim Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yavuz Demir de sanat eserlerinin bir anda ortaya çıkan ürünler olmadığını, uzun zaman üzerinde düşünülerek heyecan duyulduğunu ve kimi zaman tedirginlik de duyulabildiğini söyledi.

Eserlerin uzun yılların ve çok fazla olayın birikimi neticesinde hayata geçtiğini anlatan Demir, “Acılar, sevinçler kadar hayatımızın içerisinde olan eylemler ve sonuçlardır. Sesler ve Küller, aslında son Filistin ve Gazze olaylarının neticesinde yazılmış bir eser değil ama onlara da ithaf edilebilecek kadar zulmün, acının, gözyaşının ve insanın insana yaptıklarının bir cevabı olarak ortaya çıktı. Tabii ki her dinden, her ırktan acı çeken, zulme uğrayan herkes kendisine dair hikayeler, sesler, acılar bulabilir. Sesler ve Küller, insanlığın var olduğu günden beri bir toplumun diğerine kötü gözle, onu yok etme niyetiyle bakmasına estetik bir tepkinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.” değerlendirmesinde bulundu.

Demir, eserin merkezinde çocuğun yer almasının nedenini ise şu sözlerle anlattı:

“Biz büyükler, küçüklere oynayabilecekleri, yaşayabilecekleri alan bırakmıyoruz. Herhalde suçu olan biziz. Sait Faik, ‘Son Kuşlar’ hikayesinin son paragrafında şöyle söyler: ‘Çocuklar sizin için üzülüyorum çünkü biz çok çiçek gördük, çok çimen çiğnedik, çok kuş gördük ama ne yazık siz göremeyeceksiniz.’ Belki de Sesler ve Küller, Sait Faik’in bıraktığı yerden bir devam olabilir, bilmiyorum, dinleyenler, okuyanlar bu kararı versinler.”

Milli Mücadele’nin 100. yılına ithafen yazdığı “Yankılı Tepeler” eserinin ilk librettosu olduğunu, bu eserin Yankılı Tepeler’deki birçok imgeyi başka şekilde ortaya çıkardığını söyledi.

“SANAT OLMADAN HİÇBİR ŞEYİ İFADE VE İCRA EDEMEYECEĞİZ”

Sesler ve Küller’in ilerleyen zamanda opera olarak da seyircinin karşısına geleceğini belirten Demir, şunları kaydetti:

“Sanat eserleri, aslında insanlığı güzelleştirmenin tek kaynaklarından birisidir. Bütün savaşlara ve acılara rağmen estetiğin galip geleceğine inanıyorum. Daha mutlu ülkeyi yaratabilmek, insanlığın barış içerisinde yaşayabilmesi için insanların mutlaka sanata ihtiyaç duyduklarına inanıyorum. Sanat olmadan hiçbir şeyi ifade ve icra edemeyeceğiz. ‘Mesuliyet’ dediğiniz şey aslında meşrutiyeti doğurabilecek esastır, mesuliyetin de tek tezahürü yer sanattır. Yüksek sanatı olmayan milletler ancak sokakta bağırıp çağırabilirler.

Sanatla tezahür eden her türlü meşru eylem, mutlak suretle herkes tarafından kabul görecektir. Sesler ve Küller’in final sahnesinde çok enteresan kapanış yapıyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızın (Recep Tayyip Erdoğan) uzun yıllardır ‘Dünya beşten büyüktür.’ diyerek siyasal çözümsüzlüğün geldiği noktayı ifade etmesini, tam da bunu destekleyen estetik finalle eserin sonunda mesajımızı veriyoruz. Değerli seyircilerimizin geldiklerinde bu mesajı göreceklerini ben de heyecanla bekliyorum.”

kaynek: Ntv

Sait Faik’in öykülerindeki kahramanlar tiyatro sahnesinde

Usta yazar Sait Faik‘in öykülerindeki kahramanlara odaklanan oyun, Burgazada sokaklarındaki ilginç karşılaşmaları seyirciyle buluşturuyor. Gösterim öncesi açıklamada bulunan Özgülgün, Abasıyanık ile tanışmasının konservatuvar yıllarına dayandığını belirterek, hocalarının kendilerinden ödev olarak usta yazarın öykülerinden bir çalışma yapmalarını istediğini söyledi.

Yazar Özgülgün, kendi jenerasyonu için Abasıyanık’ın çok önemli yerde durduğunu vurgulayarak, “Biz iki yıl boyunca hep Sait Faik hikayeleri çalıştık ve kendi adıma bu çalışmalardan da çok keyif aldım. Öğrencisiniz, kendinizi yalnız hissediyorsunuz, bir okulun içerisinde kendinizi sanatsal olarak var etmek istiyorsunuz. Böylesi bir dönemde de okuduğum her Sait Faik hikayesinde kendi yalnızlığımdan bir şeyler buldum.” dedi. Abasıyanık’ın Türk edebiyatı ve öykücülüğündeki en önemli isimlerin başında geldiğini dile getiren Özgülgün, şu bilgileri verdi:

“Edebiyat dünyası, Sait Faik’in insanın yalnızlığını ve yalın halini anlatmasını hep çok sevdi. Büyük usta, öğrencileri, balıkçıları, esnafı, kısacası kendi hayatına çekilmiş sıradan insanları son derece iyi gözlemlemiş ve en yalın haliyle öykülerine taşımış. Ben de Sait Faik’le okul yıllarında başlayan ilişkimi nasıl tamamlayabilirim diye düşündüm ve Sait Faik’in hikaye kahramanlarının peşine düşen bir adamın öyküsünü kaleme aldım. Böylece Sait Faik’le olan uzun ilişkimi kıymetli bir ürüne dönüştürmüş oldum.”

Özgür Özgülgün, oyunun kendisi için  hayatındaki en önemli işlerin başında geldiğinin altını çizerek, “Sait Faik’in öykülerinin peşine düşen bir karakter üzerinden büyük ustayı anlatmak, hiç bilmeyen insanlara onun dünyasının kapılarını aralamak, bir tiyatrocu olarak benim için çok önemli. Oyun, eve gidip başımı yastığa koyduğumda, hakkıyla işimi yaptığımı bana anlatıyor. Bu, benim hayatımın projesi, zira Sait Faik’le aynı sahneyi paylaşmak benim için çok anlamlı ve değerli.” ifadelerini kullandı.

“YAPMAMIZ GEREKEN, TÜRK EDEBİYATININ ÖNEMLİ İSİMLERİNİ OKUYARAK ONLARDAN BESLENMEMİZDİR”

Türk tiyatrosunun en önemli kaynaklarının başında Türk edebiyatının geldiğini aktaran Özgülgün, şöyle devam etti:

“Türk edebiyatı çok büyük ustalar yetiştirmiş. Yaşar Kemal, Nazım Hikmet, Orhan Veli, Kemal Tahir, Orhan Kemal bu isimlerden yalnızca birkaçı. İyi hikaye olmazsa ortada sahici da olmaz. Sait Faik de bu usta isimlerin başında geliyor. O da kendi zamanındaki edebiyattan fazlasıyla beslenmiş. Yapmamız gereken, Türk edebiyatının önemli isimlerini okuyarak onlardan beslenmemizdir.”

Özgülgün, oyun için iyi hazırlık süreci geçirdiklerini belirterek, “Hazırlık sürecinde çok iyi takım oyunu sergiledik ve bizi izleyenlerin memnun olacağı oyun ortaya koyacağız. Amatör ruhla profesyonel iş çıkarttık. Bizi izleyecek seyircimizin oyundan çok keyif alacağını düşünüyorum.” şeklinde konuştu.

Yönetmen Senan Kara da Abasıyanık hayranı bir adamın öyküsünü sahneye taşıdıklarını, oyunun Eminönü’nden Burgazada’ya uzanan bir zaman dilimini yansıttığını söyledi. Oyunun seyirciyi yazarla beraber bir yolculuğa çıkardığını kaydeden Kara, “Kahramanımız, Sait Faik hikayelerindeki karakterlerin peşine düşüyor. Usta yazar o karakterleri yazarken ne hissetti, nasıl bir dünyada, nasıl bir ada hayatında bunları keşfetti? Sahnede bu sorulara cevap bulmaya çalışıyoruz. Oyun bizi, Sait Faik’in dünyasının kapılarını aralayarak naif ama gerçekçi bir hikayeye davet ediyor.” diye konuştu.

Abasıyanık’ın sıradan insanın hayatına odaklandığının altını çizen Kara, “Usta yazar, basit bir hayat yaşayan insanların hikayelerini çok derinlikli şekilde okuyucuya sunuyor. Onun metinlerinde çok büyük zaman atlamaları ya da aksiyonlar göremezsiniz. Karakterlerin başına büyük olaylar gelmez. Sait Faik hikayelerini etkileyici kılan tam da basit olanı derinlikli şekilde anlatabilmesidir.” değerlendirmesinde bulundu.

Kara, sahnede usta edebiyatçının öykülerindeki yalınlığı korumaya özen gösterdiklerini dile getirerek, sözlerini şöyle tamamladı:

“Oyundaki en büyük derdimiz samimiyet oldu. Bu kadar yalın öyküler yazan bir yazarın sahnedeki anlatımının da yalın olması gerektiğini düşündük. Seyirciyi itmeyen, yanına çağıran ve son derece naif ama bir o kadar derin, yalansız bir oyunculuk üslubu geliştirmenin peşine düştük. Umuyorum bunu layıkıyla becerebilmişizdir. Hayatın koşturmacası arasında insanların oyunumuza gelip Sait Faik’le dinlenmeleri en büyük arzumuz.”

Senan Kara’nın yönettiği, Özgür Özgülgün’ün kaleme aldığı, görsel tasarımı Ünsal Özcan’a, müzikleri ise Sinan Arslan’a ait oyun, bugün ve yarın yeniden seyirciyle buluşacak.

kaynek: Ntv

Juliet Stevenson: Gazze hakkında konuşmaktan vazgeçmeyeceğim

Ünlü oyuncu ve tiyatrocu Stevenson, İsrail’in Gazze’de süregelen soykırım ve protesto hakkı bağlamında İngiltere’de ifade özgürlüğü tartışmalarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

İsrail’in saldırılarını sürdürdüğü Gazze’deki son durumu “felaket” olarak niteleyen Stevenson, bölgedeki insanlık dramının boyutlarının kendisinin şimdiye kadar tanık olduğu herhangi bir şeyin ötesinde olduğunu dile getirdi.

Stevenson, “Küresel bir sadizm yaşanıyor. İnsanlar bu bombardımanı, yangınları, patlamaları, açlığı, hastalıkları, hastanelerin bombalanmasını ve tüm altyapının yok edilmesini izliyor. Yardımlar engelleniyor ve dünya genelinde birkaç onurlu istisna dışında birçok ülke, özellikle bizim ülkemiz (İngiltere), Avrupa Birliği (AB) ve Avrupa’nın büyük kısmı sadece bunu izliyor ve gözlerini çeviriyor.” dedi.

İngiltere’nin hala İsrail’in Gazze’yi bombalamak için kullandığı F-35 savaş uçaklarının parçalarının satışını yaptığını vurgulayan Stevenson, “Hiçbir şey Başbakanımızı bunu durdurmaya ikna edemiyor gibi görünüyor.” diye konuştu.

Ünlü aktris, Gazze’de soykırımın yaklaşık 2 yıldır sürdüğüne dikkati çekerek, soykırımda 20 binden fazla çocuğun öldüğünü, enkaz altında kalan çocukların ise bu sayıya dahil edilmediğini kaydetti. Stevenson, insanlığın bu dramı insanlık felaketi olarak görmesi ve bunun durması için sesini yükseltmesi gerektiğinin altını çizdi.

“GAZZE YA DA FİLİSTİN HAKKINDA KONUŞMAKTAN VAZGEÇMEYECEĞİM”

Stevenson, İngiliz polisinin, 18 Ocak’ta çok sayıda gözaltı yaptığı ‘e destek yürüyüşü dahil Londra’da düzenlenen çok sayıda gösteriye katıldığını belirterek, 18 Ocak’ta düzenlenen yürüyüşte polisin müdahalesinin hükümetten gelen talimatlarla yapıldığı değerlendirmesinde bulundu.

İngiltere’de protesto hakkının tarihi önemine işaret eden Stevenson, son dönemde özellikle Filistin yürüyüşlerine yönelik müdahalelerin, protesto hakkı ve ifade özgürlüğünün Avrupa’da giderek zayıfladığını gösterdiğini kaydetti. Protesto hakkının çok değerli olduğunu ve bu hak için mücadeleyi sürdüreceğini vurgulayan Stevenson, baskılara rağmen Filistin yürüyüşlerine katılmaya devam edeceğini söyledi.

Ünlü aktris Stevenson, “Durmayacağım. Gösterilere gitmeye devam edeceğim. Gazze ya da Filistin hakkında konuşmaktan vazgeçmeyeceğim çünkü bu ülkede hala ifade özgürlüğümüz olduğuna inanmam gerekiyor. Buna devam etmek zorundayım.” şeklinde konuştu.

kaynek: Ntv

15 Nisan ne günü? (Dünya Sanat Günü’nün anlam ve önemi)

Her yıl 15 Nisan’da kutlanan Dünya Sanat Günü, sanatın insanlık tarihindeki dönüştürücü ve birleştirici gücünü vurgulayan uluslararası bir etkinliktir. Bu özel gün, 2012 yılında Uluslararası Sanat Derneği (IAA) tarafından ilan edilmiş ve UNESCO tarafından da desteklenmektedir. Tarihin en büyük sanatçılarından biri olan Leonardo da Vinci’nin doğum günü olan 15 Nisan’ın seçilmesi, sanatın evrensel değerlerini simgelemektedir. ​

TÜRKİYE’DE DÜNYA SANAT GÜNÜ

‘de de 15 Nisan, çeşitli etkinliklerle kutlanır. Belediyeler, üniversiteler ve sanat dernekleri, sergiler ve atölye çalışmaları düzenleyerek sanatın önemine dikkat çeker. Bu etkinlikler, sanatın toplumdaki yerini güçlendirir ve bireyleri sanata daha fazla ilgi göstermeye teşvik eder.

SANATIN TOPLUMDAKİ ROLÜ

Dünya Sanat Günü, sanatın sadece estetik bir ifade değil, aynı zamanda toplumsal belleğin, siyasal düşüncenin ve kolektif vicdanın taşıyıcısı olduğunu hatırlatır. Sanat, kültürler arası etkileşimi teşvik eder, yaratıcılığı besler ve insan refahına katkıda bulunur. ​

kaynek: Ntv

The Breakfast Club yıldızları 40 sene sonra bir arada

Kült yapımlar arasına giren The Breakfast Club filminin yıldızları yıllar sonra buluştu. Variety’nin haberine göre, filmin yıldızları Molly Ringwald, Emilio Estevez, Judd Nelson, Ally Sheedy ve Anthony Michael Hall, Şikago’da düzenlenen konferansta buluştu.

John Hughes imzalı filmin yıldızları bir araya geldi ve hakkında sohbet etti.

Filmde “Claire Standish” karakterini canlandıran Molly Ringwald “Burada hep beraber olduğumuz için çok duygusalım” ifadelerini kullandı.

John Hughes‘un yazıp yönettiği filmde, cezalı olan beş öğrenci cumartesi gününü okul kütüphanesinde geçirmek zorunda kalır.

kaynek: Ntv

Keman virtüözü Roman Kim Antalya’da müzikseverlerle buluşacak

Antalya Devlet Senfoni Orkestrası (ADSO), keman virtüözü Roman Kim’i sanatseverlerle buluşturacak.

ADSO’dan yapılan açıklamaya göre, orkestra şefi ve besteci Emil Tabakov’un yöneteceği konser, 18 Nisan’da saat 20.30’da Atatürk Kültür Merkezi Aspendos Salonu’nda gerçekleştirilecek.

Çeşitli türlerden eserlerine yaptığı düzenlemeler ve özgün keman çalma tekniğiyle tüm dünyada tanınan keman virtüözü Roman Kim, N. Paganini’nin 1. keman konçertosunu Antalyalı sanatseverler için seslendirecek.

Konserde ayrıca E. Elgar’ın “Enigma Varyasyonları” da icra edilecek.

kaynek: Ntv

İstanbul Modern’de 23 Nisan etkinliği

Müzeden yapılan açıklamaya göre, şenlik United Colors of Benetton desteğiyle 23-27 Nisan arasında gerçekleştirilecek. Ücretsiz gerçekleştirilen programa, 2–10 yaş arası çocuklu aileler kayıt yaptırabilecek. Programda çocuklar, aileleriyle müzenin farklı mekanlarında sanat aktiviteleri gerçekleştirecek

“Müzede Oyun” şenliği, sergi turlarını, “Renk Atölyesi” adlı sanat uygulamasını, “Masallarda Sanat” başlıklı drama etkinliklerini ve ebeveynler için “Yaratıcılık Semineri”ni içeriyor. Ayrıca şenlik süresince çocuklar, müzenin Sanat Alanı’nda, resim kağıtlarındaki yarım kalmış imgeleri tamamlayarak hayal dünyalarını resmedecek.

kaynek: Ntv

Elton John kariyerinde 10. kez müzik listelerinde zirvede

Sir Elton John kariyerinde bir ilke daha imza attı. Şarkıcının albümü, 10. kez müzik listelerinde zirveye yerleşti “Şaşkına döndüğünü” belirten John, ABD’li country yıldızı Brandi Carlile ile ortak çalışması olan “Who Believes In Angels?” albümüyle listelerde ilk sıraya yerleşti.

Elton John’un listelerde ilk kez zirveye  yerleşmesinin üzerinden tam 52 yıl geçti. Ünlü şarkıcı, BBC’ye yaptığı açıklamada “Kariyerimin bu kadar uzun sürmesi oldukça sıra dışı.” ifadelerini kullandı.

“Nerede olursa olsun, bir listenin zirvesinde olmak her zaman iyi hissettirir. Ve bu albüm için özellikle heyecanlıyım çünkü bunun uzun zamandır yaptığım en iyi albüm olduğunu düşünüyorum” diyen John’un, Brandi Carlile ile ortak çalışması “Who Believes In Angels?” 4 Nisan’da müzikseverlerle buluştu.

kaynek: Ntv

İstanbul Film Festivali bugün başlıyor: Hangi filmler sanatseverlerele buluşacak?

Vakıftan yapılan açıklamaya göre festival, Türkiye ve dünyadan nitelikli ve ödüllü filmleri, özel gösterimleri, yıldız oyuncuları ve usta yönetmenleri sanatseverlerle buluşturacak. Bu yıl 139 uzun metrajlı ve 15 kısa filmin yer alacağı festivalde usta yönetmenlerin son eserleri ve dünya festivallerinden filmler görülebilecek.

Festivalde öne çıkan yapımlar arasında Berlin  Festivali’nde Altın Ayı ve FIPRESCI Ödülü’nü kazanan, Dag Johan Haugerud imzalı “Hayaller”, San Sebastian’da Jüri Özel Ödülü’nü kazanan Gia Coppola’nın “The Last Showgirl”, Cannes Eleştirmenler Haftası’nın büyük ödülünü alan “Dağların Simon’u” ve Berlin’de Jüri Büyük Ödülü’nü kazanan “Mavi İz” yer alıyor.

Yönetmenler François Ozon, Tom Tykwer, Michel Franco, Burhan Qurbani, Mahdi Fleifel ve Gary Hustwit’in son filmlerinin yanı sıra David Lynch, Wim Wenders, Jacques Demy, Robert Bresson ve Quentin Tarantino gibi sinema tarihine yön veren kült yönetmenlerin restore edilmiş yapımları da festivalde izleyicilerle buluşacak.

Ayrıca Max Richter, Brian Eno ve Charles Aznavour gibi müzik dünyasının ikonik isimlerini odağına alan belgesel ve filmler, festivalin özel yapımları arasında yer alıyor.

“KÖLN 75” İLE FESTİVAL BAŞLIYOR

Festivalin açılış filmi, Ido Fluk’un yönettiği, 2025 Berlin  Festivali’ndeki özel galada prömiyeri yapılan “Köln 75” olacak. Norveçli yönetmen Dag Johan Haugerud, 16 Nisan Çarşamba saat 12.00’de Yapı Kredi Kültür Sanat’taki festival sohbetinde sinemaseverlerle buluşacak. Ödüllü yönetmen, 13, 14 ve 15 Nisan’da filmlerinin gösterimlerine de katılacak.

Fotoğrafçı, yazar ve vakanüvis olarak Nikaragua’dan Meksika ve Kanada’ya, Filistin’den Afganistan’a birçok tarihi olayı, insan haklarını ve çatışmaları belgeleyen Larry Towell, 19 Nisan Cumartesi saat 15.00’te Yapı Kredi Kültür Sanat’ta söyleşi yapacak. 20. Köprüde Buluşmalar kapsamında Yamaç Okur’un moderatörlüğünde “Rekabetçilik, Telif Hakları ve Sinemada İşbirliğini Yeniden Düşünmek” başlıklı panel düzenlenecek. HOPE Alkazar’da 15 Nisan Salı saat 15.30’da gerçekleştirilecek panelde Melis Behlil, Rossato Fernandes, Pelin Turan ve Antonios Vlassis konuşmacı olacak.

Yapı Kredi Kültür Sanat’ta 16 Nisan Çarşamba saat 14.00’te Gerhard Maier’in konuşmacı olacağı “ ve Yapay Zeka: Geleceğe Bakış” söyleşisi yapılacak.

Yine Yapı Kredi Kültür Sanat’ta Jay Weissberg’in moderatörlüğünde 17 Nisan Perşembe saat 14.00’te Ada Solomon, Burak Çevik, Kirsten Niehuus ve Mads Wolner Voss’un katılımıyla “Kimin Hikayesi? Film Fonları ve Yaratıcı Kararlar”, 16.00’da Çiğdem Öztürk’ün moderatörlüğünde, Anke Petersen, Aleksandra Derewienko, Louise Martin Papasian ve Anne Delseth’in katılımıyla “Doğru Hikayeyi Bulmak: Belgesel Anlatımında Güncel Yaratıcı Eğilimler” paneli gerçekleştirilecek.

YARIŞMALAR VE ÖDÜLLER

Festivalin resmi seçkisinde Altın Lale Yarışması, Kısa Film Yarışması ve Yeni Bakışlar bölümleri yer alıyor.

Yerli ve yabancı filmlerin bir arada uluslararası jüri tarafından değerlendirileceği Altın Lale Yarışması’nda 15 uzun metrajlı film izlenebilecek. Hint sinemacı Shekhar Kapur’un başkanlığını yürüteceği Altın Lale Yarışması’nın jürisinde yapımcı Ada Solomon, senarist ve yönetmen Ebru Ceylan, oyuncu Saadet Işıl Aksoy ve Toronto Uluslararası Film Festivali Başkanı Cameron Bailey yer alıyor.

YENİ BAKIŞLAR İLE GENÇ YÖNETMENLERE DESTEK VERİLMESİ PLANLANIYOR

Genç yönetmenleri desteklemek ve yeni çalışmaları daha görünür kılabilmek için yalnızca ilk ve ikinci filmlerini çeken yerli yönetmenlere açık olan Yeni Bakışlar bölümünde 11 film izlenebilecek. En iyi filme verilen ödül, Seyfi Teoman’ın adını taşıyor.

Bu yıl festivalde Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonunun (FIPRESCI) verdiği ödüllere ek olarak Belgesel Sinemacılar Birliği (BSB), Film Yönetmenleri Derneği (Film-Yön) ve Sinema Yazarları Derneği (SİYAD), festivaldeki filmleri bağımsız jürilerle değerlendirerek ödüller takdim edecek.

Altın Lale Yarışması ve Yeni Bakışlar bölümlerinde yer alan yerli kurmaca filmleri değerlendiren Film-Yön, bu yıl En İyi Yönetmen Ödülü’nü yakın zamanda vefat eden usta yönetmen Şerif Gören anısına verecek.

Emine Emel Balcı’nın “Buradayım, İyiyim”, Mehmet Akif Büyükatalay’ın “Histeri”, Pelin Esmer’in “O da Bir Şey mi”, Kohei Igarashi’nin “Super Happy Forever”, Sahand Kabiri’nin “Tayfa”, Tolga Karaçelik’in “Saykoterapi: Bir Seri Katil Hakkında Yazmaya Karar Veren Yazarın Sığ Hikayesi”, Gürcan Keltek’in “Yeni Şafak Solarken”, Alireza Khatami’nin “Öldürdüğün Şeyler”, Damian Kocur’un “Yanardağın Altında”, Tayfun Pirselimoğlu’nun “İdea”, Balint Szimler’in “Ders Olsun”, Athina Rachel Tsangari’nin “Hasat”, Fabrice du Welz’in ise “Maldoror” adlı filmleri Altın Lale için yarışacak.

2026’DAN İTİBAREN BALKAN PRÖMİYERİ ŞARTI ARANACAK

İstanbul Film Festivali, 2026 yılından itibaren yarışmalarında yer alacak filmlerde Balkan prömiyeri şartı arayacak. Festival ,Türkiye’de film alanında çalışan farklı meslek birlikleriyle iletişim halinde planladığı tüm bu değişikliklerle kariyerinin başındaki, dikkat çeken yönetmenleri daha güçlü şekilde desteklemeyi, yenilikçi ve yaratıcı seslere ifade alanları açmayı, karşılıklı kültürel etkileşim ve bölgesel tanıtım imkanları yaratmayı ve Türkiye’deki sinema kurumları ve sinema profesyonelleriyle ilişkilerini güçlendirmeyi hedefliyor.

Festival filmleri “Altın Lale Yarışması”, “Kısa Film Yarışması”, “Yeni Bakışlar”, “Devrialem”, “Cinemania”, “Galalar”, “Genç Ustalar”, “Belgesel Kuşağı”, “Mayınlı Bölge”, “Heyula” ve Antidepresan”, “Dünden Bugüne Türk Klasikleri”, ve “Retrospektifler” başlıklarında gösterime girecek.

Dünden Bugüne Türk Klasiklerinde Ömer Kavur’un “Amansız Yol” filmi, Retrospektifler bölümünde de Dag Johan Haugerud ve Ayhan Ergürsel’in yapıtları sinemaseverlerle buluşacak.

Festival filmleri, Beyoğlu’nda Atlas 1948 ve Beyoğlu Sineması, Şişli’de CineWAM Premium+ City’s Nişantaşı ve Kadıköy’de Kadıköy Sineması, Kadıköy Belediyesi Sinematek/Sinema Evi ve Paribu Cineverse Nautilus’da izlenebilecek.

KÖPRÜDE BULUŞMALAR 15 NİSAN’DA BAŞLIYOR

Türkiye’den yapımcı, yönetmen ve senaristleri uluslararası sinema profesyonelleriyle buluşturan ortak yapım, eğitim ve ağ kurma platformu Köprüde Buluşmalar, 15-17 Nisan’da Hope Alkazar, Borusan Müzik Evi, Yapı Kredi Kültür Sanat ve Atlas 1948 Sineması’nda gerçekleştirilecek.

20. Köprüde Buluşmalar seçkisinde yer alan ilk filmlerden birine “İlk Film Teşvik Ödülü” verilecek. Bu yıl 20 projenin yer aldığı Köprüde Buluşmaların ödül töreni 17 Nisan’da yapılacak.

Hollanda Krallığı İstanbul Başkonsolosluğu, Goethe-Institut Istanbul, German Films, İtalyan Kültür Merkezi, Institut Français, Unifrance, Hindistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu, Norveç Krallığı Büyükelçiliği, Avusturya Kültür Ofisi, Dimitrie Cantemir Romen Kültür Merkezi ve Brezilya’nın İstanbul Başkonsolosluğu-Instituto Guimaraes Rosa festivale destek veriyor.

kaynek: Ntv

Geçmişin sırları plajdan çıktı: 2 bin 500 yıllık hançer şans eseri bulundu

Polonya’daki bir plajda yürüyüş yapan iki yaya hiç beklenmedik bir yerde, eski ve ölümcül bir silaha rastladı. Jacek Ukowski ve Katarzyna Herdzik isimli kişiler, 2 bin 500 yıllık hançeri bulduktan sonra Kamieńska Toprakları Tarihi Müzesi’ne teslim etti.

Müze tarafından sosyal medyada yapılan açıklamada, silahın bulunmasında son fırtınaların da etkili olduğunu belirtildi.

Kuruluşun Lehçeden İngilizceye çevrilen paylaşımında, “Doğa bize uzak geçmişin sırlarını nadiren açıklar. Ve Baltık Denizi’nde de tam olarak bu yaşandı” ifadeleri yer aldı.

kaynek: Ntv