Etiket arşivi: etkiliyor?

Covid-19 çocukların psikolojisini nasıl etkiliyor?

Yeni tip koronavirüs (Covid-19) nedeniyle yaşanan pandemi dönemi her yaşta çocuk ve ergen başta olmak üzere tüm bireyleri farklı şekillerde etkiliyor. Kimi yaşamını, kimi sağlığını, kimi sevdiğini kaybetti. Kimi ekonomik kayıplarla karşılaştı kiminin sosyal yaşamı etkilendi. Bunca kayıp arasında ruh sağlığımızı korumak hiç kolay olmuyor. Çocuklar da ailelerin duyduğu kaygıdan, stresten, sokaklarda gördükleri maskeli yaşamdan, sosyal mesafeden etkileniyorlar. Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Bölümü’nden Doç. Dr. Sebla Gökçe, çocuk ve ergenlerin pandemiden nasıl etkilendiğini her yaş grubu için ayrı ayrı anlattı:
0-1 YAŞ: Annenin, babanın bakım verenlerin kaygısı bebeklerde huzursuzluk, uyku ve beslenme problemleri şeklinde ortaya çıkıyor. Bebeğin bakım verene güvenli bağlanma geliştirmesi beklenirken, bu dönemde annede, bakım verende depresyon, kaygı, yüksek stres düzeyi bağlanmayı etkileyebiliyor. Bu durum çocuğun gelecekte hayatla ve diğer insanlarla kurduğu ilişkileri olumsuz etkileyebilir.
1-3 YAŞ: Konuşmaya başlayan, hareket özgürlüğü kazanan ve sosyalleşmeye başlayan çocuklar pandemi döneminde daha çok ailelerinin nasıl hissettiğine bağlı olarak ayrılık kaygısı, anneye, babaya yapışma, ayrılmak istememe, onların yokluğunda huzursuzluk, davranış problemleri gösterebiliyor. Kaygı ve stres düzeyine göre, kendinin veya yakınlarının hastalıkları uykuya dalamama, sık uyanma, korkulu rüya görme, iştahsızlık, huzursuzluk, öfkelilik hatta öfke nöbetleri, uyku ve beslenme problemleri de görülebiliyor. İnsanların sürekli maske ile gezmeleri, birbirlerinden uzak durmaları, dokundukları yerlerden mikrop, virüs bulaşır kaygısı nedeniyle gösterdikleri davranışları gözlemlemeleri, ailelerinin ve kreşe gidiyorsa öğretmenlerinin bu konularda sürekli uyarması dış dünyayı tehlikeli algılamalarına neden olabilir. Pandemide, dış dünyaya güvensizlik algılarının oluşması gelecekte onların kaygı düzeyi yüksek bireyler olarak gelişmelerine sebep olabilir.
3-6 YAŞ: Okul öncesi bu dönemde ailenin çocuğa yansıyan olumsuz duygularının yanı sıra, uyaran eksikliği, sosyal çevre eksikliği sebebi ile sosyal, bilişsel gelişimi beklenenden daha yavaş olabilir. Bu yaş grubunda çocuklar virüsleri onlara ve sevdiklerine zarar verebilecek canavarlar olarak algılayabilir, dış dünyadan bu sebeple daha çok korkabilirler. Özellikle onları korkutabilecek görsellerden, konuşmalardan korumak çok önemli. Bu korkular günlük hayatlarına tek başına kalmak istememe, bakım verenlerinden ayrılmak istememe, uykuya dalmakta güçlük, sık uyanma, korkulu rüyalar, gün içinde huzursuzluk, öfkelilik şeklinde kendini gösterebiliyor.
6-11 YAŞ: İlk ve ortaöğretim çocuklarında online eğitim döneminde sorumluluklarının yerine getirilmesinde zorluklar, fiziksel aktivite azlığı, akranları ile vakit geçirememeleri, ailelerin öğretmen rolüne geçmesi sebebi ile çocukların ve ailelerin kaygı, tükenmişlik, öfke gibi olumsuz duygu yoğunluğunda artış ve aile içi çatışmaların arttığı görülebiliyor. Ölümü algılayabilen bu yaştaki çocuklar bir yakınını kaybettiyse ya da bu dönemde sıkça çevresinden yakınını kaybedenleri duyuyorsa kaygıları daha da artar. Mutsuzluk, isteksizlik, derslere odaklanamama, öğrenme güçlüğü, uyku problemleri, aşırı yeme ya da iştahsızlık, beslenmeyi reddetme gibi yeme problemleri hatta bozukları görülebilir.
11-14 YAŞ: Ergenliğin başlangıcı ve orta evrelerindeki bu çocuklar akranları ile görüşememeleri, sosyal hayatın eksikliği, sürekli aileleriyle birlikte ve onların kontrolünde olmaktan çok etkileniyorlar. Pandeminin varlığını inkar etme eğilimi, etkilenmiyor görünmelerine de bu grupta oldukça sık karşılaşılır. Bu dönemde sorumluluklardan kaçma, akademik kayıplar, odaklanma ve motivasyon güçlükleri, enerji azlığı, zevk aldığı aktivitelere ilgi kaybı, uyku ve yeme sorunları, öfkelilik hali, aile içi çatışmalar ile ekran, oyun, internet bağımlılığı şeklinde görülebilmektedir.
15-18 YAŞ: Ergenliğin orta ve geç dönemlerindeki bu yaş grubunda normal dönemlerde de sıkça görülen gelecek kaygısının pandemi ile birlikte de daha sık ve ağırlaştığı görülebiliyor. Akranlarından uzak olmaları, aile ile daha fazla vakit geçirme ve sorumluluklarının daha fazla hatırlatılması, çatışmaları, gelecek kaygıları ve depresif bulguları arttırabiliyor. Bu grupta umutsuzluk, değersizlik, çaresizlik gibi depresif bulgularda, depresyon sıklığında artış, kendine zarar verme, intihar girişimleri bile görülebiliyor.
UMUT ETMEYİ ÖĞRETİN
“Bütün bu zorlukları getirdiği tüm duygular ile birlikte kabul edebilmeli, işlevselliğimizi, enerjimizi mümkün olduğunca korumaya çalışmalıyız.” diyen Doç. Dr. Sebla Gökçe, pandemi sürecinde çocuk, ergen ve ailelere şu önerilerde bulundu:
“Bize, çocuğumuza iyi gelen, keyif veren aktivitelere yönelmek elbette oyun oynamak, konuşmak, dinlemek, izlemek, yemek, içmek hareket etmek, sevmek, sevilmek, hatırlamak, unutmamak çok önemli. Zorluklarla başa çıkabilme becerisi, çocukların hayat boyu en çok ihtiyaç duyacakları becerilerdendir. Bu dönemi belki hasarsız değil ama en az hasarla atlatmaya çalışmalıyız.  Laboratuarlarda, hastanelerde, sokaklarda insanlık uğruna hayatını kaybedenlerin varlığına saygıyı unutmadan, bütün bu kayıplara rağmen yaşamaktan, iyilik halinden vazgeçmemek, umut etmek çocuklarımıza öğretebileceğimizin en önemlisidir.”
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
 

Kronik ağrılar yaşam kalitesini etkiliyor

Kronik ağrılar insanın hayat kalitesini son derece olumsuz etkileyen ve psikolojisini bozan bir durum haline gelebiliyor. 7 gün 24 saat ve aylarca bir ağrının etkili olabileceğini belirten uzmanlar, ağrının seviyesinden ziyade hastanın hissettiği ağrı şiddetini önemsediklerini söyledi. Uzmanlara göre ağrı düşük şiddette de olsa mutlaka önemsenmeli ve ihmal edilmemeli.
Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Anestezi ve Reanimasyon Uzmanı Prof. Dr. Füsun Eroğlu, kronik ağrılar ve tedavileri ile ilgili önemli bilgiler paylaştı.
Üç aydan fazla süren ağrılar kronikleşiyor
Üç aydan fazla süren süren ağrıların kronik ağrılar olduğunu belirten Prof. Dr. Füsun Eroğlu, “Ağrı merkezlerinde ağrının nedeni araştırılıp tedavi uygulanıyor. Ağrı, vücudun herhangi bir yerinden kaynaklanan, organik bir nedene bağlı olan veya olmayan insanın geçmişteki tüm deneyimlerini kapsayan, hoş olmayan subjektif bir duygu. Ağrı ile ilgilenen bölüm ise Algoloji olarak tanımlanıyor. Algoloji, 3 ay ya da daha uzun süren ağrıların tanı, tedavi ve takibinin yapıldığı tıp alanıdır” dedi.
Birçok kronik rahatsızlık tedavi edilebiliyor
Prof. Dr. Füsun Eroğlu, Ağrı Merkezi’nin tedavi alanlarından şöyle bahsetti: “Ağrı merkezinde kronik ağrılar; kanser ağrıları, baş ağrıları, sinir hasarına bağlı ağrılar yani nevraljiler, kas-iskelet sistemi ağrıları; boyun ağrıları, omuz-kol ağrıları, sırt ağrıları, bel-bacak ağrıları, damar tıkanıklığına bağlı ağrılar, nedeni belirlenemeyen ağrılar tedavi ediliyor. Baş ağrıları, kanser ağrıları gibi kronik ağrı hisseden herkes başvurabilir. Akut ağrısı olan kişiler de faydalanabilir ancak akut ağrı, vücudun bir savunma mekanizmasıdır, bir uyarıcıdır. Kişinin doktora gitmesi için ciddiye alması gereken bir mesajdır. Algoloji biliminin amacı, kronik ağrı nedeni ile kişinin kaybettiği yaşam kalitesini geri kazandırmaktır.”
Ağrı tedavisi multidisipliner yaklaşım ister
Ağrı tedavisinin ekip işi olduğunu ve multidisipliner bir yaklaşım istediğini ifade eden Eroğlu, “Ekipte radyoloji, fizik tedavi, nöroloji, beyin cerrahisi, ortopedi ve psikiyatri ile ilgili uzmanlar yer almalı. Doktorlar ağrının bir bölümünün kesilmesine yardımcı olabiliyor ancak kronik ağrı tedavisi bir ekip işi. Bu ekip olursa ağrı tedavisi başarıya ulaşıyor. Bu nedenle ülkemizde de bu alanda tecrübeli ağrı uzmanları yetiştiriliyor. Algolog olabilmek için 6 yıllık tıp fakültesini bitiren hekimlerin, Anesteziyoloji, Nöroloji veya Fizik Tedavi uzmanlık eğitimi aldıktan sonra, iki yıllık Algoloji yan dal uzmanlık eğitimini alması gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Kronik ağrılar yaşamı olumsuz etkiliyor
Kronik ağrıların insanın hayat kalitesini son derece olumsuz etkileyen ve psikolojisini bozan bir durum olduğunu söyleyen Prof. Dr. Füsun Eroğlu, “Bazen kişi 7 gün 24 saat ve aylarca bu ağrıyı yaşar. Psikiyatrik bir hastalık varsa ona bağlı olarak da ağrı hissedebilir. Ağrı merkezinde kronik ağrılar tedavi ediliyor. Çoğu zaman ağrı çeken kişiler pek çok uzmana gider. Ağrılarının geçmesi için tüm yöntemleri deniyorlar. Ağrı merkezleri, bu kişilerin ağrılarına yoğunlaşıp tedavi sürecine multidisipliner yaklaşarak yaşam kalitelerini artırmayı hedefliyor. Tüm dünyada ağrı kesiciler ve anti depresanlar çok yaygın olarak kullanılıyor. Ağrı Merkezleri arttıkça doğru ağrı kesiciyi doğru hastada kullanmaya başlanacaktır, böylece bilinçsiz ağrı kesici kullanımları da azalacaktır” diye konuştu.
Ağrılar düşük şiddette de olsa önemsenmeli
Ağrı merkezinde yapılan tedavide ağrının seviyesinden ziyade, hastanın hissettiği şiddetin daha önemli olduğuna dikkat çeken Eroğlu, “Ağrı, subjektif bir duygudur. Kişiden kişiye, kültürden kültüre ve yandaş hastalığa göre değişir. Kişi ne şiddette ağrı hissediyorsa, bizim için şiddeti odur. Örneğin ağrının şiddetini değerlendirirken, hasta ağrısını 10 üzerinden 9 şiddetinde hissediyorsa hastanın ağrısını 9 olarak kabul ederiz. Yaklaşım hiçbir zaman “bu hastada bu kadar şiddetli ağrı yapmaz” şeklinde olmamalı. Ağrı düşük şiddette de olsa önemlidir. Ağrı eşiği de genelde bütün insanlarda aynıdır ancak ağrı tolerasyonunda farklılık olabilir. Eğer ağrı eşiğini etkileyen bir sorun varsa örneğin tümör gibi veya sinir sistemini etkileyen bir hastalıkta ağrıyı beynimizdeki ulaşmasında problem olabilir” dedi.
Kronik ağrı psikolojiyi bozabilir
Prof. Dr. Füsun Eroğlu, ağrı merkezinde kronik ağrılı durumların tedavi edildiğini söyledi ve sözlerini şöyle tamamladı:
“Kronik ağrılar insanın yaşam kalitesini düşürmektedir. Artık eskiden yapmaktan mutluluk duyduğu şeyleri yapmamaya, devamlı ilaç kullanmaya, gerginlik, uyku bozuklukları, tükenmişlik, toplumdan uzaklaşma, çalışıyorsa işini aksatmaya başlar. Aslında büyük bir mutsuzluk kaynağıdır ağrı. Doğal olarak da kişinin ve hatta yakın çevresinin, ailesinin psikolojisini etkiler. Sonuçta kronik ağrı psikolojik bozukluğa neden olabildiği gibi bazı psikiyatrik durumlar da ağrı nedenlerinin arasında önemli yere sahip. Kronik ağrısı olan hastanın mutlaka psikiyatrik olarak da değerlendirilmesi gerekiyor. Bu nedenle Ağrı Merkezi ekibinde psikiyatristin de yer alması çok önemli.”
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

Deprem ruh sağlığımızı nasıl etkiliyor?

İzmir’de yaşanan deprem başta çocuklar olmak üzere yetişkinlerde ve toplum genelinde hemen herkesi psikolojik anlamda etkiledi. Sürekli depremi düşünmenin bireylerde ruhsal hastalıkların başlamasına yol açtığına dikkat çeken Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Gerekli tedbirlerin alınması ve rutin hayattan kopulmaması şart. Özellikle çocuklar gözlem yaptığı için anne ve babaların depremle ilgili haberleri izlerken ve deprem anında soğukkanlı olması, deprem gerçeğini uygun bir beden diliyle anlatmaları gerekiyor” dedi.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, depremi psikolojik açılardan değerlendirdi.
Bazı bireyler depremi düşünerek yaşıyor
Depremle yaşamak gerçekten zor bir duygu diyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Böyle bir durumda ne yapmamız gerekiyor? Bazı kişiler 24 saat devamlı depremi düşünüyor. Onu düşünerek yaşıyorlar. Tek ilgi odağı bu olduğu için kaygılarını, korkularını kontrol edemiyorlar ve ruhsal hastalıklar başlıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün ‘Ruh hastalıkları bozuklukları pandemisi bekleniyor’ diye açıklaması var. Bunun üzerine bir de deprem geldi” diye konuştu.
Çocuklara deprem gerçeği anlatılmalı
Deprem ülkesi olduğumuz için psikolojik olarak da depreme hazırlanmamız gerektiğinin altını çizen Tarhan, “Özellikle çocuklar önemli çünkü onlar anne babaya bakarlar. Özellikle 5-6 yaşındaki gerçeklik duygusu gelişmemiş çocuklar deprem haberi izlerken veya deprem olduğu zaman anne ve babalarını gözlemlerler. Anne ve baba soğukkanlıysa, rahatsa çocuk da soğukkanlı olur. Eğer ebeveynler çocuğun yanında değil uzaktaysa böyle durumlarda çocuk daha çok korkar. Böyle durumlarda yanında anneanne ve babaanne gibi güven veren kişilerin olması gerekiyor. Çocuk erişkinleri taklit ederek rahatlıyor ya da korkusunu gideriyor. Ebeveynleri kaygılıysa çocuk daha çok kaygılanıyor. O yüzden çocuğu haberlerden, bu gibi durumlardan uzaklaştırmak yerine böyle bir gerçek var demeleri gerekiyor” dedi.
Deprem anı için beyin egzersizleri yapılmalı
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, ‘Türkiye deprem bölgesi olduğu için neredeyse her yıl farklı yerlerde oluyor. O yüzden deprem anında neler yapılabileceği ile ilgili çocuklarla birlikte beyin egzersizleri yapılmalı’ dedi ve sözlerine şöyle devam etti:
“Hiçbir şey yapmamak belirsizliktir ve kaygıyı arttırır. Ayda ve Elif bebek kurtuldular. Yani güvenli bir şekilde olursa en kötü durumda bile kurtulabiliyor. Çocuğa grip olduğunda nasıl aşı yapılıyorsa psikolojik, şiddet aşısı gibi deprem olduğu zaman ne yapacağını öğretmemiz gerekiyor. Bir şeyler yapılabileceğini bilmesi çocuğu rahatlatır. Tedbirimizi alacağız, deprem yok gibi yaşamaya devam edeceğiz.”
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Rutinden kopmak kaygıyı artırıyor”
Deprem çantasının edindikten ve depremle ilgili önlemlerin aldıktan sonra günlük yaşama, işlere devam edilmesi gerektiğine dikkat çeken Tarhan, “Rutinden koptuğumuz an kaygı artıyor. Bu sefer ruh sağlığı bozuluyor ve hayat yaşanılmaz oluyor. Depremi düşman gibi görmek büyük bir kaygıya sebep oluyor. Anne ve babalar ‘Deprem bir gerçektir, bu gerçeği kabul edelim, bundan gelecek tehlikeye karşı tedbirimizi alalım, hayattaki yolumuza devam edelim’ düşüncesiyle ilerlerse çocuk da o şekilde kabulleniyor. Ayrıca küçük yaşta stres yönetimini öğrenmiş oluyor. Bu aynı zamanda psikolojik sağlamlık eğitimidir. Bu eğitimi deprem bölgesinde veya hastalık durumunda travma yaşayan çocuklara vermekte fayda var. Özellikle çocuklar açısından ve tabi ki yetişkinler için de psikolojik sağlamlık önemli” dedi.
Yakınını kaybedenlere yalnız olmadığı hissetirilmeli
‘Elif’in parmak tutmasını hepimiz gördük. Sembol bir fotoğraf oldu’ diyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan sözlerine şöyle devam etti:
“İnsanın o anda en büyük ihtiyacı bağlanma ve yalnızlığını giderme ihtiyacıdır. Güvende hissetmek çok önemli. Yakınını kaybeden birisi yalnız olmadığını hissetmeli. Bunun için bizim kültürümüzde 40’ıncı gün, 52’inci gün gibi yöntemler geliştirilmiş. Bunların arka planında yakınını kaybedenlere yalnız değilsin mesajı veriliyor. Bazıları böyle durumlarda hemen ilaç vermeyi deniyor. Halbuki bu bir acıdır, kişi o acıyı yaşamazsa ve örterse daha sonradan başka türlü çıkıyor. Bu bir travma. Travma sonrası bizim uyguladığımız büyüme ölçeği var Bu ölçekte travmayı doğru karşılayıp karşılamadığı sorulur. Bazıları da tamamen yok sayıyor ama beyin o travmayı unutmuyor. En ufak bir travmada ortaya başka türlü çıkıyor.”
Çocuklara beden dili ile anlatılmalı
Çocukta korku duygusunu arttırarak, pişmanlık, suçluluk yahut da dehşet duygusu uyandırılarak verilen eğitimin tehlikeli olduğunu belirten Tarhan, “Trafikte nasıl kırmızı ışıkta geçmemenin bir kural olduğunu anlatıyorsak çocuğa bunun da bir kural olduğunu o şekilde anlatmalıyız. Abartılı davranıldığı zaman çocukların rüyalarına girmeye başlıyor. Çocuk bunu taşıyamaz, abartmaya gerek yok. Çocukta korku ve panik duygusu uyandırmadan beden diliyle anlatmalıyız. Beden dili çok daha önemli” ifadelerini kullandı.
Deprem anında yukarı katlar daha güvenli
Tarhan, “Yalova depremi olduğu zaman herkes dışarı çıkmaya çalışırken Japonlar yukarı çıkmaya çalışmış. Depremde giriş katlar değil yukarı katlar daha güvenlidir. Burada esas dikkat edilmesi gereken binaların sağlam olup olmadığı. Deprem öldürmez, kötü inşaat öldürür. Kişi yaşadığı yer güvenliyse, tedbirini alacak depremi de unutacak. Ama yeni bir yere girdiyse ve yakın zamanda da deprem olduysa özellikle o zaman kişinin ‘Burada deprem olursa ne yapabilirim?’ diye düşünebilmesi gerekiyor” dedi.
Narsistik kişiler hiçbir şey olmamış gibi davranabiliyor
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, depremden sonra hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam eden insanların olduğunu ifade etti ve sözlerine şöyle devam etti:
“Bu da bir savunma sistemidir, kaçıştır. Aslında onlar en çok korkan, empati yoksunu, benmerkezci ve narsistik özellikleri fazla olan kişilerdir. Depremle yüzleşmekten korktukları için de bu şekilde davranıyorlar. Toplumda böyle insanlar olur ama önemli olan bu kişilerin az olmasıdır. Türkiye bu konuda gerçekten dünyaya örnek olacak nitelikte. Enkaz alanlarında çalışanların hayat kurtardıklarında ağladıklarını görüyoruz. Bu özellik dünyanın pek çok yerinde bulunmaz. Bu özellikleri çocuklara da küçük yaşta öğretmek gerekiyor. Böyle durumlarda haberleri izlemesin diye çocuğu odaya kaçırmaktan daha önemlisi, ‘böyle bir durum olsa biz ne yapmalıyız, bak oradaki insanlar nasıl yardım ediyor’ diye çocuğa bilgi vermektir. Yanlışı ve doğruyu konuşma yöntemiyle çocuğumuzla büyük insan gibi konuşmalıyız. Ama ondan büyük insan gibi anlamasını beklememeliyiz. Bunu yaparsanız emin olun o çocuk erken yaşta olgunlaşan bir çocuk olur. Hem çocukluğunu yaşar hem de hayatı öğrenir.”
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)