Etiket arşivi: yaşam

Ünlü Oyuncu Meral Kaplan DmJoy Dergi ve Tiger Mek Reklam ve Yapım Şirketinin Ardından Blue Moon Pozitif Yaşam Merkezi’ni de Kurdu…

Ünlü oyuncu Meral Kaplan durmak bilmeden çalışmalarına devam ediyor…

İstanbul Ulus’da kurduğu reklam, pr şirketi yanısıra, Dm Joy dergisinin 14. Sayısını çıkaran Meral Kaplan durmaksızın çalıştığı firmalarına bir yenisini ekledi.Açılışını yaptığı Blue Moon Pozitif Yaşam Merkezi’nde kendisini ziyaret ettiğimiz Meral Kaplan’a neler yaptığını sorduk…

Bluemoon yaşam merkezi ne zaman kuruldu ve amacı neydi?

 

Bluemoon Pozitif Yaşam Merkezi 2022 yılında
Meral Kaplan tarafından kurulmuş bir terapi merkezidir.
Biorezonans Terapisi başta olmak üzere, Psikoloji ve Alternatif tedavi alanlarında alanının uzmanları tara­fından hizmet verilmektedir. Derin ve kronik rahatsızlıkları bile değiştirme­ ye yardımcı olmak ve kalıcı sonuçlar için sağlığı iyileştirmek ve aynı za­ manda güçlü tedavilerle akut sorun­ları ele alırken, her müşteriye son tek­noloji bir terapi protokolü hazırlamak için dünya çapında doğal ve entegre tıp dünyasının en son gelişmelerini kullanır.

Biorezonans Terapi Nedir?

Biorezonans Terapi, vücudun kendi ken­ dini düzenleme sistemine yardımcı olmak için doğu enerji tıbbı, homeopati ve kuantum fiziği kav­ramlarını kullanır. Alerjenler ve diğer stres etkenleri tarafından verilen sinyalleri bastırırken, bağışıklık sistemi ile vücuttaki tüm hücreler arasında geçen şifa sinyallerini artırarak vücuda yardımcı olur. Ba­ ğışıklık sistemi üzerinde çalışarak, sorunun kökünü iyileştirmeye yardımcı olur ve yalnızca semptomu bastırmakla kalmaz. Bu nedenle, Biorezonans teda­ visinin etkileri uzun sürelidir ve sorunun ortak kay­ nağını hedefleyerek birden fazla rahatsızlığın iyileş­ tirilmesine yardımcı olur.
Biorezonans Terapi bağışıklık sistemini güçlendir­ diği için sadece hastalıklarla savaşmak için değil, hastalıkları önlemek için de kullanılabilir. Vücudun enerjisini okuma yeteneği, Biorezonans tedavisine özgüdür ve vücudun kendini iyileştirme yeteneği ni geri kazandırarak daha hızlı sonuçlar sunar. Ek olarak, bu tedavi süreci ağrı yönetiminde yardımcı olabilir ve geleneksel tıbbi uygulamalarla birlikte alı­ nabilir. Biorezonans Tedavisi nazik, non-invaziv bir tedavi metodolojisidir.

Biorezonans Nasıl Çalışır?
1.Adım: Teşhis
Bu, ayrıntılı sonuçlar ve­ ren iyi tanımlanmış bir süreçtir. Belirli bir ma­ kine kullanılarak vücu­ dunuz gıda intoleransı, hormon ve kimyasallar­ daki dengesizlik ve bak­ teri, virüs, ağır metaller, mantar oluşumu vb. gibi

2.Adım: Terapi
Terapinin ilk kısmı, bir önceki adımda teşhis edi­len dengesizliklerle ilgi­ lenmeyi içerir.
Terapinin ikinci bölü­münde, terapistiniz evde uygulanacak gıda takvi­yeleri ve tedavileri sağla­yacaktır. (Bu talimatlara uymalı ve bol su içmelisi­niz.)
3.Adım: Takip
Koşulların ciddiyetine bağlı olarak, terapist zi­ yaretlerin sıklığını önere­cektir.

Her seansta ilerle­ meniz kaydedilecek ve buna göre tedavi sağlanacaktır.

4.Adım: Bakım
Tedavi seanslarınız tamamlandıktan ve iyileştikten son­ra, düzenli takipler için kliniği ziyaret etmeniz önemlidir. Terapistiniz bazı evde terapiler de önerebilir.

 

 

 

 

Vivo X51, Yalın ve Zarif Tasarımıyla Trendleri Takip Eden Kullanıcıların Yaşam Tarzlarını Tamamlıyor

Vivo, amiral gemisi akıllı telefonlarından yepyeni X51 ile karmaşık dünyayı basitleştirerek, kullanıcıyı vivo’nun ileri teknolojisiyle bir araya getiren çağdaş ve zarif tasarım estetiği ile cihazların kullanıcılar için kendini ifade etme biçimi şeklinde hizmet etmesini sağlayarak, markanın orijinal tasarım hedefine geri dönüyor.
X51 akıllı telefonlarının benzersiz renk paleti, pürüzsüz şekli ve rahatlık hissinin kullanıcıların teknolojimizle bağlantı kurmasına yardımcı olmak için bilinçli tasarım seçeneklerini yansıttığını belirten vivo Türkiye CEO’su Andrew Liu, “X51’in tasarım özellikleri, dinamik tasarım felsefesinin zarafetiyle, daha iyi bir genel kullanıcı deneyimi sunmak için profesyonel fotoğrafçılık özelliklerini vurgulamaya yardımcı oluyor.” dedi. X serisi, teknoloji ve kullanıcı merkezli tasarım dengesi ile birinci sınıf bir fotoğrafçılık deneyimi sağlamayı hedefliyor. Yurtdışında piyasaya sürülecek ilk X serisi cihaz olan X51, bu amacı yansıtıyor.” şeklinde konuştu. Liu ayrıca, “X serisindeki önceki cihazlara benzer şekilde, vivo’nun yeni X51 amiral gemisi akıllı telefonları, küresel kullanıcıların modaya uygun ve akıllı yaşam tarzlarını tamamlamak için gelişmiş fotoğrafçılık teknolojisini şık ve çağdaş tasarım estetiğiyle dengeliyor.” dedi.
Benzersiz Tasarım, Profesyonel Fotoğrafçılık Yeteneklerini Sergiliyor
X51’in tasarımı, profesyonel fotoğrafçılık özelliklerini geliştirirken, çağdaş bir estetikle yönlendirilen serideki her akıllı telefon, yalın ama keskin bir görünüm sunan R3 yuvarlak köşelerin bulunduğu dikdörtgen bir kamera matrisine sahip. Tasarımcılar, daha rahat bir görünüm ve his yaratmak için X51 akıllı telefonlarda kare veya sert unsurlardan kaçındı.
X51 kamera matrisi ayrıca Çift Tonlu Adım tasarımına sahip. Büyük, çıkıntılı kameralar, fotoğrafçılık alanında amiral gemisi olan akıllı telefonlar arasında oldukça yaygın. Ancak vivo böyle bir tasarımın cihazın estetik çekiciliğini azaltacağını düşünerek bunun yerine, kamera matrisinin ve X51’deki Gimbal Kamera Sisteminin çıkıntısını azaltan, inceliği korurken derinlik ve düzen hissini artıran yaratıcı iki kademeli bir kamera tasarımı geliştirdi. Üst kademede siyah renkte ana kamera, bokeh kamera ve geniş açılı kamera bulunuyor. Alt kademe ise periskop kamerayı içerir ve arka kapakla aynı renge sahipken, tüm modülün etrafındaki CNC (bilgisayar sayısal kontrolü) parlak çerçeve, yumuşak bir son dokunuş sağlıyor. Çift Tonlu Adım tasarımı, kamera tasarımına benzersiz bir görsel odak noktası eklerken, daha büyük kameraların gerektirdiği daha büyük bir kamera matrisi zorluğunu çözerek hem işlevsel hem de estetik amaçlara hizmet ediyor.
Seçkin Tasarım, Düzen ve Zarafet Getiriyor
vivo X serisi, akıllı telefonların kullanıcılarının bir uzantısı haline geldiğini ve insanların kişiliklerini ifade etmek ve yaşam tarzlarını tamamlamak için kullandıkları araçlar olarak hizmet ettiklerinin farkında. Bu nedenle X51, yeni amiral gemisi cihazların kullanıcıların kendilerini ifade etmelerine ve düzenli ve samimi tasarımıyla daha fazla güzelliği keşfetmelerine yardımcı olmak üzere, zarafet ve sadeliği vurgulamak için vivo’nun orijinal tasarım hedeflerine geri dönüyor.
Tasarımcılar X51’in renk paleti için tüketicilerin kişisel ifade ve profesyonel fotoğrafçılık amiral gemisi konumlandırması isteklerini dikkate aldı. Modern yaşamın normal düzeninde süregiden aksamaların ortasında, renk paleti olumlu mesajlar sunmayı ve tüketicilerin endişelerini gidermeyi amaçlıyor. vivo, tüketicilere yüksek kaliteli bir görsel deneyim sunmak üzere renk paletini belirlemek için Fransa’daki Carlin Creative Trend Bureau gibi tasarım kurumlarıyla iş birliği yaptı. Tasarımcılar yaklaşık 600 prototipi sıraladıktan sonra uluslararası pazar için üç renge karar verdiler.
X51’in renkleri ise; canlılık ve umut dolu, akıcı açık mavi olan “Buz Mavisi”; derin gökyüzündeki gümüş maviyi ve düzenin yeniden kurulmasını temsil eden “Alfa Grisi”; ve gradyan etkisine sahip olan ve insanlara dünyayı berrak bir zihinle görmelerini söyleyen “Cam Siyahı”ndan oluşuyor. Buz Mavisi ve Alfa Gri modellerinde, telefonun arkasındaki cam yüzeyde, buzlu bir cila oluşturan işleme teknolojisi AG Frosting bulunuyor. Yumuşak ve rahatlık sağlayan görünüm, tüm yüzey boyunca yaşamın eşit dağılmış yansımasına neden oluyor.
X51, konforu, görsel çekiciliği ve performansı artırmak için daha ince bir cihaza (Buz Mavisi ve Alfa Grisi için 8.04mm ve Cam Siyahı için 8.07mm) izin veren COP (Chip on Plastic) paketleme teknolojisi sayesinde 3 boyutlu esnek kavisli ekrana sahip ve daha hafif. Ekranın nispeten bükülebilir, esnek ve dayanıklı olması, telefonun hasar görme ihtimalini de düşürüyor. Yenilikçi ekran tasarımı ayrıca zararlı mavi ışığa maruz kalmayı azaltıyor ve SGS Eye Care Display sertifikasına sahip olmasının yanı sıra, HDR 10+ teknolojisi eksiksiz video parlaklığı ve renk bilgilerini koruyor. Bu ekran özellikleri, X serisi tasarımının insan merkezli odağını yansıtıyor.
Y Serisinden iki model de satışta
vivo, X51 modeli ile birlikte, Y70* ve Y20* modellerini de Aralık ayı itibariyle Türkiye’de satışa sundu. Türkiye’de satışa sunulan yeni vivo cep telefonlarının tavsiye edilen perakende satış fiyatları; X51 için 8.999 TL, Y70 için 3.699 TL ve Y20 için ise 3.099 TL olacak.
Türkiye’de satışta olan tüm vivo cep telefonları Teknosa, Mediamarkt, Vatan gibi teknoloji satış noktaları üzerinden tüketicilerle buluşmaya hazır.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

Hareketsiz yaşam böbrek taşı oluşumuna neden oluyor

Koronavirüs enfeksiyonu nedeniyle evde kaldığımız ve hareketsiz yaşam sürdüğümüz bu dönemde değişen beslenme alışkanlıkları ve yetersiz sıvı pek çok sağlık sorununu da beraberinde getiriyor. Bunlardan biri de dayanılmaz ağrı ile belirti veren böbrek taşıdır.
Biruni Üniversitesi Hastanesi Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Levend Özkan böbrek taşı oluşumunu engellemek için önerilerde bulundu.
Böbrek taşlarının dünya nüfusuna oranla yüzdesi tam olarak bilinmemekle birlikte en sık görülen ürolojik rahatsızlıklardan birisidir.
Genel olarak bakıldığında bir bireyin yaşam boyunca taş hastalığı ile karşılaşma riski %5-10 olarak tahmin edilmektedir. Erkek hastalarda risk daha yüksek olmakla birlikte toplumlar arasında farklar görülebilmektedir.
Taş hastalığı dünya genelinde sıklıkla 30-50 yaşları arasında görülmektedir. Hastalık ne kadar erken ortaya çıkarsa hayat boyunca tekrar karşılaşma ihtimali o kadar yüksektir.
AZ SU İÇMEK, HEREKETSİZ YAŞAM VE AŞIRI TUZ EN ÖNEMLİ NEDENLER
Her hastada idrar yolu taşına yol açan etkeni belirlemek mümkün olmasa da taşın cinsine ve hastanın tıbbi durumuna göre taş oluşma ve tekrarlama riskinin arttığı bazı durumlar bilinmektedir. Taş cinsinden bağımsız olarak taş oluşma riskini artıran üç etken yetersiz sıvı alımı, hareketsiz yaşam tarzı ve yüksek oranda tuz (sodyum) tüketimidir.
Bunlar haricinde ailede taş hastalığı olması, sık idrar yolu enfeksiyonu geçirme, idrarın doğal süzülmesini ve akışını engelleyen durumlar (darlık vb), kalsiyum metabolizmasını bozan hastalıklar, geniş barsak rezeksiyonları, genetik bazı hastalıklar ve bazı ilaçlar da böbrek taşı oluşumunu ve tekrarlamasını etkileyen unsurlardır.
 
TEK TARAFLI ŞİDDETLİ AĞRI İLE BELİRTİ VERİR
Taş hastasını doktora getiren klasik bulgu ağrıdır. Ağrı sıklıkla tek tarafta ve gelip geçici şekilde olur (renal kolik). Ancak taşlar idrar akımına engel olmayacak bir bölgede yerleşmişse veya çok küçükken sistemden atıldıysa hiç bulgu vermeyebilir.
“Kum dökme” olarak tabir edilen durum taşların büyük hale gelmeden idrarla atılmasıdır. Kum dökme (kristalüri) tabiri toplumda sıkça kullanılsa da hem hastanın takibi, hem de ayırıcı tanıların dışlanması açısından tahlil ve görüntüleme yapılmadan kullanılmamalıdır.
Detaylı bir hikaye, basit bir idrar tahlili ve görüntüleme ile klinik olarak anlamlı taşların büyük kısmı birinci basamak sağlık kuruluşlarında tanınabilmektedir. İleri tetkik ve tedavi gerektiren durumlarda hasta mutlaka bir üroloji uzmanına yönlendirilmelidir.
Tanı anında idrar kanalının (üreter) altına kadar ilerlemiş küçük boyutlu taşların büyük çoğunluğu kendiliğinden idrar kesesine düşer ve idrarla atılır. Takip sürecinde ağrı kesiciler ve taşın düşmesine yardımcı olacak bazı ilaçlar kullanılabilir. Genellikle haftalık kontrol ve görüntüleme önerilir. Şiddetli ağrı veya tıkanmaya bağlı enfeksiyon gibi durumlarda taşın boyutundan bağımsız olarak erken girişim gerekebilir.
 
TEDAVİDE AMELİYATSIZ YÖNTEMLER ÖNE ÇIKIYOR
Taşın yerine, boyutuna, cinsine ve hastanın kendine özgü durumuna göre tedavi alternatiflerini belirlenir ve hasta ile birlikte uygulanacak tedaviye karar verilir.
Günümüzde tedavide girişimsel yani ameliyatsız yöntemler altın standart olarak kabul ediliyor. Bunun dışında nadir olarak açık cerrahiler uygulanıyor.
Dışarıdan ses dalgaları ile taş kırma (ESWL), kesi olmadan, endoskopik yolla taşın kırılması ve çıkartılması (endoskopik sistolitotripsi, üreterorenoskopi, RIRS), böbrek seviyesinde cilt dışından küçük kesi ile girilerek uygulanan endoskopik tedaviler (PCNL) en çok uygulanan yöntemler arasında yer alıyor.
 
Taş cinsinden bağımsız olarak taş oluşumu ve tekrarlamasından korunmak için bol su tüketilmeli, sofra tuzundan uzak durulmalı ve hareketsiz yaşam tarzından kaçınılmalıdır.
Böbrek taşları idrardaki mineral ve asit tuzlarının kristalize olmasıyla (çökmesiyle) oluşur. Doğal olarak idrar sisteminde ne kadar az su olursa mineral ve tuzların çökme ihtimali de o derecede artar.
Günlük sıvı miktarı dengesi idrar rengine göre ayarlanabilir. Açık sarı – beyaz renk idrar sağlıklı sıvı alımının göstergesi olarak kabul edilebilir. Koyu renkli idrar az sıvı alımının veya idrarda kanamanın habercisi olabilir. Günlük sıvı alımı küçük miktarlar halinde güne yayılarak şeklinde olmalıdır.
BU BESİNLERDEN UZAK DURULMALIDIR
Genel önlemler haricinde taşın cinsine göre diyet önerileri yapılabilir. Taşların büyük kısmını oluşturan kalsiyum-okzalat taşlarından korunmada okzalat içeren yiyeceklerin sınırlı miktarda tüketilmesi önerilir. Yüksek okzalat içeriğine sahip yaygın tüketilen besinlere örnek olarak kakao, çay, pancar ve ıspanak verilebilir. Geçmiş zamanlarda kalsiyum kaynaklarının (süt, peynir vb.) sınırlanması ve hatta tamamen kesilmesi uygulanmış olsa da günümüzde önerilmemektedir. Aksine doğal besinlerle günlük kalsiyum alımı desteklenmekte, sadece dışarıdan ve kontrolsüz kalsiyum alımı kısıtlanmaktadır.
İdrar yolu taşlarının yaklaşık %10’u ürik asit taşıdır. Özellikle bu taşlardan korunmada hayvansal proteinlerin kısıtlı tüketilmesi önerilmektedir. Bol ve güne yayılmış şekilde su tüketiniz Dengeli ve çeşitlendirilmiş bir diyet uygulayınız. Hiçbir besin çeşidinde aşırıya kaçmayınız Diyetinizdeki tuz miktarını ve hayvansal proteini mümkün olduğunca kısıtlayınız. Proteini sebzelerden almaya ağırlık veriniz. Hareketsiz yaşam tarzından kaçınınız. Haftada 2-3 kez egzersiz yapmaya ve kilonuzu korumaya özen gösteriniz Daha önce taş düşürdüyseniz veya taş nedeniyle tedavi olduysanız mutlaka doktorunuz önerdiği şekilde takiplerinizi yaptırınız
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

Yeni yöntemler yaşam süresini uzatıyor!

Günümüzde en çok ölüme neden olan kanser türleri arasında 4. sırada yer alan pankreas kanseri son yıllarda hızla yaygınlaşıyor. Uzun süre hiçbir belirti vermeyip sinsice ilerlediği için   hastalık sıklıkla son evrede tespit edilirken, buna bir de toplumdaki yanlış inanışlar eklendiğinde hem erken teşhis oranı azalıyor, hem de ileri evrede tespit edilen hastalığın tedavisi zor hale geliyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan tüm bu olumsuzluklara karşın pankreas kanserinin tedavisinde günümüzde çok önemli gelişmeler sağlandığını vurgulayarak “Günümüzde cerrahi teknikler, yeni kemoterapi ajanları ve radyasyon onkolojisi alanında atılan büyük adımlar sayesinde hastaların yaşam sürelerini uzatmak mümkün hale geldi. Erken teşhis ve tedavide bir multidisipliner takım yaklaşımıyla hastaların daha uzun süre yaşayabilmelerini, yüzde 40’ında 5 yıllık sağ kalımı sağlayabiliyoruz” diyor. Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan, pankreas kanserinde umut veren gelişmeleri, hastalıkla ilgili toplumda düzeltilmesi gereken yanlış inanışları anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.
Pankreas kanseri tedavisi olmayan bir hastalıktır! YANLIŞ  
DOĞRUSU: Toplumda pankreas kanserinin ölümcül bir hastalık olduğu ve tedavisinin olmadığı düşünülüyor. Oysa bunun kesinlikle doğru olmadığını vurgulayan Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan “Hastalık 3 farklı evrede yakalanabiliyor. Bunlardan biri doğrudan ameliyat edilebilir evre. Yeni verilere göre bu hastalar ameliyat edildikten ve etkin kemoterapi aldıktan sonra yüzde 50 oranında 5 yıllık sağ kalım görebiliyoruz. İkinci evre, kanserin pankreas çevresindeki damarlara yayıldığı gruptur. Eskiden bu hastaların ameliyat şansı olmadığı düşünülürdü ve bu kişilere kemoterapi dışında tedavi önerilmezdi. Son yıllarda geliştirilen ve cerrahiden önce uygulanan modern kemoterapi ve radyoterapi yöntemleri sayesinde bu hastaların büyük bir bölümü günümüzde cerrahi yapılabilecek hale geliyorlar. Böylece bu hastaların yüzde 30-40’ında 5 yıllık sağ kalım sağlayabiliyoruz. Bu sayede cerrahi olarak çıkartılabilecek tümörlerde artık uygun hastalarda tam şifa bile gerçekleşebiliyor. Ameliyat sonrasında uygulanan kemoterapi ve radyoterapi gibi yöntemler hastalığın tekrarlama riskini azaltarak, tedaviden daha başarılı sonuçlar alınmasını sağlıyor” diyor.
İleri yaşlarda görülen bir kanser türüdür! YANLIŞ! 
DOĞRUSU: Pankreas kanseri genellikle 65 yaş sonrasında görülse de, daha genç yaşlarda da ortaya çıkabiliyor. Bazı genlerde oluşan mutasyonlar ebeveynlerden çocuğa geçebiliyor.  Bazı genetik mutasyonları taşıyan kişilerde pankreas kanserinin görülme yaşı 30-40’lı yaşlara kadar düşebiliyor. Bunların yanı sıra genetik kronik pankreatit hastalığı olan kişilerde de bu hastalık yine genç yaşlarda gelişebiliyor.
Mutlaka şiddetli ağrıya neden olur! YANLIŞ
DOĞRUSU: Pankreas kanserinin şiddetli ağrıya neden olduğu düşünülüyor. Oysa her 2 hastadan birinde hastalık ağrı şikayetine yol açmıyor. Ağrı çoğunlukla tümörün çevresindeki sinirlere baskı yaparak zedelediği durumlarda gelişiyor.
Çok hızlı ilerleyen bir hastalık! YANLIŞ 
DOĞRUSU: Toplumdaki yaygın inanışın aksine, pankreas kanseri uzun süre hiçbir belirti oluşturmadan ilerleyebilen sinsi bir hastalık. Dolayısıyla her 2 hastadan birinde, kanser hücreleri başka bir organa sıçradığında, genellikle başka bir hastalığa yönelik yapılan tetkiklerde tesadüfen tespit ediliyor. Pankreas kanseri safra yollarına baskı yapıp sarılığa veya sinirlere basıp ağrıya yol açmazsa hastalar ciddi bir yakınmaları olmadığı için uzun süre tümörün varlığından habersiz yaşıyorlar. Hastalık sıklıkla metastaz yaptığında, yani ileri evrede oluşturduğu yakınmalar nedeniyle yapılan tetkikler sonucunda tespit edildiği için çok hızlı ilerlediği düşünülüyor.
Şifalı bitkiler pankreas kanserinde fayda sağlar! YANLIŞ 
DOĞRUSU: Civanperçemi, zerdeçal, buğday şırası, çörek otu, acı kayısı ve daha niceleri… Şifalı bitkilerin pankreas kanserinin tedavisinde etkili olduğuna dair yaygın bir düşünce olduğu için hastalar çözümü bu bitkilerde arayabiliyorlar. Oysa sanılanın aksine bu bitkilerin tedaviye hiçbir katkıları olmadığı uyarısında bulunan Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan, “Şifalı olarak nitelendirilen bitkilerin bazıları hastaların bağışıklık sisteminin güçlenmesine fayda sağlayabilir. Ancak bunlara güvenerek gereken tedavileri almayan hastalarda esas tedavinin gecikmesi nedeniyle tümör ilerleyerek başka organlara sıçrayabiliyor” diyor.
Pankreas kanseri her zaman sarılık yapar! YANLIŞ 
DOĞRUSU: Pankreas; baş, gövde ve kuyruk olmak üzere 3 bölümden oluşuyor. “Pankreas kanserinin belirtileri, tümörün pankreas bezindeki yerleşim yerine göre değişiklik gösteriyor” diyen Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan, sözlerine şöyle devam ediyor: “Tümör pankreasın baş bölümünde gelişirse, büyüdüğünde safra yollarını kapatarak sarılığa neden olabiliyor. Ancak pankreasın gövdesinde ve kuyruğunda oluşan tümörler büyük boyutlara ulaşsalar bile, safra yollarıyla hiçbir bağlantıları olmadığı için sarılık yapmazlar. Bu hastalar daha çok ağrı yakınmasıyla doktora başvuruyorlar.”
Pankreas kanseri her zaman diyabete yol açar! YANLIŞ 
DOĞRUSU: Ani gelişen bir diyabet, pankreas kanserinin önemli bir belirtisi olabiliyor. Dolayısıyla bu durumda zaman kaybetmeden mutlaka pankreas kanserine yönelik tetkik yapılması gerekiyor. Ancak sanılanın aksine pankreas kanseri her zaman diyabete yol açmıyor. Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan, “Diyabet, pankreas kanserine bağlı olduğunda pankreasın insülini yeterince salgılayamaması sonucu ortaya çıkıyor. Pankreasın tümünün ameliyatla çıkarılmasına gerek olmayan durumlarda, zamanla pankreas gücünü yeniden kazanabiliyor. Dolayısıyla bazı hastalar diyabetik olmaktan çıkıyorlar” diyerek, şunları söylüyor: “Tüm pankreasın alınması gereken durumlarda ise insülin salgılanamadığı için diyabet gelişiyor. Ancak bu durum nadir görülüyor.”  
Küba aşısı pankreas kanserini tedavi ediyor! YANLIŞ
DOĞRUSU: Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan “Toplumda bu konuda yanlış bir bilgi var. Küba aşısının kanseri, dolayısıyla pankreas kanserini de tedavi edebildiği düşünülüyor. Oysa pankreas kanserinde herhangi bir tedavi edici etkisi yok. Eğer olsaydı, bu tedavi bütün dünyaya servis edilir ve her yerde uygulanırdı” diyor.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

​Burcu Esmersoy “Karasal Yaşam” için 17 dakika 17 saniye koştu.

TikTok’un Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları konusunda farkındalık yaratmak için başlattığı koşu etkinlikleri devam ediyor. Ünlü isimler ve milli sporcuların da dahil olduğu koşularda ünlü sunucu ve oyuncu Burcu Esmersoy, bu amaçlardan biri olan ‘Karasal Yaşam’ için koştu.
TikTok’un, 17 Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları konusunda farkındalık oluşturmak için İstanbul Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübü ve İBB İştirak Şirketi Spor İstanbul ile bir araya geldiği kampanya devam ediyor. İstanbul’un sembolik lokasyonlarında yapılan koşuların dünkü ayağı Emirgan Korusu’nda gerçekleştirildi. Ünlü sunucu ve oyuncu Burcu Esmersoy, paralimpik sporcu Burak Abacıoğlu ve milli atlet Murat Gündüz’le Birleşmiş Milletler’in belirlediği 17 küresel amaçtan biri olan “Karasal Yaşam” için 17 dakika 17 saniyelik bir koşu gerçekleştirdi. Karasal Yaşam amacında ormanlar, sulak alanlar, kurak alanlar ve dağlar gibi karasal eko-sistemleri korunması ve eski haline getirilmesine dikkat çekiliyor.
“Kaybettiğimiz kadar alanı geri kazanmak için çalışmalar yapmamız gerekiyor”
Burcu Esmersoy, bugün gerçekleştirilen koşunun ardından konuyla ilgili düşüncelerini “Türkiye’de ve dünyada çok farklı sebeplerden ormanlarımızı kaybediyoruz. Kaybettiğimiz kadar alanı geri kazanmak için çalışmalar yapmamız gerekiyor. Ormanların olmaması, toprak kaybı yaşanması aynı zamanda gıda üretimi yapılan toprakları da kaybettiğimiz anlamına geliyor.Su tüketimine de dikkat edilmeli, giyim sektöründe tanıdığım insanlardan öğrendiğim kadarıyla bir jean pantolon üretimi için tonlarca su harcanıyor. İlerleyen dönemde okyanuslarda özellikle bu dönemde kullandığımız maskelerin toplanacağı konuşuluyor. 2050’de bütün kaynaklarımızın tükeneceğine dair haberler var bu sürenin her geçen gün daha da kısaldığını görüyoruz. Gençlerin kullandığı mecralarda bu tür farkındalık kampanyalarına yer verilmesi daha doğru bir yöntem. Genç nesiller bu konuda daha duyarlı olmalı çünkü ilerde en çok sıkıntıyı onlar yaşayacak.” sözleriyle dile getirdi.
TikTok, düzenlediği #Değişimiçinhareketegeç etiketiyle başlatılan koşu etkinlikleri bu hafta Nasuh Mahruki, Müjde Uzman ve Dilara Koçak gibi ünlü isimlerle, farklı amaçlara dikkat çekmeye devam edecek. Koşular, TikTok Türkiye, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübü ve Burak Abacıoğlu’nun resmi TikTok hesaplarından canlı yayınlanıyor.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

Sabri Ülker Vakfı’ndan ‘Salgın Hastalıklara Karşı Sağlıklı Yaşam Rehberi’

Toplumda gıda, beslenme ve sağlık konularındaki bilimsel bilgilerin temel alınması amacıyla projeler yürüten Sabri Ülker Vakfı, pandemi döneminde gerçekleştirdiği çalışmaları ‘Salgın Hastalıklara Karşı Sağlıklı Yaşam Rehberi’nde bir araya getirdi. Salgın hastalıklar konusunda önemli bir referans kaynağı olacak bu rehber ile doğru bilinen yanlışlar ve bulaşıcı hastalıklar ile ilgili genel bilgiler ve nasıl korunulacağı güvenilir bir kaynaktan öğrenilebilecek.
Sağlık ve beslenme alanlarında bilimsel bilginin temel alınmasını hedefleyen Sabri Ülker Vakfı, Covid-19 salgını döneminde de dünyada referans kurumlarla gerçekleştirdiği iş birlikleriyle birçok önemli çalışmaya imza attı. Toplumu doğru bilgilendirmek amacıyla bu çalışmaları bir araya getiren Sabri Ülker Vakfı oluşturduğu ‘Salgın Hastalıklara Karşı Sağlıklı Yaşam Rehberi’ yaşam boyu önemli bir referans kaynağı olacak.
Doğru bilinen yanlışlara dikkat!
Rehber, bulaşıcı haftalıklarla ilgili genel bilgileri, doğru beslenme önerilerini, doğru bilinen yanlışlar ile ilgili detayları içeriyor. Covid-19 salgını döneminde çocuklara bu sürecin nasıl anlatılması ve bu süreçte ebeveynlerin nasıl destek olması gerektiğine ilişkin önerilerin de paylaşıldığı rehberde salgın döneminde gıda alışverişi ve doğru maske kullanımı ile ilgili detaylar da yer alıyor.
Bağışıklığı güçlendiren beslenme yöntemlerinden, bulaşıcı hastalıklara karşı önemli bir koruma olan hijyen önerilerine, karantina döneminde evlerde gerçekleştirilebilen etkili aktif yaşam metotlarından stres yönetimine, salgın döneminde sağlıklı kalmak için gerekli önlemler rehberde bir araya geliyor.
Sabri Ülker Vakfı oluşturulan ‘Salgın Hastalıklara Karşı Sağlıklı Yaşam Rehberi’ne vakfın internet sitesi üzerinden ulaşılabilir.
Sabri Ülker Vakfı hakkında:
Türk gıda sektörünün duayeni Sabri Ülker anısına kurulmuş olan ve misyonunu Sabri Ülker’in hayat felsefesinden derleyen Vakıf, toplumu beslenme ve sağlık alanlarında bilimsel ve güvenilir bilgi ile aydınlatmak üzere faaliyetlerini sürdürüyor. Avrupa Beslenme Vakıfları İletişim Platformu’nun Türkiye’den tek üyesi olan Vakıf, 2009 yılından bu yana topluma sağlıklı yaşam ve beslenme konularında güvenilir bilimsel bilgiyi ulaştırmakta ve dünya genelinde referans kabul edilen kurumlar ile iş birliği içinde Türkiye’nin referans kurumu olma hedefiyle yoluna devam etmektedir.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

HIV Pozitif Hastalar İlaçlarını Düzenli Bir Şekilde Kullanırsa Normal Yaşam Süresine Ulaşabilir

Sağlık Bakanlığı 2019 verilerine göre Türkiye’de yaklaşık 17 bin HIV ile enfekte kişi bulunuyor. Önümüzdeki 10 yıl içinde HIV ile enfekte birey sayısının hızlı bir şekilde artması beklendiğine dikkat çeken DoktorTakvimi.com uzmanlarından Uzm. Dr. Şafak Göktaş, 1 Aralık Dünya AIDS Günü vesilesiyle HIV konusunda çok önemli bilgiler veriyor.
Son dönemde HIV vakaları ABD, Avrupa, Asya gibi kıtalarda düşüşe geçmişken Türkiye’de ciddi anlamda bir artış eğilimi gösteriyor. Türkiye, dünyada Belarus ve Ukrayna’dan sonra en fazla artış saptanan üçüncü ülke konumunda yer alıyor.Sağlık Bakanlığı 2019 verilerine göre yaklaşık 17 bin HIV ile enfekte kişi bulunuyor. DoktorTakvimi.com uzmanlarından Uzm. Dr. Şafak Göktaş, ülkemizde yapılan değerli bir çalışmaya göre bu rakamın 75 bin civarında olduğunu belirtiyor. Buz dağının altında ise bundan çok daha büyük bir rakam yattığını söyleyen Uzm. Dr. Göktaş, “HIV pozitif olduğunu bilmeyen ve bunu korunmasız ilişki ve ya başka şekilde, istemeyerek de olsa enfekte olmayan kişilere bulaştırmakta olan bireyler var. Bu nedenle önümüzdeki 10 yıl içinde tespit edilemeyen HIV vakalarının tespit edilmesiyle beraber HIV ile enfekte birey sayısının hızlı bir şekilde artması bekleniyor” diyor.
HIV bir virüs, AIDS ise hastalığın son evresidir
HIV ve AIDS’in aynı anlama gelmediğinin altını çizen DoktorTakvimi.com uzmanlarından Uzm. Dr. Şafak Göktaş, HIV’nin insan bağışıklık yetmezliğine sebep olan bir virüs iken, AIDS’in ise HIV virüsü kapan kişinin hiçbir tedavi almaması durumunda 6-10 yıl sonra varacağı son hastalık evresi olduğuna dikkat çekiyor. Günümüzde, erken tanı sayesinde HIV pozitif vakaların AIDS evresine gelmeden tespit edilerek tedaviye başlandığını anlatan Uzm. Dr. Göktaş, şöyle devam ediyor: “Bu durum, bazı ülkelerde farklı şekilde uygulanıyor. HIV virüsünün ilerlemesi ve vücuda hasar vermesi, buna bağlı olarak bağışıklık sistemi hücrelerinin azalması ile hastalığın daha ciddi bir konuma gelmesi durumunda tedavi başlanıyor. Bunun nedeni ise tamamen ekonomik…”
HIV pozitif kişiler umutsuzluğa kapılmamalı
Kişinin HIV pozitif olduğunu öğrendiğinde derin bir üzüntü yaşayabileceğini ve hatta geleceğe dair umutsuzluğa kapılabileceğini belirten Uzm. Dr. Göktaş, “Fakat HIV/AIDS Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından ölümcül hastalıklar listesinden çıkartılıp kronik hastalıklar listesine alındı. HIV ilaçlarını düzenli bir şekilde, zamanında kullanan hastalar normal yaşam süresine ulaşabiliyor. Bu yüzden, HIV pozitif olduğunu saptanan kişiler hiçbir şekilde umutsuzluğa kapılmamalılar. Tıpkı diyabet ve hipertansiyon hastalığında olduğu gibi günde 1-2 adet ilaç kullanarak normal yaşam ömrünü sürebilirler. Ayrıca HIV tedavisinde umut verici gelişmeler yaşanıyor. Uzun süre etkisini gösteren enjeksiyon tedavisi ile ilgili ümit vadeden çalışmalar var. Önümüzdeki yıllarda, hastaya 1 doz enjeksiyon yapılarak 2-3 ay boyunca ilaç almadan tedavisinin devamı mümkün olacak” diyor.
İlaç tedavisinin ardından hastada virüs saptanmazsa bulaşıcılık da yoktur
DoktorTakvimi.com uzmanlarından Uzm. Dr. Şafak Göktaş, yakın gelecekte HIV ile enfekte olan insan sayısının artacağı beklendiğinin altını çiziyor. Bu durumda HIV pozitif olan bireylerin toplumda dışlanmaması, tam tersi ABD, İngiltere, Almanya gibi gelişmiş ülkelerde olduğu gibi topluma kazandırılması gerektirdiğini ifade eden Uzm. Dr. Göktaş, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Yeni çalışmalarda elde edilen sonuçlara göre, HIV pozitif olan bir hastada HIV ilaç tedavisi ile vücutta olan virüs sayısı testlerde tespit edilemez durumda ise bu hastada artık bulaştırıcılık söz konusu değildir. Yani HIV RNA PCR denilen testte virüs saptanmaz ise bulaştırıcılık yoktur diyebiliriz. Tabii bu durum, hastanın testlerinin en az 6 ay boyunca negatif sonuçlanması ve tek partner ile ilişkisi olması durumunda söz konusudur. Bundan yaklaşık 15 sene önce, HIV pozitif olan bir kişi 9-10 ilaç kullanmak zorundayken, şu an günümüzde bu sayı sadece 1-2’dir. Önümüzdeki yıllarda bu durum, 2-3 ayda bir enjeksiyon yaptırmaya kadar gidecektir. Bu doğrultuda, HIV pozitif tanısı konulan hastaların hiçbir şekilde karamsarlığa düşmemesi ve geleceğe umutla bakması gerekir. Bizim toplum olarak görevimiz, HIV pozitif tanısı konulan kişileri dışlamadan, damgalamadan kucaklamak ve toplumdan soyutlamamaktır.”
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

Accor, yaşam tarzı yatırımlarını güçlendiriyor

Dünyanın öncü otel gruplarından Accor Otel Grubu, yaşam tarzı yatırımlarına güç katacak yeni anlaşmalara imza attı. Bu doğrultuda SBE Grup’la bağlayıcı anlaşmalar gerçekleştirilirken, Ennismore ile yapılan özel sözleşme sayesinde “12 dünya sınıfı markası” ile yeni yaşam tarzı platformu da hayata geçiyor.
Avrupa’nın en önde gelen otel zinciri Accor Otel Grubu, sadeleştirme ve varlık-hafifletme (asset – light) stratejisinin bir parçası olarak hızla büyüyen yaşam tarzı konaklama sektöründeki ivmesini hızlandırmak için yeni adımlar attı. Accor Otel Grubu bu doğrultuda yeni sbe Grup’un mülkiyet yapısı üzerinde bağlayıcı anlaşmalara imza attı.
Öte yandan Accor, Ennismore ile yaptığı özel sözleşme ile sektörün en hızlı büyüyen segmentlerinden birine odaklanarak konaklama sektöründe dünyanın önde gelen yaşam tarzı operatörünü oluşturmak için özel görüşmelere başladı.
Accor, sbe otel markalarının tüm mülkiyetini alıyor
Accor Otel Grubu, sbe Grup ile gerçekleştirdiği sözleşme ile sbe’nin Delano, Mondrian, SLS ve Hyde otel markalarının yanı sıra yiyecek ve içeçek markalarını; Cleo, Fili’a veya Carna by Dario Cecchini dahil olmak üzere sbe’ninasset light işletmesinin tam mülkiyetini alıyor.
Bu markalar, Accor’un yeni oluşturulan global “yaşam tarzı” platformunun merkezinde olacak. Sbe şu anda 22 otel işletiyor ve planlarında 40’tan fazla otel bulunuyor. 2018’de Accor Otel Grubu’nun markaya olan ilk yatırımından itibaren rakamlar iki kattan daha fazla başarı gösterirken, Mondrian London ve 2021 yılında açılacak olan SLS Dubai önemli açılışları temsil ediyor.
12 dünya sınıfı markası ile yeni yaşam tarzı platformu
Accor Otel Grubu, ayrıca yaşam tarzı yatırımlarını Ennismore ile yaptığı özel anlaşma ile arttırıyor. Accor Otel Grubu, Ennismore ile gerçekleştirdiği özel anlaşma sayesinde “12 dünya sınıfı markası” ile yeni yaşam tarzı platformunu hayata geçiriyor. Dünya standartlarında rakipsiz bir marka portföyü ile The Hoxton, Gleneagles, Delano, SLS, Mondrian, SO /, Hyde, Mama Shelter, 25h, 21c Museum, TRIBE, JO & JOE ve Working From markaları bir araya gelerek hafif varlıklı tam hisse birleşmesi sağlanacak. Yeni oluşumun merkezi Londra’da olacak ve Ennismore adını alacak.
Başlangıçta birleşik varlık operasyonda 12 marka, 73 otel ve yapım aşamasındaki 110’dan fazla otel projesinden oluşurken, planlanması görüşülen 70 otel ve 150’den fazla destinasyonda restoran ve bar da bu kurumun altında olacak.
Benzersiz konseptler ve uzman desteği
Accor Otel Grubu’nun birleşik ve güçlü girişimi, ödüllü iç mekanlar ve marka iletişimi tasarlayan kurum içi küresel bir yaratıcı stüdyodan yararlanacak; misafir deneyimini yenileyen uzman bir dijital ve teknoloji ekibi ve kendi bölgelerinden gelen, benzersiz konseptler üreten restoran ve bar uzmanlarından oluşan bir ekip tarafından desteklenecek.
Accor’un “yaşam tarzı” operasyonları günümüz itibariyle Accor’un ücretlerinin yaklaşık %5’ini ve yapım aşamasındaki proje ücretlerinin %25’inden fazlasını temsil ediyor. Anlaşmalarla Avrupa ve ABD’de güçlü bir ayak izi sağlanırken, Accor’un geliştirme ekipleri tarafından desteklenen Asya Pasifik, Orta Doğu ve Güney Amerika’da hızla genişleyen Accor ağı ile grubun büyümesi daha çok hızlanacak.
Accor’un Yaşam Tarzı Operasyonları CEO’su Gaurav Bhushan anlaşmalarla ilgili olarak şunları söyledi: “Sharan ve Ennismore’un yetenekli ekipleriyle güç birleştirmek, Accor’un geliştirme stratejisinde önemli bir adım olacak. Bu kombinasyonla, sektördeki en büyük yetenekler, son teknoloji dağıtım ve araçlar tarafından desteklenen, sahiplerine, ortaklarına ve misafirlerine hitap eden rakipsiz bir marka portföyü ve büyümeye devam etmek için yenilik dolu ortak bir tutku oluşturuyoruz. Birlikte yolculuğumuzu dört gözle bekliyorum.”
Accor hakkında
Accor, 110 destinasyonda yaklaşık 5000’den fazla otel, resort ve rezidansta benzersiz ve anlamlı deneyimler sunan, dünya lideri bir artırılmış misafirperverlik grubudur. 50 yılı aşkın bir süredir konukseverlik uzmanlığı edinen grup, lüksten ekonomiye kadar uzanan 39 otel markasından oluşan rakipsiz bir portföye sahiptir. Grup ayrıca dağıtımı en üst düzeye çıkaran, otel operasyonlarını optimize eden ve müşteri deneyimini geliştiren dijital çözümler de sunmaktadır.
ALL – Accor Live Limitless ile, yeni günlük yaşam tarzı dostu hizmetleri sayesinde grup müşterileri, üyeleri ve ortakları arasındaki ilişki işlem odaklılıktan duygusallığa doğru evrilmekte ve yaşama, çalışma ve eğlenme (live, work, and play) potansiyelini ortaya çıkarmaktadır. ALL, konaklamanın ötesinde, yiyecek ve içecekleri gece hayatı, sağlık ve ortak çalışma ile harmanlayarak yaşamanın, çalışmanın ve eğlenmenin yeni yollarını mümkün kılmaktadır.
Accor, sürdürülebilir değer yaratmaya da büyük önem vermektedir ve Planet 21 – Acting Here programı ve dezavantajlı gruplara mesleki eğitim yoluyla istihdama erişim sağlayan Accor Solidarity (Accor Dayanışma) bağış fonu aracılığıyla dünyamıza ve toplumumuza değer katmada aktif bir rol oynamaktadır.
Accor SA, Euronext Paris Menkul Kıymetler Borsası’nda (ISIN kodu: FR0000120404 ) ve ABD’deki OTC Piyasasında (Ticker: ACRFY) halka açık olarak listelenmiştir.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

Kadıköy Belediyesi’nden Kadın Yaşam Evlerini anlatan tanıtım filmi

Kadıköy Belediyesi, 12 yaşından büyük erkek çocuklarıyla sığınma evlerine kabul edilmeyen şiddet mağduru kadınlar ve oğullarına yönelik hizmete açtığı Türkiye’nin ilk Kadın Yaşam Evleri için bir tanıtım filmi hazırladı. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele günü kapsamında yayımlanan filmde 12 yaşından büyük oğlu olan şiddet mağduru kadınların yaşam mücadeleleri, kendi anlatımlarından yola çıkarak konu ediliyor.
Sığınma evlerine giden kadınlar, mevzuat gereği, 12 yaşından büyük oğullarını yanlarında götüremediği için çocuklarını ya şiddet ortamında bırakmak ya da devlet korumasına vermek zorunda kalıyor. Sığınma evine, özel gereksinimi olan çocuklarıyla kabul edilen kadınlar ise ortak yaşam kuralları gereği ciddi zorluklarla karşılaşıyor. Şiddete maruz bırakılan kadınlar çocuğunu kurum bakımına vermek istemediği ve çocuğundan ayrılmak istemediği için şiddet ortamında hayatına devam ediyor.
Kadıköy Belediyesi bu soruna çözüm bulmak amacıyla kentsel dönüşüm nedeniyle tapusu Belediyeye geçen 6 daireyi pilot çalışma olarak yaşam evine dönüştürdü. Kadın ve çocuğuna tahsis edilen ve fatura giderleri ile ev eşyaları belediye tarafından karşılanan evde, kadınlar yeni bir yaşam kurana kadar, çocuklarından ayrılmak zorunda kalmadan geçici olarak konaklayabiliyor. Bu evlerde konaklayacak kadın ve beraberindeki çocukların kabulü, Kadın Konukevleri yönetmeliğinde olduğu gibi Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi (ŞÖNİM) tarafından belirleniyor. Kadıköy Belediyesi Kadın Yaşam Evleri’nde yeni yaşama adım atan kadınları güçlendirmek için meslek edindirme projeleri de yürütülecek.
İSTANBUL – BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

Kronik ağrılar yaşam kalitesini etkiliyor

Kronik ağrılar insanın hayat kalitesini son derece olumsuz etkileyen ve psikolojisini bozan bir durum haline gelebiliyor. 7 gün 24 saat ve aylarca bir ağrının etkili olabileceğini belirten uzmanlar, ağrının seviyesinden ziyade hastanın hissettiği ağrı şiddetini önemsediklerini söyledi. Uzmanlara göre ağrı düşük şiddette de olsa mutlaka önemsenmeli ve ihmal edilmemeli.
Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Anestezi ve Reanimasyon Uzmanı Prof. Dr. Füsun Eroğlu, kronik ağrılar ve tedavileri ile ilgili önemli bilgiler paylaştı.
Üç aydan fazla süren ağrılar kronikleşiyor
Üç aydan fazla süren süren ağrıların kronik ağrılar olduğunu belirten Prof. Dr. Füsun Eroğlu, “Ağrı merkezlerinde ağrının nedeni araştırılıp tedavi uygulanıyor. Ağrı, vücudun herhangi bir yerinden kaynaklanan, organik bir nedene bağlı olan veya olmayan insanın geçmişteki tüm deneyimlerini kapsayan, hoş olmayan subjektif bir duygu. Ağrı ile ilgilenen bölüm ise Algoloji olarak tanımlanıyor. Algoloji, 3 ay ya da daha uzun süren ağrıların tanı, tedavi ve takibinin yapıldığı tıp alanıdır” dedi.
Birçok kronik rahatsızlık tedavi edilebiliyor
Prof. Dr. Füsun Eroğlu, Ağrı Merkezi’nin tedavi alanlarından şöyle bahsetti: “Ağrı merkezinde kronik ağrılar; kanser ağrıları, baş ağrıları, sinir hasarına bağlı ağrılar yani nevraljiler, kas-iskelet sistemi ağrıları; boyun ağrıları, omuz-kol ağrıları, sırt ağrıları, bel-bacak ağrıları, damar tıkanıklığına bağlı ağrılar, nedeni belirlenemeyen ağrılar tedavi ediliyor. Baş ağrıları, kanser ağrıları gibi kronik ağrı hisseden herkes başvurabilir. Akut ağrısı olan kişiler de faydalanabilir ancak akut ağrı, vücudun bir savunma mekanizmasıdır, bir uyarıcıdır. Kişinin doktora gitmesi için ciddiye alması gereken bir mesajdır. Algoloji biliminin amacı, kronik ağrı nedeni ile kişinin kaybettiği yaşam kalitesini geri kazandırmaktır.”
Ağrı tedavisi multidisipliner yaklaşım ister
Ağrı tedavisinin ekip işi olduğunu ve multidisipliner bir yaklaşım istediğini ifade eden Eroğlu, “Ekipte radyoloji, fizik tedavi, nöroloji, beyin cerrahisi, ortopedi ve psikiyatri ile ilgili uzmanlar yer almalı. Doktorlar ağrının bir bölümünün kesilmesine yardımcı olabiliyor ancak kronik ağrı tedavisi bir ekip işi. Bu ekip olursa ağrı tedavisi başarıya ulaşıyor. Bu nedenle ülkemizde de bu alanda tecrübeli ağrı uzmanları yetiştiriliyor. Algolog olabilmek için 6 yıllık tıp fakültesini bitiren hekimlerin, Anesteziyoloji, Nöroloji veya Fizik Tedavi uzmanlık eğitimi aldıktan sonra, iki yıllık Algoloji yan dal uzmanlık eğitimini alması gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Kronik ağrılar yaşamı olumsuz etkiliyor
Kronik ağrıların insanın hayat kalitesini son derece olumsuz etkileyen ve psikolojisini bozan bir durum olduğunu söyleyen Prof. Dr. Füsun Eroğlu, “Bazen kişi 7 gün 24 saat ve aylarca bu ağrıyı yaşar. Psikiyatrik bir hastalık varsa ona bağlı olarak da ağrı hissedebilir. Ağrı merkezinde kronik ağrılar tedavi ediliyor. Çoğu zaman ağrı çeken kişiler pek çok uzmana gider. Ağrılarının geçmesi için tüm yöntemleri deniyorlar. Ağrı merkezleri, bu kişilerin ağrılarına yoğunlaşıp tedavi sürecine multidisipliner yaklaşarak yaşam kalitelerini artırmayı hedefliyor. Tüm dünyada ağrı kesiciler ve anti depresanlar çok yaygın olarak kullanılıyor. Ağrı Merkezleri arttıkça doğru ağrı kesiciyi doğru hastada kullanmaya başlanacaktır, böylece bilinçsiz ağrı kesici kullanımları da azalacaktır” diye konuştu.
Ağrılar düşük şiddette de olsa önemsenmeli
Ağrı merkezinde yapılan tedavide ağrının seviyesinden ziyade, hastanın hissettiği şiddetin daha önemli olduğuna dikkat çeken Eroğlu, “Ağrı, subjektif bir duygudur. Kişiden kişiye, kültürden kültüre ve yandaş hastalığa göre değişir. Kişi ne şiddette ağrı hissediyorsa, bizim için şiddeti odur. Örneğin ağrının şiddetini değerlendirirken, hasta ağrısını 10 üzerinden 9 şiddetinde hissediyorsa hastanın ağrısını 9 olarak kabul ederiz. Yaklaşım hiçbir zaman “bu hastada bu kadar şiddetli ağrı yapmaz” şeklinde olmamalı. Ağrı düşük şiddette de olsa önemlidir. Ağrı eşiği de genelde bütün insanlarda aynıdır ancak ağrı tolerasyonunda farklılık olabilir. Eğer ağrı eşiğini etkileyen bir sorun varsa örneğin tümör gibi veya sinir sistemini etkileyen bir hastalıkta ağrıyı beynimizdeki ulaşmasında problem olabilir” dedi.
Kronik ağrı psikolojiyi bozabilir
Prof. Dr. Füsun Eroğlu, ağrı merkezinde kronik ağrılı durumların tedavi edildiğini söyledi ve sözlerini şöyle tamamladı:
“Kronik ağrılar insanın yaşam kalitesini düşürmektedir. Artık eskiden yapmaktan mutluluk duyduğu şeyleri yapmamaya, devamlı ilaç kullanmaya, gerginlik, uyku bozuklukları, tükenmişlik, toplumdan uzaklaşma, çalışıyorsa işini aksatmaya başlar. Aslında büyük bir mutsuzluk kaynağıdır ağrı. Doğal olarak da kişinin ve hatta yakın çevresinin, ailesinin psikolojisini etkiler. Sonuçta kronik ağrı psikolojik bozukluğa neden olabildiği gibi bazı psikiyatrik durumlar da ağrı nedenlerinin arasında önemli yere sahip. Kronik ağrısı olan hastanın mutlaka psikiyatrik olarak da değerlendirilmesi gerekiyor. Bu nedenle Ağrı Merkezi ekibinde psikiyatristin de yer alması çok önemli.”
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)