Birbiriyle kesişen ve etkileşen ilişkileri, iş birliklerini, paylaşımları ve iletişimleri odağına alan 7. Çanakkale Bienali “Takımyıldız / Constellation” başlığıyla 19 Eylül 2020’de başlıyor.
Küratörlüğünü CABININ (Çanakkale Bienali İnisiyatifi) ve Azra Tüzünoğlu’nun yaptığı bienalde, Agah Uğur Koleksiyonu’ndan eserlerin de dahil olduğu farklı kurgulara sahip, birbiriyle konuşan dört ana serginin yanı sıra altı aya yayılacak bir takvimde; sergiler, film gösterimleri, Çanakkale’den ilham alan yürüyüş rotaları, ses ve fauna arşivleri ile panel ve atölyelerden oluşan bir program sunulacak. Bienalin bu yılki programı, güncel pandemi koşullarına uyarlanacak bir yapıda hayata geçirilecek.
Antik zamanlardan bugüne, gökyüzündeki yıldızların konumlarının tanımlanmasına yardımcı olagelmiş ve hayali sınırlarla birbirlerinden ayrılmış ‘Takımyıldızlar’ı bu sene Eylül ayından itibaren Çanakkale’den görebileceksiniz. “Takımyıldız / Constellation” başlığıyla 19 Eylül 2020’de, bir ay sürecek ana sergilerini açacak olan 7. Çanakkale Bienali sergiler, film gösterimleri, Çanakkale’den ilham alan yürüyüş rotaları, ses ve fauna arşivleri ile panel ve atölyelerden oluşan bir programla 6 aylık bir döneme yayılacak.
Birbiriyle kesişen ve etkileşen ilişkileri, iş birliklerini, paylaşımları ve iletişimleri odağına alan bienalin küratörlüğünü CABININ (Çanakkale Bienali İnisiyatifi) ve Azra Tüzünoğlu yapacak. Bienalde Agah Uğur Koleksiyonu’ndan eserlerden oluşan, Azra Tüzünoğlu’nun küratörlüğünü üstlendiği bir sergi de yer alıyor.
Çanakkale kent merkezinde MAHAL, Korfmann Kütüphanesi, Kırmızı Konak gibi farklı mekânlar ile Troya bölgesinde gerçekleşecek sergilerden oluşan “Takımyıldız” hem CABININ’in harekete geçirmeyi ve görünür kılmayı amaçladığı iletişim ağına dair bir metafor, hem de birbiriyle ilişkili, dinamik sanatçıların bir araya gelmesinin bir temsili olacak; sergilenen eserlerde çizilen bağlantılar ve sonsuz çeşitlilikteki konfigürasyonlar arasından olası bir kümelenme sunacak.
7. Çanakkale Bienali, küresel Kovid-19 pandemisi kapsamında gelişmelere bağlı olarak gerek görüldüğü takdirde; dijital ve çevrimiçi mecralarda içeriğini paylaşıma sunacak ve altı aylık bir zaman zarfında farklı takvim ve mekanlarda sanat üretimlerini izleyiciler ve sanatseverlerle buluşturmanın koşulları oluşturulacak.
“Neye Benziyor?”
CABININ tarafından “Takımyıldız” için kurgulanan “Neye Benziyor?” başlıklı sergi, görsel kültürün egemenliği altında insanlar-arası doğrudan diyalog yoluyla bilgi aktarma etkinliğinin giderek “zayıfladığı” günümüzde, iletişimin yöntem ve biçimlerini ele alan üretimlere odaklanıyor. Mahal’in yanı sıra Çanakkale merkezdeki değişik mekanlara yayılacak sergi farklı kuşaklardan uluslararası sanatçıların yanı sıra farklı uzmanların ve Çanakkale’den sanatçıların da katkılarıyla iletişim ile sanatın kesişim alanlarına yoğunlaşıyor. “Neye Benziyor?”, kültürün gerçekliği inşa etmesinin aracı olan simgelerden oluşan ortak mirasımıza odaklanan, en geniş çağrışım gücüyle sanatın simgesel dilinin ifade etme potansiyelleri üzerine düşünmeye ve üretmeye dair bir bağlam olacak. Gündelik deneyimin dışından ve ötesinden seslenerek gerçekliğin değişme, dönüşme, başkalaşma ihtimalini çağrıştırmayı, çelişkileri ve çoğul olasılıkları sezdirmeyi, simgeler yoluyla iletişim kurmanın, anlamlar üretmenin potansiyelleri üzerine konuşmayı hedefleyen CABININ bu sergiyle başlayacak ekinlikler kümesiyle, uzun soluklu ilişkiler, bağlantılar ve paylaşımlardan oluşan yapısını ortaya koymayı hedefliyor.
“Hasarlı veya Tahrip edilmiş: Kültür”
Azra Tüzünoğlu’nun “Hasarlı veya Tahrip edilmiş: Kültür”, başlıklı dört bölümden oluşan sergisi, sadece kadın sanatçıların eserlerine yer veriyor. İnsan bedeninin geçiciliği ile kültürel varlıkların kalıcılığı -ve aslında tam tersine odaklanan ilk bölüm, ‘Tehdit altındaki kültür’e vurgu yapıyor. Sömürgeciliğin görünmez kıldığı eser hırsızlığı, patriyarkanın görünmez kıldığı kadın emeği ve sanat tarihini yazanların görünmez kıldığı periferideki sanat gibi tehditler görünür hale geliyor. Serginin “Bildiğimiz Dünya” başlıklı ikinci bölümü ise bildiğimiz dünyanın sonuna işaret ediyor. Yaşadığımız zamana ve kalıntılarına -neredeyse müdahale edemeden baktığımız ‘gözlemci’ rolü, sanatçıların karanlık ve ironik eserlerinde görünür hale geliyor. Serginin “Reklamların Dili” isimli üçüncü bölümü de reklam dilini çalan/dönüştüren sanatçıların çalışmalarına odaklanıyor. Dördüncü ve son bölüm ise Çanakkale içindeki bir dizi hareketi içeriyor. Günlük kentsel yaşama ‘ses’ üzerinden bakmayı amaçlayan ve somut olmayan kültürel miras olarak görülebilecek kentsel sesleri kayıt altına alıp arşivlemeyi hedefleyen bir projenin yanı sıra, Çanakkale’nin faunasına ve mimarisine dair araştırma, harita ve rotalar geliştirmeyi arzulayan atölye, konuşma ve yürüyüş programlarının sergiye eşlik etmesi planlanıyor.
“Hiç istemeden ama seve seve” – Agah Uğur Koleksiyonu
Takımyıldız başlıklı bienalin bileşenlerinden biri Agah Uğur Koleksiyonu seçkisi olacak. CABININ’in öneri/daveti ve Azra Tüzünoğlu’nun küratörlüğüyle düzenlenen “Hiç istemeden ama seve seve” başlıklı sergi, Agah Uğur’un “yolculuğun kendisi varmaktan mühimdir*” mottosuyla tanımladığı koleksiyonculuk4 birikiminden seçilmiş eserlerle kurgulanıyor. Agah Uğur’un “oyun” teması etrafında yan yana getirilen eserleri, dünyanın kusurluluğu ve hayatın karışıklığı içinde, kendi ritim ve armonisiyle, geçici ve sınırlı bir mükemmellik sunan oyun alanına dahil oluyor. Eylemlerimizin içeriği derinlemesine bir çözümlemeye tabi tutulacak olursa, insanların bütün yapıp-etmelerinin yalnızca bir oyundan ibaret olduğu sonucuna varılabilir (Homo Ludens, Huizinga). Bu anlamda ‘oyun’ yaşamın saçma, dünyanın haksız olduğunu bilmesine rağmen kendi yaşamının ağırlığını taşımayı arzulamaktır. Ve oyun, her şeyden önce gönüllü bir eylem.’dir. Uğur’un Türkiye çağdaş sanatına ve 2000 sonrası uluslararası video sanatına odaklanan koleksiyonundan bir seçki izleyicilerle buluşacak.
*“[Koleksiyonculuk] nesnelerle, onların işlevsel değerini, kullanılabilirliğini öne çıkarmadan, onların kaderlerinin görünümlerinin peşinde olmaktır. Bir koleksiyoncunun yaptığı en anlamlı büyü, tekil nesneyi büyülü bir çekim alanı içerisinde hapsetmektir. Nesne, bu alanda, son heyecanın, onu edinmenin heyecanı üzerinden geçerken donup kalır.”
Takımyıldız / Constellation Hakkında:
Takımyıldızlar, antik zamanlardan bugüne, gökyüzündeki yıldızların konumlarının tanımlanmasına yardımcı olagelmiş, hayali sınırlarla birbirlerinden ayrılmışlar. Her bir takımyıldızın benzetildiği karakterler etrafında mitolojiler türetilmiş. Dünyadan uzaya bakan insanın, çeşitli yakınlık ve uzaklıklardaki noktaları birleştirmesi sonucu oluşan takımyıldızlar, insanın yaşamı ve evreni anlamlandırma çabasının bir işareti olmuş. Öte yandan kültür sosyolojisi alanında başvurulan kavramlardan biri olan takımyıldız, “gerilimlere doymuş bir kümelenme etkisiyle düşüncenin deviniminde bir duraklama noktası” olarak tanımlanır (W. Benjamin’den aktaran A.K.Thompson). Bu keyfi bir nokta değildir ve imge, “geçmişin şimdiyle bir takımyıldızı içinde bir araya geldiği şeydir” (Susan Buck-Morss). Takımyıldız, farklı öğelerin, olguların, konumların birbirleriyle ilişkilendiği ve kesiştiği anlarda oluşan görüngüler ve bu anların potansiyelleri üzerine düşünmeye başlandığında kendini sezdiriyor ve varlık kazanıyor; olgulara değil yapılara işaret ediyor. Bu yönüyle sanat üretimlerinin hem birbirleriyle hem de sanat tarihiyle oluşturdukları kümelenmeleri de çağrıştırıyor.
Diğer taraftan Takımyıldız, gündelik dilde birbiriyle ilişkili ya da benzer insanlar ya da şeylerin oluşturduğu grup anlamını da yüklenmiş bir kavram. Bu anlamıyla CABININ’in 7. Çanakkale Bienali için oluşturduğu kurguya işaret ediyor. Günümüz sanatı odaklı ilişkiler, iş birlikleri ve bunlara eklemlenen mimarlık, arkeoloji, tarih ve ekoloji disiplinlerle etkileşimlerden oluşan CABININ’in yapısal stratejisini de tarif ediyor.
CABININ ve Bienal hakkında;
Çanakkale Bienali İnisiyatifi CABININ; farklı disiplinlerden, çeşitli sosyal kesimlerden kişilerin sanat odaklı ortaklaşması çerçevesinde faaliyetlerini sürdürüyor ve Çanakkale Bienali’ni çağdaş sanatın farklı toplum kesimleriyle diyalog kurma stratejilerini deneyen, deneyimleyen bir platform olarak konumlandırmayı, bu yolla Çanakkale’de günümüz sanatı için özgün bir bağlam ve bellek oluşturmayı, sanatın tam da bugün ve buradaki anlamı, işleyişi, işlevi ve potansiyelleri üzerine düşünmeyi amaçlıyor.
2020 yılının ilk aylarıyla birlikte hayatımıza giren covid-19 birçok belirsizliği de beraberinde getirdi. Yerelde örgütlenen, sanata, kültüre dair bir düşünce ve aktivite üretim platformu olan, sosyal fayda ve sorumluluğa dayalı çalışan CABININ – Çanakkale Bienali İnisiyatifi, bu süreçte de yerel, ulusal ve uluslararası bileşen ve dinamikleriyle diyalog ve iş birliklerini sürdürdü. Ulaşım, üretim ve bir araya gelme koşullarının değişken hale geldiği bu ortamda farklı stratejiler ve alternatifler planladı.
CABININ, bienale emek veren tüm gönüllü, paydaş ve destekçiler, Bienal Genç, Çocuk, Engelsiz ve Bienaldeyiz sosyal programlarının bileşenleri ve iki yılda bir çağdaş sanatın güncel örnekleriyle buluşan sanatseverler için özgün bir sanat deneyimi sunmaya; sanatçılara üretmek ve üretimlerini paylaşmak için yeni kavramsal ve mekânsal bağlamlar açmaya; bienalin Çanakkale kentinde hareket geçirdiği, dokunduğu ve etkilediği farklı sektör ve iş kollarıyla, arkeoloji, mimarlık, tasarım, sinema, edebiyat gibi disiplinlerle üretken ilişkiler geliştirmeye devam ediyor.
Azra Tüzünoğlu hakkında;
1982 İstanbul doğumlu Azra Tüzünoğlu, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji yüksek lisansından “90’lı yıllarda Türkiye’de Çağdaş Sanat” teziyle mezun olduktan sonra, sanat eleştirmeni ve editör olarak çalışmaya başladı. Artist, Birgün, Radikal, Sanat Dünyamız gibi yayınlarda ve birçok sanatçı kataloğunda yazar olarak çalıştı. 2008 yılında ilk galerisi OUTLET’i kurarak, Türkiye 90 kuşağı sanatçılarının ilk galeri sergilerini düzenledi. 3 yıl içinde yurtiçi ve dışından 60 kadar sanatçının eserlerine ev sahipliği yapan yoğun bir program yürüttü. 2011 yılında PİLOT ve 2013 yılında alternatif sergi mekânı olarak kurguladığı CoPilot Galerilerini açarak, sanatçıların iddialı projelerini hayata geçirdi. Burak Delier, Ali Miharbi, Fikret Atay ve yeni kuşaktan Serra Tansel, Gözde Türkkan, İrem Tok gibi pek çok sanatçının solo sergilerini hazırladı. Pek çok ulusal ve uluslararası müze, sanat kurumu ve bienalle iş birliği içinde çalıştı, eserlerin önemli müze koleksiyonlarında yer almasını sağladı. Türkiyeli sanatçıların uluslararası görünürlüğü için çaba sarf etti. Galeride düzenlediği solo ve grup sergilerinin yanı sıra, ağustos ayında Pera Müzesi’nde açılan “Minyatür 2.0: Çağdaş Sanatta Minyatür” isimli uluslararası grup sergisinin küratörlüğünü ve aynı isimli kitabının editörlüğünü üstlendi.
Agah Uğur hakkında;
İngiliz Erkek Lisesi ve Birmingham Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’nden mezun olan Agah Uğur, 1995 yılında Borusan Holding Genel Müdürlüğü görevini üstlendi. 2001- 2018 yılları arasında Borusan Grubu’nun CEO’luk görevini yürüttü. Halen Borusan Holding yönetim Kurulu üyesi olarak çalışmalarını sürdürmenin yanı sıra, Pegasus Havayolları ve Doğan Holding A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi olarak çalışıyor. Profesyonel yöneticilik kariyerinin yanı sıra 15’ten fazla sivil toplum ve eğitim kuruluşunun yönetim ve danışma kurullarında başkan ve üye olarak görev aldı. Uğur, kurucularından olduğu ve Türkiye çağdaş sanatının uluslararası tanınırlığını ve bilinirliğini artırmayı amaçlayan ve bu doğrultudaki projelere karşılıksız destek veren Saha Derneği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı görevlerini yürütüyor. 2009 yılından beri tutkuyla çağdaş sanat koleksiyonu yapan Uğur, Türkiye sanatının 70, 80 ve 90’lı yıllarına ait tarihsel öneme sahip eserlerinin de aralarında olduğu 250 kadar sanat yapıtını barındıran bir koleksiyona sahip. Son yıllarda uluslararası sanatçıların video eserlerini koleksiyonuna katmakta ve Why Not isimli koleksiyon mekânında sergilemekte. Cesareti, odağı ve bütünselliği için sorumluluk duyduğu ve kendisinden bağımsız bir misyonu ve hayatı olmasına inandığı koleksiyonunun gelişimi için çalışmakta. Fikrin, özgünlüğün ve anlatım şeklinin öne çıktığı ulusal ve uluslararası sanatçıların video, enstalasyon, ses, fotoğraf, obje ve hatta eserin ortada olmadığı, sadece ileride eseri yaratmaya yönelik hak bazlı fikirlerin söz konusu olduğu eserler koleksiyonunu oluşturmakta.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Kategori arşivi: Kültür & Sanat
Didem Yüce ilk sergisini açmaya hazırlanıyor
Bugüne kadar yaptığı başarılı çalışmalarla isminden sıkça söz ettiren genç ressam Didem Yüce, çok yakında kendi sergisini açmaya hazırlanıyor.
“Kendimi bildim bileli resim yaparım” diyen güzel ressam Didem Yüce, yaklaşık 10 yıldır profesyonel olarak resim çalışmalarını sürdürüyor.
Son dönemlerde bir çok ressamın Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde sergiler açtığını ve bu sergilere o şehirlerde yaşayan sanatseverlerin yoğun ilgi gösterdiğini söyleyen güzel ressam, en büyük hayalinin gerek yurt içi, gerekse de yurt dışındaki bir çok sergiye katılmak ve orada Türk tablolarını dünyaya tanıtmak olduğunu açıkladı.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Yazar Fatih Şeker ‘Bir Aşk Devrimi’ adlı kitabını anlatıyor
Başarılı yazar Fatih Şeker’in “Bir Aşk Devrimi” adlı kitabı, geçtiğimiz ay raflarda yerini aldı.
Şeker, Cinius Yayınları etiketiyle edebiyat dünyasına kazandırdığı eserine dair şunları söyledi: İnsanın en kıymetli hazinesi, içinde büyüttüğü inançtır ve umutlar da inancın temelinden doğar. “Bir Aşk Devrimi” adlı kitabımın her dizesinde bu inanmışlığın özgürlüğüne tutunarak binlerce dileğin tohumunu ellerimle birer birer toprağa ekişimi, her tohumun üstüne yağmurlar dileyişimi, rüzgârları dindirişimi, filizlenen dallarını büyütüp çiçeklerini koklayışımı ve bu inanmışlığın sarhoşluğundan aylak zamanlar biriktirip, avuçlarımın emanet uçurtma özgürlüğüne sığınarak ruhumu gökyüzüne salışımı anlatmaya çalıştım. Kitabımı okuyan herkesin kendinden bir şeyler bulacağına eminim.” BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Halil Erdal Yeni Şarkısıyla İddialı Geliyor
Daha önce yaptığı “Onun Oyunu” parçasıyla müzik camiasına ilk adımını atan Halil Erdal, şimdi de “Derdim Yorgun” isimli yeni çalışmasıyla oldukça iddialı geliyor.
Yeni parçasıyla ismini çok sık duyacağımız yakışıklı sanatçı, müzik camiasına iddialı bir giriş yapmaya hazırlanıyor.
Müzik camiasında kalıcı bir yer edinmek istediğini belirten ve yeni şarkısı için, yakın bir zamanda stüdyoya girecek olan Halil Erdal, bu yeni çalışmasında sektörün en iyileriyle çalışacağının altını çizerek “Uzun zamandır üzerinde büyük bir titizlikle çalıştığım “Derdim Yorgun” isimli şarkımı müzikseverlerle buluşturmak için sabırsızlanıyorum. Daha önce az da olsa tecrübe edindiğim müzik camiasında, kalıcı şarkılara imza atmak istiyorum” diye konuştu.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Buğra Karaçam kliplere hayat vermeye devam ediyor
Daha genç yaşlarda Ankara’da sokak fotoğrafçılığı yaparak sanat hayatına başlayan Buğra Karaçam kısa bir sürede kendisini geliştirerek Türkiye’nin aranan klip yönetmenlerinden biri olmayı başardı.
Başarılı yönetmen Buğra Karaçam’ın yönettiği Burak King’in “Koştum Hekime” ve “Yanıyoruz” adlı şarkılarına çektiği kliplerin izlenme oranları 300 milyonu geçerken, daha genç yaşlarda klip yönetmenliği dalında Altın Kelebek ödül törenlerinde çektiği klipler 2 kez Altın Kelebek’e aday gösterildi.
Çektiği kliplerle şarkılara adeta hayat veren Buğra Karaçam Irmak Arıcı ile akustik bir çalışmada yönetmen koltuğuna otururken geçtiğimiz günlerde Yeşil Kasaba ve Mornarpin’in birlikte seslendirdikleri “Yağmur Yağmur” adlı şarkılarına klip çekti.
Kendisini tam anlamıyla işkolik olarak değerlendiren başarılı genç yönetmen kendisini başarıya götüren en büyük nedenlerin ne istediğini bilen, hırslı ve inatçı olmasına bağladığını ifade etti.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Başka çocukları gülümsetmek için karavan ile ülkeyi dolaşacaklar.
Küçük Yağız daha 13 yaşında, kendisine cerebral palsy tehşisi konulduktan sonra bu güne kadar tam 12 çok ciddi ameliyat geçirdi, o yürüyebilmek için asla pes etmedi ve annesinden aldığı yüksek enerji ile hayata 4 elle tutunuyor. Anne oğul bu yaşam enerjilerini kendi gibi engelli arkadaşlarına da bulaştırmak için şehir şehir dolaşma kararı aldılar. BAŞKA ÇOCUKLARI GÜLÜMSETMEK İÇİN KARAVAN İLE BÜTÜN ÜLKEYİ GEZECEKLER
Bu haber engelli bir birey olan Küçük Yağız‘la annesi Esin Tutgun Tonbul’un İstanbul Şile’de başlayan ve zorlu bir süreçin ardından bütün acılarını bir kenara bırakıp, başka engelli çocuklara kol kanat germeye çalışmanın hikayesidir. Sosyal medyada dolaşırken Sevgili dostum Eti Matola’nın bir paylaşımında Yağız’la annesinin bu hayata tutunma hikayesini görünce hemen kendisini aradım ve onların başlatmak istedikleri bu Sosyal Sorumluk Projesine katkı verip seslerini daha fazla duyurmaları için haber yapmak istediğimi söyleyince ortaya bu röportaj çıktı. Bana göre önümüzdeki yıl ‘Anneler Günü’nde yılın annesi ödülünü almaya aday olabileceğini düşündüğüm Esin hanım ve oğlu Yağız’ın her gün ‘Pollyanna’cılık oynadıkları öyküsü ile sizi baş başa bırakıyorum.
Daha altı aylıkken o yürüyemez dediler
Esin Tutgun Tonbul hanım daha önceden 2 sağlıklı kız annesi ve eşi ile birlikte İstanbul Bağlarbaşı’nda mutlu mesut yaşarken bir erkek çocuğuna hamile olduğunu öğrenince evlerinde çok büyük bir sevinç yaşanır. Küçük Yağız erken doğumla prematüre bir bebek olarak dünyaya gelir ve 1.5 ay kuvezde kalır. Aradan 6 ay geçtikten sonra Esin hanım Yağız bebeğin kollarında kasılmalar farkeder ve hemen doktorlara danışılır. Gerekli tetkikler ve tahlil yapılınca Yağız bebeğin büyüyünce ayaklarını kullanamayıp yürüyemiyeceği söylenerek Cerebral Palsy tehşisi kondur. Anne Esin hanımın dünya başına yıkılmıştır, sorunlar yuvarlanan kartopunun bir çığ’a dönüşmesi gibi büyür ve bu sorunların getirdiği gerginlikle eşler ayrılır. Esin hanım ise üç çocukla birden hayata tek başına tutunmaya çalışır.
Dokuz yılda tam 12 ameliyat
Bu durumu kabul edemeyen Esin hanım hayata tutunarak elde avuçta ne varsa satar ve arka arkaya bir dizi ameliyat için küçük Yağız’ı hastane hastane dolaştırmaya başlar. Her ameliyat sonrasında umutlar bir sonraki ameliyata kalır ve bugüne kadar toplamda 12 ameliyat yaşarlar. Bu süreçte umut taciri doktorlara da bir çok paralar kaptırdığını iddia eden Esin hanım o günleri anlatırken; ‘Altı sene önce Çapa Tıp Fakültesi’nde ki Doç. Dr. Fuat Bilgili ile yollarımız kesişti. O ve ekibi Yağız’a o kadar güzel sahip çıktılar ki artık gözümüz arkada değil. Ben ve Yağız bu ekibe çok güveniyoruz. Yağız’ın bir gün bütün herkes gibi kendi ayakları üzerinde yürüyeceğine inanıyoruz’ dedi.
Biz hayat ile barıştık, şimdi sıra başka çocuklarda
Esin Tutgun Tonbul aslında çok sosyal ve aktif bir kadın olarak İstanbul Bağlarbaşı’nda bir Ana Okulu sahibidir ama Yağız’ın rahatsızlığı nedeni ile Şile’ye taşınınca bir yandan Yağız ve diğer iki kızı ile ilgilenirken orada da rahat durmaz. Şile’nin köylerinde yaşayan kadınları örgütlüyerek onları Şile Kadınlar Derneği çatısı altında birleştirir, kendisi de bu derneğe başkan seçilir. Bu arada ikinci evliliğini de yapar, eşi Yağız’a ve diğer iki kızına kol kanat germiş ve bir babadan daha fazla sahip çıkmıştır. Aradan yıllar geçmekte Yağız’ın her ameliyatını başka bir ameliyat takip ederken Esin hanım başka engelli çocuklara yardım için kolları sıvar ve bu konuda başarılı bir çok dernekle çalışmalar yürütür. Amacı bu şekilde başka engelli çocuklara da kol kanat germek, kendi edindiği bilgi ve tecrübeleri onların ailelerine aktarmaya çalışmaktır. Bütün bunlara ek olarak ta eşi ile birlikte Şile’de bir tatil kampı işletmektedir. Pandemi’nin gelmesi ile birlikte işler çok sekteye uğrar bütün planlar alt üst olur. Zarar çok fazla büyüktür ve bütün bu stresi taşımakta zorlanan eşler fikir ayrılıklarına düşünce Esin hanım oğlu Yağız ile birlikte yeni bir karar alır. Ana oğul bütün Türkiye’yi dolaşmak, ihtiyaç sahibi engelli başka çocuklarla tanışmak, onların ihtiyaç listelerini çıkartarak sponsorlar vasıtası ile onlara yardım etmek fikri onlarda yeni bir heyecan uyandırır. Esin hanım şimdi bu hayalini gerçekleştirmek için araştırmalar yapmaktadır. Ana oğul bir yandan Yağız’ın sağlık durumunu takip ederken bir yandan da ihtiyaç sahibi engelli çocuklara ulaşmaya çalışıyorlar.
Tamamen güvene dayalı bir sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirecekler
Bizim için röportajın en önemli kısmı olan ise yardım zincirinin nasıl yürüyeceği idi, çünkü bu yardım etkinlikleri çok fazla suistimale açıktı. Esin hanım bu konudaki sorularımızı tek tek içtenlikle yanıt verdi: Yaşar bey biz ihtiyacı olan engelli çocukları sosyal medya ve çevremiz de yapacağımız araştırmalarla ulaşacağız. Onların ihtiyac listelerini bizim çevremizde bulunan hayırsever vatandaşlarımıza ileteceğiz. Ortada asla para dönmeyecek, hayırsever kişi ihtiyacı direk ihtiyaç sahibinin adresine kargo ile yollayacak biz sadece takibini yapacağız. O kişileri Yağız ile birlikte ziyaret ederek çektiğimiz fotoğrafları da hayırsever vatandaşımıza yollayacağız. Peki bizim nasıl bir kazancımız olacak diye sorarsanız Yağız bundan çok mutlu olacak ve ülkenin başka başka yerlerini görüp tanıyacak, kendisi ile daha iyi anlaşacağı bir çok arkadaşı olacak bu da bizim için çok büyük bir servet olacak.
Ülkenin her yerine gidecekler
Projesini heyecanla anlatmaya devam eden Esin Hanım: Yaşar bey bu karavan ile gezme projesi Yağız’ı çok heyecanlandırdı, yeni yeni şehirler görmek yeni yeni arkadaşlar edinme duygusu ona çok farklı bir enerji getirdi. Yağız şimdi soruyor anne ne zaman gideceğiz diye, hatta bu hafta ayaklarında alçı vardı bir an evvel çıkartsınlarda gitmeye başlayalım diyor acele ediyordu. Çok şükür alçıyı çıkarttılar fakat malum pandemi sürecindeyiz ama biz gerekli çalışmaları yapıyoruz. İhtiyaç sahibi çocuklarla irtibat kurmaya çalışıyoruz önce onların ihtiyaçlarını yollayacağız. Pandeminin biraz rahatlaması ile birlikte hemen yollara düşeceğiz. Tabiki bu yolculuk sırasında Yağız’ın özel durumundan dolayı heryere bir karavan ile gideceğiz. Bizde bir yakıt ve karavan sponsoru bulabilirsek hiç fena olmayacak…
Yağız’ın tedavisi sürecek
Çok merak ettiğimiz bir şeyi öğrenmek istiyorum Esin hanım yine içtenlikle cevap veriyor; Evet Yağızın Çapa Tıp Fakültesi’nde süren tedavileri bu aşamada yine devam edecek. Biz gezilerimizi doktorlarımızdan alacağımız tedavi takvimine göre programlayacağız. Tabi ki tıp’ın Yağız’ın yürüyüp koşabilmesi için bize önereceği her yeni tedavi ve ameliyatları büyük bir titizlikle gerçekleştireceğiz. Benim iki kızım daha var çok şanslıyım ki onlar büyüdüler ve kendilerine yetiyorlar. Küçük kızım Yağmur yağızdan 1 yaş büyük bu sene liseye geçti. Kendisi resim yapmayı ve yabancı dil öğrenmeyi çok seviyor. Büyük olan kızım Sude ise 23 yaşında, Marmara Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi, Spor Yöneticiliğinden mezun oldu. 13 yıldır lisanslı spor yapmakta. Korfbol branşında milli sporcu. İki kızım da sağolsunlar bana da Yağız’a da çok destek oluyorlar…
Bize sosyal medyadan ulaşsınlar
Son olarak söylemek istediğiniz bir şey varmı diye soruyorum; Yaşar bey ben size ve Önce Vatan Gazetesine çok teşekkür ederim, sanırım sayenizde biz daha fazla insana ulaşacağız. Bize ulaşmak isteyenler rahatlıkla sosyal medya hesaplarımızdan bize ulaşabilirler. Tabi ki bu süreçte kötü niyetli ve sömürü amaçlı bana yazan yada arayanlar da oluyor. Malum ben bu problemler ile on yılı aşan bir tecrübeye sahibim kimin ne amaçla aradığını hemen sezinliyorum ve kötü niyetli kişileri en hızlı şekilde her yerden engelliyorum. Son olarak yıllardır benim ve Yağız’ın her türlü isteklerini kaprislerini hoş görü ile karşılayan başta canım kızlarıma, bizi bu zorlu yolculukta son ana kadar hiç yalnız bırakmayan ikinci eşime ve bize kol kanat olan doktorlarımıza çok çok teşekkür ediyorum. Doktorlarımız demişken tekrar belirtmek isterim biz tedavimize yılmadan devam edeceğiz. Bu tedavi sürecimizde yolumuza Çapa daki doktorumuz Doç. Dr. Fuat Bilgili ve ekibi ve yine Çapa Tıp Fakültesi’inde ki Fizyoterapistimiz Doç. Dr. Ekin Akalan ile devam edeceğiz. Hiç unutmam Fuat hoca bana birgün kendi çocuklarım için yapmayacagımı Yağız’ a asla yapmam demişti. O saatten sonra 6 yıldır bunca ameliyat oldu ve biz onunla yürüyoruz. Daha bir kere bile sormadım neden niçin diye. Eğer bir tedavi öneriyorsa muhakkak bir bildiği vardır diye düşünürüm, bu ekibe çok güveniyorum.
BHA Yaşar Şenyüz
“Bu hayatı nasıl yaşamalıyız?”
Benzersiz üslubuyla pek çok yazarın hayranlığını kazanmış Grace Paley’den, sıradan insanların “sıradan” yaşamlarına ayna tutan sıradışı öyküler: Ölü Dilde Bir Hayalperest.
1995 yılında Pulitzer Ödülü’nde finale kalan Toplu Öyküler seçkisinden derlenerek Delidolu Yayınları tarafından Türkçede ilk kez yayımlanan bu öyküler; insan ilişkilerine, yalnızlığa, varoluşun getirdiği kaçınılmaz korku ve arzulara dair çarpıcı tespitleriyle zihinlerde uzun süreliğine yer edecek.
Gözlem gücüyle okurunu şaşırtmayı başaran Paley, kendi deyişiyle, yaşadığı ülkenin ve şehrin sakladıklarını gün yüzüne çıkarmaya, anlatılmayanı anlatmaya çalışırken, hayatın iç acıtan keskin yönlerini kendine has iyimserliğiyle yumuşatıyor. Bu son derece gerçekçi ve kimi zaman taşıdıkları dramatik içerikle zıtlaşan eğlenceli diyaloglara dayalı öykülerde, New York’un alt sınıf insanlarının, göçmenlerin, bekâr annelerin, aldatılan karıkocaların yaşamlarına bütün doğallığı içinde tanık oluyoruz.
Kadınlar hakkında yazmanın başlı başına “politik bir eylem” olduğunu vurgulayan yazarın; kadın-erkek ilişkilerini, anneliği, evlilik ve cinselliği ele alışındaki eleştirel ve alaycı tavır, gerçekliğin en ağır meselelerini yüzümüze vururken bile elden bırakmadığı mizahi anlatım, onu bütünüyle özel bir yazar hâline getiriyor.
“Bu zamanda âşık olmak için şaşı, camdan dışarıya, oturduğun buz gibi soğuk sokağa bakmak için de kör olman gerekiyor.”
Son yüzyılın en büyük yazarlarından biri olan Grace Paley, dile yeniden can veriyor ve önünüze hayal edebileceğinizden de zengin ve şaşırtıcı bir dünya seriyor.
George Saunders
Çok az sayıda yazar, onun karakteristik konuşma diliyle anlattığı etkileyici ve komik öykülerindeki o doğaçlama sesle boy ölçüşebilir. Bu mükemmel seçki, Paley’nin cömert ruhunun bu yüzyılın geri kalanına armağanıdır.
Ursula K. Le Guin
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Yiğit Özşener Simyacı’nın mistik dünyasını seslendirdi
Brezilyalı yazar Paulo Coelho’nun dünya edebiyatına kazandırdığı önemli eseri Simyacı, ünlü oyuncu Yiğit Özşener’in sesiyle şimdi Storytel’de. 1988’de yayınlandıktan kısa süre sonra 42 ülkede basılan ve 26 dile çevrilen eser, Türkiye’de de 1996 yılından bu yana en çok okunan romanlar arasında yer alıyor.
Can Yayınları tarafından yayınlanan Simyacı, Santiago adındaki Endülüslü bir çobanın İspanya’dan başlayıp Mısır’da sona eren yolculuğunu anlatıyor. Gördüğü bir rüya üzerine sahip olduğu her şeyi ardında bırakan Santiago’nun bu serüveni, onu düşlerine kavuşturduğu kadar hayatın hakikatine de ulaştırıyor. Dünya edebiyatının fenomenleri arasında yer alan Simyacı, yayınlandığı günden bugüne pek çok hayata dokundu, dokunmaya da devam ediyor. Eser, önemli bir Doğu klasiği olan Mevlana’nın ünlü Mesnevisi’nde yer alan bir öyküden yola çıkılarak yazıldı. Şu ana kadar milyonlarca okura ulaşan Simyacı’nın bu kadar sevilmesinin sırrı, mistik hikayesiyle hayata dair adeta kılavuz niteliğinde bir eser olması. Simyacı’yı Yiğit Özşener’in sesinden dinlediğinizde, siz de Santiago’yla birlikte kendi içinize doğru bir yolculuğa çıkacaksınız.
Yiğit Özşener, Simyacı’yı seslendirmenin ve Santiago’ya eşlik etmenin, kitapta da olduğu gibi bir yolculuğa çıkmaya benzediğini belirtti ve sözlerine devam etti: ‘İnsan ister istemez kendisini kitabın içinde buluyor, okurken gözünün önüne resimler geliyor, kendi hayat deneyimine tercüme ediyor. Bu inanılmaz bir keyif; hem okumak, hem anlamak açısından. Özellikle de kendini anlamak ve dışarıda olan bitenlerin nelere işaret ettiğini anlamaya çalışmak. İsminizle, nerede, kimlerden, ne koşulda doğduğunuz ve yaşadığınızdan bağımsız olarak saf bir varlık olarak insan olma haliyle ilgili. Günlük hayatımız, o içinden çıkamadığımız temposu, kafa karışıklıklarımız, hissettiğimiz çelişkiler, rastladıklarımız, rastlantılar, planlarımız, sevinçlerimiz, hayal kırıklıklarımız, amaçlarımız, aşklarımız, cesaret ettiklerimiz, korkularımız ve sayamayacağım kadar çok deneyime açık, bildiğimiz kadarıyla sınırlı yaşamımızda bir süreliğine her şeye kısa bir ara verip Simyacı ile yola çıkmak, işaretlerin dilinden anlayabilmek için güzel ve keyifli bir başlangıç. Kendinizden uzaklaşmak için değil tam da kendinize ulaşmak için keyifle kulak veriniz’ dedi.
Kullanıcılar, Storytel’e mobil telefonlarına yükleyecekleri uygulama üzerinden abone olarak ulaşabiliyorlar. Storytel aboneleri, 2.500’ün üzerinde Türkçe sesli kitabı, 75.000’den fazla İngilizce sesli kitabı, 120.000’nin üzerinde İngilizce e-kitabı ve birçok podcast’i sınırsız dinleyebiliyor.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
DEÜ’nün keşfi Dünya kültür mirasına ışık tutacak
Dokuz Eylül Üniversitesi, astronomi biliminin kurucusu ve insanlık tarihinin en önemli filozoflarından Aratos’un anıt mezarı için Soli Pompeiopolis Antik Kenti’nde kazı çalışmaları yürütüyor. Mersin’in merkez Mezitli ilçesinde 20 Temmuz’da başlayan kazıların 1999 yılından beri devam ettiğini belirten DEÜ Edebiyat Fakültesi Dekan Vekili ve Kazı Heyeti Başkanı Prof. Dr. Remzi Yağcı, “UNESCO Kültür Mirası’na girmeye önemli adaylardan biri olacak bir çalışma yapıyoruz” dedi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) tarafından Mersin’in Mezitli ilçesinde yer alan Soli Pompeiopolis antik kentinde M.Ö. 315- 245 yıllarında yaşamış olan astronomi biliminin kurucusu, matematikçi, bilim insanı ve şair Aratos’un anıt mezarı ortaya çıkarılıyor. Tarihi Neolitik döneme kadar uzanan Soli Pompeiopolis Antik Kenti’nde bu yılki kazılar 20 Temmuz’da başladı. Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekan Vekili ve Müzecilik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Remzi Yağcı başkanlığında sürdürülen kazıların bu yıl sadece Aratos’un anıt mezarında gerçekleştirildiği belirtilirken, şu ana kadar anıt mezarın iç duvarının dairesel biçimli yapısının ortaya çıkarıldığı ve anıt mezar yapısında yazıtlı mimari parçaların bulunmasının hedeflendiği kaydedildi.
DÜNYA KÜLTÜR MİRASINA HEDİYE
Arkeolojik kazılara ve bilimsel araştırmalara her zaman önem verdiklerini kaydeden DEÜ Rektörü Prof. Dr. Nükhet Hotar, “Bilimsel ve kültürel çalışmalar konusunda ilklere imza atan Üniversite olarak, dünya kültür mirası açısından son derece önemli bir yere sahip olan gök bilimci, filozof ve şair Aratos’un anıt mezarının gün yüzüne kavuşması için bir kazı çalışması yürütüyoruz. Prof. Dr. Remzi Yağcı başkanlığında Mersin İli Mezitli ilçesinde yürütülen proje kapsamında ortaya çıkartılacak anıt mezar ile hem insanlığın ortak mirasının gün yüzüne çıkarmayı hem de kentimizi turizm merkezine dönüştürmeyi hedefliyoruz. Elbette buradan elde edilen bilgileri, uluslararası bilim camiası ile de paylaşacağız. Uzaktan bağlantı yöntemiyle yakından takip ettiğimiz ve sonuçlarını merakla beklediğimiz kazı çalışmasına katılan mensuplarımızı yürekten kutluyoruz. Bu süreçte ekibimize destek olan kamu kurum ve kuruluşlara da ayrıca teşekkür ediyoruz. Üniversite olarak, arkeolojik araştırmalarımızı sürdürecek; insanlığın ortak mirasına sahip çıkmaya devam edeceğiz” diye konuştu.
MEZAR ARANIYOR
Kazı Heyeti Başkanı Prof. Dr. Remzi Yağcı da, “Dip tarihi yaklaşık 9 bin yıl öncesine dayanan Soli Pompeiopolis Antik Kenti’nde bu yıl kazılarımızı, insanlık tarihinin en önemli filozoflarından, şair ve astronomi biliminin kurucusu Aratos’un anıt mezarında gerçekleştiriyoruz. Aratos, kralların himaye ettiği bir şahsiyettir. Solililer de kendi şehirlerinden çıkan bu değerli şahsiyete bir anıt mezar yaptırıyor. 19’uncu yüzyıl seyyahları ve coğrafyacıları tarafından bu bölge ziyaret edildiğinde mezarın yeri işaretlenmiş. Dokuz Eylül Üniversitesi olarak Mersin’in Mezitli ilçesinde Aratos’un mezarının mimari açıdan gün yüzüne çıkartılması, daha sonra çevre düzeni ile restorasyonunun yaptırılmasını amaçlıyoruz. Çıkarılan eserler ülke ve dünya kültür mirasına büyük katkı sağlayacaktır” dedi.
UNESCO’YA ADAY
Prof. Dr. Remzi Yağcı, “UNESCO Kültür Mirası’na girmeye önemli adaylardan biri olacak bir çalışma yapıyoruz. Aratos’un anıt mezarının ortaya çıkarılması kuşkusuz sadece Mezitli ve Mersin için değil, Türkiye ve dünya için de çok önemli bir buluş olacaktır. Dünyanın ilgisinin buraya döneceğini, sırf Aratos’un anıt mezarını görmek için çok sayıda kişinin Mezitli’ye geleceğini düşünüyoruz” diye konuştu.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Sanatta ve beyin biliminde indirgemecilik
Sanat ve bilim, uzlaşmaz biçimde birbirinden ayrılmış mıdır,
yoksa ortak bir zemin bulabilirler mi?
Sanata da derin ilgisi olan Nobel Ödüllü Eric R. Kandel,
bu yeni kitabında, bilimin bir sanat eserini deneyimleme ve anlamlandırmadaki etkisini sorguluyor.
Hafızanın nörobiyolojik temellerini ortaya koyan çalışmalarını bu kez sanata uygulayan Kandel, öznel dünyalarını renk, biçim ve ışığa damıtan modern sanatçıların nörobilimsel analizini yapıyor.
Kandel, bilimin insan algısının karmaşıklıklarını nasıl keşfedebileceğini ve harika sanat eserlerini algılamamıza, takdir etmemize ve anlamamıza nasıl yardımcı olabileceğini gösterdiği Sanatta ve Beyin Biliminde İndirgemecilik isimli çalışmasında, indirgemeciliğin modern sanatın evrimine katkısını ortaya koyuyor. Resim sanatının Turner, Monet, Kandinsky, Schoenberg ve Mondrian’ın eserlerinden Pollock, de Kooning, Rothko, Louis, Turrell ve Flavin’in soyut dışavurumculuğuna ulaşmak için nasıl bir indirgemeci yaklaşım içinde olduğunu ayrıntılarıyla aktararak, bu yolculuğun sonunda Katz, Warhol, Close ve Sandback’in eserlerini analiz ediyor. Modern sanat şaheserlerinin renkli reprodüksiyonlarının yanı sıra beynin büyüleyici çizimlerini de içeren bu kitap, bilim ve sanatın ortak kaygılarına ve birbirlerini nasıl aydınlattıklarına ilişkin bir başyapıt.
“Kimi akademisyenler, sanatçıların kullandığı indirgemeci yaklaşımlara odaklanmanın sanata duyduğumuz hayranlığı körelteceğinden, sanatın derin hakikatlerine ilişkin algımızı törpüleyeceğinden endişe eder. Ben bunun aksini iddia ediyorum: Sanatçıların faydalandığı indirgemeci yöntemlerin değerini takdir etmek, sanata verdiğimiz tepkinin zenginliğini ya da karmaşıklığını hiçbir suretle eksiltmez. Aslında bu kitapta gözden geçirdiğim sanatçılar, sanatsal yaratıcılığın temellerini keşfedip aydınlatmak amacıyla tam da bu tür bir yaklaşım tutturmuştur.”
Yazar Eric R. Kandel, Columbia Üniversitesi Sinirbilim Bölümü’nde öğretim üyesi.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)