Tandem bisikletleriyle geçen yıl Moğolistan’a doğru yola çıkan ve Lüleburgaz Bisiklet Akademisi’nde konaklayan Fransız çift Nina Duczmalewska ile Hugo Pacou, koronavirüs salgını nedeniyle ülkelerine karavanla geri dönerken yine Lüleburgaz’a uğradı. Lüleburgaz’a ve Lüleburgaz Yıldızları Bisiklet Akademisi’ne hayran kaldıklarını söyleyen çift, “Herkesin burayı görmesi gerekiyor. Keşke bisiklet akademisi her ülkede olsa, keşke bizim ülkemizde de olsa” dedi.
Geçtiğimiz yıl koronavirüs salgını yokken tandem bisikletleriyle Moğolistan’a doğru yola çıkan Fransız arkadaşlar Nina Duczmalewska ile Hugo Pacou’nun macerası koronavirüs salgını nedeniyle Gürcistan’da sona erdi. Koronavirüs tedbirleri kapsamında bütün sınır kapılarının kapanması nedeniyle yaklaşık 1 yıldır Gürcistan’da mahsur kalan iki kafadar, mucize eseri buldukları bir karavanla Türkiye üzerinden ülkeleri Fransa’ya doğru yola koyuldular. Karavanı Facebook üzerinden kendilerine ulaşan ve yine kendileri gibi dünya turundayken koronavirüs salgını nedeniyle ülkesine uçakla dönen Çekya vatandaşı sayesinde bulan çift, Türkiye’ye ve tekrar uğradıkları Lüleburgaz Yıldızları Motosiklet ve Bisiklet Akademisi’ne (LYMBA) dair izlenimlerini aktardı.
“Bisikletle dönmek istemedik”
Koronavirüs salgını çıktığında birçok ülkenin teker teker sınır kapılarını kapatarak sert tedbirler almaya başladığını söyleyen Nina Duczmalewska, “Geri dönmeye karar verdiğimizde bisikletle geri dönmek istemedik. Koronavirüs salgınından dolayı korktuk açıkçası. Karavan bulabiliriz düşüncesiyle internet sitelerinde karavan bulduk. Şanslıyız ki Çekya’dan bir kişi, karavanıyla dünyayı gezerken Gürcistan’da salgına yakalanmış. O da karavanını orada bırakıp ülkesine uçmuş. O da bizim Facebook’taki gönderimizi gördüğünde sevinmiş. Biz şimdi onun karavanıyla Fransa’ya gideceğiz. O da Fransa’ya uçakla gelip, karavanını alıp ülkesine geri dönecek” dedi.
“Türk insanı sürekli evinde ağırladı”
Koronavirüs salgınından önce Türkiye’yi gezme fırsatı bulmalarından dolayı mutlu olduklarını söyleyen Nina Duczmalewska, Türk insanının aşırı yardımsever olduğunu, bu durumun da kendilerini olumlu yönde değiştirdiğini söyledi. Nina Duczmalewska, “Koronadan önce bisikletle Türkiye’yi geçtiğimiz için çok mutluyuz. Bu bizim için çok ilginç bir deneyim oldu. Neredeyse Türkiye’de hiç çadır kurmadık. İnsanlar tarafından sürekli evlerde çağrıldık. Tabi ki korona olsaydı öyle tahmin ediyoruz ki bizim eve davet edecek insan sayısı daha az olurdu normal olarak. Türkiye’yi iyi ki koronadan önce görme fırsatını bulmuşuz” diye konuştu.
“Türkiye bizi değiştirdi”
Türkiye’de geçirdikleri süre içerisinde çok sayıda insanla ve kültürle tanıştıklarını kaydeden Hugo Pacou ise, “Açıkçası Türkiye bizi çok değiştirdi. Hiç tanımadıkları, tamamen yabancı bir ülkeden gelen insanlara bu kadar sıcakkanlı davranmaları bizi değiştirdi. İnsanların bize kibar yaklaşmaları bizim karakterimizi iyi anlamda değiştirdi. Yemeklerine gelecek olursak tek kelimeyle mükemmel. Sadece insanı değil hava şartları bile çok iyi bir ülke burası” ifadelerini kullandı.
“Bir yıl önce de şaşırmıştık”
LYMBA hakkında da konuşan Nina Duczmalewska, bir yıl aradan sonra yine aynı yere gelmekten mutluluk duydukları ve yine ilk kez gördükleri andaki gibi şaşırdıklarını söyledi. Nina Duczmalewska, “Bir yıl önce buraya geldiğimizde şaşırmıştık. Bir yıl aradan sonra ikinciye yine buradayız ve yine şaşkınlık içerisindeyiz. Keşke bisiklet akademisi gibi bir yer her ülkede olsa, Fransa’da da olsa. Bizde de insanları böyle bir tesiste ağırlasalar. Fakat burada böyle güzel bir örneği olması beni mutlu ediyor. Anı defterine yazılanlar gösteriyor ki koronavirüs olsa bile insanlar buraya gelmeye devam etmiş. Burada bazı şeyler aksamamış. Bu çok güzel bir şey” ifadelerini kullandı.
“Herkes burayı görmeli”
LYMBA’nın hayranlık uyandıran bir yer olduğunu kaydeden Hugo Pacou ise, “Herkesin burayı görmesi gerekiyor. Türkiye’ye gelen herkes bu akademiye gelmeli. Burası gerçekten inanılmaz. Burada sadece bisiklet yok. Burada yardımlaşma, deneyimleri paylaşma var. Biz bir yıl içerisinde buraya ne kadar insanın gelip gittiğini gördük. Lüleburgazlılar adına da çok mutluyuz böyle bir yere sahip oldukları için” dedi.
Yayalaştırılmış bölgeye hayran kaldılar
Lüleburgaz geneli hakkındaki izlenimlerini de aktaran Fransız çift, yayalaştırılan İstanbul ve Fatih Caddeleri’ne hayran kaldığını söyledi. Yayalaştırılan alanların gelişmiş ülkelerde fazla olduğunu söyleyen çift, “Burada bizim en çok ilgimizi çeken trafiğe kapalı alan yol oldu. Orası bence çok etkili bir bölge. İnsanlar orada araç süremiyor. Sadece yayalara ve bisikletlilere açık. Bunun da kente her şekilde katkı sunduğuna ben eminim. İnsanlar orada araç olmadığı bence çok mutlu” dedi.
Budak Çal’a ziyaret
Tüm bunların yanı sıra çift, unutulmaz bir vefa örneği gösterdi. Geçtiğimiz yıl Lüleburgaz’a geldiklerinde tesadüf eseri kentin önemli siması Budak Çal’la karşılaşan çift, bu yıl koronavirüs salgını nedeniyle evinde kendini koruyan Çal’ı ziyaret etti.
KIRKLARELİ – BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Etiket arşivi: Fransız
AB Uyum Komisyonu Başkanı Gülpınar’dan: ‘Fransız Mevkidaşkarına ‘Hz. Muhammed’ kırmızı çizgimizdir’ mektubu
TBMM AB Uyum Komisyonu Başkanı ve Türkiye-Fransa Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı, AK Parti Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Kasım Gülpınar, Fransa Ulusal Meclisi Avrupa İşleri Komisyonu Başkanı Sabine Thillaye, Fransa Ulusal Meclisi Fransa-Türkiye Dostluk Grubu Başkanı Stephane Teste ve Fransa Senatosu Avrupa İşleri Komisyonu Başkanı Jean-François Rapin’e gönderdiği mektuplarda:
’Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un dünya barışına ve özellikle de Türkiye-Fransa dostluğuna zarar verme pahasına son dönemde yaptığı açıklamalardan dönülmesi gerektiğini ve Müslüman için sadece Hz. Muhammed’i değil, Hz. Adem başta olmak üzere, Hz. Musa’nın da Hz. İsa’nın da karikatürize edilmesi, onlara hakaret edilmesi kabul edilebilecek bir şey değildir ve ifade özgürlüğü kapsadığı değerIendirilemez, ’Söz konusu kırmızı çizgimiz olan Hz. Muhammed olursa ortada saygı namına bir şey kalmaz’ ifadelerini vurgulayarak, Macron’un biran evvel bu yanlıştan dönmesini ve tıpkı I. Dünya Savaşında Anzakları Aynı yalan ve oyunlarla kışkırtarak ta Çanakkale’ye gönderten küresel mafyanın bugün yine Müslümanlar üzerinden geliştirdiği Şeytani oyunlara alet olmamasının altını çizerek mevkidaşlarına;’Bizler kimden gelirse gelsin bütün tahrik edici tutumlara ve basiretsiz, sağduyulu olmayan açıklamalara ve bütün zorluklara rağmen özellikle Türkiye-Fransa arasındaki dostluk köprüsünün yıkılmaması için elimizden gelen gayreti göstermeye devam etmeliyiz çağrısında bulundu’
TBMM AB Uyum Komisyonu Başkanı ve Türkiye-Fransa Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı, AK Parti Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Kasım Gülpınar’ın Fransız mevkidaşlarına gönderdiği mektubun tam metni;
‘’Değerli Başkan,
Öncelikle son günlerde Fransa’da gerçekleşen vahşi terör saldırılarını lanetleyerek sözlerime başlamak istiyorum. Bu vesileyle çalışmalarınızda başarılar dilerim ve ayrıca en büyük arzumun bu zorlu pandemi sürecinden ülkelerimizin ve bütün dünyanın en az zararla biran evvel kurtulması olduğunu belirtmek isterim. Takdir edersiniz ki terörle mücadele zorlu bir süreçtir ve sabır ister, sağduyu ister, basiret ister. Uzun yıllardır terörle mücadele eden bir ülkenin milletvekili olarak, aynı zamanda TBMM Türkiye-Fransa Dostluk Grubu Başkanı ve Legion d’Honneur sahibi Müslüman bir milletvekili olarak son zamanlarda Fransa’da gelişen, bizleri çok yakından ilgilendiren ve endişeye sevkedip tasvip etmediğimiz bazı gelişmelere binaen bu mektubu yazma gereği duyuyorum. Aslında her ne kadar siyasetin ve siyasetçinin birincil önceliği olmaması gereken bu alana girme ihtiyacı, laikliği benimsemiş bir Cumhuriyetin başındaki yöneticinin yani Fransa Cumhurbaşkanı M. Emmanuel Macron’un Dünya barışına ve özellikle de Türkiye-Fransa dostluğuna zarar verme pahasına son yaptığı açıklamalar neticesinde hasıl olmuştur. Öncelikle şunu bir kez daha hatırlatmakta fayda var. İslâm bir tanedir. Bu noktada Fransa Başbakanı Sn. Castex’in değerlendirmesine büyük oranda katıldığımı da özellikle belirtmek isterim. Sn. Castex bu teröristleri “nefretle egemenliğini dayatmak için İslam dininin metinlerini (en önemli metin Kurandır), dogmalarını(ki islamda dogma yoktur, Kuran tamamen akla hitap eder, düşünmemizi ve araştırmamızı emreder) ve emirlerini değiştirerek çirkinleştiren bir siyasi ideolojinin mensupları “olarak nitelendirmektedir. İşte biz de bunu iddia ediyoruz. Kuranın bir tek emrini değiştiren, değiştirmeye çalışan İslam dinine mensup olamaz, Müslüman olamaz. Herhangi bir Müslüman böyle bir eylemi ne teşvikedir ne de tasdik eder. Onun için “İslamcı Terörist” kavram Sn.Castex’in de bu nitelendirmesiyle anlamını kaybetmektedir. Bu teröristler farklı kültürlerden oluşturulan bir din meydana getirerek taraftar kazanmak için İslam dinini yanlış tanıtmak amacıyla bu terör eylemlerini gerçekleştirmektedirler. Yani bunlar İslamın gerçek düşmanıdırlar. Öncelikle “İslamcı Terörist” kavramını kullanmaktan vazgeçilmesi herkesin menfaatinedir. Bu eylemleri gerçekleştiren tek kelimeyle teröristtir. Müslüman, inandığı değerlerin ve hayat tarzının kaynağını Kuran’dan ve Peygamberi Hz. Muhammed’den alır. Onun için Müslüman , başta da belirttiğim gibi bu cinayetlerin hepsini kınar ve tasvip etmez. Nasıl Hipokrat yemininde “insan yaşamına en üst düzeyde saygı göstereceğime “diye yemin ediliyorsa, Kuranı Kerim Maide suresi 32. Ayette de “Kim yeryüzünde bozgunculuk yapmamış birini öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibidir, kim de onu yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmış gibi olur “buyurulur. Kuranın tek bir ayetini inkar eden Müslüman olamaz. Onun için Müslüman bu emire uymak zorundadır.
Karikatür ve İfade Özgürlüğü konusuna gelince. Herkes kendi inancında serbesttir. Herkes Müslüman olmak zorunda veya Hz.Muhammed’i sevmek zorunda değildir. Ama Müslüman Hz.Muhammed’i kendi nefsinden ve bütün sevdiklerinden üstün tutmak ve hiçbir Peygamber arasında ayrım yapmamak zorundadır. Müslüman için sadece Hz. Muhammed’i değil, Hz. Adem başta olmak üzere, Hz. Musa’nın da Hz. İsa’nın da karikatürize edilmesi, onlara hakaret edilmesi kabul edilebilecek bir şey değildir ve ifade özgürlüğü kapsadığı değerIendirilemez. İfade özgürlüğü demek bir insanın kendi düşüncesini ifade etmesi demektir. Diğer insanların özgürlük alanına tecavüz etmek ve insanların inançlarına, kişiliklerine ve kutsallarına hakaret etmek değildir. Sizin ifade özgürlüğü olarak tarif ettiğiniz şey kümeste dolaşan tilkinin denetimsiz özgürlüğüne benziyorsa o ortamda kaos çıkmaması mümkün değildir. Dileyen inanır dileyen inanmaz ama bu, kimseye bir diğerine ve onun inancına hakaret hakkı vermez. Dünyada 1 milyardan fazla insanın en sevdiği ve en saygı duyduğu insanı karikatürleştirip ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirip,10 yaşındaki çocukların söylediklerini ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmeyip gözaltına almak hiçbir şekilde barışa ve dostluğa katkı sağlamaz. Anlaşılan o ki Sn. Macron kendi Cumhuriyetinin ilkelerine saygı duymamakta veya o ilkeleri yeterince anlamamıştır. Üzülerek müşahade ediyoruz ki Fransa Cumhurbaşkanı kendini savunmakta ama kuvvetler ayrılığının mucidi olan ve Cumhuriyetin en büyük savunucularından Montesquieu’nünde fikirlerine ters düşmekte aynı zamanda ona da hakaret etmektedir. Şu anda Macron’un Müslümanları son derece rahatsız eden bu fikirleri ve tutumu tıpkı 1800’lü yılların sonunda Fransız Devletinin suçsuz ve günahsız Yüzbaşı Dreyfuss’a yaptıklarına benzemektedir. Eminim o gün kendini savunan ve Dreyfuss’un haklılığını ispat eden Emile Zola hayatta olsaydı o da aynı şekilde Macron’a karşı çıkar ve itiraz ederdi. Bizler Fransa’da sizler gibi gerçek dostlarımız olduğuna inanıyor ve Fransa halkının kendi hür iradesiyle seçtiği bir Cumhurbaşkanı olduğu için M. Macron’a saygı duyabiliriz, tıpkı kendisinin de Türk halkının hür iradesiyle seçtiği meşru Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a saygı duyması gerektiği gibi. Ama söz konusu kırmızı çizgimiz olan Hz. Muhammed olursa ortada saygı namına bir şey kalmaz. Onun için sayın Macron’un biran evvel bu yanlıştan dönmesini ve tıpkı I. Dünya Savaşında Anzakları Aynı yalan ve oyunlarla kışkırtarak ta Çanakkale’ye gönderten küresel mafyanın bugün yine Müslümanlar üzerinden geliştirdiği Şeytani oyunlara alet olmamasını diliyoruz. Ayrıca selefi olan Sn. FrançoisHollande’ın ve Kanada Başbakanı Trudeau’nun bu konudaki tavsiyelerine uymasını da öneriyoruz. Son olarak geçenlerde bir yetkilinin “bir kişi Hz. İsa adına cinayet işlerse Müslümanlar ne düşünür? “diye bir demecine rastladım. Hemen ona da cevap vereyim. Bize göre bu kişi bir canidir bir teröristtir ama asla gerçek bir Hristiyan değildir. Geçmişten günümüze gelen terörist faaliyetlerin ne İslam dini ne de Hristiyan dini ile bir ilgisi yoktur. Tıpkı Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Hristiyanlık adına hareket iddia edip, insanlar katleden, camileri yakan Hristiyan görünümlü Anti Balaka örgütünü Hristiyani terörist olarak adlandıramayacağımız gibi (ki bazı kilise liderleri de bu kavrama itiraz emişlerdir tıpkı bizim gibi), İslami terörist kavramı da son derece anlamsız ve gereksizdir. Her boynuna Haç takanı Hristiyan kabul edemeyeceğimiz gibi, her sakallıyı da Müslüman kabul edemeyiz. Çünkü hiçbir peygamber böyle bir eylemi asla kabul etmez, onay vermez. Ben kafası karışık olan herkese, Victor Hugo’nun 1855 yılında sürgündeyken yazmaya başladığı ve hala Fransa’nın gerçek anlamda tek destanı olarak kabul edilen La Legende deş Siecles (Yüzyılların Efsanesi) adlı eserinde yaralan Mahomet adlı şiirini okumalarını tavsiye ederim. Kuran’ı ve İslam’ı inceleme ihtiyacı duymadan açıklamalar yapıldığı çok açık ve net bir şekilde ortadayken, en azından bu şiirin cahilce yapılan açıklamalara bir nebze de olsa ışık tutmasını ümit ederim.
Son olarak şunu özellikle vurgulamak isterim ki, Allah’ın hiçbir dininde terörizm ve terörist kavramı yoktur. 16. Yy’da yaşamış ve engizisyon mahkemesinin kararı neticesinde yakılarak öldürülen Giordano Bruno der ki “Tanrı iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır, yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı’yı kullanır”. Gelin bizler iyi insanlar olarak aklımızı kullanalım, dostluğu pekiştirelim ve düşmanlığı körükleyen bu kötü insanlara fırsat vermeyelim. Bizler kimden gelirse gelsin bütün tahrik edici tutumlara ve basiretsiz, sağduyulu olmayan açıklamalara ve bütün zorluklara rağmen özellikle Türkiye-Fransa arasındaki dostluk köprüsünün yıkılmaması için elimizden gelen gayreti göstermeye devam edeceğiz. En yakın zamanda sizleri Türkiye’de ağırlamaktan memnuniyet duyacağımı da özellikle belirtmek isterim’’
BABACAN: “Türkiye’de üretilen Fransız markalı ürünleri de mi boykot edeceğiz?”
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, bugün Karar TV’de yayımlanan Gündem Özel programında Elif Çakır ve Taha Akyol’un sorularını yanıtladı. Babacan gündeme ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu:
Hükûmet tezat yaşıyor
Hükûmetin küçük ortağı askıda ekmek kampanyası başlattı. Aynı günlerde “eve ekmek götüremiyoruz“ diyen vatandaşımızın sözlerini Cumhurbaşkanı abartılı buldu. Hangisi doğru? Hükûmet kendi içinde tezat yaşıyor. Genel Başkan şapkasıyla, AK Parti teşkilatlarına “Aman ha akraba falan almayın” diye talimat veriliyor. Devlet Başkanı şapkasıyla, en yakın akrabası bakanlık pozisyonuna gelebiliyor. Bunlardan hangisi doğru?
Türkiye’de üretilen ürünleri de mi boykot edeceğiz?
Küreselleşen bir dünyada herhangi bir ürün sadece bir ülkenin malı değildir. O ürünün içinde pek çok ülkeden girdiler vardır. Diyelim ki, bir gün Japonya’yla ilişkiler bozuldu ve ürünlerini boykot çağrısı yaptık. Bir Japon otomobil üreticisinin dünyadaki en büyük fabrikalarından birisi Türkiye’de. Çok önemli bir yerli katkı. Bunu nasıl yapacaksınız? Türkiye’de üretilen Fransız markalı ürünler var. Onları da mı boykot edeceğiz? Orada bizim vatandaşlarımız çalışıyor. Bunlar çocukça şeyler. Hangi ürün olursa olsun o üründe daha çok yerli katma değer oluşması önemlidir. Daha çok bizim insanımızın emeği olsun, daha çok bizim teknolojimiz olsun, bizim kaynaklarımız kullanılsın. Onun haricindekiler tamamen hikaye.
Bakkal çırağı ekonomide bu hataları yapmaz
Ekonomide öyle hatalar yapılıyor ki… Bırakın uzun yıllar iş hayatında olmayı, ortaokul ve lise yıllarında bir bakkalın yanında iki aylık çıraklık yapanlar bu hataları yapmaz.
Megafon diplomasisiyle dış politika olmaz
Dış politikayı şahsileştirirseniz, “Ben onun elini sıkmam, onun oturduğu masaya oturmam” diye sürekli “ben, ben” derseniz olmaz. Dış politika şahsileştiği zaman sorunlar büyüyor. O ülkelerin iç siyasetlerine bilinçsiz bir şekilde dar ideolojik bir bakışla müdahale edildiği için de ilişkiler bozuldu. İktidar partisinin seçim kampanyasını yapan bir şirketi başka ülkedeki bir partiyi desteklemek üzere gönderirseniz, diğer parti seçimi kazandığında o ülkeyi kaybettiniz demektir. İlişkilerinizin daha iyi olacağını düşündüğünüz taraflar varsa özel diyaloglar geliştirebilirsiniz. Ama bunu megafon diplomasisiyle yapmazsınız. Bunun usulleri vardır.
S-400 ve F-35: Kaybet-kaybet
Türkiye milyarlarca dolar para verdi S-400’e ve kullanamıyor. F-35’te dört ana ortaktan birisiydik. Türkiyesiz yürüyemeyecek bir proje olarak başlamıştı. Şu anda F-35 de alamıyoruz. Milyarlarca dolar ver S400 al, kullanama. Milyarlarca dolar ver, F35’e ortak ol, ortaklıktan atıl: Kaybet-kaybet.
Müslümanların hakkından bahsetmeyip, ’kışkırtma’ diyorlar
Çin’de yaşayan Müslümanlar eziyet çekiyor. Çok ciddi insan hakları ihlalleri var. Türkiye niye sesini çıkartamıyor? İktidarın üçüncü ortağı ’Uygur kışkırtması’ diyor. Müslüman nüfusun haklarından bahsetmiyor, bu tabiri kullanıyor. Kendileri biz ortağız diyorlar. Bizim içimiz kan ağlıyor. Sadece kendimize değil, dünyanın nerelerinde kimlere zarar veriyoruz.
DMO’nun alımları ihale yasasından istisna
Büyük projelerin hepsi şu anda istisna maddesiyle yürüyor. Normalde açık ihale yapılması lazım. Önceden belirlenmiş üç şirkete “Teklifi yaz gönder” deniliyor. Zaten arka odalarda düzenlenmiş durumda. Kamuda ihale, yarışma kalmadı. Yeni Ekonomik Programın yapısal reformlar kısmında başka hiçbir dert yokmuş gibi, Devlet Malzeme Ofisi uluslararası çapta devletin merkezi satın alma birimi haline getirilecektir, yazmışlar. Çünkü DMO’nun kanununda diyor ki, yaptığı bütün alımlar ihale yasasından istisnadır. DMO satın alırken hiçbir şeye tabi değil. Kamu ihale yasasından tamamen istisna. İstedikleri malı, istedikleri fiyattan, istedikleri yerden alacaklar. Bütün devlete dağıtımı oradan yapacaklar. Bunu ikinci önemli reform maddesi olarak yazıyorlar. Bu kadar olmaz. Beyinlerinden geçen işlerin yüzde kaçı memleket meselesi, yüzde kaçı şahsi mesele?
Cumhurbaşkanı, AYM kararına uymayan mahkemenin arkasında duruyor
Anayasa Mahkemesinin aldığı kararlar bile artık uygulanamıyor. Bu durumda Cumhurbaşkanı maalesef kararı uygulamayan mahkemenin arkasında durabiliyor. Bu çok vahim bir tablo. Bırakın yasayı, kural bazlı yönetimi; Anayasa Mahkemesini bile takmayacak yönetim anlayışından iyi sonuç çıkması mümkün değil.
Gençler “Ömür boyu harçlıkla mı geçineceğim” diyor
Gençler, her gittiğimiz yerde yanımıza geliyor. Daha üniversite birinci sınıfta, mezuniyetine daha üç yıl var çocuğun. “Bizim halimiz ne olacak” diyor. “Ömür boyu ailemden aldığım harçlıkla mı geçineceğim? Nasıl ev, yuva kuracağım?” diyor. Liseli gençler yanımıza gelip, “Başımıza iş gelir diye sosyal medya kullanmaya korkuyoruz” diyorlar. Bu memleketi bu duruma düşürmek büyük insafsızlık.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)