Etiket arşivi: mi?

Sizce aşk mı para mı?

Ece Pulaş ekonomi tahminlerindeki nokta atışlarını bestelerinde de gerçekleştirmeye kararlı ‘’ Terazi’’ adlı şarkısında ve klibinde, yaşanmış hikayelerini anlatarak, ‘’ Sizce aşk mı para mı?’’ diye soruyor Birçok ünlü sanatçının ekonomi danışmanlığını yapan, ekonomi sektörünün tanınan yüzü Ece Pulaş, sayısı üç yüzü aşan bestelerinden kendi seslendirdiği ‘’Terazi’’ adlı şarkısı ile bizlerle buluşuyor.
‘’İçinde üretim olan her şeye aşığım. Mesleğim insanlara para kazandırmak ve bunu da aşkla yapmasaydım, kimseye para kazandıramazdım. ‘’ ‘’Hayatım boyunca ağlayamadım; ağlamam gerektiği anlarda şarkı söz ve müzikler yazarak kendimi tedavi ettim. Şimdi mahzenimi herkesle paylaşma zamanı geldi, umarım sizlere de dokunur’’ diyor.
Ece Pulaş, müzik eğitimi almamasına rağmen, gitar ve keman çalabilmesini ailesinden gelen genetiğine ve müziğe olan aşkına bağlıyor. Daha önce başka bir sanatçının albüm adı olarak yayınlanmış bir adet de bestesi mevcut.
Aranjörlüğünü Eflatun’un yaptığı şarkının klibi yine Eflatun yönetmenliğinde Beykoz Kundura’da çekildi. Çekimler kalabalık bir cast ve produksuyon ekibi ile yaklaşık on üç saat sürdü. Klip, sondaki çocukluk aşkı ile karşılaşma konusu dışında Ece Pulaş’ın gerçek hayatından kesitler barındırıyor.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

Pandemi Döneminin Ebeveyn Açmazı: Ders Mi? Oyun Mu?

Pandemi nedeniyle eve taşınan çevrimiçi dersler, ödevler ve farklılaşan yaşam rutini ebeveynlerle çocukları adeta bir çıkmaza soktu. Sosyal ortamlarından uzaklaşan çocukların kaygı ve kaygıya bağlı duygu durumları hızla değişmeye başladı. Yetişkinlerin üzerindeki baskı arttı. Peki, anne ve babalar bu süreci nasıl yönetmeli? Evde, oyun – okul dengesini kurarak barış ortamı sağlamak nasıl mümkün olur? Klinik Psikolog ve DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü Kurucu Başkanı Emre Konuk anlatıyor…
2020 herkes için zor bir sene oldu. Pandemi, iş yaşamından eğitime kadar pek çok alandaki ezberlerimizi bozdu. Yetişkinler için bu yeni COVID-19 sistemine alışmak kolay değil. Peki ya çocuklar?
Eve kapanan, arkadaşlarından uzaklaşan ve okulun tüm renklerini dijital ekrana sığdırmak durumunda kalan çocuklarda kaygı ve kaygıya bağlı diğer duygu durumları gitgide artıyor.
Dünya Sağlık Örgütü pandeminin çocukların psikolojisi üzerindeki etkisini şu şekilde tanımlıyor: “Tüm çocuklar değişimi algılasa da küçük çocuklar meydana gelen değişiklikleri anlamakta güçlük çekebilir. Kendilerini öfke ile ifade edebilirler. Ebeveynlerine daha yakın olmak isteyebilirler. Anne ve babadan daha fazla talepte bulunabileceklerini fark ettiklerinde ise ebeveynler kendilerini aşırı baskı altında hissederler.”
Peki, şu günlerde Türkiye’deki milyonlarca hanede yaşanan ve artık aşina olduğumuz bu tanımdaki gibi durumlarla nasıl başa çıkacağız? Pandemi sürecinde ebeveynler çocuklarının COVID-19 krizinin stresini ve endişesini nasıl yönetmeli? Çocuğun okul sorumlulukları ve oyun dünyası arasındaki denge nasıl kurulmalı?
Klinik Psikolog ve DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü Kurucu Başkanı Emre Konuk, sürecin her iki taraf için de zor olduğuna dikkat çekiyor. Konuk; “Çocukları okul ve ödevler için bilgisayar başına oturtmaya çalışırken oyun ile ilgili sınırlandırma getirmek, evde ders – oyun dengesini sağlamak gerçekten zor. Eğer bu durum ve gerekçeleri çocuğa iyice izah edilmezse, özellikle küçük yaş grubundaki çocuklar uyum sağlamakta güçlük çekebilir. Çocuk ve ebeveynler arasında ciddi çatışmalar yaşanabilir. İlişki kötüleşirse, çocuk inadına anne-babanın istediği ya da önem verdiği şeyi yapmamaya başlar. Bu nedenle süreci onlara iyi açıklamalıyız. Bunun ‘evden eğitim’ olduğunu, virüs salgını nedeniyle eğitimin okuldan eve taşındığını, her gün derslere katılmak zorunda olduğunu net ve kararlı şekilde izah etmeliyiz. Bu konuda anne – baba aynı dili kullanmalı ve uygulamada da bu sözlerin arkasında durmalıdır. Ebeveynler takibi elden bırakmamalı, çocuk derslere katılmadığında yaptırımda bulunmalı, serbest zamanlarında ise eğlence için onların sevdikleri şeylere zaman tanımalı” diyor.
Çocuklara nasıl destek olmalı?
“Net, kararlı, sağlam ve tutarlı bir duruş şart” diyen Konuk; “Açıkça belirlenmiş ve esnetmenin çok mümkün olmadığı sınırları görünce çocuklar daha da kabul edici olacaklar ve uyumlarını arttıracaklardır. Çocuklara bilgi vermek şart. Verilecek bilgi çocuğun yaşına, gelişim düzeyine göre ayarlanmalı. Kişisel kaygılar çocuğa yansıtılmamalı. Neden evde olduğumuz, bu durumun neden hala devam ettiği, tedbir amaçlı neler yapmamız gerektiği çocuklara açıkça anlatılmalı. Yeni gelişmeler oldukça onlara tekrar bilgi vereceğimiz de söylenmeli. O zaman çocuklar çok daha rahat ve güvende hissederler. ‘Evimizdeyiz, güvenli yerimizde… Tüm bunları beraber atlatacağız, yeniden dışarı çıkacağız, sen arkadaşlarınla okulda buluşacaksın…’ gibi destekleyen ve umut verici sözlerimizi de eksik etmemeliyiz” diyor.
“Sosyal gelişim olumsuz etkilendi…”
Çocukların sosyalleşme konusunda yaşadığı sorunlara da dikkat çeken Konuk, “Süreç ile birlikte sosyalleşme, mecburen sadece online ortamda devam edecek. Bu durum elbette onların sosyal gelişimlerini bir oranda olumsuz etkileyecek. Uzaktan da olsa arkadaşlarından kopmamaları için onları desteklemek önemli. Arkadaşlarıyla telefondan ve bilgisayardan konuşmalarına, grupça oynadıkları online oyunlara belli ölçüde izin verilmeli. Ev ortamında sohbet zamanları yaratılmalı; onların da kendi duygu ve düşüncelerini açıklamalarına fırsat verecek, önemsenmiş hissedecekleri, keyifli zamanlar oluşturulması ihmal edilmemeli” dedi.
İlkokul 1. sınıflar ve sınava hazırlananlar en zorlu grup…
Dönemin ilkokula yeni başlayan öğrencilerle sınava hazırlanan grup için daha kritik olduğunu aktaran Konuk, “Bu süreçten belki de en olumsuz etkilenen öğrenci grubu onlar oldu. Tüm hayatımız boyunca eğitim-öğretim yaşamımızda ilk deneyimlerimizin yeri hayati bir öneme sahiptir. Bu ilk zamanlarda, öğrenmenin keyifli bir şey olduğu algısını çocuklara verebilmek çok kıymetlidir. O nedenle onlara baskı kurmadan, öğrendiği her yeni şeyden sonra güzel sözlerle ve neşeyle onu takdir ederek onların yolculuğuna ortak olmak gerekir. ‘Her geçen gün yeni şeyler öğreniyorsun, büyüyorsun, merak ediyorsun, sorular soruyorsun. Seni böyle görmek beni çok mutlu ediyor. Gurur duyuyorum seninle.’ gibi ifadelerle onları desteklemeliyiz. Elbette tüm dünyada her anlamda büyük bir belirsizliğin hâkim olduğu bu yıl, sınava hazırlanan öğrencilerin kaygıları daha da arttı. Maalesef öğrencilerin motivasyonu oldukça olumsuz etkilendi ve etkilenmeye devam ediyor. Yetişkinler olarak korkularımızı çocuklara yansıtmamaya çalışmalıyız” dedi.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

Şarj adaptörsüz gelen iPhone 12 için farklı marka şarj kullanmak riskli mi?

iPhone 12 ile birlikte artık kutudan çıkmayan şarj adaptörü ve kulaklık yerine tüketicilerin alternatif markaları tercih edeceğini tahmin etmek zor değil. Peki farklı markaların ürettiği bu adaptör ve kulaklıkları kullanmak, telefonlar için hiçbir risk taşımıyor mu? Global mobil aksesuar markası Mcdodo’nun Türkiye Temsilcisi Mehmet Uçurum’a göre, riskin oranı duruma göre değişiyor
Ülkemizde yakında satışa çıkması beklenen iPhone 12 ailesi, telefon aksesuar pazarında yeni bir dönem başlatacak gibi görünüyor. Artık kutudan şarj adaptörü ve kulaklık çıkmayacak iPhone 12’ler için tüketicilerin alternatif markaları tercih edeceğini tahmin etmek zor değil. Peki farklı markalardan temin edilecek bu şarj adaptörleri ve kulaklıklar, binlerce liralık cep telefonlarına zarar verebilir mi? iPhone 12 serisinin Türkiye ve dünyada aksesuar pazarını yüzde 30 büyüteceğini söyleyen Mcdodo Türkiye temsilcisi Mehmet Uçurum’a göre cevap hem evet, hem hayır.
Merdivenaltı üretime dikkat
Mcdodo gibi dünya standartlarında üretim yapan, tüm dayanıklılık ve güvenlik testlerinden geçen markaların, hiçbir telefon için olmadığı gibi iPhone 12 için de bozulma ya da pile zarar verme gibi bir durum yaratmayacağını söyleyen Uçurum, “Tabi bunu kalitesiz malzemeyle ve yeterince testten geçmeyen merdivenaltı ürünler için söylemek mümkün değil. Kullandığınız adaptör ya şarj kablosu, iPhone 12’ye uyumlu ve yeterli kalitede değilse, telefonunuza ciddi zararlar verebilir” diyor.
90 güvenlik testi de başarılı!
Kutudan aksesuar çıkmamasının aslında tüketici açısından bir avantaj olduğunu belirten Mehmet Uçurum, tüketiciye diğer markaların ürünlerini deneme fırsatı sunacağını anlatıyor. Ayrıca bu arayış aksesuar pazarını da büyütecek.
Mcdodo şarj adaptörleri ve kablolarının 90 güvenlik testinden geçtiğinin altını çizen Uçurum şunları söyledi: “iPhone 12’ye hiçbir şekilde zarar vermeyeceğini söylerken, gerçekten bunun arkasında durabilecek bir araştırma ve geliştirme yatırımından bahsediyoruz. Mcdodo şarj aksesuarlarının; aşırı şarj koruması, aşırı ısınmaya karşı koruma, aşırı güç koruması, kısa devre koruması, aşırı voltaj koruması, otomatik engelleme koruması, ateşte yanmayan plastik kullanılması gibi pek çok fark yaratan özelliğiyle hızlı ve ‘güvenli’ şarj mümkün.”
Kabloların performansı kullandıkça düşüyor
Mcdodo’nun dijital göstergeli adaptörleri bulunduğunu belirten Uçurum, bu sayede kablodan geçen akımın görülebildiğini söylüyor. Şarj kabloları kullandıkça, deformasyona bağlı olarak içindeki bakır teller kopuyor ve azalan akım şarj süresini uzatıyor. Uçurum, A tipi USB ve USB-C ile iPhone şarj edebilen ‘dijital göstergeli’ Mcdodo adaptörleriyle, kablonun performans durumunun da izlenebildiğini ifade ediyor. Kutudan çıkmayan kulaklık için de alternatifler bulunuyor. Lightning ve bluetooth kulaklıklar, iPhone’un orijinal kulaklık fiyatının 4’te birine denk geliyor. Uçurum, bu durumda tüketicilerin en az yarı fiyatına bu aksesuarlara sahip olabileceğini söylüyor.
Satış rekortmeni
Kurulduğu 2013 yılından bu yana sektörde hızlı bir yükseliş gösteren global aksesuar markası Mcdodo, günlük pratik kullanım ihtiyaçlarına göre ürettiği şarj kabloları, powerbank’ler ve kablosuz şarj cihazlarıyla kısa süre içinde sektörün öncü markası haline geldi. Sunduğu ürünlerde kullandığı malzemenin kalitesine, tasarımının özgünlüğüne ve ürünlerin işlevsel oluşuna önem veren Mcdodo, yenilikçi genç ekibiyle ihtiyaca yönelik, ekonomik ve inovatif ürünleri tüketiciyle buluşturuyor. Türkiye’de Metro İletişim Aksesuarları güvencesiyle sunulan Mcdodo, tüm dünyada kalitesi kanıtlanmış ürünleriyle dikkat çekiyor.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

BABACAN: “Türkiye’de üretilen Fransız markalı ürünleri de mi boykot edeceğiz?”

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, bugün Karar TV’de yayımlanan Gündem Özel programında Elif Çakır ve Taha Akyol’un sorularını yanıtladı. Babacan gündeme ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu:
Hükûmet tezat yaşıyor
Hükûmetin küçük ortağı askıda ekmek kampanyası başlattı. Aynı günlerde “eve ekmek götüremiyoruz“ diyen vatandaşımızın sözlerini Cumhurbaşkanı abartılı buldu. Hangisi doğru? Hükûmet kendi içinde tezat yaşıyor. Genel Başkan şapkasıyla, AK Parti teşkilatlarına “Aman ha akraba falan almayın” diye talimat veriliyor. Devlet Başkanı şapkasıyla, en yakın akrabası bakanlık pozisyonuna gelebiliyor. Bunlardan hangisi doğru?
Türkiye’de üretilen ürünleri de mi boykot edeceğiz?
Küreselleşen bir dünyada herhangi bir ürün sadece bir ülkenin malı değildir. O ürünün içinde pek çok ülkeden girdiler vardır. Diyelim ki, bir gün Japonya’yla ilişkiler bozuldu ve ürünlerini boykot çağrısı yaptık. Bir Japon otomobil üreticisinin dünyadaki en büyük fabrikalarından birisi Türkiye’de. Çok önemli bir yerli katkı. Bunu nasıl yapacaksınız? Türkiye’de üretilen Fransız markalı ürünler var. Onları da mı boykot edeceğiz? Orada bizim vatandaşlarımız çalışıyor. Bunlar çocukça şeyler. Hangi ürün olursa olsun o üründe daha çok yerli katma değer oluşması önemlidir. Daha çok bizim insanımızın emeği olsun, daha çok bizim teknolojimiz olsun, bizim kaynaklarımız kullanılsın. Onun haricindekiler tamamen hikaye.
Bakkal çırağı ekonomide bu hataları yapmaz
Ekonomide öyle hatalar yapılıyor ki… Bırakın uzun yıllar iş hayatında olmayı, ortaokul ve lise yıllarında bir bakkalın yanında iki aylık çıraklık yapanlar bu hataları yapmaz.
Megafon diplomasisiyle dış politika olmaz
Dış politikayı şahsileştirirseniz, “Ben onun elini sıkmam, onun oturduğu masaya oturmam” diye sürekli “ben, ben” derseniz olmaz. Dış politika şahsileştiği zaman sorunlar büyüyor. O ülkelerin iç siyasetlerine bilinçsiz bir şekilde dar ideolojik bir bakışla müdahale edildiği için de ilişkiler bozuldu. İktidar partisinin seçim kampanyasını yapan bir şirketi başka ülkedeki bir partiyi desteklemek üzere gönderirseniz, diğer parti seçimi kazandığında o ülkeyi kaybettiniz demektir. İlişkilerinizin daha iyi olacağını düşündüğünüz taraflar varsa özel diyaloglar geliştirebilirsiniz. Ama bunu megafon diplomasisiyle yapmazsınız. Bunun usulleri vardır.
S-400 ve F-35: Kaybet-kaybet
Türkiye milyarlarca dolar para verdi S-400’e ve kullanamıyor. F-35’te dört ana ortaktan birisiydik. Türkiyesiz yürüyemeyecek bir proje olarak başlamıştı. Şu anda F-35 de alamıyoruz. Milyarlarca dolar ver S400 al, kullanama. Milyarlarca dolar ver, F35’e ortak ol, ortaklıktan atıl: Kaybet-kaybet.
Müslümanların hakkından bahsetmeyip, ’kışkırtma’ diyorlar
Çin’de yaşayan Müslümanlar eziyet çekiyor. Çok ciddi insan hakları ihlalleri var. Türkiye niye sesini çıkartamıyor? İktidarın üçüncü ortağı ’Uygur kışkırtması’ diyor. Müslüman nüfusun haklarından bahsetmiyor, bu tabiri kullanıyor. Kendileri biz ortağız diyorlar. Bizim içimiz kan ağlıyor. Sadece kendimize değil, dünyanın nerelerinde kimlere zarar veriyoruz.
DMO’nun alımları ihale yasasından istisna
Büyük projelerin hepsi şu anda istisna maddesiyle yürüyor. Normalde açık ihale yapılması lazım. Önceden belirlenmiş üç şirkete “Teklifi yaz gönder” deniliyor. Zaten arka odalarda düzenlenmiş durumda. Kamuda ihale, yarışma kalmadı. Yeni Ekonomik Programın yapısal reformlar kısmında başka hiçbir dert yokmuş gibi, Devlet Malzeme Ofisi uluslararası çapta devletin merkezi satın alma birimi haline getirilecektir, yazmışlar. Çünkü DMO’nun kanununda diyor ki, yaptığı bütün alımlar ihale yasasından istisnadır. DMO satın alırken hiçbir şeye tabi değil. Kamu ihale yasasından tamamen istisna. İstedikleri malı, istedikleri fiyattan, istedikleri yerden alacaklar. Bütün devlete dağıtımı oradan yapacaklar. Bunu ikinci önemli reform maddesi olarak yazıyorlar. Bu kadar olmaz. Beyinlerinden geçen işlerin yüzde kaçı memleket meselesi, yüzde kaçı şahsi mesele?
Cumhurbaşkanı, AYM kararına uymayan mahkemenin arkasında duruyor
Anayasa Mahkemesinin aldığı kararlar bile artık uygulanamıyor. Bu durumda Cumhurbaşkanı maalesef kararı uygulamayan mahkemenin arkasında durabiliyor. Bu çok vahim bir tablo. Bırakın yasayı, kural bazlı yönetimi; Anayasa Mahkemesini bile takmayacak yönetim anlayışından iyi sonuç çıkması mümkün değil.
Gençler “Ömür boyu harçlıkla mı geçineceğim” diyor
Gençler, her gittiğimiz yerde yanımıza geliyor. Daha üniversite birinci sınıfta, mezuniyetine daha üç yıl var çocuğun. “Bizim halimiz ne olacak” diyor. “Ömür boyu ailemden aldığım harçlıkla mı geçineceğim? Nasıl ev, yuva kuracağım?” diyor. Liseli gençler yanımıza gelip, “Başımıza iş gelir diye sosyal medya kullanmaya korkuyoruz” diyorlar. Bu memleketi bu duruma düşürmek büyük insafsızlık.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

Kibir hastalık belirtisi mi?

Kibrin aslında bir hastalık belirtisi olduğunu belirten psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kibirli kişilerin sıradan olma korkusu yaşadıklarını söyledi. Bu kişilerin narsistik yaralanma yaşadıklarına dikkat çeken Tarhan, başarısız olduklarında yaşamlarına son vermeyi bile düşünebileceklerini ifade ediyor.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kibir ve gururun psikolojisi hakkında değerlendirmelerde bulundu.
Toplumda kibir olarak bilinen gururun, aslında hastalık değil, hastalık belirtisi ve kişilik sorunu olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kibir, kişinin büyüklük duygusunu yoğunlukla yaşamasıdır. Narsistik kişilik dediğimiz kişilik yapısı vardır. Bu kişilerin hayatlarının en büyük teması, büyüklük duygularının yüksek olmasıdır. Kendilerini özel, üstün ve seçilmiş görürler. Diğer insanları da küçük görürler. Bu kişilerin hak duyguları kendilerine yöneliktir. Bu kişiler sıra beklemekten hiç hoşlanmazlar. Trafikte sen benim kim olduğumu biliyor musun diyen kişiler tam narsistik kişilerdir. Kendilerini inanılmaz üstün ve ayrıcalıklı görürler ve bu ayrıcalığı her yerde kendilerine tanınmasını beklerler” diye konuştu.
Kendini gerçekçi şekilde analiz eden kişide kibir olmaz
Bu kişilerin psikolojik analizleri yapıldığında kişilerde özgüven değil, öz beğeni olduğunun görüldüğünü belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Özgüven bir kişinin kendiyle barışık olmasıdır. Özgüven kişinin sağlığı açısından tavsiye edilmektedir ama öz beğeni kişinin kendisinde olmayan şeyleri varmış gibi görmesidir. Kişi kendinde olan şeyleri görürse zaten büyüklük duygusu yaşamaz. Kendini gerçekçi bir şekilde analiz eden bir insanda kibir olmaz. Her insan biriciktir, hiçbir insanı küçük görmemek gerekir. Narsistik kişiler kendilerini üstün, diğerlerini küçük görür. Bu durumu kişilik haline getirmişlerdir” dedi.
Modernizm kibirli olmayı empoze ediyor
“Öz beğeni kişinin kendisini beğenmesidir” diyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, şunları söyledi:
“Narsistik kişinin kendine hayranlık hastalığıdır. Kişiliğindeki en büyük ana tema da büyüklük duygusudur. Büyüklük duygusu olan kişiler sarımsak yemiş kişiler gibidir. Tevazulu gibi gözükürler ama tevazuunun arkasında kendini büyük görme vardır. Hatta kibirli birisi tevazuunun prim yaptığı bir ortama girmiş, aşırı tevazulu davranmış. ‘Sen niye böyle davranıyorsun önceden böyle değildin?’ diye sorulunca da ‘Ben tevazuda da en büyük olmalıyım’ demiş. İnsanoğlunda en önde olma, en iyi olma gibi bir duygu vardır. Bu, insanın ilkel ve vahşi bir duygusudur. İnsanın bu duygusunu eğitmesi lazım. Bu duygu herkeste az ya da çok var. Modernizm, kapital sistemde özgüven adı altında gururlu ve kibirli olmayı empoze ediyor. Kendini övmeyi beceri olarak sunuyor.”
Kibirli kişiler kendini kutsallaştırmıştır
Kibir duygusunun kendini büyük, diğerlerini küçük görmek olduğunu söyleyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kibrin bir ucunda da şu vardır; başkalarını küçük görmezsin ama kendini büyük görürsün. Bu tarz kişiler mütevazı gibi gözükür. Fakat yakın ilişkilerde anlaşılır ki kişi kendini kutsallaştırmıştır. Bu tarz büyüklük kendine tapmaktır. Sahip olduğu birçok nimeti kendinden bilmektir. Bu durum yaratılış kanunlarına da varoluş felsefesine de aykırıdır” dedi.
Kibirli kişiler yalnız kalırlar
Kişinin dikkat etmesi gereken unsurun haddini bilmek olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Büyüklük hastalığı olan kişiler sınırlarını ve nerede duracaklarını bilmezler. Ben en iyi liderim diyen kişilerdir. Büyüklenerek konuşan kişilerdir. İnsanlar anlamasa da bu davranışlar ahlaka zıt düşer. İnsanlar sevmez ve soğurlar o kişilerden. Bu tipler farkında olmadan sevilmezler. Kibir sarımsak kokusu gibidir, saklayamazsınız ses tonunuzdan bile anlaşılır. Kibir itici ve soğuk bir duygudur ve onun için kibirli kişiler yalnız kalır. Başarılı oldukları zaman etrafları dolu ve kalabalıktır. Emekli olduklarında veya başarılarını, güçlerini kaybettikleri zaman bu kişiler yapayalnız kalırlar. Bu sefer de insanları menfaatçi olmakla suçlarlar. Hâlbuki insanlar onları değil, onlardaki çıkar için yanlarında dururlar zaten. Büyüklük hastalığı olarak da adlandırabiliriz. Atalarımız hep söylemiş “Gururlanma padişahım senden büyük Allah var” diye. Bu, insanın psikolojik olgunlaşmasının en önemli engel unsurudur” dedi.
Narsistik kişi sevgi yatırımını doğru yapamıyor
İçindeki büyüklük duygusunu terbiye etmeyen bir insanın psikolojik olgunluğa erişemediğini kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Büyüklük duygusu yemek, içmek, üremek gibi insana kodlanmıştır. Narsisizm duygusu en çok olan varlık çocuktur. Çocuklar dünyayı kendi etraflarında dönüyor sanırlar. Büyüdükçe sevgi yatırımlarını diğer nesillere anne babalarına, hayata, yaşam felsefesine, varoluşa, yaratıcıya vs. yaparlar. Böyle durumlarda sevgi kaynağını doğru yönetmiş olur. Narsistik kişi bütün yatırımını kendine yapıyor. Freud şizofreniye de ‘Sekonder narsisizm’ demiş. Şizofren kişi kendi dünyasında yağmurlar yağdırır. Hastalık olan budur” diye konuştu.
Kibirli kişiler, sıradanlıktan korkarlar
Akıl sağlığı yerinde olduğu halde kendini özel, önemli, üstün gören bir kimsenin kibir özelliğini taşıyan bir kimse olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, şunları söyledi:
“Kibirli kişilerin arkasında müthiş bir korku vardır aslında. Sıradan olma korkusu vardır. Onun için ‘Sıradan olmaktansa hiç yaşamayayım’ der. Narsistik yaralanma dediğimiz yaralanma yaşar. Başarısız olduğu zaman ‘Ben başarısızım neden yaşayayım ki?’ diyerek intihar eder, narsistik yaralanma yaşayanlar. Onun için başarısızlığı tolere edemezler. Dünyada intiharın artış sebeplerinden birisi de narsisizmin bir illet şeklinde küresel olarak yayılmasıdır. Kendini yeryüzü Tanrısı gibi gören bir insanın her şeyi kontrol etmeye gücü yetmiyor.
Herkesi kontrol etmek isterler
Narsistik insanın en büyük özelliği ‘Ben her şeyi kontrol etmeliyim, hep benim dediğim olsun’ der. Aşırı kontrol duygusu vardır. Çocuğunun, eşinin gördüğü rüyayı bile kontrol etmek ister, bu davranışın arkasında narsisizm vardır. Mütevazı rolü oynasa bile iç dünyası öyle değildir. Sıradan olma korkusu nedeniyle devamlı çalışırlar. Kapital sistem bu kişileri çok iyi kullanır. ‘Başarısız olmaktansa ölmem daha iyi’ diyerek ölümüne devam ederler. “Ya ölüm ya başarı” yaşam felsefeleri budur. Çok çalışır, çok üretirler hep parmakla gösterilen, özel, üstün olmak isterler. Bunun için barışçıl olmayan rekabet yaparlar. Çelme takarlar, başkasının ekmeğiyle oynarlar. Sırf kendi güçlerini, iktidarlarını devam ettirmek için. Tehlikelidir. Dünyada da bunun üzerinden savaşlar çıkmıştır, aile içi kavgalar bu yüzden çıkıyor. Kendi dünyamızda, evimizde, toplumda iç barış istiyorsak önce narsisizmi terbiye etmemiz lazım.”
Böyle kişilerin duygularını yönetebileceğini belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Evlilikte hepimizin içinde narsistik eğilimler var. Bunun farkına vardığımız zaman korkmayalım bu bize yaşam enerjisi olabilir. Yani çok çalışkan yapar ama amacınızı egonuzu tatmin değil de toplumsal faydaya çevirmemiz lazım. Bireysel faydayı değil, toplumsal faydayı gözetmemiz lazım. Narsistik kişi içindeki başarılı olma eğilimini topluma faydalı olmaya çevirirse bu kişi narsisizmin yönünü değiştirmiş olur. Çünkü bu duyguyu öldüremeyiz. Bu aynı zamanda insanların alkışıyla beslenme duygusudur, şöhret duygusudur, zenginleşme duygusudur. Her insan zengin olamaz, ünlü olamaz, başarılı olamaz ama her insan iyi bir insan olabilir. Ego idealimizin ne olduğu önemli böyle durumlarda” dedi.
Bu insanlarla nasıl baş edilebilir?
Böyle kişilerle yaşamak zorunda olan kişilerin de olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bir kişinin narsisizmini kontrol etmek istiyorsak önce kendimizden başlayacağız. İlişkilerde ne ezeceğiz ne de ezdireceğiz. Birinci ilke budur. Narsistik kişi kendi sınırlarını zorlar. Onun için narsistik kişiler kanser hücresine benzer. Kanser hücresinin özelliği nedir? Yanındaki dokuları harap ederek büyür. Doyumsuzdur, sorumsuzdur ve sınırsızdır. Karaciğerde başlar, büyür karaciğerle birlikte kendisiyle birlikte ölür. Ölümüne büyür. Narsisizm de böyledir, açgözlüdür. Hepimizin genç yaşta bile üç beş tane kanser hücresi vücudumuzun sağında solunda bulunur. Bağışıklık sistemi zayıfladığı zaman o hücreler çoğalır. Narsisizm de ruh kanseridir. Ruh yapımızı kanser gibi kaplar. Sosyal kanserdir aynı zamanda” diye konuştu.
Narsistik kişi, eşini uzvu gibi görür
Narsistik kişilerin aile ilişkilerini de olumsuz etkilediğini kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Özellikle aile içinde erkeklerde daha çok oluyor. Para onda güç onda ve kontrol etmek istiyor eşini. Köle gibi görüyor. Narsistik kişi eşini uzvu gibi görür. Kalk der kalkar, dur der durur. Onu ayrı bir birey olarak görmez. Ona kendisinin ayrı bir birey olduğunu kişinin anlatması gerekiyor. Narsistik kişiye kesinlikle mütevazı davranılmaz. Narsistik kişinin karşısında mütevazı davranırsanız size nasihat vermeye başlar. ‘Sen başarılısın, iyi şeyler yaptın ama bu konuda şu gerekçelerle senin gibi düşünmüyorum’ diyerek o kişilerin kişiliğini değil yanlışlarını eleştirmek gerekir. Kişiliğini eleştirirseniz size saldırırlar. Mesela eşi, ‘Aslında iyi bir insansın, bizlere sahip çıkıyorsun bizler için çalışıyorsun ama şu davranışın iyi değil’ şeklinde duygularını dile getirirse bir müddet sonra iki taraf da birbirinin narsisizmini kontrol etmeye başlar. Böylece kontrol etmek isteyen kimse sınırları olduğunu anlar. Kişi kendi sınırına narsistik kişiyi sokmayacak. O nedenle birlikte yaşama bilinci geliştirmek için narsistik kişilere gerekçeleriyle birlikte hayır demek lazım. Biz böyle durumlarda zorluk çeken kişilerle hayır deme becerisi kazandırmaya çalışıyoruz” dedi.
Narsistik kişilerin değer verdiği şeyleri kaybetmekten korktuklarını ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu kişilere ‘Bu şekilde devam edersen bunları kaybedersin’ denildiği zaman özeleştiri yaparlar. O nedenle bu kişilerin değer verdiği şeyleri bulmamız lazım. Değer verdiği şeyi kaybedeceğini anladığı zaman kendini değiştirmeye başlar. Narsisizmi devam etse bile davranışlarını düzeltebilir. Narsisizm de onun için sınır koyma becerisi çalışıyoruz. Kendi narsisizmimizi de yenmek için sessiz iyilikler yapılması tavsiye ediliyor. Göstere göstere yapılan iyilik narsisizmi besler. Narsisizmi eğitme yöntemidir bu. Ödev olarak bu kişilere sessiz iyilik yapmayı veriyoruz” dedi.
Hataları yazılı olarak iletilebilir
Narsistik kişinin toplum içerisinde eleştirdiğiniz zaman yara aldıklarını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Ama bu kişiyi tek başına çağırıp hatası söylendiğinde o kimse onuru kırılmadan hatasıyla yüzleşebilir. Buna rağmen kişi aynı hataya devam ediyorsa önce sözle uyarılır daha sonra gerekiyorsa yazılı olarak uyarılır. Aile içinde yazılı olarak uyarın diyoruz bazen. Bazı kişilere sözel uyarı değil yazılı uyarı daha etkili olmaktadır. Bunlara rağmen düzelmiyorsa somut adımlar atmak gerekebilir” diye konuştu.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

​Z kuşağı siyaseti etkileme gücünde mi?

Dijital dünyada yetişen genç neslin, her şeyin çok daha farkında ve sürekli sorgulayıcı davrandığına dikkat çeken Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, dünyanın gelişmesine olumlu katkı sağlayacağını düşündüğü gençlerin bilgelik rehberliğine ihtiyaçları olduğunu söyledi. Z Kuşağının günümüzde siyaseti etkileme gücünü elinde bulundurduğunun altını çizen Tarhan, hareketli, enerjik ama yalnız bu kuşaklarla aynı dili konuşmak gerektiğini vurguluyor.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Dünya Sağlık Örgütü’nün Dünya Ruh Sağlığı Günü teması olarak bu yıl “Değişen dünya ve gençlik” olarak seçmesinin manidar olduğunu belirterek, önemli değerlendirmelerde bulundu.
Z kuşağı Trump’ı sabote etti
Dünya Ruh Sağlığı Günü için bu sene ruh sağlığında değişen dünya ve gençlik konusunun seçildiğini vurgulayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan sözlerine şöyle devam etti:
“Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü’nün vurguladığı gibi psikolojik sağlamlık ve dayanıklılık seçildi. Bunun seçilme nedenlerinden biri de Donald Trump. Trump, geçtiğimiz Haziran ayında pandemi sonrası için seçim kampanyası başlattı. Seçim kampanyasında büyük bilet satışı olmuş. Her taraf doluyor fakat stada bir geldiklerinde sadece 3’te 1’i kadar katılım olduğunu görmüşler. Katılımın az olmasının nedenleri araştırılınca Z kuşağı gençlerin Tiktok üzerinden bir grup kurdukları, insanlara gitmeyecekleri halde bilet aldırdıkları fark ediliyor. Müthiş bir ofsayt durumu söz konusu oldu ve bu olay basına yansıdı. Bir nevi Trump’ı sabote ettiler.”
Osmanlı’da da örneği var
Z Kuşağının dünyadaki bir çok ülkede etki gösterdiğine dikkat çeken Tarhan, “İnsan haklarıyla ilgili dini radikalizm ve dini faşizm gibi bütün korkutucu iklime rağmen coğrafyasında Nobel barış ödülü alan Zoomer kuşağı var… 22 yaşlarında insan hakları aktivisti Malala Yusufzay. O çok iyi bir zoomer, yani internet aktivisti. Dini radikalizm ve dini faşizmi gençlik alt üst etti. Her taraftan bunun gibi düşünen bir kuşak geliyor. Diğer taraftan ABD’de zoomer olarak bilinen Z kuşağı, Amerika’da seçimleri etkileyecek. Z Kuşağının siyaseti etkileme gücü var, bunu görüyoruz. Öyle ki bunu biz Osmanlı’nın son dönemlerinde de gördük, sürpriz bir şey değil. Sultan Abdülhamit birçok imar faaliyeti yaptı, insanları korudu hatta öyle ki birçok kişinin öksüz kalmamasını sağladı. Fakat onun yetiştirdiği kuşak onu indirdi, ikinci kuşak da Osmanlı’yı sonlandırdı. Abdülhamit gençleri yetiştirdi, korudu ama onlarla aynı dili konuşmayı başaramadı. Bu kuşak siyaseti etkileme gücüne sahip. Buradan çıkarılacak dersler var” dedi.
Gençlerle aynı dili konuşmak gerekiyor
Gençlerin anladığı dili yakalamak gerektiğine dikkat çeken Tarhan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Şu andaki gençler insanlık tarihinde dijital ortamda doğan ilk nesil. Özellikleri nedeniyle sosyal medyada onlar yerli, biz göçmeniz. Televizyon kuşağı vardı, radyo kuşağı vardı, sosyal medya şu anda hayatımızın çok önemli bir gerçeği oldu. Bu sosyal medya kuşağı, insanların davranış kalıplarını değiştiriyor. Bu kuşağın ikinci bir özelliği ırk konusunda hiç tutucu değiller. Z kuşağı gençlere bakıyorsunuz siyah beyaz hiç ayrım yapmadan müthiş bir grup oluşturuyorlar. K-POP’a bakıyorsunuz cinsel kimliği bile yok sayıp reddediyorlar. Bunların üçüncü özellikleri ise her şeyi sorgulamaları. Sorgulamadan inanmıyorlar. Bu kuşakla irtibat kurmak istiyorsak onlarla aynı dili konuşmayı başarmamız gerekiyor. Onlara parmak sallayarak, kafa tutarak davranışlarını düzeltmek mümkün değil çünkü eski kuşaklar yokluk içinde psikolojik olgunluğa erişmeye çalıştı. Ama bu kuşak varlık içinde psikolojik olgunluğa yetişmek zorunda. Varlık içinde psikolojik olgunluğa erişmek için özel yöntem kullanılır. Bu kuşağa psikolojik olgunlaşmayı, sağlamlığı, dayanıklılığı öğretmek gerekiyor. Son derece konformist bir kuşak ve son derece de benmerkezci bir kuşak. Dünyayı kendi etrafında dönüyor gibi görüyorlar. Zekiler, duygusal olarak da zekiler ama dayanıklılık ve doyum erteleme becerilerinin geliştirilmesine ihtiyaçları var. Bunu yapamazsak Z kuşağı kayıp kuşak olacak.”
Gençler özgürlük, barış, eşitlik ve adalet istiyor
ABD’de maddi refahın yüksek olmasına karşın intihar vakalarının artış gösterdiğine de dikkat çeken Tarhan sözlerini şöyle sonlandırdı:
“İleri yaşlarda yalnızlık artmış, anti depresan tabletler ekmek peynir gibi satılıyor. Manevi ve ruhsal refah yok. Onun için ayrıca projeler yapılıyor. Teknoloji kime hizmet için var? İnsanlığın geneli için mi yoksa dünyaya hâkim olmak, güç odakları ve küresel sermayenin ayakta kalması için mi var? Dünya kaynaklarının yüzde 25’ini ABD kullanıyor. Bu sürdürülebilir değil, küresel adaleti getiremez, bir yerde patlak verecek. Gençler her şeyin daha çok farkında, sürekli sorguluyorlar. Gençlerin dünyanın gelişmesine olumlu katkı sağlayacaklarını düşünüyorum.Ama bu yolda onların bilgelik rehberliğine ihtiyaçları var. Onlar iyi niyetliler fakat önlerine seçenek sunulmazsa yanlışın içerisinde kaybolup giderler. Zalim ve acımasız yerine özgür olmak istiyorlar. Özgürlük, hürriyet, müsavat, adalet ve uhuvvet. Adalet ve barış istiyorlar. O yüzden Dünya Sağlık Örgütü’nün bu dönemdeki Dünya Ruh Sağlığı Günü’nün konusunu ‘Değişen dünya ve gençlik’ yapması çok manidar. 16-24 yaşındaki kuşak hareketli, enerjik ama yalnız. Dijital bağımlılığın esiri durumundalar. Bu gençlerle aynı dili konuşmamız gerekir.”
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

Milletvekili Sındır, “siz kimden yanasınız, halktan mı yoksa ranttan mı?”

CHP İzmir Milletvekili Kamil Okyay Sındır’dan Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren ‘Acele Kamulaştırma’ kararlarına sert tepki gösterdi. Prof. Dr. Sındır, Manisa’nın Salihli İlçesi, Çapaklı köyünde alınan acele kamulaştırma kararı için, “köylünün mülkiyet hakkını ihlal ediyorsunuz. “sözde kamu yararı” atfederek yandaşlarınıza rant sağlama derdindesiniz” dedi.
“ÇAPAKLI’DA HANGİSİ SÖZ KONUSU!”
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’a yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde Manisa, Çapaklı’da yaşanan acele kamulaştırma kararını Meclis Gündemine taşıyan Sındır; “Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Acele Kamulaştırma kararları kabul edilemez. ‘Yurt savunması ihtiyacına veya aceleliğine Cumhurbaşkanınca karar alınacak hallerde veya özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda acele kamulaştırma ile taşınmazlara el konulabilmektedir’ denir. Ege Biyogaz Enerji Santralinin yapımı için Manisa’nın Salihli İlçesi, Çapaklı Köyü’nde yer alan bazı taşınmazların (köylünün tarlalarının) Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından acele kamulaştırılması, kanunda belirtilen hangi maddeye dayanarak gerçekleştirildi? ‘Yurt savunma ihtiyacına’ yönelik olmadığı açık. Savaş, kıtlık, doğal afet gibi istisnai durumlarım söz konusu olmadığı malum. Manisa’da yapılan Acele Kamulaştırmada; devletin uzayabilecek kamulaştırma süreci için zaman kaybetmeden, ivedilikle işlemleri yapabilmesi adına özel kanunlarla öngörülen ‘olağanüstü durumların’ hangisi söz konusu? Açıklayın da öğrenelim” dedi.
“HUKUKA, ADALETE VE HAKKANİYETE UYGUN DEĞİLDİR”
Manisa’nın Salihli İlçesine bağlı Çapaklı köyünde yapılan ‘Acele Kamulaştırma’nın hukuka, adalete ve hakkaniyete uygun olmadığını ifade ederek sözlerine devam eden Sındır, “kanunda Cumhurbaşkanı’na aceleliği konusunda takdir yetkisi verilmiş olsa da özel sektör yatırımlarına yardımcı olmaya yönelik birçok kamulaştırma uygulamalarının ‘acele’ nitelikli olmadığı tüm çıplaklığıyla kamuoyunun malumudur. Manisa’daki örnekte olduğu gibi, taşınmazlar ile ilgili olarak çevre düzeni planında, nazım imar planlarında ve uygulama imar planlarında değişiklik yapılarak taşınmazın kullanım nitelikleri değiştirilmeden yapılan acele kamulaştırma kararları ile yaratılan arazi rantının, taşınmazın malikine değil, olmayan ‘sözde kamu yararı’ atfedilerek devredilen özel sektör yatırımcısına sağlanması hukuka, adalete ve hakkaniyete uygun değildir. Ve bu durum Anayasamızın 35. Maddesince öngörülen ‘mülkiyet hakkı’nın da ihlalini oluşturmaktadır. Bugün AKP iktidarı köylünün mülkiyet hakkını ihlal ediyor, sözde kamu yararı atfedilerek yandaşlarına rant sağlama derdine düşmüş” dedi.
“TOPRAK KORUMA KURUL KARARI, ÇED RAPORU NEREDE?”
Sındır, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Acele Kamulaştırma kararı alınan taşınmaz üzerinde yapılması düşünülen yatırımın, kamulaştırmanın ruhuna, yasal çerçevesine ve kamusal yarar ilkesine aykırı bir şekilde özel sektöre devredileceği açık bir şekilde anlaşılmakta. Tapu kayıtlarından anlaşıldığı üzere, Manisa Çapaklı’da acele kamulaştırılacak taşınmazların toplam alan büyüklüğünün yaklaşık 106 bin 799 m2 olduğu bilinmekte. Söz konusu taşınmazların tamamının tapu kayıtlarında tarla vasfında olduğu görülmektedir. Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu uyarınca tarım alanlarının tarım dışı amaçla kullanılabilmesi şartlara bağlanmıştır. Söz konusu taşınmazlar için de Toprak Koruma Kurulu’nca alınmış herhangi bir karar bulunmakta mı yoksa yine göz göre göre verimli topraklar, çocuklarımızın geleceği yine ranta kurban mı edilecek? Acele Kamulaştırma kararı alınan taşınmaz üzerinde öngörülen yatırım için ve kamulaştırma öncesinde olumlu ÇED raporunun alınması gerekiyor. ÇED olumlu raporunun alındığına ilişkin yöre halkı bir bilgiye sahip değil, ÇED olumlu raporu alınamaması durumunda yapılacak kamulaştırma uygulaması kamu zararı olarak kayıtlara geçeceği bilinmelidir.”
Sındır, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın yanıtlaması istemiyle TBMM’ye verdiği önergede şu soruları yöneltti:
1) Söz konusu acele kamulaştırmanın amacı nedir?
2) Bu acele kamulaştırma kararında “üstün kamu yararı” nedir? Acele Kamulaştırma kararı alınan taşınmaz üzerinde yapılması düşünülen yatırım, bir kamu yatırımı mıdır? Yoksa kamulaştırmanın ruhuna, yasal çerçevesine ve kamusal yarar ilkesine aykırı bir şekilde özel sektöre mi devredilecektir?
3) Yapılacak acele kamulaştırmanın, yurt savunması ile veya aciliyet gösteren bir doğal afet vb durum ile veya özel kanunlarla öngörülen bir başka “özel durum” ile herhangi bir ilgisi var mıdır?
4) Tapu kayıtlarından anlaşıldığı üzere, acele kamulaştırılacak taşınmazların toplam alan büyüklüğünün yaklaşık 106.799 m2 ( 106,8 dekar) olduğu anlaşılmaktadır. Oysa bu büyüklüğün daha önce öngörülen kamulaştırma alanının yaklaşık 3 kat daha fazlası olduğu iddiası doğru mudur?
5) Kamulaştırılacak alanın daha sonra genişletilerek büyütülmesi söz konusu mudur?
6) Bu alanda herhangi bir özel sektör kuruluşuna enerji üretim lisansı verilmiş midir? Verildiyse hangi şartlarda verilmiştir?
7) Taşınmazların 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planında, 1/25.000 ve 1/5.000 ölçekli nazım imar planlarında ve 1/1.000 ölçekli uygulama imar planındaki niteliği nedir? Bu planlarda yeni kullanım fonksiyonuna bağlı olarak değişiklik öngörülmekte midir ve ne zaman ve hangi kurum tarafından değiştirilmesi planlanmaktadır?
8) Taşınmazlar, imar planlarında “Tarımsal” nitelikli alan statüsünde ise imar planlarında değişiklik yapılmadan, taşınmazın kullanım nitelikleri değiştirilmeden yapılan acele kamulaştırma kararları ile yaratılan arazi rantının, taşınmazın gerçek malikine değil fakat “kamu yararı” atfedilerek devredilen özel sektör yatırımcısına sağlanması ve gerçek sahibi köylülerin yaşayacağı mağduriyetler sizce hukuka, adalete ve hakkaniyete uygun mudur? Bu durumda Anayasamızın 35. Maddesindeki “mülkiyet hakkı” ihlal edilmiş olmaz mı?
9) Acele kamulaştırma kararı alınan taşınmazların tapu kayıtlarında vasfı (niteliği) “tarla” olarak görülmektedir. 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu uyarınca tarım alanlarının tarım dışı amaçla kullanılabilmesi şartlara bağlanmıştır. Söz konusu taşınmazlar için de Toprak Koruma Kurulu’nca alınmış herhangi bir karar bulunmakta mıdır?
10) Tapu kayıtlarında tamamının “Tarla” niteliğinde olduğu söz konusu taşınmazlarda hangi ürün/ürünler yetiştirilmektedir? Zeytin ağaçları veya herhangi bir başka meyve türü yetiştiriciliği yapılmakta mıdır?
11) Yapılacak kamulaştırmanın tahmini bedeli ne kadar düşünülmektedir? Hâlihazırda yapılan tarımsal üretimin Çapaklı köyü/mahallesine ve ülke ekonomimize katkısı değerlendirilmiş midir ve ne kadardır?
12) Bu alanda yapılması öngörülen Biyogaz tesisinin üretim kapasitesi ne olacaktır? Devletimize/kamuya sağlayacağı ekonomik ve sosyal fayda/katkı ne kadar olacaktır?
13) Bu yatırımın doğaya, çevreye, yöre insanlarının yaşam alanlarına herhangi bir olumsuz etkisinin olmayacağı mı düşünülmektedir?
14) Acele Kamulaştırma kararı alınan taşınmaz üzerinde öngörülen yatırım için ve kamulaştırma öncesinde sizce olumlu ÇED raporunun alınmış olması gerekmez mi?  ÇED olumlu raporu henüz yok ise bunun alınamaması durumunda yapılacak kamulaştırma uygulaması kamu zararına dönüşmüş olmaz mı?
15) Ya da ÇED olumlu raporunun 2009/7 sayılı Bakanlık Genelgesi uyarınca, daha önce birçok örnekte olduğu gibi, her halükarda verileceği mi düşünülmektedir?
16) Taşınmaz üzerinde öngörülen yatırım için yerel halka bilgi verilmiş midir, çevre halkının rızası alınmış mıdır? Civar alanlarda yapılmakta olan tarımsal üretim faaliyetlerine etkileri olacak mıdır? Önlemleri düşünülmüş müdür?
17) Çapaklı Köyü ve civar köylerin sakinlerinin acele kamulaştırma kararı hakkında önceden bilgilendirilmediği iddiası doğru mudur?
18) Acele kamulaştırma kararının Resmi Gazete’de yayınlamasının ardından kararı ilgilendiren bölgelerde çevre halkının bu karara karşı direnme haklarını kullanarak ve tamamen yasal çerçevede ortaya koydukları itiraz eylemlerinde adli kolluk tarafından zor kullanma, arbede, yaralanma vb. gibi durumların yaşandığı doğru mudur? Kadın, erkek, yaşlı, çocuk demeden köylü vatandaşlarımızın zor kullanılarak kendi yaşam alanlarından uzaklaştırıldığı doğru mudur?
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

Perakende sektörü olası ikinci Covid-19 dalgasına hazır mı?

Koronavirüs salgını, en çok perakende sektörünü etkiledi. Salgında doğru zamanda doğru hamlelerle süreci lehine çeviren de oldu zarar gören de. Peki perakende sektörü neler öğrendi ve gerçekten olası ikinci dalgayla karşılaşmaya hazır mı? Yeni nesil araştırma ve perakende teknolojileri şirketi REM People’a göre yeni bir salgın dalgasına perakendeciler eskisinden çok daha hazır. Online siparişler artarken AVM’ler teslimat noktasına dönüşebilir…
Koronavirüs salgını nedeniyle perakende sektöründe yeni bir çağ başladı. Salgının ilk döneminde temel gıdada stok sorunu yaşanırken alışveriş merkezleri tamamen kapılarını kapattı. Karantina döneminden sonra herkes yeni normale alışırken bu kez ikinci salgın dalgasının ayak sesleri duyulmaya başlandı. Türkiye de dahil olmak üzere Avrupa’da ve ABD’de hasta sayısı giderek artarken ülkeler yeni kısıtlamaları gündeme almaya hazırlanıyor.
Peki perakendeciler olası yeni bir salgın dalgasına hazır mı? Yeni nesil araştırma ve perakende teknolojileri şirketi REM People’a göre perakendede köklü değişiklikler var. Uluslararası markalara 43 ülkede perakende analitiği hizmeti veren REM People’ın CEO’su Bülent PEKER, olası ikinci dalgaya karşı perakende sektöründe yaşanabilecekleri anlatıyor:
E-ticarete yatırım yaptılar
Pandeminin ilk dalgasında geleneksel perakende mağazaları zarar gördü, ancak e-ticaret küresel ölçekte gelişti. Daha fazla perakendecinin e-ticarete yatırım yapmasıyla online rekabet arttı. Bu süreç, daha yaratıcı ve etkileşimli olacağına inandığımız e-ticaret platformlarının dönüşümü ile sonuçlanacak. Perakende dünyası yeni bir salgına karşı artık eskisinden çok daha hazır.
AVM’ler ne yapacak?
Başka bir pandemi krizi çıkarsa en çok alışveriş merkezleri etkilenecek. Ziyaretçi sayıları azalırsa satışlar düşecek ve kiralarda büyük bir sorun ortaya çıkacak. Peki alışveriş merkezleri kiracılarının satışlarını artırmalarına nasıl yardımcı olabilir? Cevap yine online’da! Şimdiye kadar alışveriş merkezlerinde barındırdıkları markaları sunan web siteleri vardı, ancak şimdi e-ticareti sayfalarına entegre etme zamanı geldi. E-ticaret sunan eğlenceli etkileşimli alışveriş merkezi web siteleri oluşturmak, kiracılara büyük ölçüde fayda sağlayabilir ve satışlara yardımcı olabilir.
E-ticaretin alternatifi ne?
Lojistik, teslimat veya ödeme süreçleri nedeniyle e-ticarete yatırım yapmaya hazır olmayan perakendeciler ve alışveriş merkezleri için bir alternatif sipariş ve teslimat hizmeti olabilir. Tabii ki bu uygulamada da perakendecinin, tüketicilerin ürünlerini online olarak sipariş etmelerine ve mağazalardan almalarına olanak tanıyan bir web sitesine sahip olması gerek. Bu yöntem alışveriş merkezleri tarafından da düşünülmeli. Böylece mağazalarda geçen süre azalacağı için sağlık ve güvenlik sorunlarını da azaltacak.
Sosyal medya olmazsa olmaz!
Online alışveriş artarken, perakendecilerin ürünlerini tanıtma şeklini bulundukları bölgelere göre adapte etmesi gerekiyor. Instagram ve Facebook gibi sosyal medya platformları, uygulamalarında e-ticaret hizmetlerini halihazırda uygulamaya başladı. Bloggerlar, YouTuber’lar ve diğer sosyal medya etkileyicilerine her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulacak.
Peki eski günlere geri dönebilecek miyiz?
Bazıları bu değişikliklerin geçici olacağını ve pandemi sona erdiğinde her şeyin eskiye döneceğini düşünebilir. Ancak bazıları bunun olmayacağını iddia ediyor. Tüketiciler çevrimiçi alışverişe alıştıkça, tüketici davranışı yeniden programlanacak. Evet, geleneksel mağazalara da ihtiyaç duyulacak, ancak daha çok showroom mantığında olması amacıyla mağazalarının boyutunu küçültebilirler. Alışveriş merkezleri yine de ziyaretçileri çekecek, ancak amaçları her zamankinden daha çok ziyaretçilerine sosyal, boş zaman ve eğlence deneyimi sağlamak olacak.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

EVOFONE – Mi Store’dan okula dönüş kampanyası: “Take Mi back to school”

Dünyaca ünlü Xiaomi markasının Türkiye resmi distribütörlüğünün yanı sıra Mi Store mağaza yatırımlarıyla Mi ekosistemindeki inovatif ve erişilebilir tasarım ürünlerini teknolojiseverler ile buluşturan ve teknoloji perakendesinde günden güne büyüyen EVOFONE, okula dönüş keyfini okul için gerekli olabilecek teknolojik ürünlerin yer aldığı bir kampanya ile kutluyor.
Tüm Mi Store mağazalarında geçerli olacak “Mi Store | Take Mi Back To School” kampanyası kapsamında Xiaomi ekosisteminden öğrencilerin kullanabileceği kulaklık, akıllı bileklik, powerbank, akıllı masa lambası ve wi-fi sinyal yükseltici gibi teknolojik ürünler 13 Eylül’e kadar çok özel fiyatlarda sunulacak.
Ayrıca kampanya kapsamında Redmi Note 8, Redmi Note 8 Pro, Redmi 9, Redmi 9A, Redmi Note 9, Redmi Note 9S, Redmi Note 9 Pro, Mi Note 10 Lite, Mi Note 10, Mi Note 10 Pro, Mi 10, Poco F2 Pro gibi telefon modellerinden alanlara Mi fanlarının çok seveceği özel tasarımlı defter, kalem ve rozetten oluşan “Take Mi Back To School” kiti hediye edilecek.
Mi Store mağazalarında kampanya döneminde “Take Mi Back To School” tasarımlı özel çerçevelerle fotoğraf çektirip paylaşanlar sürpriz hediyeler kazanacak.
“Mi Store Take Mi Back To School” kampanyası, tüm Mi Store’larda geçerli olacak.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

Uzaktan eğitim için altyapı yeterli mi?

18 Mart’ta Yükseköğretim Kurulu’nun aldığı kararla Mart ayının sonunda itibaren tüm Türkiye’de üniversitelerin uzaktan eğitime geçmesi kararlaştırılmıştı. Üsküdar Üniversitesi, Türkiye genelinde 350 üniversite öğrencisi ile gerçekleştirdiği araştırmada gençlerin uzaktan eğitime bakış açısını değerlendirdi. Covid Gençlik isimli araştırma, katılımcıların yüzde 48’inin bazı derslerin yüz yüze sınıf ortamında bazı derslerin ise online olarak uygulanacağı hibrid modelini tercih ettiğini ortaya koydu.
Pandemi sürecinde toplumda büyük ilgi uyandıran birçok sosyolojik ve psikolojik araştırmaya imza atan Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Tuğba Aydın Öztürk tarafından yürütülen Covid Gençlik isimli bir araştırma gerçekleştirdi.
Öğrencilerin fikir ve beklentileri analiz edildi
Haziran 2020’de Türkiye genelinde 350 öğrencinin katılımı ile gerçekleştirilen ‘Covid Gençlik’ isimli araştırma, üniversite öğrencilerinin bu süreçte devam eden uzaktan eğitim hakkındaki olumlu ve olumsuz fikirleri ile beklentilerini anlamak için uygulandı. Araştırmaya Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Tuğba Aydın Öztürk öncülük etti.
Araştırmaya katılanların yüzde 18’inin üniversite 1. sınıf, yüzde 21’inin üniversite 2. sınıf, yüzde 28’inin üniversite 3. sınıf, yüzde 22’sinin üniversite 4. sınıf, yüzde 6’sının yüksek lisans ve yüzde 2’sinin doktora öğrencisi oldukları görüldü. Katılımcıların yüzde 35’i devlet ve yüzde 65’i vakıf üniversitesi öğrencisi olup, yüzde 95’i Covid-19 sürecinde derslerin online olarak uzaktan eğitim olarak devam ettiğini belirtti.
Hibrid eğitim modeli beğenildi
Katılımcılardan yüzde 48’inin bazı derslerin yüzyüze sınıf ortamında bazı derslerin ise online olarak uygulanacağı hibrid modeli tercih ettiklerini söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Tuğba Aydın Öztürk, “Hibrid modeli melez, karışık ya da harmanlanmış öğrenme olarak düşünebilir. Bu metodda geleneksel öğrenme yöntemi ile çevrimiçi sınıflar bir araya geliyor. Çalışmaya katılan öğrencilerin yüzde 46’sı derslere yüzyüze geleneksel yani kampüs ortamında devam etmek istediklerini belirttiler. Arkadaş ve okul ortamını özleme, yüzyüze eğitimde daha iyi konsantre olma ve daha fazla etkileşim imkanı vermesi gibi sebeplerle öğrenciler geleneksel öğrenme metodunu tercih ettiler. Katılımcıların yalnızca %6’sı sadece online gerçekleşecek derslere devam etmek istediğini ifade etti. Uzaktan eğitim, lisansüstü öğrenciler ve hem üniversite okuyup hem de çalışmak durumunda kalan öğrenciler için faydalı bir model olarak öne çıkıyor. Diğer taraftan sanat, tıp alanları ya da fen bilimleri gibi uygulamalı alanlarda online eğitim uygulamaları yeterince verimli bulunmadı” dedi.
Trafikte zaman kaybını önlemesi avantaj sağlıyor
Öztürk, katılımcılara göre uzaktan eğitimin verimini etkileyen olumlu faktörlerin başında yüzde 62’lik oran ile asenkron derslere katılmanın geldiğini söyledi ve sözlerini şöyle sürdürdü:
“Asenkronize derslerde öğrenciler, eğitmen tarafından kaydedilen ders içeriğine istedikleri zaman ve istedikleri kadar erişim sağlayabildikleri için tekrar yapabilme imkanına sahip oluyorlar. Öğrencilerin yüzde 61’i derslere istedikleri yerden devam edebilmenin ve fiziksel sınırların ortadan kalkmasının olumlu bir gelişme olduğunu belirtti. Öğrencilerin yüzde 58’i uzaktan eğitim sayesinde ulaşım, barınma ve dışarıda beslenme için harcanan ekonomik giderlerin azalmasını ve yüzde 49’u özellikle büyükşehirler başta olmak üzere trafikte vakit kaybetmek zorunda kalmamayı eğitimin verimliliğini arttıran unsurlar olarak görüyor. Uzaktan eğitimin verimini arttıran diğer olumlu özellikler ise; yüzde 45 oranında ortamın daha esnek ve konforlu olması, yüzde 38 oranında öğrencilerin kendisine daha çok vakit ayırabilmesi, yüzde 33 oranında ise sanal toplantı tecrübesi kazanma olarak sıralandı.”
Covid – 19 ders verimliliğini düşürdü
Covid-19 sürecinde öğrencilerin yüzde 55’inin bu süreçte kendilerini isteksiz ve mutsuz hissettiklerini ve bu sebeple derslerden gerekli verimi alamadıklarını belirten Öztürk, “Özellikle 20 yaş altındaki gençlerin 3 aya yakın bir süre evden çıkamadığı, diğer öğrencilerin ise mümkün olduğunca az dışarı çıktıkları düşünüldüğünde, motivasyon eksikliğinin eğitimin içeriğinden çok salgın şartlarıyla ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Ancak yine de eğitimin verimini olumsuz yönde etkileyen ilk faktör olarak karşımıza çıkar. Salgının ülkemizde görülmesinin hemen ardından sanal sınıflarda eğitime çok hızlı bir biçimde geçildi ve bu süreçte eğitmenler ve öğrencilerin sisteme çok hızlı adapte olması beklentisi oluştu. Ancak sonuçlar, katılımcı öğrencilerin yüzde 40’a yakınının sanal sınıfta dersi anlamakta güçlük çektiğini ortaya koydu” dedi.
Kurumlar uzaktan eğitim altyapısını güçlendirmeli
Katılımcıların yüzde 24’ünün eğitmenlerin sanal teknolojilere uyum sağlayamadığını belirttiklerini ifade eden Öztürk, “Dersin devamlılığı, bağlantının zayıf olması ve ekranın donması gibi sebeplerle kesintiye uğrayabiliyor. Öğrencilerin yüzde 33’ü bağlantı hızının düşük olması sebebiyle derslerde konsantrasyon sorunu yaşadığını belirtti. Bu sebeple önümüzdeki eğitim dönemlerinde hibrid eğitim modeline hazırlanan tüm eğitim kurumlarının altyapı konusunda hazırlıklı olması bekleniyor. Öğrenciler açısından uzaktan eğitimin verimini olumsuz etkileyen kişisel etkenler de araştırma sonuçlarında görüldü. Kişisel etkenler; yüzde 28 ev işleriyle ilgilenmek zorunda olmak, yüzde 21 sınıf arkadaşlarından ayrı kalmak, yüzde 20 evde kendine ayıracak zaman olmaması, yüzde 11 evde kendine ayıracak mekan olmaması ve internet paketinin yetmemesi olarak sıralandı” dedi.
Dr. Tuğba Aydın Öztürk: “Çoklu iş birliği dönemine girmeliyiz”
Dr. Tuğba Aydın Öztürk, eğitmenlerin ve öğrencilerin sanal teknolojileri kullanma konusunda eğitim alması gerektiğini söyledi ve sözlerini şöyle sonlandırdı:
“Covid-19 pandemisinin dünya genelinde belirsiz bir süre daha devam edeceği, çok sayıda büyük şirketin ve üniversitenin uzaktan çalışma, uzaktan eğitim modellerine geçiş yaptığı göz önünde bulundurulduğunda bu konuda hazırlıklı olmak gerektiği görülüyor. Anaokulundan üniversiteye kadar her seviyede eğitim kurumu altyapısal olarak hibrid eğitim için gereken kaynakları geliştirmeli ve GSM operatörleri sanal video, konferans, toplantı uygulamaları için dijital altyapılarını yeni normale uyumlu hale getirmelidir. Kısa süreçte harcanacak emek ve maddi kaynaklar, uzun vadede Türkiye’nin yüksek öğretim kalitesine olumlu katkılar sağlayacaktır.”
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)