Analiz programı Zoom Webinar üzerinden gerçekleşti. Dizi psikolojik, sosyolojik ve yapım gibi konuların çerçevesinde ele alındı. Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, birçok konuda artık geleneksel kalıpların yıkıldığını söyleyerek, “Şimdilerde de başka bir şeyle karşı karşıyayız. Psikolojik bağlamda bizi baskı altına alan endişeler ve kaygılar var. Türkiye’de kültürler birbirine karıştı ve fay hatları yeni baştan çizilmeye başlandı. Bu dizi de bu durumun başlangıcına ayna tutmak üzere geldi. Alışa geldiğimiz o geleneksel kalıpların yıkıldığı, yeni bir takım fay hatlarının ortaya çıkmaya başlayacağı bir yerde geldi” dedi.
Moderatörlüğünü Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan’ın yaptığı programın konukları Üsküdar Üniversitesi Psikoloj Bölümü Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Meltem Narter, Sosyoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Tuğba Aydın Öztürk ve Gazeteci – Televizyon Yapımcısı Elif Dağdeviren oldu.
Arıboğan: “Geleneksel kalıplar yıkılıyor, yeni fay hatları ortaya çıkıyor!”
Dizilerin insanların yaşamına, görüş ve davranışlarına çok fazla etki ettiğine ve bazı dizilerin toplumda büyük yankı uyandırdığına dikkat çeken Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan; “Bir Başkadır dizisi ilginç bir biçimde çok büyük bir seyirci kitlesine ulaştığı gibi üzerinde çok tartışılan, yazılan ve çok kafa yorulan bir şeye dönüştü. Bazı diziler hakikaten hayatımıza girdiği zaman hayatımızı sallayabiliyorlar. Bu dizi belki de zamanın ruhunu yansıtıyor. Hatırladığım kadarıyla Kurtlar Vadisi de ilk başladığı zaman ders olarak bile işlenmişti. Belli bir nesli hakikaten yönlendirdi ve onların kafasındaki devlet algısını şekillendirdi. Siyasete bakışı, mafyayı ya da illegal devlet yapılarının nasıl şekillendiği üzerine yorum yapmalarına imkan sağladı. Daha sonra Osmanlı dizileri başladı ve hala daha var hayatımızın içerisinde. Bir anda bizim kendi yaşamlarımızı, dünyalarımızı Osmanlı’ya taşıdı. Hep beraber eski tarihlerde yaşar duruma geldik. Bu örnekte olduğu gibi dizilerle tarihin içine gömülmek de mümkün olabiliyor. Şimdilerde de başka bir şeyle karşı karşıyayız. Bizi baskı altına alan psikolojik bağlamda endişeler ve kaygılar var. Türkiye’de kültürler birbirine karıştı ve fay hatları yeni baştan çizilmeye başlandı. Bu dizi de bu durumun başlangıcına ayna tutmak üzere geldi. Alışa geldiğimiz o geleneksel kalıpların yıkıldığı, yeni bir takım fay hatlarının ortaya çıkmaya başlayacağı bir yerde geldi” dedi.
Elif Dağdeviren: “Sinema ve televizyonların değiştirici ve dönüştürücü etkisi var!”
Gazeteci- TV Yapımcısı Elif Dağdeviren, sinema ve televizyonların toplumlar üzerinde değiştirici ve dönüştürücü bir etkisinin olduğunu söyledi. Dağdeviren; “Sinemanın ana hedefi insanları hem birbirlerine hem kendilerine göstermektir. Başarılı dediğimiz filmlerin bir çoğunun seyirciler karşısında bu kadar etkili olmasının en önemli nedeni ya empati kurmaları ya da kendi çaresizliklerini veya kendi güçlerini anti kahramanlar üzerinden temize çekmeye çalışmaları. Başarılı dediğimiz filmler bunları gerçekleştiren filmlerdir. Sinema ve televizyonların toplumlar üzerinde değiştirici ve dönüştürücü etkisini çok çok iyi biliyoruz. Mesela Hulusi Kentmen’in o çok severek izlediğimiz zengin kız fakir oğlan tarzı aşk filmlerinin çok ciddi bir zarar verdiğini düşünüyorum. Biz kendimizi geliştirebiliriz ve bu gelişimin içinde elbette üniversite okumak, kariyer sahibi olmak ve elbette para kazanmak da var. Bunda da kötü bir şey yok. Para kazanabiliriz ve bu parayı nasıl harcadığınızla ilgili sorunlar ortaya çıkabilir. Bu tip hikayeler tehlikeli çünkü bizim kendimizi ileri götürmek için motivasyona ihtiyacımız var. Ve bu motivasyonun içinde de zenginler hep kötüdür kendini okumaya verenler aslında çok kötü hale gelirler hiç kimseyi anlamazlar anlayışı çok yanlış” İfadelerini kullandı.
Narter: “Dizilerin psikoloji ile ilgili olmasının büyük nedenlerinden biri de merak”
Dizilerde psikoloji konusunun işlenmesinin nedeni insanların psikolojiden medet ummasından kaynaklı olduğunu ve dizilerde halkın bunu görmek istediğini belirten Dr. Öğr. Üyesi Meltem Narter sözlerini şöyle sürdürdü:
“Psikoloji son dönemlerde hem eğitim açısından tercih edilen hem de yüksek lisans programları açısından çok yüksek düzeyde tercih edilen bir alan. Bunun nedeni insanların psikolojiden medet ummaları ile alakalı. Zaten psikoloji bir medet umma alanıdır. İnsanlara iyilik vermek, insanların ruhsal sağlığını yerine getirmek gibi bir gayreti vardır. Genel olarak baktığımızda halkın istediği şey budur. Özellikle ulusal kanallarda yayınlanan dizilerin çoğunun psikoloji ile ilgili olmasının büyük nedenlerinden biri de meraktır. Bir Başkadır dizisi çok güzel bir zamanlamaya denk geldi. Bu mesleğin ne kadar güç olduğunu, insan ruh sağlığının uzun zaman içerisinde ve çok büyük evrelerden geçerek ciddi hastalıklar doğurabildiğini göstermesi açısından da son derece kıymetli buluyorum. Fakat eleştirilecek tarafları şüphesiz var.”
Öztürk: “Ayakkabısını çıkarıp terliği giydiği anda işte budur dedim”
Bir Başkadır dizisinin gerçeği yansıttığını, gerçek hayattan izleri çokça taşıdığını ve izlemesinin sebebinin tamamen bu olduğunu söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Tuğba Aydın Öztürk; “Mutlaka konuşulması gereken bir dizi. Fark etmeden film dememiz bile film kalitesinde bir dizi olduğunu gösteriyor. Gittikçe bir kitlenin özellikle televizyon dizilerinden uzaklaştığı bir dönemde belki de ilaç gibi geldi. Mahalle ve mekân farklılığı, gördüğümüz o kişinin yelek giymesi, çocukların durumu, onları okuldan gidip almak ve benzeri sahneler çok etkileyiciydi. Aslında benim ilk ben bu diziyi izlerim dediğim sahne Meryem karakterinin İstanbul’un daha kırsal diyebileceğimiz bir kısmından yola çıkarak akbilini basıp otobüse binmesi, üstgeçitten geçmesi ve bambaşka bir rezidans hayatına gittiğinde ayakkabısını çıkarıp terliği giydiği andı. O zaman ‘İşte budur!’ dedim. Dizi gerçeği çokça yansıtıyor” ifadelerini kullandı.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Etiket arşivi: Prof.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “En büyük düşmanımız umursamazlık”
Üsküdar Üniversitesi tarafından düzenlenen Pandemi ve Deprem Psikolojisi Sempozyumu’nun açılış konuşmasını yapan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, doğal afetlere kriz yönetimi ile yaklaşımın önemini vurguladı. İş sağlığı ve güvenliği açısından en büyük düşmanın umursamazlık olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “En büyük ihtiyacımız farkındalık. Bu nedenle toplumun ciddi bilinçlenme ihtiyacı var” diye konuştu. Pandemilerde ve doğal afetlerde önlem almanın birincil boyutta bir ahlak unsuru olduğunu kaydeden Tarhan, “İkinci boyutta mesleki sorumluluk geliyor” dedi.
Üsküdar Üniversitesi Sürekli Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi (ÜSEM) ile Üsküdar Üniversitesi İş Güvenliği, İş Sağlığı, Çevre Sağlığı Uygulama ve Araştırma Merkezi (ÜSGÜMER) tarafından düzenlenen ‘Pandemi ve Deprem Psikolojisi Sempozyumu’nda alanında uzman isimler bir araya geldi. Sempozyum, pandemiyle mücadelede alınan önlemler kapsamında çevrimiçi olarak gerçekleştirildi.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Doğal afetlere kriz yönetimi ile yaklaşım gerekir”
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan, açılış konuşmasında kriz yönetiminde iki önemli konunun olduğunu belirterek bunlardan birinin plan ve risk analizi yapmak olduğunu söyledi.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Krizden önce risk analizi ve plan yapılmalıdır”
Deprem ve pandeminin doğal afetler olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Biri biyolojik doğal afet, diğeri ise yer katmanları ile ilgili doğal afettir. Doğal afetlerin psikolojik boyutunu da önemsiyoruz. Psikolojik boyut olarak ele aldığımız zaman insanların doğal afetlere bir kriz yönetimi gibi yaklaşmaları gerekir. Örneğin bir fırtına da doğal afettir. Fakat fırtına her sene olduğu için fırtınaya karşı insanlar tedbir alıyorlar. Bizim depremle ve pandemi ile ilişkimiz, fırtına ile olan ilişkimiz gibi olmalı. Bu olamadığından dolayı ve böyle durumlarda ve ne zaman olacağı öngörülemediği için insanlar doğal afetlere gafil bir şekilde yakalanıyorlar. Kriz yönetiminin iki önemli kuralı var. İlki krize önceden plan yapmaktır. Krizden önce risk analizi yaptıysanız, krizle ilgili bir planınız varsa o kriz en hafif ve en az zararla aşılır. İnsanoğlu doğadaki dengeleri bozdu. Doğanın kendi kanunları var, buna uymazsanız bedelini hiç acımadan ödetiyor. Yaratılış kanunları doğada böyle bir sistem koymuş” dedi.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “İş sağlığı ve güvenliği afetlerde önem kazanıyor”
Türkiye’nin kuşak olarak hem deprem açısından hem de sosyal ve ekonomik hareketlilik açısından çok riskli bir coğrafyada bulunduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, önlemlerin de buna göre alınmasının gerekliliğini vurguladı. İş Sağlığı ve Güvenliği programlarının en büyük amacının bu olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bununla ilgili toplumda farkındalık oluşturmak, denetimler yapmak iş sağlığı ve güvenliği bölümünün planları arasında yer alıyor. Türkiye’de pandemi öncesine kadar iş kazalarında ciddi bir azalma vardı. Şimdi de azalma devam ediyor. Bir yere büyük yatırımlar yapıp, tedbirler alacaksınız. O tedbirler uzun süre lazım olmasa da lazım olduğu an hayat kurtaracak. Hayat zaten bir zincir gibidir. Zincirin en kuvvetli yeri zincirin en zayıf halkasıdır. Gerilim anında oradan kırılma ve kopma olur. Bu nedenle kriz anında da en zayıf neresi ise oradan kırılma olur” diye konuştu.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “En büyük düşmanımız umursamazlık”
Pandemi ve doğal afetlerde önlem almayanların ve risk grubunda bulunanların ilk etkilenenler olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu nedenle toplumun ciddi bilinçlenme ihtiyacı var. Şu anda iş sağlığı güvenliği açısından en büyük düşmanımız umursamazlık. En büyük ihtiyacımız da farkındalık. Türkiye’de şu anda bir deprem olsa nasıl bir risk olduğuna dair senaryosunun yazılması lazım. Yazılmış, çalışmalar yapılmış fakat yatırım konusunda çok ciddi önemsememe, öteleme sorunu var. Türkiye bir gemi ise geminin yararı bireylerin yararından daha önemlidir. Gemiyi etkileyen kriz durumlarında sorumluluktan kaçan değil, sorumluluk alan kişilere ihtiyaç var” diye konuştu.
“İş sağlığı güvenliğinin ahlak ve vicdan boyutu çok önemli” diyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Çıkar odaklı kapital sistemlerde iş güvenliğine yatırım gerektiği için aykırı olarak değerlendiriliyor. O sistemdeki bir patron iş güvenliğine yatırım yapmak istemiyor. Böyle durumlarda farkındalık gerekiyor. Yazılı hukuk da kendimizi korumamız önemli. Ayrıca iş sağlığı güvenliğinin aylık raporları da büyük öneme sahip. İş sağlığı güvenliği uzmanı, aylık raporu verirken kontrol yapmadan raporlar verirse vicdani sorumluluk oradan başlıyor” dedi.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “İnsanı koruyan hesap verebilir olmasıdır”
Pandemilerde ve doğal afetlerde önlem almanın birincil boyutta bir ahlak unsuru olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “İkinci boyutta mesleki sorumluluk geliyor. Mesleki sorumluluk varsa fakat vicdani sorumluluk yoksa o insan hata yapabilir. İnsanı tehditten ve felaketten koruyan şey, iyi niyetli olması, vatansever ve dindar olması değildir. İnsanı koruyan hesap verebilir olmasıdır. Yasalara karşı hesap vermek kanunlarla oluyor. Topluma karşı hesap vermek, sosyal normlar ve geleneklerle oluyor. Gizli kötülüğe karşı hesap vermek vicdanla oluyor. Vicdan, insanın en kutsal iç bekçisidir, zihinsel jürisidir. Vicdan semavi öğretilerde, kutsal kitaplarda Allah’ın tezahür ettiği yer olarak görülür. Sadece fiziksel önlemler değil, insani önlemler de önemli. Bu nedenle iş güvenliği uzmanlarına psikolojik ve spritüal boyutta vicdanın önemini vurgulamış olduk” dedi.
Prof. Dr. Şefik Dursun: “Pandemiyle yaşamayı öğreneceğiz”
Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şefik Dursun, tüm dünyada etkili olan pandeminin hayatımızı değiştirdiğini belirterek pandemiyle mücadelede psikolojik önlem alınmasının önemine işaret etti. Pandeminin pek çok etkileriyle hayatımızı değiştirdiğini belirten Prof. Dr. Şefik Dursun, “Böyle yaşamayı öğreneceğiz” dedi.
Sağlıkla ilgili tematik bir üniversite olan Üsküdar Üniversitesi ve uygulama ortağı NPİSTANBUL Beyin Hastanesi’nin psikiyatri ve psikoloji alanında pek çok önemli çalışma gerçekleştirdiğini belirten Prof. Dr. Şefik Dursun, “Bugün pandemi ve depremlerle ilgili ortaya çıkan psikolojiyi değerlendirmek açısından İş Sağlığı Güvenliği Bölüm Başkanı Rüştü Uçan başkanlığında bir program düzenlemiş oldular. Kendilerini tebrik ediyorum. Üsküdar Üniversitesi pandemi döneminde elinden geleni yapan üniversitelerin önde gelenidir” dedi.
Dr. Öğretim Üyesi Rüştü Uçan: “Çok katlı binalarda pandemi süreci zor atlatılıyor”
Üsküdar Üniversitesi İş Sağlığı ve Güvenliği Bölüm Başkanı Dr. Öğretim Üyesi Rüştü Uçan, açılış konuşmasında deprem ve yangın gibi doğal afetlerin ya da insan faktörünün yol açtığı olaylarda çok katlı yapıların tercih edilmesinin riskleri artırdığına dikkat çekti. Pandemi sürecinde de yüksek katlı binalarda çeşitli güvenlik sorunları ortaya çıktığını kaydeden Uçan, Avrupa ve Amerika’da tek ya da iki katlı yapıların tercih edildiğini belirterek “Biz yüksek katlı binalarda yaşayacak alan bulamazken, onlar bahçelerinde rahatlıkla pandemiyi atlatıyorlar” dedi.
Yüksek katlı binalarda ortak kullanım alanlarının fazlalaştığını ve bunların dezenfeksiyon işlemlerinin alabildiğine zor olduğuna dikkat çeken Dr. Öğretim Üyesi Rüştü Uçan, “Aile bireylerinin yeşil alan ihtiyacı giderilemiyor. Çünkü bu kadar büyük binalarda insanlar evin içine tıkılıyorlar ve büyük bir psikolojik problemlerle karşı karşıya kalabiliyorlar” dedi.
Dr. Öğretim Üyesi Rüştü Uçan, sonuç olarak yüksek katlı binalar yerine daha sağlıklı yapılaşmaya gidilmesi gerektiğinin altını çizdi.
Deprem her yönüyle konuşuldu…
Sempozyumda 1999’da Gölcük Belediye Başkanı olan Üsküdar Üniversitesi Rektör Danışmanı ve Sosyal Hizmet Bölüm Başkanı Doç. Dr. İsmail Barış, “Depremin Öncesi ve Sonrası İnsan” başlıklı sunumunda Marmara depreminin etkilerini anlattı. Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı, Halk Sağlığı ABD Başkanı Prof. Dr. Haydar Sur, “Depremlerin Epidemiyolojisi” başlıklı konuşma yaptı. Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı, İLİMER Müdürü Prof. Dr. Nazife Güngör, “Afet Durumunda Kriz İletişimi Yönetimi” başlıklı sunumu ile katıldı.
Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Psikoloji Dr. Öğretim Üyesi Esra Işık, “Deprem Sonrası Ruh Sağlığı ve Psikosoyal Hizmetler”; Üsküdar Üniversitesi AİLEMER Müdürü, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Psikoloji bölümü Dr. Öğretim Üyesi Mert Akcanbaş, “Travmanın Şiddetini Artıran Faktörler” başlıklı konuşmaları ile katıldı . Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği ABD Başkanı Dr. Ayhan Özşahin ise “Afet Yardımında Minimum Standartlar: Uluslararası Sphere Projesi” başlıklı sunumunu yaptı. Çayeli Bakır İşletmeleri A.Ş. İSG Çevre ve Güvenlik Müdürü A. Hamit Özen, “Depremlerde Kurtarmacıların Rolü” başlıklı konuşmasıyla sempozyuma katıldı. Dr. Öğretim Üyesi Rüştü Uçan ile Üsküdar Üniversitesi ÜSEM Eğitim Uzmanı Bengisu Altınten moderatörlük yaptı.
Ak Parti Eskişehir Milletvekili Prof. Dr. Nabi Avcı: Dijital bağımlılıkla mücadele ediyoruz
Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) ve T.C. Aile, Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın düzenlediği, bu sene 4’üncüsü yapılan Kadın ve Adalet Zirvesi başladı. Açılış konuşmalarını T.C. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, T.C. Aile, Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk ve KADEM Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Saliha Okur GÜMRÜKÇÜOĞLU’nun yaptığı program, açılışın ardından panellerle devam etti.
“İnsan, İnsanın Gölgesinde Yetişir” başlıklı bir konuşma yapan Eski Milli Eğitim Bakanı ve Ak Parti Eskişehir Milletvekili Prof. Dr. Nabi Avcı, dijitalleşen dünyada insan ilişkilerinin önemine vurgu yaparak, “Teknolojilerle hayatın pek çok alanında bazı işleri daha kolay, daha hızlı, daha etkin yapabilir hale geldik, geliyoruz. Ama bu insanın insanla olan, başka hiçbir şeyle ikame edilemeyecek, yerine başka hiçbir şey konamayacak o fevkalade hususi münasebeti zedeleyemeyecek. Onun yerini alamayacak.” şeklinde konuştu.
Teknoloji bağımlılığının insanlarda oluşturduğu etkiye de dikkat çeken Avcı, şöyle dedi: “Teknolojilerin yaygınlaşmasıyla karşılaştığımız bir bağımlılık türü olan dijital bağımlılık, hepimizi bir şekilde etkisi altına alan bir bağımlılık türü. Sağlık Bakanlığı’nın bu konuda çalışmaları var. TBMM’deki komisyonumuz 6 ay boyunca çalıştı. Üniversitelerden, konuyla ilgili kurumlardan, STK’lardan, ilgili kamu kuruluşlarından uzmanları davet ederek dinledik. Özellikle, 3 yaş altındaki çocuklar için bu ilginin beyin zarında incelmelere yol açtığını gördük. Bazı bilgisayar oyunlarının gençleri ne tür tehlikeli maceralara sürüklediğini öğrendik. Sonunda bir eylem planı hazırladık. Ancak yaşanan pandemi süreci, yayınladığımız raporun tam aksini insanlara yaşattı. Konunun ehemmiyetine binaen Meclis’te kalıcı ihtisas komisyonu kuruldu. Komisyonun ismi Dijital Mecralar Komisyonu. Bu, mücadelenin devamlı ve başarılı olması için önemli.”
YENİ DİN: DATAİZM
Moderatörlüğünü felsefeci Dr. Esra Kartal Soysal’ın yaptığı “Dijital Çağda İnsan Olmak Ne Anlama Geliyor” panelinde ise konuşmacılar teknolojinin nereye gideceğini, gelecekte yapay zekanın insana olan etkisini tartıştı. Konuşmacılardan Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe Tarihi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olan Doç. Dr. Ahmet Dağ, “İnsanın Dönüşümü” üzerine hazırladığı konuşmasında, insanın teknoloji ile birlikte özgürleşmediğini, aksine akıl tutulması yaşadığını söyledi. Doç. Dr. Dağ konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Metafiziğin esasları olan ben, hakikat ve ölüm gibi unsurlar dijitalleşmiş dünyada tasfiyeye maruz kalmaktadır. Kendi varoluşundan vazgeçen ve sanalda olmayı bir meziyet zanneden insan, tüm birikimini, yani kültürünü kendi gerçekliğiyle birlikte sanal hale getirmektedir. Gerçekliğin dönüştürüldüğü, teknolojilerin imkanıyla inşa edilen sanal gerçeklik düzleminde insanlık yapay bir gerçeklik oluşturarak varlığını sürdürme gayreti içerisindedir. Yeni nesil insan maneviyatının gerçekleşmesini sağlayan bir ortam olan siber alemde ruhsal keşif ve ruhsal gelişim için bu alemle etkileşim içerisine girmiştir.”
Yapay gündemlerin, ortamların ve kişiliklerin üretildiği sanal alemin insanı gerçeklikten aşırı gerçekliğe sürükleyerek kendine yabancılaştırdığını söyleyen Dağ, asli duygularından, düşünüşlerinden uzaklaşan insanlığın, tarihin hiçbir döneminde görülmediği düzeyde hem doğadan hem tanrıdan kopuşu yaşadığı bir barbarlık ve paganlık içinde olduğunu söyledi.
PROF. DR. ACAR BALTAŞ: “YENİ BİR ÇAĞ BAŞLIYOR”
Zirvede, “Dijital Dünyanın Psikolojisi” başlıklı konuşmasını yapan Prof. Dr. Acar Baltaş, sınıf ayrılıklarının teknolojik gelişmelerle daha fazla açığa çıktığını ve tekin olmayan bir çağın başladığını ifade etti.
Birçok şeyin yeniden tanımlandığı bir döneme girdiğimizi söyleyen Baltaş, “İnsan yer yüzünde var olduğu günden beri iki sorunun cevabını aramış: Neden varım ve ne olacağım. Dolayısıyla tüm inanç sistemlerinde iki özel kurum kurmuşlar. Savunma sisteminin uzantısı olarak inanç sistemi. Burdan sonra ne oluyor. Bütün ürettiğimiz araçlar bedenimizin uzantısı oluyor. Yani gözlüğü gözümüzün, tekerliği ayağımızın yerine kullanıyoruz. Bilgisayarlar da zeka boyutunda işlem görüyorlar. İnsanın çok temel bir özelliği daha var, bilinç. Bu yapay zekada yok. Karanlık bir çağa mı giriyoruz? Mümkün, çünkü işlevsiz insanlar artıyor.” dedi.
Toplumsal sınıfların dönüştüğünü, bu nedenle bugün göçün dünyanın en önemli sorunlarından biri oluğunu vurgulayan Baltaş, göçün 21’inci yüzyılı şekillendireceğinin altını çizerek şöyle devam etti: “Doğa ekonomiye isyan ediyor. Dünya gelir dağılımındaki adaletsizliğe ve fırsat eşitsizliğine isyan ediyor. Bugün Amerika’da gördüğümüz olaylar aslında bir zenci vurulduğu için ortaya çıkan olaylar değil. Zenciler hep vuruluyordu. Ve hep aynı isyanlar oluyordu. Ama dengede duran fay hatları şimdi kırılıyor. Alttaki grupların gelir dağılımından aldığı pay ve üstteki grupların yaşamından haberdar olma imkanları, bunu sineye çekmeyi zorlaştırıyor. Globalleşme bütün dünyanın özlediği, beklediği çok önemli bir gelişme olarak sunulduğunda zenginlerin servetinin daha artmasına altta kalanların daha çok ezilmesine neden oldu. Sonuç olarak bugün dünyanın herhangi bir ülkesinde lüks bir alışveriş merkezine giderseniz aynı markaları görürsünüz. Bu durum düşük gelirle yaşayan insanları, ancak yaşar seviyesine gelmesine neden oluyor. Bu da bu kırılmaya neden oluyor. Bu noktadan itibaren biz hakikatin çok önemli ve özel bir döneminden geçiyoruz.”
ABDULA: “0 VE 1’LERDEN OLUŞUYORUZ”
Dijital dünyada pazarlama ve insana verilen değerler üzerinde konuşan Futurebright Kurucusu Akan Abdula, insanın kusurlarını ve kapitalizmin teknolojiyi nasıl kullandığını söyleyerek şöyle devam etti: “Neden bu teknolojileri bu raddeye getirdik? Beynin enerji harcamaması için tembellik yapması gerekiyordu. Biz de beynimiz rölantide çalışsın diye teknolojileri geliştirdik. Aldığımız kararların %95’i otopilot tarafından veriliyor. Bizim yerimize karar vermesini istediğimiz teknoloji dünyası kontrolden çıktı. Sosyal medyada her şey var, özgürlük yok. Orda kişiselleştirilmiş teknolojiler var. Teknolojiler sizi öngörülebilir insan yapmak istiyor. Biz bu dünyada 0 ve 1’lerden oluşuyoruz.”
Algoritmaların aslında beynimizin kusurunu çok iyi bilen ve bizimle aynı düşünenleri bir araya koyan bir yapıyla çalıştığını vurgulayan Abdulla, “Aynı insanlarla karşı karşıya geldikçe algoritmalar gelişimimizi durduruyor. Algılarınızı yönlendiriyor. Biz aynılaştırılıyoruz. Bu algoritmalar, bizim özgür irademizi çalıyor. Bir makine, beni yönlendirirken iyi ve ahlaklı olmayı nasıl seçebiliriz. İnsan hakları beyannamesi bile bu yaşadığımız dünyaya ait değil. Hala karar verme yetkisi bizde ama işler kontrolden çıkmaya başladı. 10 -15 sene kendi kodunu yazan yazılımlar olacak. Bu algoritmalar kendi yazılımlarını yazmaya başladıklarında dünya nereye gidecek. Türkiye’de 30 milyon kişinin indirdiği sosyal medya uygulaması, size ait hemen her şeye ulaşma imkanına sahip. Dijitale savaş açmanın bir anlamı yok. Bunu kullanmayı öğrenmeliyiz.” şeklinde konuştu.
PROF. BUNT: DİNDARLAR DİJİTAL MEDYADA GİDEREK AKTİFLEŞTİ
Sağlık Bilimleri Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ekmel Geçer’in moderatörlüğünde Galler Trinity Saint David Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Garry R. Bunt, insanların motivasyonunu bozmak için üretilmiş sahte içeriği internette her zaman bulmanın mümkün olduğunu, İslam ile ilgilenmeye başladığında online platformda otorite boşluğu olduğunu fark ettiğini söyledi.
Dindar insanların özellikle İngiltere’de bazı grupların onlineda olma konusunda çekimser olduğunu, daha sonra kendilerinin görmezden gelindiğini fark ederek, din hakkında bilgi edinmek isteyenleri keşfettiklerini söyleyen Bunt, “Muhafazakarlık, nasıl tarif ettiğinize bağlı olsa da, on yıl önce sosyal medyada var olmayan pek çok insan bugün sosyal medyayı bilgi, bir araya gelme ya da dünyayı gözlemleme amaçlı kullanıyor artık.” dedi.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Pandemi sonrası yalnızlık patlaması yaşanacak”
Üsküdar Üniversitesi, önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da Türkiye’yi Nörobilim G20 Zirvesi’nde temsil eden tek Türk üniversitesi oldu. Koronavirüs önlemleri nedeniyle çevrimiçi gerçekleştirilen kongrede 2020 yılına damga vuran Covid-19 pandemisi ve etkileri konuşuldu. Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, tüm dünyayı etkileyen pandeminin en büyük etkisinin yalnızlaşma olacağını söyledi. Tarhan, “Pandemi sonrası yalnızlık patlaması yaşanacak” uyarısında bulunarak önlem alınması gerektiğini söyledi. Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Nesrin Dilbaz, dünya çapında yapılan COH-FIT araştırmasından bahsederken; Prof. Dr. Gökben Hızlı Sayar ise Türkiye’de gerçekleştirilen Koronafobi araştırmasının sonuçlarını dünya ile paylaştı.
Beyin ve omurga girişimlerinde nörolojik bozuklukları olan hastalar için hızlı klinik çözümler sunmak amacıyla gerçekleşen 7. Nörobilim G20 Zirvesinde tüm dünyada etkili olan Covid-19 pandemisi ve psikiyatrik ve nörolojik hastalıklara etkileri ele alındı.
Pandemi önlemleri kapsamında bu yıl çevrimiçi gerçekleştirilen 7. Nörobilim G20 Zirvesinin açılış konuşmasını Society for Brain Mapping and Therapeutics (SBMT) – Beyin Haritalama ve Tedavi Derneği Kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Babak Kateb yaptı.
Covid-19’un etkileri konuşuldu
Üsküdar Üniversitesi, 7. Nörobilim G20 Zirvesi’ne Türkiye’yi temsilen tek üniversite olarak katıldı. Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Covid-19 Pandemik Yalnızlık ve Kriz Yönetimi” başlıklı konuşmasında pandeminin en büyük etkisinin yalnızlaşma olacağını söyledi.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Pandemi sonrası yalnızlık patlaması yaşanacak”
Tüm dünyayı etkileyen pandeminin en büyük etkisinin yalnızlık olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, pandemi sonrası yalnızlığın patlama yapacağının altını çizdi.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Postpandemik dönem için önlem alınmalıdır”
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, postpandemik dönemde psikiyatrik hastalık pandemisi beklendiğini belirterek “Ayaktan ve yatarak tedavi gören vaka sayısının artması gibi bazı öncüller de geldi. Krizin ikinci kuralı, kendi çözüm reçetelerini kendiliğinden üretmemesidir. Bunun için kriz yönetimi gereklidir. Aynı şey postpandemik dönem için de gereklidir” dedi.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Yalnızlık tüm dünyanın sorunu”
Dünyada refahın, sosyal ve ekonomik anlamda hareketliliğin artmasına rağmen toplumların büyük kesimlerinde yalnızlık yaşandığını belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Büyük evler, küçük aileler; yüksek zekâ daha az ilişki; sosyal medyada yüzlerce arkadaşa rağmen gerçek bir dosta sahip olunamaması bugünün gerçeği olarak karşımıza çıkıyor. Sosyal ve ekonomik anlamda hareketlilik olmasına karşın toplumun büyük kesimi yalnızlık yaşıyor” ifadelerini kullandı.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Gençlerin yüzde 40’ı yalnız hissediyor”
Dünyada yalnızlığın bilimsel araştırmalarda ön plana çıkarılan bir konu olduğunu ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, gelişen teknolojiyle beraber yalnızlığın insanlar üzerindeki etkilerine işaret ederek İngiltere’de 2018 yılında 8,5 milyon insanın yalnız yaşaması üzerine ülkede “Yalnızlık Bakanlığı” kurulduğunu hatırlattı.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Beklenenin aksine gençler daha yalnız”
İngiltere’de Manchester Üniversitesi ile BBC’nin ortak yaptığı 55 bin üzerinde kişinin katıldığı çalışmaya değinen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu çalışmanın sonuçlarında 16-24 yaş arasında yalnızlık oranı yüzde 40 olarak tespit edilmiş. İleri yaşlarda bu oran %27. Beklenenin tersi bir oran çıktı. Genellikle beklenen yalnızlığın yaşlanınca artmasıdır. Bütün ezberler bozuldu. Gençlik ve ergenlik dönemi sosyalleşme dönemidir. Hem aileye bağlı hem özgür hissetmesi gereken bir dönemdir. Bu dönemde genç kendini yalnız hissediyor. Bu durum insanlığın geleceği açısından risk oluşturuyor. Bu kişiler 40-50 yıl sonra daha da yalnız hissedecek. Bu kişiler arasında intihar oranları daha yüksek” diye konuştu.
Prof. Dr. Nesrin Dilbaz, COH-FIT araştırmasının Türkiye sonuçlarını paylaştı
Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ABD Öğretim Üyesi, NPİSTANBUL Beyin Hastanesi AMATEM Koordinatörü ve Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Nesrin Dilbaz “Türkiye’de Covid-19 Sürecinde Korku ve Anksiyete: Koronafobi Ölçeği” başlıklı sunumunda küresel Covid-19 salgınının etkilerini ölçmek amacıyla dünya çapında gerçekleştirilen COH-FİT çalışması ve elde edilen verilerden bahsetti.
Üsküdar Üniversitesi’nin Türkiye’yi temsil ettiği, Dünya Psikiyatri Birliği, Avrupa Psikofarmakoloji Enstitüsü, Avrupa Psikiyatri Birliği tarafından tüm dünyada 40’ın üzerinde ülkede yapılan çalışmanın Türkiye’deki sonuçlarına değinen Prof. Dr. Nesrin Dilbaz, halen devam eden çalışmaya şu ana kadar dünyadan 100 bin kişinin, ülkemizden ise 2 binin üzerinde kişi katıldığını söyledi.
Prof. Dr. Nesrin Dilbaz: “Stres seviyesinde artış gözlendi”
Çalışmanın bu dönemin psikososyal etkilerini ölçmeyi de hedeflediğini kaydeden Dilbaz, “Stres, yalnızlık, öfkelilik ve fedakârlık(başkalarına yardım etmek vb.) üzerinde psikolojik etki gözlemlendi. Daha sistematik olarak katılımcıların 3’te 1’inden fazlası salgın dönemi ve son iki hafta öncesiyle ilgili stres seviyelerinde artış olduğunu bildirirken; %12’lik dilim azalma olduğunu belirtti. Stres azalış ve artışı konusunda farklı yaş ve cinsiyet grupları arasında kayda değer farka rastlanmadı.
Prof. Dr. Nesrin Dilbaz: “Ergenlerde yalnızlık arttı”
Prof. Dr. Nesrin Dilbaz, “Yalnızlık konusunda, salgın dönemi ve son iki hafta öncesiyle alakalı olarak katılımcıların 3’te 1’i artış ve sadece çok azı (<6%) azalma olduğunu belirtti” diyerek “Cinsiyetler arasında sonuçlar kayda değer bir farklılık göstermedi. Ergen grubu ise yalnızlaşma konusunda orantısız bir artış gösterdi (38%)” dedi.
Öfkelilik duygusunda da artış var
Prof. Dr. Nesrin Dilbaz şu bilgileri paylaştı: “Öfkelilik için salgın dönemi ve son iki hafta öncesiyle alakalı olarak katılımcıların %29’u artış ve sadece çok azı (<9%) azalma olduğunu belirtti. Katılımcıların büyük çoğunluğu (63%) ise çok az değişim olduğunu veya hiç olmadığını bildirdi. Cinsiyetler arası sonuçlar kayda değer farklılık göstermedi ancak ergen grubu öfkelilik konusunda orantısız bir artış gösterdi (34%).
Yardımsever davranışlarda artış oldu
Yardımsever davranışlar konusunda, katılımcıların yaklaşık %19’u gelişme gösterirken %50’si davranışlarında bir değişim olmadığını belirtti. Cinsiyet ve yaş gruplarının sonuçları arasında kayda değer bir farka rastlanmadı.”
Prof. Dr. Gökben Hızlı Sayar, Türkiye’deki Koronafobi araştırmasını sundu
Üsküdar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü ve NP Feneryolu Tıp Merkezi Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Gökben Hızlı Sayar ise ‘Covid-19 ile İlgili Travma Sonrası Büyüme ve Kaygı Kaynakları’ başlıklı sunumunda Covid-19’un tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de sağlık sorunlarının yanı sıra yaygın sosyal değişimlere yol açtığını belirterek Nisan 2020’de Türkiye genelinde gerçekleştirdikleri Koronafobi Araştırmasının sonuçlarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Prof. Dr. Gökben Hızlı Sayar: “En çok sürecin belirsizliği kaygı yaratıyor”
Prof. Dr. Gökben Hızlı Sayar, şunları söyledi: “Bu araştırmada toplumda salgınla ilgili içinde bulunulan sürece ve geleceğe yönelik kaygıların ve psikolojik olgunlaşma düzeylerinin belirlenmesini amaçladık. Veri toplama 17-25 Nisan 2020 tarihleri arasında çevrimiçi anket formu kullanılarak yürütüldü. Araştırmaya Türkiye genelinde 81 ilden 18-79 yaş arası bin 822 erkek ve 4 bin 496 kadın olmak üzere 6 bin 318 kişi katıldı. Araştırmada katılımcılara salgın süreci ile ilgili kaygıları soruldu. En sık bildirilen kaygılar şu şekilde sıralanmaktadır: Sürecin belirsizliği: %49,6; sosyal ilişkilerden uzak kalmak: %45.6; ölümü halinde aile bireylerinin gelecekleri: %35.3; yeterli sağlık hizmeti alamama endişesi: %31.3; ekonomik sorun yaşama kaygısı: %30.8; eğitimin aksaması ile ilgili kaygılar %28.4; aile bireylerinin ruhsal durumları %27,6.”
Prof. Dr. Gökben Hızlı Sayar: “Erkek ve kadınların yaşadığı kaygılar farklıydı”
Prof. Dr. Gökben Hızlı Sayar, ekonomik sorunlar yaşamak, işsiz kalmak, sigara madde alkol gibi kimyasal bağımlılıkları sürdürememek, kumar gibi davranışsal bağımlılıkları sürdürememek, ibadetlerini istediği gibi yapamamak şeklindeki kaygıların erkeklerde kadınlara kıyasla daha sık izlenen kaygılar olduğunu ifade etti. Sayar, “Evden çıkamamak evde sürekli bir arada olma sonucunda aile bireyleri ile gerilim yaşamak kıtlık yaşanması yemek yemeyi kontrol edemeyip kilo almak, sosyal ilişkilerden uzak kalmak, artan ev işleri nedeniyle tükenmişlik yaşamak ise kadınlarda daha sık izlenen bazı kaygılardır” diye konuştu.
Prof. Dr. Gökben Hızlı Sayar: “Katılımcılar bu süreçte olgunlaştıklarını belirtti”
Prof. Dr. Gökben Hızlı Sayar, araştırma kapsamında katılımcılara psikolojik olgunlaşma ile ilgili önermeler de yöneltildiğini ve salgın sürecinde bu önermeleri ne kadar yaşadıkları katılımcılara sorulduğunu belirterek araştırmada katılımcıların orta düzeyde ya da büyük ölçüde yaşadıklarını bildirdikleri olgunlaşma belirtilerinin de bulunduğunu belirterek şunları söyledi: “Salgın sürecinde elimdekilerin kıymetini daha iyi anladım %74; Salgın sürecinde yaşamda önem verdiğim şeylerin öncelik sırası değişti %59; Salgın sürecinde zorlukları göğüsleyebileceğimi daha iyi anladım %56; Salgın sürecinde her şeyi olduğu gibi kabullenebilmeyi öğrendim %56; Salgın sürecinde manevi konulara ilgim arttı %49; Salgın süreci ile birlikte ilişkilerime daha çok emek sarf etmeye başladım %48”
Prof. Dr. Gökben Hızlı Sayar: “İnsanlık ciddi bir olgunlaşma sürecine girmek zorundadır”
Psikolojik olgunlaşma ile ilgili tüm maddelerinin görülme sıklıklarının kadınlarda erkeklere göre daha yüksek bulunduğunu belirten Prof. Dr. Gökben Hızlı Sayar, “Araştırmanın sonuçlarına bir taraftan tehlike hissi varken diğer taraftan ümitsizliğe düşmezsek ve doğru seçimlerde bulunursak bu süreçten kazanımla çıkmak da mümkündür. İnsanlık ciddi bir psikolojik olgunlaşma sürecine girmek zorundadır” dedi.
Geçtiğimiz yıllarda Beyin Girişimi Projesi’ne Türkiye’den proje ortağı olarak Üsküdar Üniversitesi seçilirken; Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan da ABD’de beyin araştırmaları alanında faaliyet gösteren Society for Brain Mapping and Therapeutics (SBMT) – Beyin Haritalama ve Tedavi Derneği Yönetim Kurulu üyeliği görevine getirildi.
16 ülke bilimsel zirveye katıldı
Geçtiğimiz yıl Japonya’nın ev sahipliği yaptığı ve bu yıl Covid-19 önlemleri nedeniyle çevrimiçi gerçekleşen 7. Nörobilim G20 Zirvesi, iki gün sürdü. 8 oturumda gerçekleşen zirveye ağırlıklı Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Türkiye, Avustralya, Hindistan, İran, Meksika, Pakistan, Japonya, Çin, Kanada, İngiltere, İsrail, Yunanistan, Almanya, Arjantin ve Fransa’dan alanında uzman 50’nin üzerinde konuşmacı katıldı. Sempozyumun sonuç bildirgesi ise çevrimiçi G20 Zirvesi’nin sonunda açıklandı.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Prof. Dr. Tarhan: “Çocukluk travmaları, yetişkinlikte ruhsal hastalıklara yol açabiliyor”
Prof. Dr. Tarhan: “Çocukluk travmaları, yetişkinlikte ruhsal hastalıklara yol açabiliyor”
Çocukluk döneminde yaşanan ihmal ve istismar gibi travmatik olayların çocuğun gelecek yaşantısında önemli etkileri olabileceğini belirten psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, çocuğa mutlaka anne ve babasının sevgi göstermesi gerektiğini söyledi. Çocuğa sevginin belli edilmediği durumlarda çocuğun kendisini değersiz hissedeceğini kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Çocuğa değer vermiyorsan, onunla paylaşım yapmıyorsan çocuk kendisini değersiz hissediyor. Özgüveni düşük bir çocuk yetişiyor, ilerde ruhsal hastalıklara aday haline geliyor” uyarısında bulundu.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, 20 Kasım Çocuk Hakları Günü ile ilgili değerlendirmelerde bulundu.
1989 yılında Birleşmiş Milletler kararıyla 20 Kasım Çocuk Hakları Günü ilan edildiğini belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Çocuk Hakları Beyannamesi açıklandı. Burada çocuk haklarını konuşmamız neden ihtiyaç oldu? Küreselleşmenin getirdiği sorunlardan bir tanesi de çocuklara farkında olmadan yapılan zulüm ve haksızlıklar. Anne ve babaların bir kısmında çocuklarını çocuk gibi değil de bir eşya gibi görmesi durumları olabiliyor. Bazı anne babalar eziyet etmeyi, haksızlık yapmayı kendileri için bir hak gibi algılanıyor. Böyle örnekler çoğalınca Çocuk Hakları Günü ilan ediliyor” dedi.
Çocuğu aç bırakmak da sevmemek de ihmal
Çocukluk döneminde yaşanan travmaların ileride özgüven eksikliği gibi önemli nedenleri beraberinde getirdiğine dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kendilerine başvuran danışanlara uyguladıkları çocukluk çağı travma ölçeği sonucunda hastaların %80-90’ında çocukluk çağı travması ortaya çıktığını söyledi. Tarhan, şunları söyledi:
“Çocukluk çağı travma ölçeğinde eş değerli ana kriterler bulunuyor. Mesela bir fiziksel istismar var. Sopayla, kemerle dövmek, fiziksel istismar oluyor. Fiziksel ihmal oluyor mesela çocuğu aç bırakmak. Onun bakımına özen göstermemek fiziksel ihmal oluyor. İstismar yok, dövmek, şiddet yok ama sen onu aç bıraktığın zaman, çocuk eve geliyor kapıda kalıyor. Bu durumda da fiziksel ihmal ortaya çıkıyor. Aynı zamanda duygusal istismar da olabiliyor. Yani çocuğa ‘Şu dediğimi yapmazsan seni sevmem demek’ duygusal istismardır. İleri yaşta bir kimse ‘Çocukluğumda kimse beni sevmedi, sevilmeden büyüdüm’ diyorsa duygusal ihmale maruz kalmıştır. Yemeye, içmeye, proteine ihtiyacımız olduğu gibi aynı şekilde sevgiye, saygıya da ihtiyacımız var. Sevmek, değer vermek ve paylaşmak ebeveynlerin en büyük görevlerinden birisidir. Çocuğa sevgini belli etmiyorsan, ona değer vermiyorsan, onunla paylaşım yapmıyorsan çocuk kendisini değersiz hissediyor. Özgüveni düşük bir çocuk yetişiyor, ilerde ruhsal hastalıklara aday haline geliyor. Bunlar çocukluk çağı travması olarak kabul ediliyor.”
Çocuğa sevgi gösterilmeli ve hissettirilmeli
Çocuğa olan sevginin mutlaka ona söylenmesi ve gösterilmesi gerektiğini belirten Tarhan,
“Kimi zaman bazılarından ‘Ben babamın beni hiç kucağına aldığını hatırlamıyorum, beni hiç dizine oturtmadı’ şeklinde cümlelerini duyarız. Bir insan böyle düşünüyorsa burada duygusal ihmal vardır. Aslında bu bizim inanç sistemimize uymayan bir şey. Hz. Muhammed’in hayatına baktığımız zaman duygularını açıkça ifade etmiştir. Mesela literatür, sevdiğiniz kişiye sevdiğinizi söyleyin diyor. Sevgiyi saklamak beceri değil. Bu bizim geleneklerin oluşturduğu yanlış bir zemin. Ayrıca İslam’dan geliyor zannediyoruz ama alakası yok. Şiddet uygulamak, çocuğu dövebilmek veya herhangi bir olayda şiddet uygulamak İslam geleneğinde yoktur” dedi.
Çocuk korunmaya muhtaçtır
Şiddeti onaylayan kültürlerde çocuk ihmal ve istismarlarının çok fazla olduğunu belirten Tarhan, “Çocuk, yetişkin olana kadar korunmaya muhtaçtır. Anne ve baba onun haklarını korumakla mükelleftir” dedi. Çocukların günümüzde artık haklarının bilincinde olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, anne ve babanın çocuğu yetiştirirken ona örnek olacak şekilde davranmasının da önemine işaret etti.
Çocuğa iyi örnek olunmalı
Çocuğa değer vermek ve bunu çocuğa hissettirmenin de önemli olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Muhakkak çocuğa değer vermek bu çocuğun kendini doğru tanımasını sağlıyor. Özgüven oluşuyor. Özgüven ve öz beğeni hep karıştırılıyor. Öz beğeni kendinde olmayan şeyleri kendinde var gibi görmektir ama özgüvende kusurlarınla da yüzleşmeyi başarırsın. Eksiklerini ve kusurlarını görebilmek buna rağmen hayatta zevkle, enerjiyle ilerleyebilmektir. Pozitif bir şekilde bir şeyler yapmaya çalışmak özgüven gerektirir. Bunu çocuklar anneden, babadan ve çevreden öğreniyorlar. Bunu öğrenebilmeleri için çocuğa iyi örnek olmamız gerekiyor. Bu nedenle çocuğumuza nasihat vermekten daha önemli olan şey ona doğru bir şekilde örnek olmaktır. Anne babanın çocuğuna rol model olmasıdır. Çocuk haklarını ihmal eden, eziyet eden, hayvanlara eziyet eden bir çocuk yetiştiriyorsak burada kusur anne ve babanındır” diye konuştu.
Çocuk yetiştirmede dengeli tutum önemli
Çocuk yetiştirmede dengeli tutumların önemini de vurgulayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bazen bazı şeyleri farkında olmadan yapıyoruz. Mesela çocuğa bir şeyleri verirken yalvartarak verme de çocuğu ihmal etmek anlamına geliyor ya da çocuğa baskı yapmak, korkutmak da bir çeşit ihmal oluyor. Elbette çocuğun her istediğini yapmak, her dediğine evet demek de yanlış. O zaman da çocuk erkil aile oluyor. Çocuk evin küçük hükümdarı gibi yetiştiriliyor. Bu da çocuk haklarında öbür uca kaymaktır” uyarısında bulundu.
Hakları olduğu gibi sorumlulukları da var
Çocuğun hakları olduğu gibi sorumlulukları da olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bunu çocuğa anlatmamız gerekiyor. ‘Evet senin hakkın var ama bu evde senin de sorumlulukların var.’ Hak ve sorumluluk, özgürlük ve sorumluluk dengesini de öğrenmesi gerekir. Yani ‘senin bu evde bir işin ucundan tutman gerekir. Mesela şu kadar saat ders çalışman lazım. Anne ve babana yaz tatillerinde yardım etmen lazım’ şeklinde ona görev ve sorumlulukları anlatılmalı. Ama bunu çocuğa buyurgan tarzda, emir vererek değil ona seçenekler sunarak yapmak önemlidir” dedi.
10 yaşına kadar bütçe yönetimi öğretilmeli
Çocuğa bütçe yönetimi yapmasının da öğretilmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Çocuk 10 yaşına gelene kadar bütçe yönetimini öğrenmesi gerekiyor. Finansal okuryazarlığı öğrenmesi gerekiyor. Neyi nerede harcayacağını öğrenmesi gerekiyor. Bazen anne baba çocuğa rüşvet gibi harçlık veriyor. Dediğini yaparsa veriyor, yapmazsa vermiyor. Bu şekilde yalvaran bir çocuk modeli oluşuyor. Bu çocuk hep almaya yönelik çocuk oluyor. Hâlbuki çocuğa kaynak yönetimini öğretilmesi gerekiyor. Çocuğa haftalık harçlık verilmesi gerekiyor. Günlük vermek doğru değil. Bir günde harcarsa ona daha para verilmeyecek, biriktirirse de o para onun, ona karışılmayacak. Parasını biriktirdi ve hafta sonu bir yere gitmek istiyor onu özgür bırakmak lazım” diye konuştu.
Her evin kuralları olmalı
Evde kurallar olmasının ve o kurallara uyulmasının önemine işaret eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Her evin bir kuralının olması lazım. Evi kurallı ortam yapmamız lazım. Her şeye izin veren ebeveyn tarzı, o çocuğu ilerde bencil yapıyor. Hiç vermeyen hep alan bir kimlik yetiştiriyor. Bu kişi de ilerde yalnız kalıyor.Bencilliğin en kötü yanı kişiyi yalnızlaştırmasıdır” diye konuştu.
Yaşanan olumsuz hayat olaylarından ders çıkarılması gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kimi zaman travma o kişinin gelişimine de sebep olabilir. Covid travması mesela o kişinin ruhsal refahını geliştirebilir. Ya da bir ailede ortaya çıkan bir hastalık, manevi yönden psikolojik olgunluk, psikososyal olgunluğun artmasına sebep oluyor. Yaşanan hayat olaylarının her biri bir eğitmendir. Bir derstir ve bu dersi çıkarabilmek önemlidir. Onun için ansızın karşımıza çıkan hayat olaylarını düşman gibi görmeyelim. Deprem gibi olaylara karşı elbette önlem almamız gerekir ama kimi zaman önlem de alsak bazı şeylerden kaçamayız. Hayat olaylarına karşı da böyle olursak çocukluk travmaları bizde kalmaz. Bunları kazanıma dönüştürürüz. Böyle bir şeyi yaşamışım ama bunu yaşamam gerekiyormuş diye düşünmek gerekir” dedi.
Çocuğun davranış ve çabaları sevilmeli
“Çocuğu severken çocuğun kişiliğini değil, davranış ve çabalarını sevelim” uyarısında bulunan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Mesela çocuk odasını topladı, annesine yardım etti. Bunlar çocuğa sevgi göstermek için bir fırsat. Sevgi dilleri kullanabilmek için bir fırsat. Bu fırsatları iyi kullandığın zaman sevgi ödül haline geliyor. Sevgi, davranış geliştiren bir sevgi oluyor. Tabii çocuğumuz olduğu için de seveceğiz ama sadece bununla yetiniyorsak çocuk davranış geliştirmeyi öğrenemiyor. ‘Nasıl olsa iyi de yapsam kötü de yapsam annem beni seviyor’ diye düşünüyor. ‘Seni seviyorum ama senin de sorumlulukların var’ dememiz gerekiyor. ‘Bana yardım edersen daha çok severim, daha çok mutlu olurum’ dediğin zaman çocuk sevgiyi yönetmeyi de öğrenir. Özellikle çocuğu ödüllendirirken davranış ve çabalarını ödüllendirmek gerekir. Her dediğine evet demek bir çocuğa yapılacak en büyük kötülüktür” diye konuştu.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Pandemiden ders çıkarılmalı. Krizler fırsata çevrilmeli”
Pandemi döneminden çıkarılması gereken dersler olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bu dönemin fırsata çevrilmesi gerektiğini belirterek “Pandemi dönemi bize birçok şeyi öğretiyor. Daha çok kendimizi tanımak için bir fırsat. Zorluklara karşı, stres altında soğukkanlı kalma becerimizi geliştirmek için bir fırsat. Stres yönetimini öğrenmek için bir fırsat” dedi.
Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Levent Akın: “Virüs aşısı genetik yapıda değişiklik yapmaz”
Yeni akademik yılın ilk dersini veren Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi, Hacettepe Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Aşı Enstitüsü Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Levent Akın da pandemilerin ancak aşıyla bitirileceğini söyledi. Dünyada 180’in üzerinde ülkemizde ise 12 aşı çalışmasının devam ettiğini belirten Prof. Dr. Levent Akın, ülkemizde inaktif virüs aşısının çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu, Aralık ayında uygulanmasını beklediklerini ifade etti. Aralık ayında 1 milyon dozun Türkiye’ye geleceğini tahmin ettiklerini kaydeden Akın, inaktif virüs aşısının genetik yapıda değişiklik yapmadığını da söyledi.
Üsküdar Üniversitesi 2020-2021 Akademik Yıl Fi-jital Açılış Töreni, pandemi önlemleri çerçevesinde çevrimiçi olarak gerçekleştirildi. Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan, açılış konuşmasında 2020 – 2021 Akademik Yıl açılış töreninin pandemi gölgesinde gerçekleştirildiğini belirterek pandeminin ciddi bir şekilde herkesi etkilediğini söyledi.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “9 yılda çok önemli büyüme yaşadık”
Üsküdar Üniversitesi’nin 22 bin öğrencileri olduğunu, vakıf üniversitesi olarak 9 senede ciddi ve hızlı bir büyüme yaşadıklarını ve altyapılarını genişlettiklerini belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, üniversitelerin dört ayağı bulunduğunu hatırlattı.
Birinci ayağın üniversite denildiğinde anlaşılan eğitim ayağı, ikinci ayağın AR-GE çalışmaları olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “AR-GE ile ilgili daha yeni bir yapılanma hayata geçirdik. AR-GE’ye yönelik politikalarla ilgili ayrı bir birim kurduk. TÜBİTAK’ın yeni açıkladığı üniversitelerin yetkinlik hacimleri ve kaliteleri ile ilgili grafikte nörobilim, psikiyatri ve psikoloji alanlarında ilk sırada yer aldık. Diğer alanlarda da yayın kalitesi, yaptığı projeler ve diğer akademik etkinlikler açısından TÜBİTAK’ın istatistikleri bizi sevindirdi. Tabii devam etmek gerekiyor, sürdürülebilirlik önemli. Bir üniversitenin üçüncü ayağı bilgiyi ürüne dönüştürmesi. Yaptığı bilgiyi ticarileştirmesi, sanayi ile iş birliği yapabilmesidir. Bir üniversite bunu yapamazsa, sadece bilgi üreten ama topluma faydalı olmayan bir üniversite olur. Bilimin geleceğine katkı sağlaması gerekiyor” dedi.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Sosyal projeleri hayata geçiriyoruz”
Üniversitelerin bir diğer görevinin de toplumu bilgilendirmek olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bununla ilgili sosyal projeler gerçekleştiriyoruz. TÜBİTAK sosyal projelerle ilgili daha çok bütçe ayırdı. Bu alanda çeşitli çalışmalarımız var.Aileler Üniversitede, Gençler Üniversitede tarzında lise öğrencilerine ve ailelere üniversite ortamında eğitimlerle ilgili projelerimiz var. İstanbul Valiliği ile Aileler Üniversitede projesi için protokol imzaladık. 24 Kasım’da başlayacak projede birçok aileye dokunacağız” dedi.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Fi-jital Üniversite kavramını hayata geçirdik”
Üsküdar Üniversitesi olarak hayatın her alanını etkileyen pandemi dönemine uyum sağlamayı başardıklarını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, fi-jital üniversite kavramını hayata geçirdiklerini belirterek “Yaz döneminde vizyon toplanımızı gerçekleştirdik. Pandemi bu şekilde devam ediyorken önümüzdeki yıl ne yapacağımızı değerlendirdik. Mezuniyet törenini yapamadık, Akademik Yıl Açılış Töreni zamanında da pandeminin artacağını öngörüyorduk ve öyle oldu. Bunun üzerine toplantıda yüz yüze ile dijital eğitimi birleştirmeye yönelik ‘Fi-jital’ Üniversite kavramını hayata geçirmeyi kararlaştırdık. Sağlık alanındayız biz ve bu alanda uygulama önemli. Uygulamadan kopmamak gerekiyordu. Uygulamadan kopmamak için de gelebilecek öğrencileri yüz yüze seyreltilmiş şekilde, gelemeyecek öğrencileri de uzaktan hep canlı sınıf ortamında bulunmalarını sağlayarak akademik takvimi bozmadan eğitime bu şekilde başladık. Bu haftaya kadar ilerleyebildik ama bu hafta pandemi uçuşa geçti. Uçuşa geçtiği için de biz yeniden değerlendirme yapıyoruz. Bazı zorunlu olanlar dışında canlı sınıf şeklinde dijitale daha çok ağırlık vermek gibi bir planımız var” dedi.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Uzaktan öğretim olur ama uzaktan eğitim olmaz”
Üsküdar Üniversitesi akademisyenlerinin bu süreçte büyük fedakarlıkları olduğunu kaydeden Tarhan, “Pandeminin zorluklarına karşı öğrenci danışmanlığı konusunda, sınıf yönetimleri ile kazasız ve belasız bir şekilde atlatabilmemizde çok faydaları oldu. Yaptığımız Fi-jital manifestoyu da tekrar okumamızda fayda var. Orada ‘Uzaktan öğretim olur ama uzaktan eğitim olmaz’ dedik. Bunu vurguladık. Eğitim usta – çırak işidir. Hoca ile öğrencinin usta – çırak ilişkisi var. Biz sadece bilim öğretmiyoruz aynı zamanda sanat da öğretiyoruz. Sanatta da usta – çırak ilişkisi önemli. Bu ilişkinin olması için de yüz yüze olma zorunluluğu var. Olamadığı zamanlarda telafi edeceğiz. Öğrencilerimizin en iyi eğitimi alması için öğrencinin yüksek yararını hedef ediniyoruz. Eğitim politikalarında karar verirken birçok konuda bizim için öğrencinin yüksek yararı stratejik bir ölçüttür. Buna göre hareket ediyoruz. Pandemi döneminde de buna önem verdik, umuyoruz ki bu sıkıntılı günler geçecek” dedi.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Pandeminin psikolojik boyutu ihmal edilmemeli”
Pandemi sürecinin psikolojik boyutunun mutlaka ele alınması gerektiğini vurguluyan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Pandeminin bütün dünyada yaptığı ikinci alevlenmesiyle ilgili görüşleri Levent Hocamızdan alacağız ama işin psikolojik boyutunun da önemli olduğunu hatta Dünya Sağlık Örgütü’nün psikiyatrik hastalık pandemisinden söz eden bir açıklaması olduğunu okudum. Bu da işin diğer bir ciddi yönü. O halde pandemiye karşı duruş önemli. Çin’in pandeminden sonra bir üniversite ile hazırlanan raporunu okumuştum. O raporda ‘Biz pandemiyi sosyal izolasyon ile değil sosyal iş birliği ile çözdük’ diyordu. Sosyal iş birliği ile çözülen bir pandemi, toplumla sağlık çalışanlarının, pandemi epidemiyologlarının, halk sağlığı uzmanlarının ve enfeksiyon uzmanlarının bunu iyi yönetmesi gerekiyor. Yeter ki kurallara uyulabilsin” dedi.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, gençlere tavsiyelerde bulundu
Gençlere tavsiyelerde de bulunan Tarhan, “İnsan doğarken bazı şeyleri seçemiyor. Anne ve babasını, kendi cinsiyetini, etnik coğrafyasını ve etnik kökenini seçemiyor. Ama koronayı da seçemiyor. Covid pandemisini biz hiçbirimiz seçemiyoruz. Bazı şeyleri seçebiliriz. Bir genç için neler var seçebileceği? Varlıklı olmayı seçemiyorsun ama çok çalışmayı seçebilirsin. Hayatta bazı şeyler vardır. Ahlaklı, adaletli, iyi, dürüst, çalışkan olmak gibi bütün bu insani özellikleri seçebiliriz. Bunları seçmemizin bize faydası ne olacak diye düşünürsek orta ve uzun vadede hep faydası olduğunu söyleyebilirim. Her zaman vurgulamaya çalıştığım bir kural var: Erdemli olmak mı karlıdır, çıkarcı olmak mı karlıdır? Kapitalist mantıkla ve o ahlakla düşünen kişiler hep çıkarcı olmanın karlı olduğunu söyler. Kısa vadede öyle görünür ama orta ve uzun vadede tarihte erdemli olanlar kazanmıştır. Gandi örneği gibi. Bu nedenle gençlere seçim yapma hakkını da sunmak zorundayız. Gençlik dönemi sadece kısa vadeli düşünülen, akıldan ve mantıktan çok hislerin hakim olduğu bir dönemdir. Hisleri ile hareket eden bir gence o hislerini artıran yönelimlere girilirse o genç yanlış yapmaya devam eder. O halde onun düşünen beynini de devreye sokacağız. Sadece hisseden beyniyle hareket eden bir gencin düşünen beynini de devreye sokmak bizim de sorumluluğumuzdadır” dedi.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Covid konusunda delikanlılık yapılmaz”
Pandemiyle ilişkiyi fırtınayla olan ilişkiye benzeten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Yağmur ve fırtınayı kimse istemez. Dallar kırılır, sular basar, birçok zorluklar yaşanır. Biz fırtınaya karşı ilişkimizi doğru kurarsak, yani evimizi sağlam yaparsak, tedbirlerimizi alırsak ve güvenlikli bir ortam oluşturursak fırtına olduğu zaman tedbirimizi almış oluruz ve hayatımızdan vazgeçmeyiz, sokakta kalmamış oluruz. Aynı şekilde Covid’de de öyle. Gençlere özellikle söylüyorum: Covid konusunda delikanlılık yapılmaz. Fırtınaya karşı nasıl delikanlılık yapılmazsa bu Covid için de geçerli. Muhakkak önlemleri almak çok önemli. Bilimin söylediği temizlik, mesafe ve maske kuralı önemli. Amasyalı hekim Şerafettin Sabuncuoğlu, ‘Salgın olduğu zaman iyi ye, iyi uyu, uzaktan selam ver’ diyor. Şu anda sosyal mesafe dediğimizi hatta fiziksel mesafe olması gerekiyor, bunun aynısını söylemiş. İbn-i Sina da salgın olduğu zaman herkesin kaçtığını, kendilerinin de kaçması gerektiğini söyleyen yardımcısına sağlıkçı olduklarını ve kaçamayacaklarını söylemiş. Bunu düzeltmek vazifemiz diyerek alanda kalmış ve elini sirke ile yıkayarak hastaları görmüş. O zamandan bu yana 500 – 600 yıldır bir İbn-i Sina çıkaramadık, o da ayrı bir konu. Bu da bizim ders alacağımız bir örnek. Bilimin de doğruladığı temel kurallar değişmiyor. Gençlere bunu söylemek istiyorum” diye konuştu.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Pandemi, stres yönetimini öğrenmek için bir fırsat”
Pandemi döneminden çıkarılması gereken dersler olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Genç arkadaşlara son tavsiyem de şu: Pandemi dönemi bize birçok şeyi öğretiyor. Daha çok kendimizi tanımak için bir fırsat. Zorluklara karşı, stres altında soğukkanlı kalma becerimizi geliştirmek için bir fırsat. Stres yönetimini öğrenmek için bir fırsat. Bu pandemi neden oldu, neden istediğim gibi eğlenemiyorum, gezemiyorum diye yakınmak yerine bu krizi yönetmemiz önemli. Krizin iki ayağı var. Biri tehdit ayağı, diğeri de fırsat ayağı. Fırsat ayağını yönetebilirsek gençler için özellikle kazanım olur. Hayatın zor bir döneminde bazı şeyleri başarmamıza vesile olabilir” dedi.
Prof. Dr. Levent Akın’dan ilk ders: “Covid Pandemisine Bakış”
Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi, Hacettepe Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Aşı Enstitüsü Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Levent Akın tarafından “Covid-19 Pandemisine Bakış” başlıklı yeni akademik yılın ilk dersi verildi. İlk dersin moderatörlüğünü Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Haydar Sur yaptı.
Prof. Dr. Levent Akın: “Pandemileri bitirmenin tek yolu aşılamadır”
Pandeminin dünyada ve ülkemizde görülmesinden itibaren yapılan çalışmalar hakkında bilgiler veren Prof. Dr. Levent Akın, aşı çalışmalarına ilişkin de değerlendirmelerde bulundu. Dünyada 180’den fazla, ülkemizde ise 12 aşı çalışması olduğunu kaydeden Prof. Dr. Levent Akın, “Aşıya çok ümit bağlandı. Dünyada bulaşıcı hastalık salgınlarını ve pandemilerini engellemenin yegane yolu aşılamadır. Önlemlerle bazı şeyleri düzeltebiliyoruz ama buna rağmen bu hastalığın ortadan kaldırılması ve tehdit boyutunun düşürülmesi için aşıya ihtiyacımız var” dedi.
Prof. Dr. Levent Akın: “İnaktif virüs aşısının çalışmaları tamamlanmak üzere”
Prof. Dr. Levent Akın, şunları söyledi: “Dünyada çok çeşitli çalışmalar var. Hacettepe Üniversitesi Aşı Enstitüsü olarak çalıştığımız recombinant bir aşı var. En yaygın olarak kullandığımız aşılardan biri inaktif virüs aşısı. Bu Çin kaynaklı bir aşı. Türkiye’de çalışmaları tamamlanmak üzere. Çin’den de bu anlamda ciddi miktarda aşı alınacağını, muhtemelen Aralık ayında uygulanabileceğinitahmin ediyoruz. Öne çıkan konulardan biri RNA aşıları. Özellikle Almanya’da BioNTech’in yöneticisi olan Türk asıllı olması nedeniyle gurur duyduğumuz Prof. Dr. Uğur Şahin’in Türkiye’de de çalışmasını sürdürdüğü ki Türkiye’de bu çalışmasının olmasının sebebi Uğur Bey, Türkiye’de olmasını sağlamıştır.”
Prof. Dr. Levent Akın: “Aralık’ta 1 milyon doz aşı geleceğini tahmin ediyoruz”
Prof. Dr. Levent Akın, “BioNTech’in aşısının ticari olarak dağıtılması için Avrupa Birliği İlaç ve Tıbbi Malzemeler Kurulu’ndan izin çıkması lazım. Ruhsat alması lazım. Bununla ilgili faz1 ve faz2 çalışmalarına ait raporları aldı. Faz3 çalışmasının da olumlu raporunu alıp ruhsatın tamamlanmasını bekliyor. O yüzden beklenti, Aralık ayında Türkiye’de mRNA aşısının gelebileceğini tahmin ediyoruz. Çünkü Türkiye’de ciddi miktarda sözü var. Ama bütün dünya, ABD bu aşıdan 300 milyon doz istiyor. Türkiye’nin bu konuda yeteri miktarda alacağını tahmin ediyorum. Bazı tartışmalar var, sayı vermek ne kadar doğru bilmem ama Aralık ayında 1 milyon dozun geleceğini tahmin edebiliriz. Bu sayının altında da kalabilir. Çünkü aşı üretimi biraz terzilik işidir de yani üretimde bir aksilik olabilir” dedi.
Prof. Dr. Levent Akın: “mRNA aşısı, genetik yapıda değişiklik yapmaz”
mRNA aşılarıyla ilgili dünyada çok çeşitli çalışmaların olduğunu, zaman zaman asılsız iddiaların da ortaya atıldığını kaydeden Prof. Dr. Levent Akın, “Şu anda üç aşı çalışması insanlar üzerinde deneniyor. İki tanesiyle ilgili çalışması bitirmek üzere. Bazıları diyor ki ‘mRNA aşısı ki Almanya’da üretilen ve Türkiye’de yakın zamanda uygulamaya geçeceğini tahmin ettiğimiz aşıya genetik yapısına girer, genetik yapısını bozar.’ mRNA’lar kalıcı bir genetik materyal değildir. İhtiyaç olduğu zaman ortaya çıkar, gerekli protein üretimini yaptıktan sonra kendisini kaybeder. Bu hücre bilimlerini yakından bilen tüm arkadaşlarımızın bildiği bir özelliktir. Kabaca söylemek gerekirse siz RNA aşısını veriyorsunuz. Virüsün insan hücresine yapışan proteine karşı mRNA size o proteini üretiyor. O proteine karşı vücut antikor üretiyor. Antikor üreterek bağışıklık sistemini ona hazırlıyor. Dolayısıyla gerçek virüsle karşılaştığınızda hastalığı yok ediyor. Bunun başarısı %90’lar düzeyde. Net olarak altını çizeyim: mRNA aşılarının genetik yapıda herhangi bir değişikliğe sebep vermesi mümkün değildir” diye konuştu.
Prof. Dr. Levent Akın, Covid-19’un bulaş yollarına ilişkin yapılan çalışmalara da değinerek bulaş riskinin en çok aile içinde aile bireyleri, arkadaş ve eş dost arasında olduğunu, seyahat etmenin, toplu taşıma araçlarının da önemli oranda risk barındırdığına dikkat çekti.
Yükselen akademisyenler cübbe giydi
ZOOM, ÜÜ TV ve Youtube hesapları üzerinden de canlı seyredilen Akademik Yıl Açılış Töreninde akademik yükseltme cübbe giyme merasimi de düzenlendi. Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan tarafından Prof. Dr. Ali Kocailik, Prof. Dr. Aslı Umut Dinç, Prof. Dr. Barış Metin, Prof. Dr. Burhan Pektaş, Prof. Dr. Ebru Öztürk, Prof. Dr. Ece Harman, Prof. Dr. Feride Gökben Hızlı Sayar, Prof. Dr. İbrahim Fırat Helvacıoğlu, Prof. Dr. Remzi Abalı, Prof. Dr. Sabri Cavkaytar, Prof. Dr. Sevgi Kızılcı Öz, Prof. Dr. Sevim Işık, Prof. Dr. Zehra Burçak Tümerdem Uluğ’a cübbeleri giydirildi.
Üsküdar Üniversitesi Rektör Vekili Prof. Dr. Mehmet Zelka da Doç. Dr. Asil Özdoğru, Doç. Dr. Aylin Yalçın Sarıbey, Doç. Dr. Emel Kaşıkçı, Doç. Dr. Gül Esra Atalay, Doç. Dr. İbrahim Arslan, Doç. Dr. İsmail Oral Hastaoğlu, Doç. Dr. Kaan Yılancıoğlu, Doç. Dr. Oğuz Tan, Doç. Dr. Özge Kılıçoğlu Mehmetcik’e cübbelerini giydirdi.
Üsküdar Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Muhsin Konuk ise Dr. Öğretim Üyesi Nebiye Yaşar, Dr. Öğretim Üyesi Nuri Bingöl, Dr. Öğretim Üyesi Öznur Karaoğlu, Dr. Öğretim Üyesi Yeşim Ünveren, Dr. Öğretim Üyesi Zeynep Gümüş, Dr. Öğretim Üyesi Ayşe Özçetin Şenöz’e cübbelerini giydirdi.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: Evlilik, iyi bir kombin olabilmektir
İstanbul Valiliği’nin desteğiyle Üsküdar Üniversitesi ve NPİSTANBUL Beyin Hastanesi iş birliğinde hayata geçirilen Aileler Üniversitede Projesi, İstanbul’un dört ilçesinde uygulanmaya başlıyor. Üsküdar, Pendik, Gaziosmanpaşa ve Eyüpsultan kaymakamlıkları tarafından belirlenen katılımcılara “Zor Günde Aile” başlığında ilk dersi veren Prof. Dr. Nevzat Tarhan, ailede iki sihirli anahtar kavramın güven ve iş birliği olduğunu vurguladı. Evlilik iyi bir kombin olabilmektir diyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Aile bir iletişim ve güven alanı. Güven olması için sevgi gerekiyor. Sevgi var ama güven yoksa yine olmuyor. Sevgi + dürüstlük = güven ortaya çıkıyor” dedi. Tarhan, boşanma olaylarının temelinde sevgi ve güven zayıflaması olduğunu da sözlerine ekledi.
İstanbul Valiliğinin desteğiyle Üsküdar Üniversitesi ve NPİSTANBUL Beyin Hastanesi iş birliğinde hayata geçirilen Aileler Üniversitede Projesi, İstanbul’un Üsküdar, Pendik, Gaziosmanpaşa ve Eyüpsultan ilçelerinde uygulamaya başlıyor. Kaymakamlıklar tarafından belirlenen ailelere, çiftlere ve gençlere yönelik eğitimler, 24 Kasım 2020 tarihinde başlayacak.
Aileler Üniversitede Projesi’nin ilk dersi, pandemiyle mücadele önlemleri çerçevesinde yaklaşık bin kişinin katılımıyla çevrimiçi olarak gerçekleşti. Toplantıya Gaziosmanpaşa Kaymakamı Numan Hatipoğlu, Eyüpsultan Kaymakamı İhsan Kara, Pendik Kaymakamı Dr. Hülya Kaya ve Üsküdar Kaymakamı Murat Sefa Demiryürek katıldı.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan’dan ilk ders: “Zor Günde Aile”
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Zor Günde Aile” başlıklı ilk ders niteliğindeki seminerinde toplumun temeli olan ailenin güçlü olması için gereken etkenleri ve tavsiyelerini paylaştı.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Toplumsal fayda için harekete geçtik”
Aileler Üniversitede Projesi kapsamında Üsküdar Üniversitesi olarak şu anda sadece Türkiye için değil insanlık için geleceğin ihtiyaçlarını öngörmeye ve onunla ilgili çözümler üretmeye çalıştıklarını kaydeden Tarhan, “Sadece sorun odaklı değil, çözüm odaklı bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Bu çerçeve içerisinde, bizdeki bilgi setini insanlarla paylaşmanın sorumluluk olduğunu düşünüyoruz. Hatta paylaşmamak vebaldir. Ailede ve insan ilişkilerinde bununla ilgili elimizdeki bilgilerin paylaşılması ve anlatılması gerekir. Bu nasıl olur? diyerek bundan hareketle bizi harekete geçiren fikir buydu. Bilgileri topluma paylaşıp bireysel fayda yerine toplumsal fayda yerine neler yapabiliriz? diye düşündük ve pandemi başlamadan önce geçtiğimiz yıl bir proje çalışmasına başladık” dedi.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, İstanbul Valisi Ali Yerlikaya’ya teşekkür etti
Projenin ilk etabında önemli sonuçlar elde ettiklerini ve projenin kendini ispat ettiğini kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bir sonraki aşamada İstanbul Valisi Ali Yerlikaya ve Vali Yardımcısı Abdurrahman İnan’ın da projeye çok değerli destekler verdiğini belirterek kendilerine teşekkür etti.
Tarhan: “Aileyi zayıflatan üç hastalık var”
Günümüzde aileyi zayıflatan üç hastalık olduğuna dikkat çeken Tarhan, “Birincisi sekülarizm. İkincisi sosyal anomi. Üçüncüsü bireycilik. Sekülarizm biraz kirlenen bir kavram oldu. TDK’da anlamı dünyacılık diye geçiyor. Sekülarizmi politize etmemek gerekiyor. Dünyacılık, ölüm ve sonrası yok gibi yaşama. Sekülarizmde vicdani sorumluluğu zayıflayan, bencilleşen insan aileyi ayak bağı gibi görüyor. Bu düşüncede olan kişi eşi hasta oluyor, ‘Bana ne dünyaya bir defa geldim’ deyip hemen boşanıveriyor. Benmerkezcileştiriyor insanı. İkincisi sosyal anomi. Bu aileyi de zayıflatıyor tabi. Toplumu koruyan sosyal duvarlar var. Sosyal baskı, sosyal normlar da diyebiliriz. Aileyi de bunlar koruyordu daha önce. Çocuk yanlış bir şey yaptığı zaman komşu onu uyarabiliyordu. Ama şu anda sosyal normlar bozuldu. Aile artık kendi kendini korumak zorunda. Sosyal hastalıklara karşı aile son sığınak haline geldi. Üçüncüsü de bireycilik” diye konuştu.
Aileyi değil, bireyi kutsal gören anlayışın modern yaşamın hatalı öğretilerinden biri olduğunu kaydeden Tarhan, “Çocuklarımız popüler kültürle böyle büyüyor. Böyle büyüyen çocuk da ufak bir krizde evliliği bitiriyor. Bunların hepsi değer yargılarımızdır, karar verirken bunlara göre karar veriyoruz” dedi.
Tarhan: “Sevgi ve dürüstlük birleşince güven ortaya çıkıyor”
Aile kurumunun bir kişiliğe sahip canlı bir varlık olduğunu ifade eden Tarhan, “Örgütsel psikolojide aile bir iletişim ve güven alanı. İlk psikiyatri tecrübelerimizde sevgi yuvası deniyordu, şimdiyse güven alanı deniyor. Çünkü güven olması için sevgi gerekiyor. Sevgi var ama güven yoksa yine olmuyor. Sevgi + dürüstlük = güven ortaya çıkıyor. Güvenin olması için sadece sevgi yetmiyor. Ailenin kişiliği vardır. Şu anda boşanma olaylarında geçim sıkıntısı deniyorsa o işin görünen kısmı gibi oluyor. Görünmeyen kısmı sevginin, güvenin zayıflamasıdır. Geleceğini güvende hissetmiyorsa, sevmiyorsa aileye yatırım yapmıyor insan. Onun için bunları nasıl artıracağımıza odaklanmamız gerekiyor” dedi.
Tarhan: “Sıcak bir atmosfer olmayan evde sağlıklı çocuk yetişmez”
Ailede tutum kalıpları bulunduğunu kaydeden Tarhan, çiftlerin yaklaşımlarının önemine işaret ederek şunları söyledi:
“Koruyuculuk, müdahalecilik, anne ve baba rolleri, demokratik işleyiş, baskıcılık, karı – koca geçimsizliği… Türk toplumunda en çok rastladığımız ailede annenin müdahalecilik seviyesi çok yüksek çıkıyor. Koruyuculuğun dozunu kaçırmış anneler var, çocuğun bu durumda hiç özgür iradesi olmuyor. Aile içinde işleyişte her konuşulabiliyor mu, yoksa baba gelince herkes bir tarafa kaçıyor mu, korku odaklı bir disiplin mi var, sevgi odaklı bir disiplin mi var bunlara bakılıyor. Eşlerin geçimsizliği de ailede tutum kalıpları açısından çok önemli. Evde sıcak bir atmosfer yoksa orada sağlıklı çocuk yetişmez. Herkesin eve seve seve gelmesi gerekiyor. İstemeyerek geliyorlarsa o ev sevgi yuvası değildir, güven alanı değildir o ev. O evde mutluluk olmuyor. Bir babanın çocuğuna vereceği en güzel hediye annesini sevmesidir. Akıllı erkekler bunu yapıyor. Çocuğun annesini sevdiği zaman mutlu oluyor.”
Tarhan: “İyi iş birliği varsa ömür boyu aşka dönüşebiliyor”
Sevginin kimyası olduğunu belirten Tarhan, “Sevgi daha önce edebiyatçıların, şairlerin konusuydu. Ama 90’lı yılların ardından sinirlerin, duyguların nörobilimi anlaşıldıktan sonra sevginin de kimyası ortaya çıktı. Uyku, iştah, dopamin, norepinephrine, serotonin ve büyüme hormonu sevgi esnasında ortaya çıkan çekimle ilgili kimyasallardır. Patolojik aşk hastalıktır. Eğer iyi iş birliği varsa aşk yönetilirse ömür boyu aşka dönüşebiliyor. İyi ilişki varsa sevginin olduğu, güvenin, aile değerlerinin olduğu bir ilişkiyse aşk sevgiye dönüşüyor, sürdürülebilir bir hale geliyor. Uzun ömürlü bir duygu haline gelebiliyor” dedi.
Tarhan: “Ailede iki sihirli kavram, güven ve iş birliğidir”
Aileyi bir arada tutan değerlere de dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Meşveret, eşitlik, özerklik, hakkaniyet, sevgi, güven, paylaşımcılık, maddi ve manevi kazanımlar bu değerlerdendir. Ailede iki tane sihirli anahtar kavram var. Biri güvenirlilik kavramı. 2009’da 54 bin kişi üzerinde yapılan bir çalışmada ailedeki liderde aranılan ilk özellik dürüstlük. Bu ailede de geçerli. Liderlik çemberinde de ortada güven vardır. Sonra değerler, yeterlilik gibi kavramlar geliyor. Çark güvenin üzerinde dönüyor. Aile içerisinde şaka bile olsa yalan söylememek gerekir. Sevginin en büyük düşmanı yalandır, beyaz yalan bile olsa. Açık, şeffaf ve hesap verilebilir ilişki ailede en önemli güven sağlayıcıdır ve ailenin liderini belirler. Ailenin lideri erkek veya kadın değildir. Ailenin lideri olayları dürüstçe yöneten, çocuklarla ve eşle ilişkiyi ilişkiyi yönetebilendir. Çocuk dürüst olana güvenir. Yalancı anne veya babaya güvenmez. Onun için dürüstlük ailede önemli bir değer. İkinci önemli değer de iş birliği kavramı. Ailenin huzurunu bu belirliyor. V uçuşu yaban kazlarının kıtalararası saatlerce uçuş şeklidir. Öndeki kuş devamlı kanat çırpıyor, bir boşluk oluşturuyor, o 10 defa kanat çırpıyorsa arkasındakiler 3-5 kez kanat çırpıyor. En öndeki yorulunca sıra değiştiriyorlar. Onlar müthiş bir aile olmuşlar ama insanoğlu kazdan ilham alması gerekirken bunu yapmıyor. Demek ki aile olmak için takım olmak gerekiyor. Biz bilinci önemli. Evlilik iyi bir kombin olabilmektir.” diye konuştu.
Pendik Kaymakamı Dr. Hülya Kaya: “Proje güzel bir şekilde uygulanacak ve daha da büyüyecek”
Pendik Kaymakamı Dr. Hülya Kaya, projeyi en başından beri takip ettiklerini belirterek “Ne kadar kıymetli ve değerli bir çalışma ortaya konacağını da ilk günde şahidim. Sayın valimizin de destekleriyle bu proje hayata geçiyor. Bunun heyecanını yaşıyoruz. İnşallah proje güzel bir şekilde uygulamaya geçecek. Bu projenin çıktılarını duyan, katılanlar diğerlerine de tavsiye edecekler. Belki ikinci bir tur daha yapılabilir. Bu eğitimi alacak katılımcılar çok değerli hocalarımızdan eğitimleri aldıktan sonra, arkadaşlarına da tavsiye edecekler. Bu çok ciddi bir ihtiyaç sahada. Belki ikinci tur, üçüncü tur olarak yapabilirsek, çok güzel olur diye düşünüyorum” diye konuştu.
Üsküdar Kaymakamı Murat Sefa Demiryürek: “Huzur, güven ve sevgi ortamı çocuğun kendini varlıklı hissetmesine büyük katkı sağlıyor”
Üsküdar Kaymakamı Murat Sefa Demiryürek ise projede yer almaktan duyduğu memnuniyeti ifade ederek Üsküdar Üniversitesi ile muhtelif projelerde beraber çalıştıklarını ve çok verimli işler yaptıklarını dile getirdi.Prof. Dr. Nevzat Tarhan liderliğinde Üsküdar Üniversitesi’nin çalışmalarını büyük bir beğeniyle izlediklerini kaydeden Demiryürek, “Aile konusunda özelden bir şey söylemek istiyorum. Ben altı çocuklu bir ailenin ferdiyim. Dördüncü evlatlarıyım. Halen yaşlarımız ilerlemesine rağmen birimizin parmağına bir diken batsa diğer onun acısını hisseder. Bugünkü standartlarla dönüp geçmişe baktığımda ekonomik açıdan alt-orta sınıf olarak nitelendirebileceğimiz bir durumda olmamıza rağmen biz çocuk mahilesinde hep kendimizi varlıklı olarak gördük. Bugünkü aklımla baktığımda olaya ailedeki huzur, güven ve sevgi ortamının çocuğun kendini varlıklı hissetmesine yetecek kadar önemli bir katkı sağladığını düşünüyorum. Şimdi de aynı ortamı kendi çocuklarım için kurmaya gayret ediyorum” dedi.
Gaziosmanpaşa Kaymakamı Numan Hatipoğlu: “Aile konusunda ülkemizdeki en önemli çalışmaların başında yer alacak bir proje”
Gaziosmanpaşa Kaymakamı Numan Hatipoğlu, Üsküdar Üniversitesi başta olmak üzere projede de emeği geçen tüm ekiplere teşekkür etti. Projenin hayırlara vesile olmasını dileyen Hatipoğlu, “Projenin ülkemizde de aile açısından gerçekten çok önemli çalışmaların en başına yerleşeceğini dilediğimi umut ettiğimi de ifade etmek istiyorum. Tüm proje ekibine paydaşlara ve bu projeden faydalanacak olan çok değerli ailelere de buradan sevgilerimi saygılarımı sunuyorum” dedi.
Eyüpsultan Kaymakamı İhsan Kara: “1546 aileyi davet ettik”
Eyüpsultan Kaymakamı İhsan Kara da Prof. Dr. Nevzat Tarhan başta olmak üzere projede emeği geçenlere teşekkür ederek “Programın hayırlı olmasını ve ailelerin temellerini sağlamlaştırıcı, toplumsal etkiye sahip olmasını ve örnek olmasını diliyorum. Katılım olması için Kaymakamlık olarak duyuruları yaptık, 1546 aileyi bizzat davet ettik. Yüksek bir katılım olacağını ümit ediyoruz. Eğitime devamlılık özelliğini ve önemini vurguladık” dedi.
Çiğdem Demirsoy: “Eğitimler 24 Kasım’da başlayacak”
Proje Koordinatörü Uzman Psikolog Çiğdem Demirsoy, Aileler Üniversitede Proje Sunumunda projenin İstanbul’un Üsküdar, Pendik Gaziosmanpaşa ve Eyüpsultan ilçelerinde kaymakamlık tarafından belirlenen kişilere yönelik olarak gerçekleştirileceğini söyledi. Pandemi önlemleri kapsamında çevrimiçi olarak haftanın bir günü yapılacak eğitimlerin 6 hafta boyunca devam edeceğini belirten Çiğdem Demirsoy, eğitimlerin sonunda katılım belgesi verileceğini kaydetti.
Çiğdem Demirsoy’un verdiği bilgiye göre belirlenen grup ve hedefler şöyle olacak:
Beyaz Grup: 18 yaş altındaki bireylerin duygusal olgunluk ve ilişki yönetimi konusunda eğitilmesini sağlamak.
Pembe Grup: 18 yaş üzeri bireyler ve evlilik hazırlığındaki çiftlerin “Evlilik ve Aileyi” ilgilendiren konularda bilinçlenmesini sağlamak.
Turuncu Grup: Henüz problem yaşamasa da risk altında olan çift ve ailelerin desteklenmesini sağlamak.
Kırmızı Grup: Profesyonel yardım almayı gerektirecek düzeyde probleme sahip ailelerin rehabilite ederek güçlendirilmesini sağlamak.
Proje Danışmanı Dr. Nebiye Yaşar ise proje kapsamında yapılması planlanan çalışmalara ilişkin bilgiler verdi.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Prof. Dr. Özbaran, “Disleksinin tedavisi; kaliteli ve yoğun özel eğitimdir”
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahili Tıp Bilimleri Bölümü Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Nazlı Burcu Özbaran, “5-11 Ekim Dünya Disleksi Haftası” kapsamında, halk arasında disleksi olarak bilinen özel öğrenme güçlüğünün nedenleri, teşhisi ve ailelerin dislektik çocuğa yaklaşımı gibi hastalığa dair önemli açıklamalarda bulundu. Prof. Dr. Özbaran, disleksi tanısı konduktan sonra tedavisinin kaliteli ve yoğun özel eğitim olduğunu söyledi.
Disleksinin belirtilerinden ve tanısından bahseden Prof. Dr. Özbaran, “Özel öğrenme güçlüğü, dinleme, konuşma, okuma, yazma, akıl yürütme, matematik becerilerinin kazanılmasında ve kullanılmasında önemli güçlüklerle giden heterojen bir bozukluktur. Özel öğrenme güçlüğü olan çocuk ve gençler, zekâ düzeylerinin normal olmasına rağmen, öğrenmede ve okumada kronolojik yaşa göre beklenenden daha fazla güçlük, aşırı çabayla ya da yavaş sözcük okuma, okuduğunu anlamada güçlük yaşayabilirler” dedi.
“Kaliteli okul öncesi eğitim disleksi için koruyucu olabilir”
Özel öğrenme güçlüğünün, kliniği okuma zorlukları ile giden alt belirti kümesine “disleksi” dendiğini ifade eden Prof. Dr. Özbaran, “Genelde halk arasında disleksi özel öğrenme güçlüğünü ifade etmek için kullanılır ancak özel öğrenme güçlüğü üst başlığı altında disleksi yanı sıra; yazı biçim bozuklukları, bitişik yazma, sayfa ve paragraf düzenini sağlayamama, dilbilgisi ya da noktalama yanlışları gibi yazılı anlatım sorunları belirtileriyle giden ‘disgrafi’ ve sayısal (matematik) bozukluğu dediğimiz, çocukların sayı algısı, sayı gerçekleri ya da hesaplama güçlükleri yaşadığı, sayıları, bunların büyüklüğünü ve ilişkilerini anlamasının zor olduğu ‘diskalkuli’ de bulunmaktadır” diye konuştu.
Disleksinin nedenlerinin arasında en çok genetik etmenlerin ön plana çıktığının altını çizen Prof. Dr. Özbaran, “Disleksi nedenleri arasında en çok kalıtımsal, genetik etmenler ön plana çıkmaktadır. Erken doğum, doğumsal komplikasyonlar çevresel faktörler olarak sayılabilir. Yine İngilizce gibi saydam olmayan dillerde, yatkınlığı olan çocukların daha çok klinik belirti ortaya çıkarttığı da bilinmektedir. Kaliteli okul öncesi eğitimin disleksi yatkınlığı olan çocuklarda belirtilerin ortaya çıkmasında koruyucu ve önleyici olabileceği de bilinmektedir” dedi.
“Ebeveyn eğitimi hastalıkta önemli”
Anne, baba veya eğitmenlerin disleksi hastalarına yaklaşımı konusunda da açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Özbaran, “Anne babaya psikoeğitim vermek tedavinin başlangıcıdır. İyi bir özel eğitim programı oluşturmak, okul ortamının çocuğa destek verecek şekilde düzenlenmesi, okul içi bireysel eğitim programlarının özel eğitime paralel yürütülmesi önemlidir. Bir çocuk ve ergen psikiyatristinin takibinde olmak, olası çıkabilecek ek psikiyatrik ve psikososyal sorunları öngörüp çocuğu disleksisi nedeniyle travmatize olmayacağı ortamı sağlamak, eşlik eden psikiyatrik hastalıkların tedavisini düzenlemek ve bu şekilde çocuğun ve gencin ruh sağlığını korumak tedavinin temelidir” dedi.
“Dislekside en birincil tedavi: korumak”
Disleksi teşhisinde ve tanısında her zaman bir çocuk ve ergen psikiyatristinin muayenesi ve değerlendirmesinin esas olduğunu söyleyen Prof. Dr. Özbaran, “Tanı için her zaman bir çocuk ve ergen psikiyatristinin muayenesi ve değerlendirmesi esastır. Detaylı gelişim, aile öyküsü ve anamnez alınması, çevresel ve genetik etmenlerin gözden geçirilmesi, ek psikiyatrik ve tıbbi bir hastalığının olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Psikiyatrist gerek görürse tanı için yardımcı ölçek, test ve tıbbi inceleme isteyebilir” dedi. Dislekside en birincil tedavinin korumak olduğunu söyleyen Prof. Dr. Özbaran, “En birincil tedavi korumaktır. Erken yaşta ses farkındalığının oluşturulması, iyi bir okul öncesi eğitimi koruyucu olabilir. Disleksi tanısı konduktan sonra tedavisi; kaliteli ve yoğun özel eğitimdir. Eşlik eden psikiyatrik hastalıkların gözden kaçırılmaması ve psikiyatrik tedavisi, disleksi için alınacak özel eğitimden faydalanma oranını artıracaktır. Disleksiye çok yüksek oranlarda dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunun (DEHB) da eşlik ettiği bilinmektedir. Özel öğrenme güçlüğüne sıklıkla eşlik eden DEHB, depresyon, kaygı bozuklukları, otizm spektrum bozukluğu gibi hastalıkların tedavisi önemlidir” diye konuştu.
“EÜ olarak sosyal biliş ve beceri eğitimleri düzenleyeceğiz”
Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Anabilim Dalında yürütücülüğünü üstlendiği “Özel Öğrenme Bozukluğu Olgularında Sosyal Biliş ve Dismorfolojik Özellikler” başlıklı uzmanlık tezinin yayın aşamasında olduğunu ifade eden Prof. Dr. Özbaran, “Bu çalışmada özel öğrenme güçlüğü olan çocukların hem tıbbi hem de sosyal biliş alanındaki defisitlerini detaylı inceledik. Önceden beri olan klinik gözlemlerimizi bir araştırmada çalışmak çok ufuk açıcı oldu. Sosyal beceri konusunda gereksinimleri olduğunu klinik olarak gördüğümüz bu grup çocukların, yaşıtlarına göre bazı zihin kuramı testlerinde daha geride olduğunu tespit ettik. Bu açıdan da Anabilim Dalı olarak sosyal biliş ve beceri eğitimleri düzenlemeyi planlamaktayız” diye konuştu.
Ayrıca bölümde özel öğrenme güçlüğü tanısı olan çocuk ve gençlerin özel alt birim polikliniklerinde çok yakından hem tıbbi hem psikososyal olarak takip edildiğini belirten Prof. Dr. Özbaran, “Yine erken tanılama polikliniğimizde de risk faktörü olan çocuklar, erken dönemde tespit edilip koruyucu ruh sağlığı olarak gerekli önlemler alınarak aile ve okul ile birlikte çalışılmaktadır” diye konuştu.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)