Etiket arşivi: eğitimde

Uzaktan eğitimde fırsat eşitliği için Nescafé ve Türk Eğitim Vakfı el ele

Nescafé ve Türk Eğitim Vakfı (TEV), 81 ilde öğrenim gören gençlere teknoloji desteği sağlamak için geçen yıl başlattığı iş birliğini bu yıl da sürdürüyor. Şimdiye kadar üniversiteli öğrencilere burs ve online eğitim desteği veren iki kurum, bu yıl pandemi nedeniyle de artan teknoloji ihtiyacına karşılık öğrencilere Türk Eğitim Vakfı’nın başlattığı “Uzaktan Eğitimde Eşit Fırsat Hareketi” ile destek veriyor. Nescafé, bu uzaktan eğitim hareketini çektiği filmle de sosyal medya üzerinden gençlere duyuruyor. 
Gençlerin en sevdiği kahve markası olan Nescafé’nin, iki yıl önce Türk Eğitim Vakfı ile imza attığı iş birliği, bu yıl “Uzaktan Eğitimde Eşit Fırsat Hareketi” ile hız kesmeden devam ediyor. Bugüne dek yapılan çalışmalarla uzaktan eğitime teknolojik desteğin yanı sıra bursiyerlerin Nestlé’de staj imkanına kadar gençlerin eğitimine maddi ve manevi pek çok alanda katkı sağlandı. Nescafé aynı zamanda “Uzaktan Eğitimde Eşit Fırsat Hareketine desteğini, imza attığı kısa ama etkili mini filmi de sosyal medya kanallarından gençlerle buluşturdu.
Nescafé, TEV ile iş birliğini, yedi yıldır kendilerini üst üste Türkiye’nin en sevilen kahvesi seçen gençlere teşekkür etmek amacıyla başlattı. Şimdiye kadar bursiyerlere sadece maddi katkı sağlamakla kalmayan marka; gönüllü olarak Nescafé çalışanlarının sağladığı mentorluk desteğiyle gençlere eğitim ve iş hayatında ihtiyaç duydukları rol modelleri sunarak, manevi olarak da yanlarında yer aldığını gösterdi. Nescafé, gençler sadece gelecek hayalleri ile meşgul olsun, eğitimlerine kesintisiz devam edebilsin diye 81 ilde genç öğrencilere verdiği teknoloji desteğiyle onların yanında olmayı sürdürüyor.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

Eğitimde Markalaşmak

İzmir’in önemli markalarıyla genç iş insanlarını buluşturan EGİAD Ege Genç İş İnsanları Derneği, son marka toplantısında eğitimde lider kurumlardan İzmir Türk Koleji Genel Müdürü Yiğit Tatış’ı konuk etti. Pandemi sürecinde sağlık kadar toplumun tüm kesimlerini derinden etkileyen eğitimdeki gelişmelerin ve markalaşmanın konuşulduğu etkinliğe ilgi büyüktü.
Eğitim dünyasında dönüşümün dinamiklerini ortaya koyan ve 80’nin üzerinde katılımcının yer aldığı etkinlik EGİAD Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Aslan’ın açılış konuşmasıyla başladı. Günümüzde markanın, ticaretin olmazsa olmaz koşulu haline geldiğini belirten EGİAD Başkanı Aslan, “Markalar firmaların ayakta kaldıkları sürece hatta bazen firmalardan bile uzun süre yaşayabilirler, ürünler ise bir süre sonra kullanım dışı kalıp yok olup gidebilirler. İşte uzun süreçte kazanmak ve pazarda varlığını sürdürmek isteyen firmalar bundan dolayı markalarına yatırım yapıyorlar ve marka olmak için uğraşıyorlar. Bu gerçekten uzun soluklu bir süreçtir. Bugün yatırım yapıp yarın sonuç almak gibi beklentileri olanlar hayal kırıklığına uğrayabilirler. Bu süreçte ancak uzun soluklu davranabilenler kazanabiliyor” dedi. Bütün sektörler için geçerli olan markalaşmanın eğitim sektörü için de geçerli olduğunu hatırlatan EGİAD Başkanı Mustafa Aslan, “Yoğun rekabetin yaşandığı, toplumların bilinçlendiği günümüz koşullarında öğrencinin eğitim hizmetini satın alması, okulu tercih etmesi için haklı bir gerekçesinin bulunması gerekir. Eğitim kurumunu kendisi ile özdeşleştirmeli, yaşam biçimi ile ilişkilendirmeli ve hizmeti satın almayı yaptığında kendini iyi hissetmelidir. Son 10-15 yıldır Türkiye’de belli sayıda eğitim kurumları markalaşma sürecine girmiştir. Bazıları güçlü bir marka olarak kendilerini hissettirmeye başlamışlardır. Bu süreçte ayakta kalmak ve süreklilik göstermek isteyen tüm özel eğitim kurumlarının tek çaresi markalaşmak ve kaliteli hizmet vermektir. Çünkü kalite günümüzde bireysel ve kurumsal başarının anahtarı olarak kullanılmaktadır” diye konuştu.
Türkiye’de Çok Yönlü Eğitime İhtiyaç Var
Eğitimde marka olmanın üretimde marka olmaktan çok daha zor olduğunu dile getiren EGİAD Başkanı Mustafa Aslan, “Kendimizden pay biçersek; kendi çocuklarımızın nasıl da üzerine titriyoruz her ayrıntıya nasıl da önem veriyoruz. Karşımızdaki eğitim kurumu bu bakış açısında ve olağanüstü hassas binlerce kişi ile sürekli ilgilenmek durumunda. Eğitim, içinde birçok dinamiği barındıran bir sektör. Değişim yapılırken de çok dikkatli olmak gerekiyor. Eğitimin en büyük riski bu. Çıktıları çok geç olduğu için, değişimin planlamasını da çok düzgün yapılmalı. Türkiye’de çok yönlü bir eğitime ihtiyaç var. Akademik başarı zaten zorunlu, olmazsa olmaz bir şey. Okulun onun üstüne ne koyabildiği önemli. Çocuğu hayata hazırlamada, okulun akademik başarısının üstüne ne koyabildiği önemli” şeklinde konuştu.
Eğitimde Markalaşma Tüyoları
Türkiye’nin vakıflar haricinde kurulan ilk özel okulu İTK İzmir Türk Koleji’nin, 3. kuşak yönetimiyle 70 yılı aşkın bir geçmişe sahip bulunduğunu dile getiren Genel Müdür Yiğit Tatış ise, misyon ve kuruluş hikâye sürecini aktararak konuşmasına başladı. Kurum kültürü ve kurumsallaşmanın önemine de değinen Tatış, iyi bir markalaşma için bu yapıyı koruyan uzgörülü yapının çalışanlara kadar aktarılması gerektiğini ifade etti. Atatürk ilkelerinin kendileri için önemli bir çizgi olduğunu ifade eden Yiğit Tatış, sadece bir okul markası değil toplumsal hizmet çerçevesinde bir amacı görev edindiklerini vurguladı. Mezunlarının başarısının kendileri için önemli bir gösterge olduğunu kaydeden Tatış, sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Kurucumuzun attığı değer tohumlarıyla, uzgörüsüyle, gençlere verdiği önemle, etik değerleriyle, çalışkanlık ve dürüstlük anlayışıyla, eğitim sistemimize bakış açımızla bir marka yarattık. Mezunlar derneğimiz bizim çizgimizin dışına çıkmamamızı sağlayan en güzel denetmen kurumlarımızdan biri olarak işlemekte. Biz bu yönümüzün de güçlü olmasını istemekteyiz. Her markanın sorumluluğu var. Marka sahibinin manevi sorumluluğu taşıması gerekir. Ancak böyle markaların geleceği kalıcı olabilir.”
Pandemi Süreci Teknoloji Tabanlı Eğitime Geçmeyi Sağladı
Pandemi sürecindeki eğitim şartlarını da değerlendiren İTK İzmir Türk Koleji Genel Müdürü Yiğit Tatış, orta öğretim ile yüksek okul sürecinin farklı değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayarak, “Yüksek okul teknoloji tabanlı eğitime zaten geçmek üzereydi ve geçmeliydi. Bu süreç üniversitelerin vizyonunu açtı. Orta öğretimde ise sosyal becerilerin geliştirilmesi kapsamında yüz yüze eğitime ihtiyaç duyulmakta. Teknoloji sayesinde akademik eğitim verilebilmekte. Ama psikolojik gelişime uzaktan destek olmak zor. Teknoloji sayesinde çocuklar bu süreci çok az kayıplarla atlatacak. Ancak bu süreç için devlet okullarında çocukların özel okullara göre geri kalması söz konusu olabilir. Esnek çalışmalar yapılırsa devlet okulları için de durum değişebilir. Eğitim sektörü geleneksel ve dirençli yapısıyla bugüne kadar teknoloji tabana tam olarak geçmemişti. Covid’in bu sektöre böyle bir katkısı oldu diyebiliriz. Eğitim teknolojilerinin faydasını görmüş olduk. Aynı zamanda öğretmenlik mesleğinin ne kadar zor olduğuna evlerimizden şahitlik yaptık. Bu süreç mesleğin saygınlığını geri kazandırması açısından da önemli oldu. Bir ülkenin gelişimi için en önemli adım eğitim eşitsizliğini ortadan kaldırmaktır” dedi.
İzmir Türk Koleji ve Startupfon’dan Yatırım İşbirliği
Gelen bir soru üzerine İzmir Türk Koleji ile Tatış Holdingin, erken aşama yatırım platformu Startupfon ile bir iş birliği yaparak İTK Ventures markasını hayata geçirdiğini de hatırlatan Tatış, İTK Ventures’in özellikle eğitim teknolojileri alanında faaliyet gösteren girişimcilere destek olmayı hedeflediğini kaydetti. Tatış, “Yapılan iş birliği kapsamında eğitim teknolojileri girişimleri programa başvurabilecek, seçilen girişimlere yatırım, network, deneyim aktarımı ve ölçeklenebilmeleri konularında her iki kurum tarafından destek sağlanacak. İnsanların bilgi ve becerisinin gelişmesine katkı sağlayan her türlü girişim İTK Ventures’ın ilgi alanına giriyor” dedi.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

Uzaktan eğitimde daha kısa eğitim süresi ve sık molalar başarıyı artırıyor

Pandemi salgını hayatın birçok alanını olduğu gibi eğitimi de olumsuz etkiledi. Öğrenciler, pandemi öncesinde olduğu gibi düzenli olarak örgün eğitime devam edemedikleri gibi uzaktan eğitimde de adaptasyon sorunları yaşıyor. Uzmanlar, öğrencilerin uzaktan eğitimde dikkatlerini verebilmeleri için ders sürelerinin maksimum 20-30 dakika olması ve 15 dakikalık sık molalar verilmesi gerektiğini belirtiyor. Ayrıca uzmanlar, çocukların pandemi öncesinde olduğu gibi sabah erken saatte uyanmaları, kahvaltıdan sonra okula uygun giysilerle ebeveynler ve öğretmenleri tarafından ders başına oturmalarının sağlanması gerektiğini ifade ediyor.
Üsküdar Üniversitesi NP Feneryolu Tıp Merkezi Çocuk ve Ergen Psikiyatri Uzmanı Dr. Neriman Kilit, pandemi nedeniyle zorunlu olarak uygulanan uzaktan eğitim sisteminde çocukların nasıl başarı sağlayacağına ilişkin önemli bilgiler paylaştı.
Tatilin bitti, ders başladı mesajı verilmeli
Mutlaka çocukların okula gidecekmiş gibi belirli bir saatte uyuyup belirli bir saatte uyanmaları gerektiğini belirten Dr. Neriman Kilit, “Önceden nasıl oluyorsa uyandıkları saatte kahvaltılarını yapmaları, tablet ya da bilgisayarlarının başına geçmeden önce mümkünse okul üniformalarını giymeleri sağlanmalı. Buna genelde çocuklar itiraz ediyor. Ancak bir pijama veya eşofmanla derslerin başına geçmek yerine en azından günlük bir kıyafet giyerek derslerin başına geçmelerini öneriyoruz. Burada çocuğa tatilin bittiği ve okulun başladığı mesajı verilmeli. Okula gittiğinde gördüğü derslerin şimdikinden farklı olmadığı, aynı sorumluluğu taşımaları gerektiği söylenmeli” ifadelerini kullandı.
Pandemi eğitim rutinini değiştirdi
Uzaktan eğitim sisteminin özellikle dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocuklar için öne çıkan bazı dezavantajları olduğuna işaret eden Kilit, “Bu çocukların belirli bir disiplin sistemine ve rutine ihtiyaçları var. O yüzden aslında bu çocuklar için sabah uyanmak, uyandıktan sonra kıyafetlerini değiştirip okula gitmek bile bir rutin sistemiydi ve disiplin sağlıyordu. Ancak pandemi ile birlikte bu durum ortadan kalktı. Seslerin yani onları dışarıdan uyaranların çok olmadığı sınıf ortamlarında ders görüyorlardı, şimdi ev ortamlarında ders görüyorlar ve her türlü ses, dikkat dağıtan uyaranlar olabiliyor” diye konuştu.
Bu belirtilere dikkat!
Dr. Neriman Kilit, ‘Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, genetik bir altyapısı olduğunu düşündüğümüz ve bunun çalışmalarla da kanıtlandığı psikiyatrik rahatsızlıktır’ diyerek sözlerine şöyle devam etti:
“Beyindeki dopamin dağılımı sistemi ile esas olarak ilgilidir. İlkokul 1’inci sınıftan itibaren yerinde oturmakta güçlük çeken, dersi 5 dakika fazla dinleyemeyen, evde de 5 dakikadan daha uzun bir süre ders çalışmak istemeyen ve okulu reddeden, sürekli dolaşma ihtiyacı duyan, ders çalışırken çok çabuk dikkati dağılan, çevresindekiler konuşurken sürekli sözlerini kesen ve ilgisiz konulardan bahseden çocuklarda dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğundan söz edebiliriz. Hem hareketlilik yani hiperaktivite hem de dikkat eksikliğinin aynı anda olması da gerekmiyor.”
Ders süreleri kısa tutulmalı!
Ders sürelerinin çok uzun tutulmamasını güzel bir uygulama olarak değerlendiren Kilit, “Zaten dikkat eksikliği ve hiperaktivitesi olan çocuklar için dikkatlerini kısa süre koruyup kontrol edebilmekten bahsediyoruz. 40 dakika uzaktan eğitim için çok uzun bir süre. Bu zamanın 20-30 dakika arasında olmasını ve sık mola verilmesini öneriyoruz. Ancak molaların da uzun tutulması da bazen dağılmaya sebebiyet verebiliyor. 10-15 dakika civarında bir molanın uygun olabileceğini düşünüyoruz. Burada ders sürelerinin uzun tutulmaması ve sık mola verilmesi önemli bir husus” dedi.
Evdeki ders ortamı çok önemli
Dersleri dinledikleri odanın öncesinde havalandırılması faydalı olacağını belirten Kilit, “Dar ve havasız ortamda özellikle dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocukların dikkati daha çabuk dağılabiliyor. Sonrasında sessiz bir hale getirilmesi gerekiyor. Örneğin televizyonun izlendiği bir oturma odası ders için uygun olmayacaktır çünkü sessizlik sağlanmalı. Oturdukları sandalyelerin ve masanın belirli bir düzende olması önemli. Dikkatlerini dağıtacak herhangi bir objenin bulunmamasına dikkat edilmeli. Sevdiği oyuncaklardan da odayı arındırmak bu anlamda fayda sağlayacaktır” ifadelerini kullandı.
Ebeveynler çocukları ile anlaşma yapmalı
Özellikle annelerin derslerde çocuğun yanında yer alması, tabii ki şimdiye kadar alışmış oldukları eğitim sistemine uygun bir durum olmadığını söyleyen Dr. Neriman Kilit, sözlerini şöyle sonlandırdı:
“Aileler, çocuklarının uzaktan eğitim ders zamanında program sayfalarını aşağı indirip cihazdan oyunlar açabileceğinden bahsediyor. Hem öğretmenlere hem ebeveynlere önemli bir görev düşüyor. Burada dersin takip edildiği cihaz dışında, cep telefonu gibi ikinci bir cihazın yanlarında bulundurulmaması ve ders dinlenirken kullanılan sayfaların aşağı indirilip oyun oynanmaması konularında çocuklarla kesinlikle anlaşılmalı. Kullanılan internet paketlerinde girebileceği siteler filtre uygulanarak kısıtlanabilir. Sürekli çocuğun yanında oturup kontrol mekanizması oluşturmak ilk bakışta avantajlı bir yöntem gibi görünse de hem çocuğun özgüveni açısından hem de çocukla bir anlaşmaya varılıp ona güvenildiğini göstermek açısından da dezavantajlar barındırıyor.”
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

Yüz yüze eğitimde koronavirüs önlemlerine uyulmalı

21 Eylül’de yüz yüze eğitime geçilmesi planlanan okullarda özellikle temizlik koşullarının sağlanmasının önemine işaret eden uzmanlar, çocuklara fiziksel mesafe ve maske kullanımına ilişkin bilgi verilmesi gerektiğini hatırlatıyor. Uzmanlar, ebeveynlerin okula “Okulum Temiz” belgesini sorması gerektiğinin de altını çiziyor.
Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Songül Özer, 21 Eylül’de yüz yüze eğitime geçilmesi planlanan okullarda gerekli tedbirler alınmasının önemli olduğunu kaydetti.
Ebeveynler okula ‘Okulum Temiz’ belgesini sormalı
Milli Eğitim Bakanlığı’nın okullarda gerekli önlemlerin alındığını ve ‘Okulum Temiz’ başlıklı bir belge verildiğini açıkladığını hatırlatan Dr. Songül Özer, “Ebeveynler yüzyüze eğitim başlamadan önce özellikle bu belgenin olup olmadığı sorgulamalı. Düzenli temizlik yapılıyor mu, yemekhanelerde masa düzeni gibi gerekli önlemler alınmış mı, sınıflardaki öğrenci sayısı azaltılmış mı, büyüklerle aynı okula giden ufak çocuklar aynı anda mı tenefüse ve yemeğe çıkıyor sorgulanmalı. Çocuk maske takıp mesafe kuralına uyup korunsa da sınıfta hemen yanına bir çocuk oturtulduğunda yine o mikroorganizmayı alma ihtimali doğuyor. Çocuklar ve aileler virüsten korunma önlemlerini alıyor fakat eğitim alanında en önemli görev Milli Eğitim Bakanlığına, okul yönetimine ve okul müdürlerine düşüyor” dedi.
Dr. Songül Özer, ebeveynlerin çocuklarına maske kullanımı, fiziksel mesafe ve temizlik kuralları hakkında mutlaka bilgi vermesi ve bunlara uyulması konusunda tavsiyelerde bulunması gerektiğini kaydetti.
Virüs daha çok aile içinde yayılıyor
Dr. Songül Özer, koronavirüsün çocukları ve gençleri etkilemediği, onlarda enfeksiyon yaratmadığı algısının da yanlış olduğuna dikkat çekti ve sözlerini şöyle sürdürdü:
“Koronavirüs, 0-100 yaş arasındaki herkesi etkileyebilir. Sadece etkileme şekli farklıdır, hastalığın seyri ve ağırlığı farklıdır. Çocuklarda ve gençlerde bağışıklık sistemini bozucu faktörler daha az olduğu için onlar daha hafif geçirirler. Altta yatan bir hastalıkları varsa, örneğin kanser hastalığı olan bir çocuksa onun hastalığı geçirdiği ağırlık 70 yaşındaki kişiyle aynıdır. Hastalığın etkisi yine bizim tamamen altta yatan hastalığımız ve bağışıklık sistemimizle alakalı. Son 6-7 aydır çocuklarda ve gençlerde koronavirüsün hafif geçtiğini gördük fakat bir de asemptomatik yani belirtisiz geçiren bir grup insan da var. Çocuklar ve gençler asemptomatik gruba dahil oluyor daha çok. Kendileri bu mikroorganizmayı alıyor, belirgin hastalık tablosunu yaşamıyor ama vücutlarında o virüs olduğu için solunum yoluyla birlikte çevrelerine yayıyorlar. Evde yaşı daha ileri büyükler varsa onlara da en büyük virüs kaynağı oluyorlar. Bir araştırma koronavirüsün yüzde 75 oranında aile içinde, yüzde 40 – 45 oranında iş yerinde, yüzde 20-25’de restoranlar ve toplu taşıma gibi kalabalığın olduğu alanlarda bulaştığını ortaya koydu. Sokağa çıkıp yürümeye korkuyorduk fakat o esnada bulaşma oranı çok düşük. Yani maskeyi takıp sokakta yürüdüğümüzde hiçbirşey olmuyor. Sakin, açık alanda ve az insanın olduğu yerde tek başınaysak maske takmasak bile hiç bulaşma ihtimali yok.”
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)