Etiket arşivi: mümkün

Verileri korumak 5 adımda mümkün

Zor bir yılı geride bırakıyorken, yeni yılda verilerin korunması da önem arz ediyor. Hem kişisel hem de şirket verilerinin ciddi kayıplara uğradığı 2020’den ders çıkarılması gerektiğini belirten Veri Kurtarma Hizmetleri Genel Müdürü Serap Günal, yeni yılda verileri güvende tutmak isteyenlerin dikkate alması gereken 5 öneriyi sıralıyor.
Fidye yazılımı saldırıları ya da beklenmedik disk arızaları, her ne olursa olsun verilerin kaybı sahiplerini zor duruma sokuyor. 2020 yılında birçok şirketin finansal verilerini, çoğu bireysel kullanıcının da kişisel verilerini gerek kullanıcı hatası gerek siber saldırı ya da cihaz arızası yüzünden kaybettiğine dikkat çeken Veri Kurtarma Hizmetleri Genel Müdürü Serap Günal, yeni yılda bu kayıplara dur demek için herkesin dikkat etmesi gereken önemli veri koruma adımlarını paylaşıyor.
Bu Yıl Siber Saldırılar ve Kullanıcı Hataları Verilerin Kaybını Artırdı
Şirket ya da kişisel veriler fark etmeksizin siber saldırganlar için verinin değeri, verinin sahiplerine oranla daha yüksek konumda bulunuyor. Bu nedenle de verilerini koruma altına almayan kullanıcı ve şirketlerin başına hep aynı sonlar gelebiliyor. Ayrıca hem şirketlerdeki çalışanların hem de bireysel kullanıcıların cihazları üzerinde gerçekleştirdiği birçok hatanın da veri kaybını ciddi oranda tetiklediğini aktaran Serap Günal, verilerin siber saldırılardan korunmasının veya olumsuz durumlarda kurtarılmasının farkındalık ile doğru orantılı olduğunun altını çiziyor. Değerli verilerin siber saldırılara ya da cihaz arızalarına karşı korunması gerektiğinin bilincine dikkat çeken Günal, kullanıcıların verilerinin kurtarılması için de profesyonel destek almayı geciktirmemesi gerektiğini de hatırlatıyor.
Verileri Korumak İçin 2021’de Neler Yapılmalı ve Yapılmamalı?
Veri Kurtarma Hizmetleri Genel Müdürü Serap Günal, sık karşılaşılan durumlara karşı kullanıcıların yapması ve yapmaması gerekenleri sıralıyor;
1. Artık hesaplar için iki faktörlü kimlik doğrulama şart! İki faktörlü kimlik doğrulama (2FA), verilere erişimde kullanıcıları doğrulamak için ikinci bir adım ekleyerek siber saldırıya karşı ekstra bir koruma katmanı sağlıyor. 2FA, hackerler hesabınıza giriş yapmaya çalıştığında sizi bilgilendirirken, ikinci kimlik kodunu girene kadar da hackerlere erişim izni vermiyor. Kodu almak için SMS metni, sesli posta veya 2FA / MFA uygulamaları gibi birçok farklı seçeneği kullanabilirsiniz.
2. Parolaları korumanın vakti geldi. Her hesap için aynı parolanın yeniden kullanılması, hepsinin savunmasız kalmasına neden olabilir. Kötü niyetli kişiler, önceden sızdırılmış hesap kimlik bilgilerini alarak ve yeniden kullanıldıklarını umarak, bunları farklı sitelerde deniyor. Sonuç olarak genellikle başarılı oluyorlar. Have I Been Pwned gibi web sitelerini kullanarak e-posta adreslerinizin ve onlarla ilişkili şifrelerin geçmişte tehlikeye girip girmediğini kontrol edebilirsiniz. Yeni yılda, birden çok, farklı, karmaşık parolaları kullanmanız gerektiğini de unutmayın.
3. Oltaya gelmeyin, kimlik avı saldırılarına karşı tetikte olun. Sosyal medyada ya da e-posta kutularında fark etmeksizin her an her yerde bir kimlik avı saldırısına maruz kalabilirsiniz. Gerçekçi olmayan e-postalarla sizi sahte sitelere yönlendiren ya da kötü amaçlı yazılımları bağlantılara tıkladığınız anda cihazlarınıza yerleştiren hackerler, verilerinizi ele geçirebiliyor. Verileri siber güvende tutmanın ilk yolu olarak bu tarz hileli oyunlara karşı dikkatli olmak gerekiyor.
4. Cihazlarınız bozulmaya başladığında harekete geçin. Bir sabit sürücünün ömrü uzun olsa da sonsuza kadar değil. Elbet bir noktada aşınma ve yıpranma nedeniyle kullandığınız sabit sürücü kullanılamaz hale gelecektir. Bilgisayarınızın alışılmadık derecede sıcak olması, ekranda ani donmalar, şiddetli anlamsız sesleri duymanız size sabit sürücünüz hakkında alarmlar veriyorken, bu alarmları ciddiye alıp profesyonel destek almanız gerektiğini unutmayın.
5. Müdahale etmeyin, bir bilene danışın. Verilerin çoğu cihazlara gerçekleştirilen yanlış müdahalelerden dolayı kurtarılamıyor. Bir eylemin sonucunda başarı elde edildiği düşünülen herhangi bir profesyonel olmayan tekniğin verilerinizi yok edeceğini göz ardı etmeyin. Verilerin kurtarılması için uzmanlarından, standartları yüksek laboratuvarlara sahip veri kurtarma merkezlerinden destek almayı geciktirmeyin.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

Döngüsel Ekonomiyle Türkiye’de Binlerce Kişilik İstihdam, Milyarlarca Liralık Fayda Yaratmak Mümkün

Ege Ekonomiyi Geliştirme Vakfı ve Özgencil Grup iş birliği ile bu yıl 4’üncüsü gerçekleştirilecek, Ege Bölgesi’nin, Türkiye’nin ve uluslararası anlamda bölgenin kalkınmasına sunduğu katkıların değerlendirileceği, bölge ekonomisinin gelişim alanlarını konuşulacağı Ege Ekonomik Forumu’nun öğlenden sonra oturumunda döngüsel ekonominin Avrupa ekonomisine katkısı ve Türkiye’ye sağlayabileceği katkılar detaylı bir biçimde konuşuldu. İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Ebru Dildar Edin, döngüsel ekonomi ile 2030’a kadar Avrupa Birliği’nin GSYH ile ilgili mevcut projeksiyonlara ek olarak 82 milyar euro’luk ve 700 bin kişilik istihdam fırsatı oluşabileceğini, yine 2030’a kadar kaynak verimliliği ile 1,8 trilyon euro’luk ekonomik fayda sağlanabileceğinin araştırmalar ile ortaya konduğunun paylaştı.
2 Aralık Çarşamba günü öğlenden sonra saat 14:00’te başlayan ‘ Değişim İçin Geri Dönüşüm’ başlıklı oturumda “Döngüsel Ekonominin Yarattığı 4,5 Trilyon Dolarlık Bir Fırsattan Türkiye Nasıl Pay Alabilir?”, “Kaynakların Verimli Kullanımı ile Sağlanan Ekonomik, Ticari ve Çevresel Kazançlar Nelerdir?”, “Döngüsel Ekonomi, İklim Değişikliği Mücadelesinde Nasıl Bir Rol Oynar?”, “Döngüsel Ekonomi İçin İnovatif Çözümler Nelerdir?”, “Atık Yönetiminde Uluslararası İş Birliğinin Güçlenmesi”, “Sürdürülebilir ve Sağlıklı Ekosistemler, Su Verimliliğinin Arttırılması, Su Kıtlığının Azaltılması ile Nasıl Elde Edilir?”, “AWS International Water Stewardship Standart (AWS Standardı)’na Göre Sürdürülebilir Su Yönetimi Nasıl Olmalı?” gibi konular ele alındı.
Forum İstanbul Yönetim Kurulu Üyesi Servet Yıldırım moderatörlüğünde, Philip Morris Sabancı Genel Müdür Yardımcısı Zeynep Güney Altıntaş, İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği (SKD Türkiye) Yönetim Kurulu Başkanı Ebru Dildar Edin, PAGEV Yönetim Kurulu Başkanı & TOBB Plastik, Kauçuk ve Kompozit Sanayi Meclisi Başkanı & SEM Plastik Yönetim Kurulu Başkanı Yavuz Eroğlu, Yerli Yeşil Yeni Koordinatör & Afyon Kocatepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murad Tiryakioğlu konuşmacı olarak katıldı.
Döngüsel Ekonominin AB’ye Katkısı 1,8 Trilyon Euro’ya Ulaşabilir
İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği (SKD Türkiye) Yönetim Kurulu Başkanı Ebru Dildar Edin; döngüsel ekonomiyi, her atığın tekrar değerlendirildiği, atık oluşumunu en aza indiren ve kaynakların en uzun sürede değerlendirilmesini hedefleyen ekonomik model olarak tanımladı.
“Döngüsel ekonomi modeli, atıklar kaynak olarak ele alınıyor. Böylece; hammadde maliyetleri ve ekonomik maliyetler azalırken, kaynak verimliliği açısından maksimum verim alınması sağlanıyor. Atık tamamen ortadan kalkıyor, üretim ve tüketim biçimleri de tamamen değişiyor bu modelle. Böylece değerin dolaşmasına imkân sunuyor.”
İş modellerini sürdürülebilir hale getirmek için yeniden tasarlanması gerektiğini belirten, günümüz koşullarında daha önceki yıllara göre daha fazla konuşulduğunu ve sorgulandığını belirten Edin, bunun önemli bir sebebinin dünyanın kaynaklarının tükenmesi olduğunu belirtti.
SKD Türkiye olarak döngüsellik oranını hesaplamak adına Fransız Kalkınma Ajansı ile bir proje başlattıklarını belirten Edin, 2021 başı itibariyle Türkiye’nin bu alandaki oranının hesaplayacaklarını paylaştı.
“Döngüsel ekonomi örneği olarak şunu paylaşmak isterim. Renault, geçtiğimiz günlerde Paris yakınlarındaki bir fabrikasını kapatarak döngüsel ekonomi prensiplerine uygun bir şekilde burayı dönüştüreceğini açıkladı. Yani, bu fabrikada yeni araç üretilmeyecek, ancak ikinci el araçlar yenilenerek tekrar kullanılabilir hale gelecek. Ayrıca, elektrikli araçlardaki piller de yeniden kullanılabilecek. Bu yaklaşım ile Renault hem yeni paydaşlara açık hem de start-up’ların dahil olabileceği bir ekosistem yaratılması hedefliyor.”
Edin; döngüsel ekonomi ile 2030’a kadar Avrupa Birliği’nin GSYH ile ilgili mevcut projeksiyonlara ek olarak 82 milyar euro’luk ve 700 bin kişilik istihdam fırsatı oluşabileceğini, yine 2030’a kadar kaynak verimliliği ile 1,8 trilyon euro’luk ekonomik fayda sağlanabileceğini ortaya koyan araştırmalar olduğunu da ekledi.
“Döngüsel Ekonomiye Geçişte Sanayi Kuruluşlarına Büyük Sorumluluk Düşüyor”
Ardından söz alan oturumun ikinci konuşmacısı Philip Morris Sabancı Genel Müdür Yardımcısı Zeynep Güney Altıntaş, Philip Morris Sabancı olarak “sürdürülebilirlik her şeyden önce sorumluluğumuzdur” felsefesi ile yola çıktıklarını, İzmir’de kuruldukları günden bu yana çevre hassasiyeti ile hareket ettiklerini ifade etti:
“Sürdürülebilir bir dünya için her alanda proje geliştirmeye çalışıyoruz. Sürdürülebilirlik şemsiyesini 4 ana başlık altında topluyoruz; 1. Tüm faaliyet alanlarında dönüşüm, 2. Operasyonel mükemmeliyet, 3. Sosyal etkimizin iyileştirilmesi, 4. Çevresel ayak izimizi azaltmak. Buradan hareketle doğrusal ekonomiden döngüsel ekonomiye geçişte biz sanayi kuruluşlarına çok önemli sorumluluk düştüğünün bilincindeyiz ve bu alanda somut adımları da hayata geçiriyoruz. Yanı sıra her türlü iş birliğine de açık olduğumuzu paylaşmak isterim.”
İzmir’deki fabrikanın tüm dünyadaki en büyük üretim tesisi olduğunu, son yılarda en başarılı fabrika ödüllerini art arda aldıklarını belirten Altıntaş, bu sayede bu konuda uzmanlaşan ekip arkadaşlarının Türkiye’de yaptığı ya da geliştirdiği projeleri tüm dünyaya yayma avantajları olduklarının altını çizdi. Altıntaş, şöyle devam etti:
“Kendi fabrikamızda atık yönetiminde geri dönüşümü odağımıza aldık. 2001 yılında EBSO’nun düzenlediği ilk çevre ödül töreninde ödül aldık. Çevre hassasiyetimiz çok uzun zamandır sürüyor. Öncelikli amacımız ise çevre kirliliğimizi mümkün olduğunca önlemek. Temel yaklaşımımız sıfır kayıp felsefesi için var gücümüzle çalışıyoruz. Veriye çok önem veriyoruz. Böylece kök nedenlere ulaşarak, iyileştirmeleri daha rahat hayata geçirebiliyoruz.”
Türkiye’deki Geri Dönüşüm Ekonomisi Fırsatı
PAGEV Yönetim Kurulu Başkanı & TOBB Plastik, Kauçuk ve Kompozit Sanayi Meclisi Başkanı & SEM Plastik Yönetim Kurulu Başkanı Yavuz Eroğlu ise insanlığın ihtiyacı olan ürünleri defalarca kullanmasına vesile olacak değerlendirilebilecek bir sisteme gidilmesi gerektiğini vurguladı.
Plastik dahil, dünyada bugün kullanılan tüm malzemelerin aslında doğal bir kaynağın toplumsal refah sağlamak için üretildiğini hatırlatan Eroğlu, burada kullanılan kaynakların verimli değerlendirilmesi, bilinçsizce tüketilmemesinin önemine dikkat çekti:
“İhtiyacımız olan hayatımız için gerekil ürünleri kullandığımızda da artık döngüsel ekonomi çerçevesinde defalarca sisteme katacak, yeni bir kaynak ihtiyacı olmadan değerlendirebileceğimiz bir sisteme gitmemiz gerekiyor. Türkiye bu anlamda çok kritik. Ülkemiz, yıllık 10 milyona yaklaşan üretim kapasitesi ile plastik sektöründe güçlü bir yerde. Avrupa’da üretim kapasitesinde Almanya’dan sonra ikinci, dünyada ise altıncı sırada. Global anlamda plastiğin yerini anlamak için de şu rakamı paylaşmak isterim. 1950’lerde bulunan plastik, tüm dünyada bir yılda 1,5 milyon ton üretilirken bugünkü bu rakam yılda 300 milyon tona yaklaşmış durumda.”
Eroğlu; Türkiye’nin plastik üretimi için gerekli olan hammaddeyi ithal ettiğini, burada da ciddi bir fırsat olduğunu belirtirken, çok büyük bir geri dönüşüm endüstrisi hem plastikteki hammadde açığının kapatılabileceği hem de döngüsel ekonomide büyük değişimin parçası olabilmenin mümkün olduğunu vurguladı.
Anadolu’da Hane Atık Yönetimi Farkındalık Artırılmalı
Oturumun son konuşmacısı olan Yerli Yeşil Yeni Koordinatör ve Afyon Kocatepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murad Tiryakioğlu ise bu kapsamda farkındalık yaratılması için çalışmalar yapılması gerektiğinin altını çizdi.
Yerli Yeşil Yeni Kooperatifi’nin mensubu olan, gönüllü bir öğrenci hareket olarak başlayan bu sürecin, göç ekonomisinden döngüsel ekonomiye pek çok konuya dokunan bir oluşum olduğunu paylaştı. Yerli Yeşil Yeni ile Türkiye’deki yerli, yeşil ve yenilikçi üretim yapanların hikayelerini anlattıklarını, bu alanda toplumsal farkındalığı artırmak adına faaliyetleri olduğunu belirten Tiryakioğlu, yenilikçi yöntemler ile, doğal kaynakları tüketmeden bir şeyleri yapabilmenin mümkün olduğunu belirtti. Tiryakioğlu, şöyle devam etti:
“Sokaktaki geri dönüşüm ekonomisine katkı yapan aktörler var. Onları da iş kapsamında istihdam edebiliriz. Ülkemizde çok sayıda mülteciye ev sahipliği yapıyoruz ve bunların bir kısmı ağırlıklı olarak sokaktaki atıkların toplanması ile hayatlarını sürdürüyorlar. Biz de Yerli Yeşil Yeni Kooperatifi olarak bu alanda bir dizi çalışmalar yürütüyoruz.”
Hane atık yönetim sürecinin de önemli olduğunu, İzmir, İstanbul ve kısmen Ankara’da bu konuda farkındalığın dışarıya yansıdığını belirten Tiryakioğlu, Anadolu geri dönüşüm ya da atık yönetimi açısından yerel yönetimlerin farkındalık açısından daha aktif olmalarının ya da bu alana yönelik mevzuatlar ile adım atılmasının daha sağlıklı sonuçlar verebileceğini belirtti.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

HIV’de Tedavi Mümkün, Zor Olan Hastaya Ulaşmak

1 Aralık Dünya HIV/AIDS Günü kapsamında uzmanlar bir araya gelerek erken tanının önemine dikkat çekti. Test yapılmadan HIV ile yaşayan bireylere ulaşmanın olanaksızlığı vurgulanan toplantıda, sosyal baskı, önyargılar ve ayrımcılığın bu süreci olumsuz etkilediğinin de altı çizildi.
1 Aralık Dünya AIDS Günü kapsamında GSK Türkiye’nin desteği ile gerçekleştirilen basın buluşmasında uzmanlar HIV (Human Immunodeficiency Virus – İnsan Bağışıklığı Yetmezlik Virüsü) ve AIDS (Acquired Immunodeficiency Syndrom – İnsan Bağışıklık Yetmezliği Sendromu) ile ilgili güncel bilgiler paylaştı.
Toplantıda, Hacettepe Üniversitesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Serhat Ünal, Marmara Üniversitesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Öğretim Üyesi Prof. Dr. Volkan Korten, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Fehmi Tabak, Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dilara İnan, Ege Üniversitesi HIV/AIDS Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Deniz Gökengin HIV hakkında güncel bilgileri paylaşmak üzere bir araya geldi.
Toplantıda, UNAIDS güncel 95-95-95 hedefleri ve Türkiye’deki son durumla ilgili bilgiler veren Hacettepe Üniversitesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Serhat Ünal, 1980’lerin başında başlayan bu hastalık dünyada bu zamana kadar 75 milyondan fazla kişide görülmüş durumda. Epideminin başından beri 32,7 milyon kişi hayatını kaybetti. 38 milyon civarında kişi de bu hastalıkla hayatını sürdürüyor. Ancak bu hastalıkla ilgili çok önemli adımlar da atıldı. Dünya Sağlık Örgütü liderliğinde hedefler belirlendi. Önceleri 90-90-90 hedefleri belirlenmişti, yani hedef toplumdaki HIV pozitif kişilerin yüzde 90’ına tedavi vermek ve yine tedavi verilen hastaların yüzde 90’ında tedavinin başarılı olmasıydı. Elimizdeki ilaçlarla viral hücre yükünü/sayısını sıfıra indirdiğimiz hastaların yaşam sürelerindeki olası kısalmayı da engellemiş durumdayız. Böylece, ilaçların kalitesi, hastalık farkındalığı ve tanı için yapılan test sayıları arttıkça 90-90-90 hedefi 95-95-95’e çıktı. Türkiye de bu hedeflere erişebilmek için bütün gücüyle çalışmalarını sürdürüyor.” dedi.
HIV/AIDS’in tanımı ve bu hastalığın toplum sağlığı açısından neden ciddiye alınması gerektiğine yönelik bilgiler veren Marmara Üniversitesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Öğretim Üyesi Prof. Dr. Volkan Korten, “HIV vücutta birçok hücreyi enfekte ediyor ama en önemlisi bağışıklık sistemimizin bileşeni olan yardımcı T hücrelerini enfekte edip azalmalarına yol açıyor. Bir kişi HIV virüsünü aldığı zaman biz ona HIV ile enfekte kişi diyoruz. Ama AIDS dediğimiz zaman hastalığın daha ileri seviyesini kastediyoruz. Bu da HIV virüsü ile enfekte olan kişilerde bazı fırsatçı enfeksiyonların ya da kanserlerin ortaya çıkması demek. 2019’un sonu itibarıyla dünyada 38 milyon kişi HIV ile birlikte yaşıyor. Yine geçen yıl itibarıyla dünya genelinde 1,7 milyon yeni HIV enfekte birey var. Bunların 1,5 milyonu erişkin,150 bin kadarı da çocuk. HIV enfeksiyonunun en tepe düzeyine 2004 yılında vardığını, insanların daha fazla ilaca ulaşmasıyla birlikte ise azalışa geçtiğini görüyoruz. Geçen yıl 690 bin kişinin AIDS’ten yaşamını yitirdiğini bilmekteyiz. Ülkemizde ise 2019 sonu rakamlarına göre, 26.164 HIV tanısı alan hasta var. 2020’de ise eklenen yeni hasta sayısının 4 bin civarında olması bekleniyor.” diye konuştu.
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Fehmi Tabak, HIV/AIDS geçen yüzyıldan başlayarak bu yüzyıla kadar devam eden bir salgın hastalık diyebiliriz. Aslında tanısı çok kolay bir hastalık. Virüse karşı olan bir antikor bulaşmadan sonra 10-15 gün içerisinde pozitif oluyor. Hastalığın tedavisinde başarılı sonuçlar alıyoruz. Zor olan hastaya ulaşmak, bunun için de son yıllarda önemli adımlar atıldı. Ülkemizde HIV, evlilik öncesi, ameliyat öncesi ve kan bağışı öncesi alınan testlerle tespit edilebiliyor. Bunun yanı sıra, bulaşma açısından riskli bir durum varsa kişi kendi isteğiyle de test yaptırabiliyor. Hiçbir ücret talep edilmeden ve kişilerin kimlik bilgisi istenmeden, verilen bir kodla test sürecinizi takip edebileceğiniz anonim test merkezleri mevcut. Şişli (İstanbul), Beşiktaş (İstanbul), Çankaya (Ankara), Konak (İzmir), ve Nilüfer (Bursa) ilk kurulan anonim test merkezleri. Bu merkezlerde test yaptırıp aynı gün sonuç almak mümkün.” dedi.
HIV’de erken test ve tanının hayati bir yere sahip olduğunu vurgulayan, Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dilara İnan ise; “HIV virüsünün keşfinden itibaren yani 1985 yılından bu yana tedavisi olan bir hastalık. Hastalığa yönelik günümüzde de çok etkin ilaçlar geliştirildi. Bu etkili ilaçlarla birlikte virüsün çoğalmasını da çok etkin bir şekilde baskılayabiliyor, bağışıklık sisteminin onarılmasını ve korunmasını sağlayabiliyoruz. Böylelikle HIV ile ilişkili sağ kalım süresini de uzatmış oluyoruz. HIV artık ölümcül değil kronik bir hastalık. Ülkemizde de tedaviye erişim dünyaya kıyasla çok iyi durumda. Türkiye’de tanı konmuş hastalıklarda tedaviyi rahatlıkla planlayabiliyoruz. Dünya genelinde kullanılan pek çok ilaç ülkemizde de ruhsatlı bir şekilde bulunuyor. İlaçlara erişimde de hiçbir sıkıntı yaşamıyoruz. Dolayısıyla tanı konanlarda tedaviye başlama oranımız yüzde 95-100 seviyelerinde olabiliyor. Burada önemli olan tanı konması. Tanı konduktan sonra doğru tedavi ile, HIV pozitif bireylerde beklenen yaşam ömrü, HIV ile enfekte olmayan kişilerle aynı olabiliyor.” diye konuştu.
HIV tanı ve tedavisinde yaşanan en önemli diğer sorunun ise ayrımcılık olduğunun altını çizen, Ege Üniversitesi HIV/AIDS Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Deniz Gökengin, HIV enfeksiyonu, tıbbi olduğu kadar sosyal açıdan da hem HIV ile yaşayan bireyin kendisi, hem de bu bireyin çevresindeki kişiler açısından önem taşıyan bir durum. Enfeksiyon tanımlandığı 80’li yıllarda eşcinsel erkeklerde ortaya çıkan ölümcül bir hastalık olarak biliniyordu. Uzun yıllar boyunca HIV’den korunma önlemlerinin hastalık ve ölüm etrafında şekillenmesi, toplum tarafından bu enfeksiyonun korkulacak bir durum ve toplumsal ahlak kurallarına aykırı davranışlarda bulunan bireylere ait bir hastalık olarak algılanmasına sebep oldu. 90’lı yıllarla birlikte yeni ilaçlar kullanıma girdi ve HIV enfeksiyonu kontrol altına alınabilir bir hastalık haline geldi. HIV ile yaşayan bireyler daha uzun ve kaliteli yaşamaya başladılar. Bu da damgalamayı ortadan kaldıracağı noktasında bir beklenti doğurdu. Ancak ne yazık ki damgalama ve ayrımcılık bir miktar azalmış olmakla birlikte yaşamın her alanında devam ediyor. Damgalama sorunu önemli çünkü hem hastalığın önlenmesi hem de tedavi hizmetlerine erişimin önünde önemli bir engel oluşturuyor. Bununla birlikte sadece eşcinsel erkeklerde ortaya çıktığına yönelik yanlış algı, ailesel, sosyal ve ekonomik zararlara yol açması nedeniyle kalıcı ve yıkıcı bir sorun olarak da kabul ediliyor. 2011 yılında Türkiye’de HIV ile yaşayan bireylerde yaptırdığımız bir anket sonucuna göre, bireylerin yüzde 21’inin damgalanmış olduğunu ortaya koydu. En sık damgalanma nedenleri ise, birey hakkında dedikodu yapılması ve sözle incitilmesiydi. Damgalama nedenlerinin başında ise, toplumun HIV ile yaşayan bireyden hastalık bulaşabileceği korkusu yer alıyor.” dedi.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

Mor Çatı 30. Yılında “Değiştirmek Mümkün” Diyor

Kadına yönelik şiddet alanında mücadele eden Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı bu yıl 30. kuruluş yıldönümünü kutluyor.
Şiddetten uzak bir hayatın mümkün olduğunu, değiştirmek için gücümüz olduğunu biliyoruz.
Mor Çatı’nın 30. yıl videosu Değiştirmek Mümkün diyor. Rafineri tarafından hazırlanan, Norr Prodüksiyon’un yapımını üstlendiği filmde hiç tanışmayan kadınların kendi hayatlarında erkek şiddetine karşı verdikleri mücadelenin birbirilerini nasıl güçlendirdiği anlatılıyor.
Filmde Mor Çatı’nın kuruluşundan bu yana geçen 30 yıl boyunca kadınların mücadelesi sayesinde edinilen kazanımlar vurgulanıyor. Bu kazanımların başında kadına yönelik şiddetin kaynağı olan cinsiyet eşitsizliğinin görünür hale gelmesi, kadınların maruz kaldığı erkek şiddetinin kamusal alanda yaygın bir biçimde tartışılmaya ve tepki görmeye başlaması, kadınlara yönelik şiddeti önlemek ve sonlandırmak için yasal değişiklikler yapılması, şiddete karşı yeni mekanizmalar üretilmesi, kadınların şiddetin adını koyarak şiddetsiz bir hayat için adım atmaya başlaması sayılıyor.
Mor Çatı tüm bu değişimin kadınların mücadelesi sayesinde gerçekleştiğinin altını çiziyor. Kadınların hem sokaklarda hem kendi hayatlarında erkek şiddetine karşı mücadelelerini hatırlatıyor.
30 yıl boyunca 40 bin kadının yolu Mor Çatı’dan geçti. Bir nefes aldılar, bir karar aldılar, bir adım attılar. Birlikte, yan yana, kadın dayanışması ile güçlendiler. Değiştirmek için gücü birbirilerinde ve kendilerinde buldular. Umut ettiler, değiştirdiler.
Mor Çatı Hakkında
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı 1990 yılında kadına yönelik şiddetle mücadele etmek amacıyla feminist kadınlar tarafından kuruldu. Mor Çatı’da şiddete maruz kalan kadınlara ve varsa çocuklarına destek verilerek erkek şiddetinden uzakta bir yaşam kurabilmeleri hedeflenir. Kadınlarla birebir dayanışma kurmanın yanı sıra şiddetle mücadele etmek ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için ulusal ve uluslararası sözleşme, kanun ve yönetmeliklerin uygulamaları izlenir, raporlanır ve karar vericilere gerekli politikalara dair öneriler sunulur. Alandaki bilgi ve deneyimi paylaşmak için şiddet alanında çalışan kadın örgütleri, sivil toplum kuruluşları, barolar ve belediyelerle atölyeler yapılır. Ulusal ve uluslararası kadın örgütleri ile dayanışma içinde kampanyalar ve eylemlilikler yoluyla patriyarkaya karşı, kadınların özgür ve bağımsız hayatlar kurabilmeleri için mücadele edilir.
Mor Çatı dayanışma merkezinden, bugüne kadar 40.000’den fazla kadın ve çocuk destek aldı. Her gün ortalama 10kadın telefon, mail ve yüz yüze görüşerek Mor Çatı’dan destek alıyor. Merkez, çalışmalarını kadınlara yardım etmek değil, şiddete karşı kadın dayanışması oluşturmak, birlikte mücadele etmek üzere sürdürüyor. Kadınlar Mor Çatı’ya en çok yaşadıklarını paylaşmak, sosyal ve hukuki hakları konusunda bilgi edinmek için başvuruyorlar. Arayan her kadına sosyal destek verilirken ihtiyaç duymaları halinde hukuki, psikolojik destek ve sığınak desteği de alabiliyorlar.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)

Hemoroidin ağrısız ve hızlı tedavisi mümkün

Hemoroid hastalığının lazerle tedavisini anlatan Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. İsmail Özsan, “Yaklaşık 10 dakikalık ağrısız bir işlemin sonunda hastalarımız aynı gün içinde taburcu oluyor ve kısa sürede hemoroid problemleri ortadan kalkıyor” dedi.
Hemoroid hem erkeklerde hem de kadınlarda yaygın karşılaşılan bir hastalık. Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. İsmail Özsan, hastaların yaşam konforunu bozanhemoroid hastalığı ve bu hastalığın pratik tedavisi hakkında ilgili bilgi verdi.
Halk arasında basur olarak da isimlendirilen hemoroid hastalığının, anal bölgenin sonunda yer alan genişlemiş damarların sarkmasıyla oluştuğunu belirten Op. Dr. İsmail Özsan,“Bacaklarda oluşan ve varis olarak bilinen damar genişlemesinin makat bölgesinde görülen halidir. Hemoroid hastalığı, iç ve dış hemoroid olarak ikiye ayırılır. Makat bölgesinde yanma, ağrı, kaşıntı, akıntı gibi hislerle ve ele gelen memeler şeklinde kendini gösterir” dedi.
Hemoroid hastalığının bilindiği gibi sadece 50 yaş üstünde değil genç yetişkinlerde de sık görüldüğünü aktaran Dr. Özsan,“Hemoroid aslında, sosyal olarak topluma katkısı olan üretim çağındaki bireylerin karşılaştığı bir hastalıktır. Ayakta çok sık durmak, çok oturmak, kronik kabızlık gibi nedenlerle hemoroid hastalıkları oluşabilmektedir” dedi.
 
10 DAKİKALIK İŞLEM
Özellikle genç hasta grubunda son yıllarda eski yöntemler yerine hastanın günlük hayata hemen dönebileceği, ağrısız ve hızlı çözümlerin gündeme geldiğinden bahseden Op. Dr. İsmail Özsan lazerle hemoroid tedavisi hakkında şunları söyledi:
“Müdahale etmemiz gereken hasta grubu genç yaş olduğu için, artık eskisi gibi ağrılı,iyileşme süreci daha geç olan ameliyatlı tedavi yöntemlerinden uzak durmaya başladık. Bu dönemde en sık uyguladığımız ameliyat yöntemlerinden bir tanesi lazer kullanılarak yapılan işlemlerdir. Aslında lazer bir hemoroidektomi tekniği değildir. Buradaki damarların özel lazer propları ile yapıştırılarak yukarı doğru çekilmesinin sağlanmasını içeren ve hastaya ağrı vermeden yapılan bir işlemdir. İşlem yaklaşık 5 ila10 dakika sürmektedir. Bağırsak temizliği yapılmasına gerek olmaz. Anestezi gerekmemekte, aynı gün taburcu olan hastamız günlük hayatına hemen dönebilmektedir. Lazerle hemoroid uygulaması sonrasında şişen ve genişleyen damarlar kısa süre içinde küçülerek hastanın şikayetleri ortadan kalkmaktadır.”
HEMOROİD ÖNLENEBİLİR Mİ?
Op. Dr. İsmail Özsan hastaların hemoroid problemleri yaşamaması için yaşam alışkanlıklarında bazı değişiklikler yapabileceğini de belirterek şu önerilerde bulundu:
“Kabızlık hemoroide neden olan unsurlardan bir tanesi. Bu nedenle sindirim sisteminin düzgün çalışmasına yardımcı olmak adına lifli gıdalar tüketilmelidir. Kabızlığın bir nedeni de yeterli su içilmemesidir; bunun için de günlük su tüketimine dikkat edilmelidir. Hareketsiz yaşam birçok hastalığa neden olduğu gibi hemoroid sorunlarına da yol açar. Her gün 30-45 dakikalık düzenli yürüyüş yapılmasını herkese önermekteyiz. Uzun süreler tuvaleti tutmak veya çok uzun süre tuvalette oturur pozisyonunda beklemek de yine hemoroid açısından sakıncalı olabilmektedir.”
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)