TEB Cetelem, Cetelem Araştırma Merkezi desteğiyle hazırlanan “Mobilite, Coğrafya, Kuşaklar – Otomotiv Dünyasındaki Bölünme” başlıklı 2020 raporunu açıkladı. Aralarında Türkiye’nin de olduğu 15 ülkede, yaşları 18 ile 65 arasında değişen 10 bin kişiyle gerçekleştirilen araştırma, tüketicilerin otomobiller ve yeni mobilite uygulamalarıyla ilgili düşüncelerine yer veriyor. Rapor kuşaklar arası fark ve benzerlikleri ortaya koyarken, coğrafi değişikliklere bağlı olarak otomobil sahiplik oranları ve alışkanlıklarındaki farklılıkları da gözler önüne seriyor.
Otomotiv endüstrisi, teknolojik, çevresel ve sosyal açıdan yaşadığı zorluklara karşın, yasal düzenlemelerle sürekli değişip gelişiyor ve kurallar her kıtada farklılıklar gösteriyor. TEB Cetelem, her yıl Cetelem Araştırma Merkezi’nin desteğiyle sektörde farklı konularda hazırlanan, “Mobilite, Coğrafya, Kuşaklar – Otomotiv Dünyasındaki Bölünme” başlıklı 2020 raporunda otomobillerin rol ve kullanım şekillerinin, kent merkezinde mi yoksa kırsal kesimde mi yaşandığına ve ayrıca kişilerin yaşına ve yaşadığı ülkeye bağlı olarak değiştiğini gösteriyor. Araştırma otomotiv dünyasında bir bölünmenin var olduğunu ortaya koyarken, sürücülerin mevcut ihtiyaç ve beklentilerinin çok değişken olduğuna ve bunların karşılanabilmesi gerektiğine dikkat çekiyor.
TEB Cetelem Genel Müdürü Gamze Halide Berberoğlu Cetelem Gözlemevi 2020 raporunun otomobilin uzun yıllar daha hayatımızda önemli bir rol alacağını gösterdiğini belirterek, şöyle konuştu:
“Cetelem Gözlemevi araştırması, otomotiv sektörünün sürekli geliştiğini ve değişim gösterdiğini gözler önüne seriyor. Özellikle Avrupa’da karbondiyoksit emisyonlarının azaltılmasına yönelik hedefler, otomotiv üreticilerinin üretimlerini bu kriterlere uygun hale getirmek için baskı altına sokuyor. Hedeflerini gerçekleştirmek zorunda olan üreticilerle birlikte elektrikli ve hibrit modellerin yaygınlaşması da kaçınılmaz oluyor. 2019 Cetelem Gözlemevi araştırmasına verilen cevaplardan yola çıkarak, 2030 yılında satılacak elektrikli araçların klasik araçlara oranının ortalama yüzde 25’ler seviyesinde olacağı tahmin ediliyor. Bu tahminlerin gerçekleşmesi için otomobil üreticilerinin çok değişken olan sürücülerin mevcut ihtiyaç ve beklentilerini de karşılayacak çözümler üretmesi gerekiyor.”
Otomobil satın alma maliyetinin yanı sıra, yakıt, sigorta, bakım masrafları gibi kullanım maliyetlerinin de yüksek olmasının kişileri farklı tasarruf yöntemleri uygulamaya yönlendirdiğini belirten Berberoğlu, araç sahiplerinin araçları üzerinden para kazanma yöntemlerini değerlendirmeye başladıklarını söyledi. Berberoğlu; “Araç ve yolculuk paylaşım gibi yeni mobilite çözümleri, otomobiller üzerine reklam alma ya da otomobillerine yerleştirilen sensörler aracılığıyla kişisel verilerini satma yöntemlerini ön plana çıkarıyor. Genç nesiller, teknolojiye çok aşina olmayan 55 yaş ve üzerinin aksine gelecekte dijital teknolojilerle reklam desteği alarak ücretsiz ve kaliteli hizmet sunan çözümlerle ücretsiz otomobillerin var olacağına inanıyor. Otomobiller bir gün ücretsiz olabilecek mi bilemiyoruz ama o zamana kadar çevre dostu ve düşük maliyetli teknolojilerin ve yeni mobilite çözümlerinin sektörde yaygınlaşması kaçınılmaz görünüyor” diye konuştu.
Türkiye’de otomobil sahipliğinin her 1000 kişide 200 adet civarında olduğunu belirten Berberoğlu, “Bu sebeple Türklerin araç paylaşımı, yolculuk paylaşımı gibi yeni otomobilite kavramlarını çabuk benimsemesi, kısa ve uzun yolculuklarda tercih etmesi şaşırtıcı değil. Çoğunlukla büyük şehirlerde araç sahipliğinin yoğun olması kırsal bölgelerde araç sayısında artış potansiyelinin yüksek olduğunu gösteriyor” dedi. Berberoğlu, sözlerine şöyle devam etti:
“Pandemi ile birlikte otomotiv sektörü, yolculuk ve araç paylaşım çözümleri en çok etkilenen sektörler oldu. Kısıtlamaların azalması ve yeni normale dönüşle birlikte kişilerin toplu taşıma yerine otomobil sahipliğine yöneldiğini gözlemliyoruz. Yine bu dönemde firmaların sunduğu dijital çözümlerin ön plana çıkacağını ve araç satın alımlarında önemli bir rol oynayacağını öngörüyoruz. TEB Cetelem olarak dijital ve yenilikçi çözümlerimizle iş ortaklarımızın ve müşterilerimizin ihtiyaçlarını ön planda tutmaya devam ediyoruz.”
Mobilite çözümleri otomobillere alternatif olarak öne çıkıyor
Cetelem Gözlemevi 2020 araştırmasında; otomobilin mali yükünün fazla olmasından dolayı toplu taşıma, yolculuk ve araç paylaşımı gibi mobilite çözümlerin otomobil sahibi olmanın önemini azalttığına dikkat çekiliyor. Bu konuda kentsel bölgede yaşayanlar ve mobilite çözümlerinin pek var olmadığı kırsal kesimler arasında görüş ayrılıkları bulunuyor. Kırsal kesimlerde ise toplu taşıma seçenekleri yeterince gelişmiş olmadığından otomobil sahipliği önemini koruyor.
Cetelem Gözlemevi araştırmasına katılanların beyanlarından elde edilen sonuçlara göre her 10 kişiden 6’sı otomobilleri olmadan yaşamaya hazır olduklarını belirtiyor. Toplu taşıma ağlarının gelişmiş olduğu kentsel bölgelerde bu oran artıyor. Toplu taşıma gençlerin ve kentlilerin gözünde otomobile ciddi bir rakip olarak görülüyor. Toplu taşıma, yaygın olduğu mega kentlerde otomobile alternatif olarak öne çıkıyor.
Türkler, araç ve yolculuk paylaşım uygulamalarını dünya ortalamasının üzerinde tercih ediyor
Araştırmada araç ve yolculuk paylaşımı gibi yeni mobilite çözümlerinin gittikçe yaygınlaştığı ve otomobil maliyetlerini düşürmek için ciddi bir alternatif olarak ortaya çıktığı gözlemleniyor. Yeni mobilite yaklaşımlarının büyük otomobil markaları tarafından yaratılması, otomobillerin geleceklerini sürüş paylaşımı ve araba paylaşımı gibi yeni uygulamalar etrafında inşa edeceği gerçeğini gözler önüne seriyor.
Otomobiller yeni paylaşım yöntemleri düşünüldüğünde sadece masraf kalemi olmaktan çıkıp, gelir kaynağına dönüşüyor. Türkiye’de her üç kişiden ikisi araç paylaşımına açık olduğunu söylüyor ve aylık 105 Euro gibi bir tutar karşılığı otomobillerini araç paylaşımına açabileceklerini belirtiyor.
Tüketicinin otomobile ilgisi değişmedi
Cetelem Gözlemevi’nin 2020 araştırması ile 2017’de yayınlanan “Otomobilimi Seviyorum” araştırması karşılaştırıldığında ise aradan geçen üç yıl içinde tüketicilerin otomobillere olan ilgisinin pek değişmediği görülüyor. 2017 tarihli Cetelem Gözlemevi araştırması, 10 sürücüden 9’unun araçları hakkında olumlu ya da çok olumlu görüşlere sahip olduğunu vurgularken, 10 sürücünün 8’i ise otomobilleri olmadan yapamayacaklarını belirtmişti. 2020 yılı “Mobilite, Coğrafya, Kuşaklar – Otomotiv Dünyasındaki Bölünme” araştırması sonuçlarına göre katılan her 10 kişiden 8’i araçlarına bağlı olduğunu belirtti.
Otomobil sahiplik oralarında son yıllarda gözlemlenen artış da otomobillere olan bağlılık ve sevginin göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Batı dünyasındaki büyük şehir merkezlerinde azalan otomobil sahiplik oranlarına karşın, sahiplik oranlarının arttığı Çin, Güney Afrika, Brezilya ve Türkiye benzer özellik göstererek otomotiv sektörünü etkileyen coğrafi bölünmeyi temsil ediyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde ise otomobil sahiplik oranı en yüksek seviyede bulunuyor.
2020 Cetelem Gözlemevi araştırma sonuçları kuşaklar arası otomobillere olan bağlılık farklarını da ortaya koyuyor. Y kuşağının, 55 yaş ve üzeri kişilere kıyasla araçlarına daha bağlı olması otomobillerin gençlerin hayatındaki yeri ile bağlantılı olarak açıklanıyor. Kuşaklar arası bu fark en belirgin olarak Çin’de görülüyor. Türkiye’de ise gençler yüzde 85 oranında otomobillerine bağlı olduklarını belirtirken, 55 yaş ve üzeri otomobil sahipleri yüzde 76 oranında bağlılık gösteriyor. Bu oranlar dünya ortalamasının az da olsa üzerinde seyrediyor.
Otomobiller insanların düşlerini süslemeye devam ediyor
Sürücüler, araç sahibi olmaya devam nedenleri sorulduğunda, pragmatik olmaktan ziyade idealist görüşler ileri sürerken, katılımcıların yüzde 59’u otomobilin kendilerine verdiği özgürlük duygusunun bu kararda etkili olduğunu belirtiyor. Katılımcıların yüzde 38’i otomobillerini sevdiğini belirtirken, yüzde 23’ü otomobilleri olmadan yaşamayı düşünemediklerini iletiyor. Türkiye’de ise otomobil sahibi olmaya devam etme nedeni olarak özgürlük hissini sevme görüşü öne çıkıyor.
Ankete katılanlara otomobil sahibi olmak ile ilgili düşünceleri sorulduğunda ise farklı görüşler belirtilirken, yüzde 39’u otomobil sahibi olmayı elzem bir ulaşım şekli olarak görüyor. Otomobil sahibi olmayı özgürlük ve zevk ile ilişkilendiren sürücülerin yanı sıra giderek artan mali bir yük olarak görenlerin oranı da oldukça fazla. Türkiye’de “otomobil elzem bir ulaşım şeklidir” görüşü ağır basıyor.
Araştırma sonuçlarına göre katılımcıların yüzde 50’si otomobilin kesinlikle gerekli olabileceği durumlar olduğunu düşünüyor. Bu görüş Çin’de yüzde 61 ile son derece yaygın, Türkiye’de ise bu oran yüzde 26.
Otomobiller çevre kirliliğinin esas nedenlerinden biri olarak görülüyor
Araştırmaya katılanların yüzde 66’sı otomobilleri bir numaralı kirlilik kaynağı olarak görüyor. Türkiye’den araştırmaya katılanların yüzde 89’u otomobillerin çevre kirliliğinin esas nedeni olduğunu düşünürken, dünya ortalamasının da yüzde 23 üzerinde görüş bildirdikleri görülüyor.
Ancak katılımcıların sadece yüzde 3’ünün otomobil sahibi olmanın çevreye karşı saygısızca ve zararlı olduğuna inandığı göz önüne alınacak olursa, sürücülerin kendilerinden ziyade kullandıkları araçların çevre dostu olması gerektiğini düşündüğü sonucu çıkartılabilir.
Katılımcıların yüzde 26’sı otomobilin düşük ekolojik ayak izine sahip olması gerektiğini belirtirken, özellikle kentlerde doğa dostu tercih olan hibrit ve elektrikli otomobil satın alma eğilimlerinde artış gözlemleniyor. Benzinli otomobil almak isteyenler hala çoğunluğu oluştursa da giderek daha fazla kişi hibrit ve elektrikli otomobilleri tercih ediyor. Dizel otomobillerin egemenliği ise son bulmuş gibi gözüküyor. Çevreye uyumlu otomobiller söz konusu olduğunda Türk katılımcılar hibrit otomobilleri yüzde 47 oranında tercih ederken, elektrikli otomobilleri tercih edenlerin oranı yüzde 35.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Etiket arşivi: VE
Rektör Hotar’dan doğru iletişim ve empati çağrısı
Türkiye genelinde yarın düzenlenecek Engelli Kamu Personel Seçme Sınavı’nın (E-KPSS) sorunsuz tamamlanması için İzmir’de bütün önlemlerin alındığını kaydeden Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Rektörü Prof. Dr. Nükhet Hotar, sınav görevlilerinin adaylarla doğru iletişim kurmaları için DEÜ Eğitim Fakültesi tarafından hazırlanan bilgi notlarını, www.deu.edu.tr internet üzerinden paylaştıklarını açıkladı. Rektör Hotar, sınav görevlilerinin bu çalışmayı, empati kurarak okumalarının insani ve hukuki sorumluluklar açısından önemli olduğunu söyledi.
Öğrenci, Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından Türkiye genelinde 15 Kasım 2020 tarihinde düzenlenecek olan Engelli Kamu Personel Seçme Sınavı (E-KPSS) öncesi; kritik bir çalışmaya imza atan Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Rektörlüğü, adaylarla doğru iletişim kurma yöntemlerine yönelik hazırlanan bilgi notlarını kurumun internet sayfası üzerinden yayınladı.
İzmir genelinde 80 binada gerçekleştirilecek ve 4 bin adayın katılmasının beklendiği sınavda, engel durumuna göre kişilere nasıl davranılması gerektiğinin aktarıldığı bu çalışma ile hem adayların hem de sınav görevlilerinin yaşayacağı olası sorunların önüne geçilmesi hedefleniyor. DEÜ Eğitim Fakültesi’ndeki öğretim üyeleri tarafından; Engelsiz Dokuz Eylül Koordinatörlüğü’nün desteği ile oluşturulan bilgi notlarının bireysel empati kanallarının geliştirilmesine de katkı sağlayacağını ifade eden DEÜ Rektörü Prof. Dr. Nükhet Hotar, bunun insani ve hukuki sorumlulukların anlaşılması açısından da önemli olduğunu vurguladı.
İzmir KPSS Koordinasyon Kurulu olarak geçtiğimiz günlerde yaptıkları toplantıda son kontrolleri gerçekleştirdiklerini hatırlatan Rektör Hotar, “Devletimizin farklı kurumlarında görev alacak vatandaşlarımızın girdiği E-KPSS öncesi hem üniversite hem de kurul olarak, bütün hazırlıklarımızı tamamladık; bir sorun yaşanmaması adına önlemlerimizi aldık. Kamu hizmetlerinde çalışacak bireylerin bu görevlere adil ve eşit şekilde ulaşabilmeleri adına gerçekleştirilen bütün sınavlar, toplum hayatı açısından da büyük önem taşıyor. Bu nedenle kamusal sorumlulukları bulunan üniversite olarak, bizler de, engelli adaylarımızın sınav stresi ve sıkıntısı yaşamamalarını istedik. Böylece alanında uzman hocalarımızdan oluşan ve ilgili birimlerimizden gelen mensuplarımızın katkılarıyla bir komisyon oluşturduk. Burada yapılan değerlendirmeler neticesinde sınav görevlilerinin engelli adaylarla doğru iletişim kurma ve empati oluşturma noktasında referans alacakları bilgilerin bir araya getirildiği bir çalışma hazırladık” dedi.
BİLGİLER İNTERNETTE
Titizlikle yürütülen bu çalışmayı üniversitenin resmi internet sitesi üzerinden yayınladıklarını açıklayan Rektör Hotar, “Öncelikle sınava katılacak adaylarımızın engel durumlarına göre bir planlama yapıldı. Buna göre; görme ve işitme engeli olan; dil ve konuşma bozukluğu veya fiziksel engeli bulunan ya da yaygın gelişimsel bozukluğu ve özel öğrenme güçlüğü olan adaylar için sistematik bir ihtiyaç tablosu oluşturuldu. Bu tespitlere göre de sınav görevlilerine nasıl davranmaları gerektiğine ilişkin bilimsel tavsiyeler şekillendirildi. Böylece bu çalışma meydana getirildi” ifadesinde bulundu. Küresel salgın nedeniyle bu bilgilerin en hızlı şekilde iletilmesini sağlamak amacıyla internet mecrasını kullandıkları bilgisini veren Rektör Hotar, sözlerini şöyle sürdürdü: “Sınava katılacak bütün görevlilerin bu çalışmayı okumalarını özellikle arzuluyoruz. Bu paylaşımın önümüzdeki dönemde, sınav ölçme ve değerlendirme yöntemleri ile sınav uygulama usul ve esaslarına ilişkin hazırlayacağımız akademik çalışmalara yön verecek. Bunları da ilgili kişi ve kurumlarla paylaşacağız. Adaylarımıza sınavlarında başarılar; görevlilerimize de kolaylıklar diliyoruz”
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Aslı Şafak:” Bence Televizyonların Kadınlara Yer Açması ve Şans Tanıması Gerekiiyor”
Gazeteci, yazar Aslı Şafak kariyer yolcuğunu, gazetecilik mesleğini ve “Aslı Şafakla İşin Aslı” programı hakkında merak edilenleri MAG okurları için anlattı.
Ekonomi anlatımından sonra talk showa geçiş sürecini paylaşan Şafak, “Hem ülkenin konjonktürel durumu hem de benim üretkenliğim biraz kısırlaşmıştı. Yeni ve başka bir şey arıyordum. Neden akşamları Talk Show yapmıyorum diye düşündüm. Zorlukları tabii ki vardı çünkü keskin bir dönüş oldu. Yeni bir alan yaratarak kendimi burada tanımak istedim” diye konuştu. Şu anda ekranlarda tek kadın talk show programcısı olduğunu belirten başarılı programcı, “ Türk televizyonlarında şu an Talk Show yapan tek kadınım. Talk Show alanında, kemikleşmiş bir erkek egemen durum var. Bu nedenle hep erkeğe alışığız. Birkaç kadın şansını denedi ama ne yazık ki uzun vadeli olamadı. Oysa kadınlar da erkekler kadar hazırcevap, esprili, bilgili, donanımlı, zeki ve kıvrak olabilirler. Bunu göstermekte hiçbir sorun yok. Bence televizyonların da kadınlara yer açması ve şans tanıması gerekiyor.
İZODER: “Isı, su, ses ve yangın yalıtımı tüm şehirlerimizde binaların tamamında uygulanmalı”
Yalıtım sektörünün çatı kuruluşu İZODER, ‘8 Kasım Dünya Şehircilik Günü’ dolayısıyla yaptığı açıklamada, tüm şehirlerde depreme karşı güvenli, enerji verimli ve konforlu binalara sahip olmak için ısı, su, ses ve yangın yalıtımının binaların tamamında uygulanması gerektiğine dikkat çekti.
Güvenli ve sağlıklı yapılara kavuşmak için tüm yalıtım branşlarının, yönetmelik ve standartlara uygun bir şekilde, tüm şehirlerde binalara uygulanması gerektiğini vurgulayan İZODER Başkanı Levent Gökçe, şunları söyledi: “Ülke olarak depremle yaşamayı öğrenmeli, güvenli ve kaliteli yapılaşma bilinciyle hareket etmeliyiz. Topraklarının yüzde 95’lik bölümü deprem kuşağında yer alan ülkemizde, can ve mal güvenliğini sağlayabilmek için alınması gereken önlemlerin başında uzun ömürlü ve depreme dayanıklı binalar inşa etmek geliyor. Ancak bugün ülke genelinde milyonlarca konutta halen su yalıtımı bulunmuyor.
Türkiye’de inşaat sektöründe büyük bir eksikliği gidererek, binalara dayanıklılık, kalite ve konfor kazandıracak ‘Binalarda Su Yalıtımı Yönetmeliği’, 1 Haziran 2018’de yürürlüğe girdi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından, İZODER’in de destek ve girişimleriyle mevzuattaki eksikleri gidermek üzere hazırlanan yeni yönetmelikle, su yalıtımının yeni binalarda uygulanması zorunlu hale getirildi. Türkiye inşaat sektörü ve kullanıcılar açısından çok önemli bir adım olan bu yönetmelik, su yalıtımı ile ilgili çok büyük bir eksikliği giderecek. Yeni yapılan binalarda bu yönetmelikte öngörülen esaslara uyulmadığının tespit edilmesi halinde, bu eksiklikler giderilinceye kadar binaya yapı kullanma izin belgesi verilmiyor.
Türkiye’de sadece yeni binaların değil mevcutların da enerji verimli hale getirilmesi, ülke ekonomisi açısından çok önemli. Çok ciddi seviyede eski bina stokuna sahip olan ülkemizde mevzuatlara uygun olarak yapılacak ısı yalıtım uygulamaları ile enerji verimli, sağlıklı ve konforlu yapılara kavuşmak mümkün olacaktır, bunun için de yalıtımda seferberlik ilan etmeliyiz. Mevcut binaların enerji verimli hale getirilebilmesi için vatandaşların teşvik edilmesi gerekli.
Türkiye, Avrupa kıtasında en hızlı büyüyen bina stokuna sahip ülkedir. AB’de sıfır enerji binalara geçiş başlamışken, mevcut standartlarımıza baktığımızda ülkemizde halen bir metrekarelik bir alanın ısıtılması için harcanmasına izin verilen yıllık enerji miktarı, gelişmiş ülkelerin çok üzerindedir. Gelişmiş ülkelerde tanımlanmış U değerleri ile ülkemizde tavsiye edilen U değerlerini mukayese ettiğimizde, ülke olarak daha verimli çözümlere yönelmemiz gerektiğini görüyoruz. Türkiye’deki binaların tümünün, daha az enerji harcayan çevre dostu bir yapıya kavuşması öncelikli hedefimiz olmalı.
Günümüzde binalarda en önemli sorunlardan biri de gürültü. Ses yalıtımı, içinde yaşadığımız konutlara hitap eden ve toplumu direkt ilgilendiren, çok önemli bir konu. Bugün özellikle büyük şehirlerde yaşamımızın her alanında, farkında olmadan gürültüye maruz kalıyor ve bu durumun olumsuz etkilerini gün geçtikçe daha fazla hissediyoruz. Gelişmiş ülkelerde yalıtım konusunda yüksek hassasiyet var ve ses yalıtımı çağdaş yaşam standartlarının oluşmasına katkı sağlıyor. Gürültü insanlarda sağlık sorunlarına yol açıyor. Türkiye’de gürültü kirliliğini önlemek amacıyla hazırlanan Binaların Gürültüye Karşı Korunması Hakkında Yönetmelik, 1 Haziran 2018’de yürürlüğe girdi. Böylece yönetmelikle, ses yalıtımının yeni binalarda uygulanması zorunlu hale getirildi. Yönetmelik, konutların yanı sıra okul, hastane gibi halkın yoğun olarak bulunduğu binaları da kapsıyor.
Yürürlükte olan Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelik uyarınca; ülkemizdeki binaların bir yangın meydana geldiğinde, içerisindeki kişilerin güvenli bir şekilde tahliye edilmelerine, itfaiye ekiplerinin de güvenli bir şekilde müdahale etmesine olanak sağlayacak süre boyunca yıkılmadan fonksiyonlarını sürdürmesi gerekiyor. Bu çerçevede yapının başta taşıyıcı elemanları olmak üzere bazı bölümlerinin yangına karşı dayanıklı olacak şekilde tasarlanması gereklidir. Yangının zararlı etkilerinin sınırlandırılması ve güvenli kaçış bölgelerinin oluşturulması amacı ile oluşturulan bölümlerin duvarlarına, tavanına ve döşemesine yangın yalıtımı yapılmalıdır.”
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Deprem Sonrası Ebeveyn ve Çocuk Psikolojisi
Ruh sağlığı uzmanları İzmir’de meydana gelen ve çevre illerde de çok şiddetli hissedilen depreme maruz kalan yetişkinler ve çocuklarda travmaya bağlı stres bozukluğu oluşabileceğine dikkat çekiliyor. Moodist Hastanesi uzmanı Psikolog Begüm Sevinç bu konuyla ilgili ailelere önemli açıklamalarda bulundu.
Deprem gibi felaketlerin bireylerde ve toplumlarda travmaya neden olacağını belirten Sevinç, bu travmaların hem ruh sağlığını hem de beden sağlığını etkileyerek insan yaşamını olumsuz etkilediğini vurguluyor.
Deprem Sonrasında Hangi Belirtiler Görülebilir?
Depremin ardından birçok bedensel ve psikolojik belirtiler görülebilir. Bu belirtiler kişinin günlük yaşamını olumsuz etkileyebiliyor. Depremin ardından bir ay içerisinde verilen tepkiler akut stres tepkileridir. Bu belirtiler 1 ay içerisinde birçok kişide görülebilir. Önemli olan ise 1 ay sonrasında bu belirtilerin devam edip etmediğidir. Bu tepkileri şu şekilde sıralayabiliriz:
· Süreklilik gösteren korku, dehşet duyguları
· Şok, duygularınızı hissedememe, tepkisizlik, ağlayamama
· Depremle ilgili yenileyici, istemsiz sıkıntı veren anıları hatırlamak
· Depremle ilgili yineleyici sıkıntı veren düşler görmek
· Deprem yeniden oluyormuş gibi hissetmek ya da davranmak
· Deprem olayını hatırlatan yerlerden ya da durumlardan kaçınmak
· Depremi çağrıştıran şeylere yönelik yoğun ya da uzun süreli bir ruhsal sıkıntı yaşama
· Olayla ilgili önemli bir yönü anımsamama
· Yakınlarınızın ölmesi ile ilgili kendini suçlu hissetme
· Aşırı uyarılmışlıkla ilintili: kızgın davranışlar, öfke patlamaları, her an tetikte olma hali, abartılı ilkilme tepkileri, uykuyla ilgili sorunlar görülebilmektedir.
Genel olarak kişiler olayı hatırlayamayabilir, depremin olduğu eve giremeyebilir ve insanlardan uzaklaşarak olayla ilgili konuşmayı istemeyebilirler. Bir ay sonrasında belirtilen stres tepkileri devamlılık gösteriyor ve düzeyinde artış görülüyorsa, mutlaka uzman desteği alınmalıdır.
Deprem sonrasında çocuklara nasıl yaklaşılmalıdır?
Çocuklarla depremi konuşurken; Sakin olmaya çalışın. Çocuğunuza bol bol temas edin. Sarılmak ve şefkat göstermek çocuğunuza iyi gelecektir. Rutinleri mümkün olduğunca korumaya çalışın. Travmatik olayın ardından, rutinler çocuklara hayatın devamlılığına dair güvence verir. Düzenli yemek ve uyku saatlerine sahip olmaya çalışın. Eğer depremin ardından kamp ya da çadırdaysanız bu rutinleri tekrar yaratmaya ve uygulamaya özen gösterin.
Travmada Oyunun Önemi
Çocuklarınızı aktivite yapmaya ve oynamaya teşvik edin. Yaşanan zorlu olayların, zihinde işlemlenebilmesi /sindirilmesi için hareket içeren (kaç-kovala) gibi oyunlar faydalı olabilmektedir.
Çocuklarınızı Bilgilendirin!
Çocuklara, yaşanan olaylar ve süreç hakkında bilgi verebilirsiniz. Kısa ve dürüst olmaya ve çocuklarınızın olayla ilgili sorular sormasına izin verin. Medya kullanımını sınırlandırmak özellikle okul çağındaki çocuklar için kritik öneme sahiptir.
Rahatsız edici görüntülere tekrar tekrar maruz kalmak ikincil bir travmaya sebep olabilir. Çocukların en çok ihtiyaç duyduğu şey, sorularının dinlemesi duygularını kabul edilmesidir. “Korkma” ‘’Geçti’’ gibi cümleler kullanmak yerin onu anladığınızı gösteren “Evet, korktuğunu görebiliyorum. Sana nasıl yardımcı olabilirim?” gibi cümleler kullanmaya özen gösterin.
Eğer çocuk, süren ya da gittikçe artan gerileme davranışları (Alt ıslatma, gece kabusları, parmak emmek..) ve çok kaygılı ve endişeli bir haldeyse Çocuk Ruh Sağlığı Uzmanından destek almalarını şiddetle öneririm.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Netflix, The Midnight Sky’in resmi fragmanını ve afişini paylaştı.
Hem başrolde hem de yönetmen koltuğunda George Clooney’nin yer aldığı film, 23 Aralık’ta tüm dünyayla aynı anda sadece Netflix’te
Yönetmen: George Clooney
Uyarlama: Lily Brooks-Dalton’un kitabından
Senarist: Mark L. Smith
Yapımcı: Grant Heslov, George Clooney, Keith Redmon, Bard Dorros, Cliff Roberts
Yürütücü Yapımcı: Barbara A. Hall, Todd Shuster, Jennifer Gates, Greg Baxter
Görüntü Yönetmeni: Martin Ruhe
Yapım Tasarımcısı:Jim Bissell
Kostüm Tasarımcısı: Jenny Eagan
Kurgu: Stephen Mirrione
Besteci: Alexandre Desplat
Oyuncu Kadrosu: George Clooney, Felicity Jones, David Oyelowo, Tiffany Boone, Demián Bichir, Kyle Chandler ve Caoilinn Springall
The Midnight Sky Hakkında:
Kıyamet sonrası bir dünyada geçen The Midnight Sky, Kuzey Kutbu’nda yalnız bir bilim insanı olan Augustine’nin hikayesini konu alıyor. George Clooney’nin canlandıracağı Augustine, çok geç olmadan Sully (Felicity Jones) ile iletişim kurarak, astronotların esrarengiz bir felaketin tehdit ettiği Dünya’ya geri dönmesini engellemeye çalışıyor. Lily Brooks-Dalton’un çok sevilen “Good Morning, Midnight” adlı romanından uyarlananfilmin yönetmen koltuğunda Clooney yer alıyor. Başroldeki diğer oyuncular ise David Oyelowo, Kyle Chandler, Demián Bichir ve Tiffany Boone.
Netflix Hakkında:
Netflix, 190’dan fazla ülkede 195 milyonu aşkın ücretli kullanıcının farklı türlerde ve dillerde diziler, belgeseller ve sinema filmleri izlediği, dünyanın eğlence odaklı lider yayın hizmetidir. Üyeler yayınları istedikleri kadar, istedikleri zaman, istedikleri yerde, internete bağlı tüm ekranlarda izleyebilirler. Yayınların tamamını reklamsız olarak ve herhangi bir taahhütte bulunmadan oynatabilir, durdurabilir ve daha sonra izlemeye devam edebilirler.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
AB ve UNDP Türkiye Ofisleri İklim Diplomasisi Haftası’nı birlikte kutluyor
AB Türkiye Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Nikolaus Meyer-Landrut ve UNDP Türkiye Mukim Temsilcisi Claudio Tomasi, Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar ve Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı ve Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’in de katıldığı çevrimiçi basın toplantısında 2020 AB İklim Diplomasisi Haftası’nı başlattı.
Bu yıl, büyük hedefler güden iklim eyleminin küresel iki savunucusu olan AB ve UNDP’nin Türkiye temsilcileri, iklim değişikliği risklerine karşı kırılganlıklarımızı azaltmanın önemini vurgulamak amacıyla güç birliği yapıyorlar.
Bu yılki İklim Diplomasisi Haftası, iklim değişikliği karşısında kırılganlıklara ilişkin faaliyetlere odaklanıyor. Bu tema, 2-13 Kasım 2020 tarihleri arasında gazeteciler, sivil toplum, akademisyenler, iş dünyası, kamu kurumları ve vatandaşlar tarafından farklı perspektiflerden tartışılacak.
AB Türkiye Delegasyonu ve UNDP Türkiye, herkesi iklim eylemi kampanyasına katılmaya davet ediyor. İklim Diplomasisi Haftası boyunca sosyal medya kampanyası, farkındalık için açık hava etkinliği, webinarlar, basın toplantıları ve başka birçok faaliyet düzenlenecek. Herkesi, kampanya faaliyetlerine katılmaya, kendi etkinliklerinizi düzenlemeye, iklim eylemi öykülerinizi paylaşmaya, mesajı yaymaya teşvik ediyoruz.
AB Türkiye Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Nikolaus Meyer-Landrut kampanya ile ilgili yaptığı açıklamada şunları ifade etti; “AB İklim Diplomasisi Haftaları, yalnızca hükümetler ile değil aynı zamanda iş dünyası, akademisyenler, sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler ve aktivistler gibi diğer aktörler ve vatandaşlar ile de diyaloğumuzu geliştirmemiz için özel fırsatlar sunuyor. AB Türkiye Delegasyonu, AB İklim Diplomasisi Haftalarını 2016’dan beri düzenliyor. Hepinizi ve tüm Türk vatandaşlarını, kamuya açık faaliyetlerimiz ve sosyal medya kampanyamız aracılığıyla kampanyamıza katılmaya ve mesajlarımızı yaymaya davet ediyoruz.”
UNDP Türkiye Mukim Temsilcisi Claudio Tomasi ise şunları söyledi:
“İddialı bir iklim eylemine ihtiyacımız var, hem de acilen. Küresel sıcaklık artışını 1,5 derecenin altında tutmayı başaramazsak, büyük olasılıkla, yıkıcı felaketler ve geri dönüşü olmayan değişimler yaşayacağımız bir eşikten geçeceğiz. Bizim mesajımız bir umut ve eylem çağrısıdır. Kampanyamız, yaptığımız her şeyin iklim krizini etkilediği ve ondan etkileneceği düşüncesi odağında şekilleniyor ve ne yaparsak yapalım, ne isteğimiz veya neye ihtiyacımız olursa olsun, her şey 1,5 derece sözümüzü tutup tutamayacağımıza bağlı olacak. Kampanyanın ana mesajı olan #İklimBiziz ve #Değişeceğiz çağrıları herkes için bir davettir. Bireyler, şirketler ve kurumlar veya doktorlar, çiftçiler, öğretmenler, gazeteciler olarak hepimizin yapabileceği bir şeyler var. Etkimiz toplu halde hareket ettiğimizde artacak. Ama artık harekete geçme zamanı!”
Bu yılki sloganımız #İklimBiziz ve yaşanabilir, sürdürülebilir, iklim nötr gelecek için #Değişeceğiz.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Öğretmen ve velilerin ortak kaygısı “öğrencilerdeki öğrenme kaybı”
Öğretmen Akademisi Vakfı (ÖRAV), tüm dünyanın birlikte geçtiği kritik koronavirüs sürecinde Türkiye’deki en büyük toplumsal kesim olan ebeveynlere ve öğretmenlere odaklanan “Pandemi Döneminde Gündelik Pratikler, Algı ve Eğitim İhtiyaçları Araştırması”nın raporunu yayınladı.
Pandemi ve karantina sürecinin öğretmen, veli ve öğrenciler için oldukça hassas ve zorlu geçtiğini ortaya koyan araştırma, bu dönemde alınan en kapsamlı ve büyük tedbirlerden biri olan uzaktan eğitimin hem her bir paydaş için kendine özel, hem de paydaşlar arası (öğretmen-öğrenci, öğrenci-ebeveyn, öğretmen-veli) etkileri olduğunu gösterdi.
Öğrenciler arasındaki öğrenme eşitsizliğinin diğer tarafında öğretmenler yer alıyor
Araştırma, öğretmenlerin yüzde 85’inden fazlasında öğrenme kaybına yönelik kaygının oldukça yaygın ve büyük boyutlara ulaşmış olduğunu gösteriyor. Buna rağmen, araştırmaya katılan öğretmenlerin üçte biri uzaktan eğitimin artık dünyada kaçınılmaz bir yöntem olduğunu, gerekli öğrenme ortamının dijitalde de yaratılabildiğini, işlevsel, pratik ve zamandan tasarruf sağlayan bir öğretim yöntemi olduğunu savunuyor.
Uzaktan eğitimin işlevselliğini ve kaçınılmazlığını kabul etmekle beraber, çeşitli sebeplerle şu an Türkiye’de bunun uygulanabilir olmadığını ve geliştirilmesi gerektiğini düşünen öğretmenlerin ortak noktası ise hem kendileri, hem de öğrencileri için teknolojik araç sahipliği ve dijital okuryazarlıktaki yetersizlik olarak ortaya çıktı. Uzaktan eğitimin niteliğini artırmak için öğretmenleri bu konuda bütünlüklü bir şekilde destekleyecek bir mekanizmaya ihtiyaç duyulduğu gözlemlendi.
Öğretmenlerin önceliği, öğrencilerin geçmiş öğrenme kaybını telafi etmek
Öğrencilerde öğrenme kaybı gerçekleştiğine yönelik kaygının, yeni dönemde öğrencilerin “derse boğulmasına” ve dolayısıyla yeni kayıplar yaşamalarına yol açabileceğinden endişe duyduklarını belirten ÖRAV Genel Müdürü Füsun Çürüksu “Araştırma bize gösterdi ki, ‘uzaktan eğitim mi, yüz yüze eğitim mi?’ sorusu yerine, her ikisi için de ‘nasıl bir uzaktan eğitim, nasıl bir yüz yüze eğitim?” sorularını sormak çok daha zenginleştirici ve çözüm odaklı olacaktır” dedi. Bu doğrultuda öğretmenler için “Çevrim İçi Eğitimde Etkileşimli Ders Tasarımı” programına başladıklarını belirten Çürüksu “Bu program kapsamında sadece etkin bir uzaktan eğitim için yol göstermiyor, öğretmenlerin 21. yüzyıl becerileri olarak ifade edilen çok yönlü gelişimi merkeze koyan beceriler edinmelerini de destekliyoruz. Bu dönemde öğrencilerin sadece akademik olarak değil, sosyal ve duygusal anlamda da desteğe ihtiyacı oluyor. Öğretmenlerimizle bu desteği uzaktan verme konusunda da çalışıyoruz” dedi.
Veliler, çocukların eğitim hayatından “geri kalmalarından” büyük endişe duyuyor
Öğretmen ve öğrencinin yanında, eğitimde her zaman çok önemli bir diğer paydaş grubu olan veliler, uzaktan eğitim sürecinde daha da ön plana çıktı. “Evdeki öğretmenler” olarak veliler, çocukların duygusal yüklerini hafifletme çabalarının yanında, öğrenme kaybı yaşamamaları için de ellerinden geleni yaptı.
Araştırmaya katılan her 10 ebeveynden 8’i, karantina sürecinin çocukların eğitim durumunu olumsuz etkilediğini belirtti. Ebeveynlerin yüzde 20’si evden/uzaktan eğitimi okuldaki eğitime göre daha verimli bulurken, araştırma her 10 ebeveynden 6’snını online eğitimlerin işe yaramadığını düşündüğünü ortaya koydu.
Bu süreçte çocuklarıyla hiç tecrübe etmedikleri kadar zaman geçiren ebeveynlerin birçoğu çocuklarının zorlayıcı davranışlarına nasıl müdahale edecekleri konusunda zorluk yaşadı. Buna bağlı olarak, evdeki beslenme, uyku ve çalışma düzeninin fiziksel koşullarını da yeniden organize etmek zorunda kalan ebeveynlerin yüzde 50’ye yakını “Okulların kısmen açık olmasını dilerdim” ifadesine başvurdu. Bu zorluğa bağlı olarak, evde eğitim konusunda çocuklarını desteklerken yetersiz hisseden ebeveynlerin yine birçoğunun, kendilerine vakit ayıramadıkları ve evde enerjilerini çocuklarına harcadıkları gözlemlendi.
ÖRAV tarafından tasarlanan ve yürütülen “Pandemi Döneminde Gündelik Pratikler, Algı ve Eğitim İhtiyaçları Araştırması” kapsamında, Covid-19 pandemisine bağlı karantina ve uzaktan eğitim sürecinin öğretmen ve ebeveynlerde yarattığı etki ile öğretmen ve velilerin genel durum ve ihtiyaçlarının saptanması hedeflendi. Mayıs-Temmuz 2020 tarihleri arasında 3.757 kişi ile online mecralar üzerinden gerçekleştirilen araştırmaya katılanların %52’si öğretmen veya eğitimci, %26’sı veli/ebeveyn, geri kalan %22’si ise kendisi de öğretmen olan ebeveynlerden oluşuyor.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Burcu Ersen ve Derya Şenyer’in sunacağı yeni bir televizyon program geliyor!
Yıllardır öğretmenlik ve solistlik yapan Burcu Ersen, yakın arkadaşı ve aynı zamanda meslektaşı olan Derya Şenyer ile televizyon sunuculuğuna hazırlanıyor.
Televizyon programında Burcu Ersen güzel sesiyle müzik dinletisi yaparken Derya Şenyer şiir sunumlarıyla eşlik edecek. Programda; kültür sanat, müzik, magazin ve eğitime yer vereceklerini söyleyen ikili, “Birlikteyken zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamıyoruz, sohbet edebiliyoruz ve çok gülüyoruz, programda da güzel enstantanelerin çıkacağına ve 7’den 70’e herkesin seveceğine eminiz ” dediler.
Keyifli bir program bizleri bekliyor.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Melda Kamhi Kosif ve Yasemin Kamhi Kanyon’da görüntülendi
Cemiyet hayatının tanınmış simalarından Yasemin Kamhi geçtiğimiz gün kızı Melda Kamhi Kosif ile alışveriş için geldikleri Kanyon Alışveriş Merkezi’nde objektiflerimize yansıdı. Anne kız bir süre Kanyon Alışveriş Merkezi’nde mağazaları dolaştıktan sonra çıkışta sağlıklı ürünler satan bir mağazaya uğradı. Daha sonra alışveriş merkezinden ayrılan anne kız objektiflerimize böyle yansıdı.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)