Yeni döneme 5 Ekim tarihinden itibaren başlayacak olan İstanbul Bilgi Üniversitesi, hibrit eğitim modelini uygulamaya hazırlanıyor. Üniversite yeni eğitim modeliyle hem canlı sınıf ortamı hem de uzaktan eğitim araçlarıyla öğrencilerin dersleri takip edebileceği bir altyapı oluşturdu.
Merakla beklenen yeni eğitim dönemi için hazırlıklar hız kesmeden devam ediyor. Bir yandan öğrencilerin yeni döneme nasıl adapte olacakları konuşulurken bir yandan da okullar ve üniversiteler yeni eğitim modelleri üzerine çalışıyor. Yeni sistemlerle eğitim anlayışına farklılık getirmeyi planlayan eğitim kurumları önceliği, öğrencilerin dersleri çok iyi şekilde takip edebilecekleri bir alt yapıya veriyor. Türkiye’de online eğitimin öncülerinden İstanbul Bilgi Üniversitesi, 5 Ekim’de mevcut ve yeni öğrencilerine kapılarını açmaya hazırlanıyor. Yeni normalde hibrit eğitim modelini uygulayacak olan üniversite 2020-2021 Akademik Yılı için dileyen öğrencilerin derslerini uzaktan eğitim araçlarıyla dileyenlerin ise sınıf ortamında takip edebileceklerini duyurdu. BİLGİ, uygulamalı derslerin içerikleri elverdiği ölçüde uzaktan eğitim araçlarıyla uyumlu bir şekilde yapılandırılması için çalışıyor.
Gençler için sosyalleşme de önemli
Uzaktan eğitim sistemine 2000’li yıllarda e-MBA ile başlayan BİLGİ, korona nedeniyle hızlı geçiş sağlanan online eğitime, bünyesindeki uzaktan eğitim merkezi (UZEM) ile sorunsuz devam sağladı. İstanbul Bilgi Üniversitesi Uzaktan Eğitim Merkezi (UZEM) Müdürü Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Ali Tuğtan, Türkiye’de uzaktan eğitime geçiş sürecinde en önemli iki faktörün eğitmen ve öğrencinin sisteme uyumu olduğuna dikkat çekerek, bu sebeple uzun yıllardır harmanlanmış eğitim modelini benimsediklerini söyledi. Tuğtan, “Bu modelle hem fiziksel kampüsün yüz yüze eğitimin sosyalleşme imkanlarından hem de dijital araçların avantajlarından faydalanıyoruz. Öğrenciler birbirleriyle iletişim halinde olmak, konuşmak, kampüs ortamını deneyimlemek istiyor. Harmanlanmış model konusundaki tecrübemiz sayesinde yeni normal döneminde öğrencilerimizin yüz yüze yapılan derslerini istedikleri takdirde sınıftan, isterlerse evlerinden online olarak takip edebilecekleri bir altyapıyı kurduk. Yeni yatırımlarımız sayesinde, dersi online olarak takip eden öğrencilerimiz sadece chat ekranı üzerinden değil, görüntülü ve sesli olarak da sınıftaki tartışmalara katılabilecekler. Böylece bir yandan risk grubunda olmayan öğrencilerimizle sosyal mesafe kurallarına uygun biçimde sınıfta derslere yeniden başlarken, bir yandan da Bilgi’nin güçlü online altyapısını kullanarak derslerin en yüksek düzeyde online katılımla takibini mümkün hale getiriyoruz.”
Dersler kaydedilip tekrar izlenebiliyor
Pandeminin kişilerin teknolojiyi sonuna kadar kullanmaya zorladıklarını söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Ali Tuğtan bu tür kriz dönemlerinde teknolojinin sıçrama yaptığını ve uygarlığın hızla ilerlediğini belirtti. Eğitim sektörü de bundan nasibini alıyor diyen Tuğtan, koronavirüs nedeniyle uzaktan eğitim alanında normalde on yıl içerisindeki gelişmelerin kısa zamanda sağlanacağını ifade etti. Tuğtan, şöyle devam etti: “Tamamen çevrimiçi (online) eğitim, bazı alanlarda sınıf içi eğitimin yerini tutamıyor. Özellikle genç yetişkin dediğimiz 18-22 yaş grubunda fiziksel kampüsün sağladığı sosyalleşme, kişilik gelişiminin ve dolayısı ile eğitimin önemli bir parçası oluyor. Nihai olarak kişiyi “şu veya bu üniversiteli” yapan şey orada aldığı dersler kadar orada edindiği sosyalleşmedir. Aynı zamanda online eğitimin de derslerin kaydedilerek sonradan tekrar izlenebilmesi, geniş katılımı mümkün kılan tartışma platformları ve video sunumları, öğrencilerin birbirini değerlendirdiği ödevler, kolaylıkla konuk anlatıcı dahil edilebilen senkron dersler gibi birçok avantajı var. Yeni normalin dayattığı sınırlı kampüs kullanımı bizler açısından birçok soruna yol açsa da hibrit eğitim modelinin yerleşmesi uzun vadede ülkemiz eğitimi için olumlu bir gelişme olacak.”
İstanbul Bilgi Üniversitesi Hakkında:
İstanbul Bilgi Üniversitesi, 1996 yılında Türkiye’de üniversite yaşamına yeni bir soluk getirmek amacıyla “Okul için değil yaşam için öğrenmeliyiz” ilkesiyle yola çıkarak kurulmuştur. Yaklaşık 1500 kişilik bir öğretim kadrosuna sahip olan üniversitenin 20.000’e yakın öğrencisi ve 45.000’e yakın mezunu vardır. İstanbul Bilgi Üniversitesi, Sosyal ve Beşeri Bilimler, Hukuk, İşletme, İletişim, Sağlık Bilimleri, Mimarlık ile Mühendislik ve Doğa Bilimleri fakültelerinin yanı sıra yüksekokulları, meslek yüksekokulları ve enstitüleri çatısı altında 150’yi aşkın ön lisans, lisans ve doktora programı sunmaktadır. Kurulduğu günden bu yana öğrencilerine uluslararası gelişim fırsatları sunan İstanbul Bilgi Üniversitesi, Yükseköğretim Derecelendirme Kuruluşu QS’in 2020 yılı “Gelişmekte olan Avrupa Ülkeleri ve Orta Asya Üniversiteleri Sıralaması”nda en iyi 130 üniversite arasında yer almaktadır. İstanbul’un merkezinde, santralistanbul, Dolapdere ve Kuştepe olmak üzere üç kampüsü bulunmaktadır.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Kategori arşivi: Yaşam
Toplu konutların nüfusu da bütçesi de belediyelerden fazla
Türkiye’de her yıl binlerce site inşa edildiğini dile getiren Timtaş Yönetim A.Ş Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Akay, bazı sitelerin belediyelerden daha fazla nüfus ve bütçeye sahip olduğunu söyledi. Akay, büyük nüfuslu ve bütçeli sitelerin profesyonel yönetim ihtiyacının arttığına dikkat çekerek, site yönetim şirketlerine daha fazla iş düştüğünü açıkladı.
Son 20 yılda apartmanların yerini toplu konut projeleri, siteler ve rezidanslar almaya başladı. Apartmanlara oranla daha fazla insanın bir arada yaşamasını gerektiren bu yapıların yönetimleri de oldukça önemli hale geldi. Genellikle site sakinleri arasından seçilen site yöneticileri, yeterli tecrübeye sahip olmadığında birçok anlaşmazlık meydana geliyor. Konuyla ilgili yargıya taşınan birçok dosya konusu da bulunuyor.
Bu durumun sitelerdeki yaşam kalitesini düşürdüğüne dikkate çeken Timtaş Yönetim A.Ş’nin Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Akay, konut projelerinde profesyonel yönetim şirketlerine daha fazla ihtiyaç duyulacağını ifade etti.
Bazı Sitelerin Nüfusu da Bütçesi de Belediyelerden Daha Fazla!
Günümüzde birçok sitenin belediyelerden hem nüfus hem de bütçe olarak daha büyük bir hale geldiğini söyleyen Akay, sitelerdeki toplumsal yaşamın ve düzenin sağlanmasında yöneticilere büyük iş düştüğünü belirtti.
Akay, “Türkiye’de elli, yüz daireli siteler olduğu gibi binlerce daireden oluşan siteler de var. 5bin dairelik bir sitede yaklaşık 15-20 bin nüfus bir arada yaşıyor demektir. Bu aynı zamanda yüksek bir bütçe anlamına da geliyor. Site yönetimi, insan odaklı bir hizmet sektörü. Bu denli büyük bir bütçenin ve nüfusun idare edilmesi ciddi anlamda uzmanlık ve yoğun mesai gerektiriyor. Ortak yaşamın en kaliteli ve en ekonomik şekilde yürütülmesini sağlamak gerekiyor. Sitedeki ortak yaşam, otopark, yüzme havuzları, hamam, sauna gibi sosyal alanlar, spor alanları, oyun alanları, güvenlik, asansör, ortak sahanlık vb. birçok konuda site yönetim şirketlerine büyük iş düşüyor.” diye konuştu.
Kat Mülkiyeti Kanunu Güncellenmeli
Türkiye’de profesyonel site yönetim hizmeti ihtiyacının her yıl daha fazla arttığını ifade eden Akay, “Ülkemizde 1965 yılında yürürlüğe giren, yıllar içinde bazı düzenlemeler yapılarak günümüze gelen Kat Mülkiyeti Kanunu, bir an önce günümüz şartlarına uygun olarak güncellenmeli. Mevzuat açısından oluşan belirsizlikler, sitelerde farklı sorunlara neden olabiliyor. Büyük siteleri minyatür bir belediye gibi düşünmek gerekiyor.” değerlendirmesinde bulundu.
Akay, mevzuat eksikliklerinin giderilmesi ile birlikte profesyonel site yönetim hizmet sektörünün önümüzdeki dönemde Türkiye’nin en ciddi hizmet sektörleri arasında yer alacağını sözlerine ekledi.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Yüz yüze eğitimde koronavirüs önlemlerine uyulmalı
21 Eylül’de yüz yüze eğitime geçilmesi planlanan okullarda özellikle temizlik koşullarının sağlanmasının önemine işaret eden uzmanlar, çocuklara fiziksel mesafe ve maske kullanımına ilişkin bilgi verilmesi gerektiğini hatırlatıyor. Uzmanlar, ebeveynlerin okula “Okulum Temiz” belgesini sorması gerektiğinin de altını çiziyor.
Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Songül Özer, 21 Eylül’de yüz yüze eğitime geçilmesi planlanan okullarda gerekli tedbirler alınmasının önemli olduğunu kaydetti.
Ebeveynler okula ‘Okulum Temiz’ belgesini sormalı
Milli Eğitim Bakanlığı’nın okullarda gerekli önlemlerin alındığını ve ‘Okulum Temiz’ başlıklı bir belge verildiğini açıkladığını hatırlatan Dr. Songül Özer, “Ebeveynler yüzyüze eğitim başlamadan önce özellikle bu belgenin olup olmadığı sorgulamalı. Düzenli temizlik yapılıyor mu, yemekhanelerde masa düzeni gibi gerekli önlemler alınmış mı, sınıflardaki öğrenci sayısı azaltılmış mı, büyüklerle aynı okula giden ufak çocuklar aynı anda mı tenefüse ve yemeğe çıkıyor sorgulanmalı. Çocuk maske takıp mesafe kuralına uyup korunsa da sınıfta hemen yanına bir çocuk oturtulduğunda yine o mikroorganizmayı alma ihtimali doğuyor. Çocuklar ve aileler virüsten korunma önlemlerini alıyor fakat eğitim alanında en önemli görev Milli Eğitim Bakanlığına, okul yönetimine ve okul müdürlerine düşüyor” dedi.
Dr. Songül Özer, ebeveynlerin çocuklarına maske kullanımı, fiziksel mesafe ve temizlik kuralları hakkında mutlaka bilgi vermesi ve bunlara uyulması konusunda tavsiyelerde bulunması gerektiğini kaydetti.
Virüs daha çok aile içinde yayılıyor
Dr. Songül Özer, koronavirüsün çocukları ve gençleri etkilemediği, onlarda enfeksiyon yaratmadığı algısının da yanlış olduğuna dikkat çekti ve sözlerini şöyle sürdürdü:
“Koronavirüs, 0-100 yaş arasındaki herkesi etkileyebilir. Sadece etkileme şekli farklıdır, hastalığın seyri ve ağırlığı farklıdır. Çocuklarda ve gençlerde bağışıklık sistemini bozucu faktörler daha az olduğu için onlar daha hafif geçirirler. Altta yatan bir hastalıkları varsa, örneğin kanser hastalığı olan bir çocuksa onun hastalığı geçirdiği ağırlık 70 yaşındaki kişiyle aynıdır. Hastalığın etkisi yine bizim tamamen altta yatan hastalığımız ve bağışıklık sistemimizle alakalı. Son 6-7 aydır çocuklarda ve gençlerde koronavirüsün hafif geçtiğini gördük fakat bir de asemptomatik yani belirtisiz geçiren bir grup insan da var. Çocuklar ve gençler asemptomatik gruba dahil oluyor daha çok. Kendileri bu mikroorganizmayı alıyor, belirgin hastalık tablosunu yaşamıyor ama vücutlarında o virüs olduğu için solunum yoluyla birlikte çevrelerine yayıyorlar. Evde yaşı daha ileri büyükler varsa onlara da en büyük virüs kaynağı oluyorlar. Bir araştırma koronavirüsün yüzde 75 oranında aile içinde, yüzde 40 – 45 oranında iş yerinde, yüzde 20-25’de restoranlar ve toplu taşıma gibi kalabalığın olduğu alanlarda bulaştığını ortaya koydu. Sokağa çıkıp yürümeye korkuyorduk fakat o esnada bulaşma oranı çok düşük. Yani maskeyi takıp sokakta yürüdüğümüzde hiçbirşey olmuyor. Sakin, açık alanda ve az insanın olduğu yerde tek başınaysak maske takmasak bile hiç bulaşma ihtimali yok.”
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
‘BULUNDUĞU İDDİA EDİLEN REZERV DOĞRU DEĞERLENDİRİLMELİ’
DEVA Partisi Genel Merkezi tarafından, Fatih Sondaj Gemisi’nin, 20 Temmuz 2020 tarihinden bu zamana kadar Zonguldak’ın ortalama 170 kilometre kadar açıklarında Tuna-1 araştırma kuyusunda yürüttüğü çalışmanın hemen sonrasında denizin 1.400 metre altında, 320 milyar metreküplük doğalgaz rezervinin bulunduğu açıklandığı anımsatılarak, ”
Fatih Sondaj Gemisi’nin, 20 Temmuz 2020’den bu yana Zonguldak’ın yaklaşık 170 kilometre açıklarında Tuna-1 araştırma kuyusunda yürüttüğü çalışmanın ardından denizin 1400 metre altında, 320 milyar metreküplük doğalgaz rezervinin bulunduğu açıklandı. Doğalgaz arama faaliyetleri için bir ay gibi oldukça kısa sürede gerçekleşen bu keşif, kamuoyuna “müjde” olarak sunuldu.
DOĞALGAZ ÇIKARMANIN MALİYETİ FATURALARA YANSIYABİLİR
Rezerv boyutunun kazılan tek bir kuyuyla belirlenmesi mümkün değil. Hatta rezerv büyüklüğü tanımı için bir kuyu açılması yetmez, en az 3 kuyu açılmalı. Üstelik açıklanan rezervin toplam rezerv mi, yoksa üretilebilir rezerv mi olduğu da belirtilmedi. Kesin rezervin hesaplanmasına ilişkin çalışmaların yapılması, bu çalışmalar sonucunda doğalgaz çıkarmanın ekonomik bulunması halinde yatırım planlamasının yapılarak ivedilikle söz konusu doğalgazın ekonomiye kazandırılması gerekir.
Doğalgazın Ağustos 2020 uluslararası piyasadaki fiyatı 70 dolar civarındayken, bugüne kadar tüm araştırmalar için Akçakoca’ya yapılan 610 milyon tutarındaki yatırım maliyeti dikkate alındığında buradan üretilen bin metreküp doğalgaz bedeli 510 dolara yükseliyor. Öyle gözüküyor ki doğalgaz çıkarmanın maliyeti faturalara yansıyabilir.
GERÇEK TABLO ORTAYA KONULMALI
Sadece doğalgaz rezervini bulmakla eksen değişikliği yaşanmıyor. Üretim ve yatırım maliyetlerinin de doğru hesaplanması gerekiyor. Bulunan rezerv bahsedildiği gibi eksen kayması sağlayacak, cari açığı kapatacak hatta cari fazlaya geçecek bir ekonomik değere sahip değil, sadece cari açığa azaltmada az bir miktar olumlu katkı sağlayabilir.
Türkiye’nin önümüzdeki dönemde 320 milyar metreküplük rezervde açması gereken tespit kuyularının faaliyetlerinden sonra nihai yatırım kararı verilecek ve bölgeye dev bir platform kurulacak. Açık denizde kurulacak bu platform vasıtası ile 3 bin 500 metre derinlikteki gaz yüzeye çıkartılacak.
Evlerdeki doğalgaz faturalarını yükselten bir diğer durum da yapılan kötü anlaşmalar. Bahsedilen rezervin değeri, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’nın ifadesiyle ülkemizin aldığı gaz fiyatlarından hesaplanırsa 65 milyar doları buluyor. Ancak dünya piyasasındaki gaz fiyatları daha düşük olup bu rakamlar baz alındığında rezervin değeri yaklaşık 35 milyar dolara kadar düşüyor. Yani doğalgaz rezervine sahip olan ülkelerle yaptığımız anlaşmalar, dünya ortalamasına göre yaklaşık 2 kat daha pahalı doğalgaz tüketmemize sebep oluyor.
ÜRETİMİN 2023 SEÇİMLERİNE ENDEKSLİ PLANLANMASI ZARAR GETİRİR
Karadeniz’de bulunan doğalgazın, bir sonraki başkanlık ve genel seçimin olası tarihi 2023’te ekonomiye kazandırılacağı söyleniyor. Ancak ülkemizin bulmuş olduğu rezerv için ihtiyatlı bir tahmin olarak en az 5 yıllık bir süre öngörmek gerekiyor. Doğalgaz üretiminin 2023 seçimlerine endeksli şekilde planlanması projenin maliyetini yükseltir, hatta zarar getirir. Ayıca 5 yıldan daha uzun bir süre Türkiye’nin çıkarlarını negatif yönde etkileyebilir.
Türkiye’nin yüksek fiyattan imzaladığı gaz kontratları sırasıyla Azerbaycan ile 2021’de, Cezayir ile 2024’te, Rusya ile 2025’te, İran ile 2026’da son buluyor. Özellikle Rusya ve İran ile yapılan anlaşmaya göre yıllık toplam 25.6 milyar metreküp doğalgaz ithal ediyoruz. Yıllık toplam ithal ettiğimiz doğalgazın yarısını karşılayan Rusya ve İran ile doğalgaz anlaşması için tekrar masaya oturmadan önce Karadeniz rezervini hayata geçirmemiz gerekiyor.
Uzun dönemli gaz sözleşmelerinin geleceğinin nasıl şekilleneceğine ilişkin fiyat müzakereleri ve görüşmelerinde Türkiye’nin mevcut keşfi, pazarlık masasında bir avantaj oluşturabilir. Türkiye doğalgaz alım maliyetlerini düşürdüğünde cari açığa olumlu etkisinin yanında özellikle elektrik üretim maliyeti ve sanayi doğalgaz fiyatlarında sanayinin rekabet gücünü artırma fırsatını yakalayabilir. Bahsedilen keşfin kanıtlanmış rezerve dönüşmesi halinde bu rezerv miktarı ülke ekonomisinin tüm sorunlarına çare olmamakla birlikte dışarıya bağımlılığın azaltılmasına ve ülkemiz sanayisine rekabetçi fiyattan gaz tedariğine yardımcı olabilir. Bu kaynakları ülke menfaatine uygun bir şekilde kullanabilmek gerekiyor. Bunun için de şeffaf, hesap veren ve dürüst bir yönetim şart.
ÜNİVERSİTELERE YATIRIM YAPILMALI, KAMU DESTEĞİ SAĞLANMALI
Tüm bunların yanı sıra sondaj faaliyetleri için dışarıdan hizmet alınıyor olması ve bu faaliyetleri yürüten az sayıda personelimizin bulunması da büyük bir sorundur. Alanında uzman kişilerin yetiştirilmesi ve kamuda tutulması, daha düşük maliyetli doğalgaz üretimi için gerekli teknolojinin geliştirilmesi için kamu desteği sağlanması, bu konuda çalışan üniversitelere yatırımlar yapılması oldukça önemli.” değerlendirmesi yapıldı.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
DisplayMate, Galaxy Note20 Ultra’ya En İyi Akıllı Telefon Ekranı Ödülü’nü verdi!
Akıllı telefon ekranlarını derecelendiren DisplayMate, geçtiğimiz günlerde tanıtımı yapılan Samsung’un yeni amiral gemisi akıllı telefonu Galaxy Note20 Ultra’nın ekranına A+ verdi. Aynı zamanda En İyi Akıllı Telefon Ekranı Ödülü’ne de layık görülen amiral gemisinin OLED Ekranı, özellikle aynı anda hem ekran parlaklığı hem de ekran güç tasarrufu özelliklerini yükseltebilmiş ve iyileştirebilmiş olmasıyla ön plana çıkıyor.
Bu ayın başında tanıtımı yapılan Galaxy Note20 Ultra, tam ekran tasarımı ve gelişmiş son teknoloji eseri OLED Ekran özelliğiyle Samsung’un en yeni amiral gemisi akıllı telefonu. Bu akıllı telefon mobil OLED ekran teknolojisinin görülmemiş bir hızla gelişmesiyle birlikte, ekran performansı alanında yükseltilmiş ve iyileştirilmiş birçok önemli yeni özellikler sunuyor. Galaxy Note20 Ultra, Samsung Display tarafından geliştirilip üretilen son sürüm çift taraflı kavisli ekranla birlikte Esnek OLED ekranlara sahip. OLED’in yeni çıkan her sürümü, yükseltilmiş ve iyileştirilmiş yeni özellikleri beraberinde getirirken, bu özellikler ilk olarak Samsung Galaxy akıllı telefonlarda sizlerle buluşuyor ve böylelikle Galaxy Note20 Ultra bir kez daha çıtayı yükseklere taşıyor
Akıllı telefon ekranlarını derecelendiren DisplayMate tarafından yapılan kapsamlı laboratuvar testleri ve ölçümleri, Galaxy Note20 Ultra’nın son derece etkileyici, üst düzey mükemmeliyete sahip birinci sınıf akıllı ekrana, aynı zamanda mükemmel kalibrasyon kesinliği ve performansına sahip olduğunu, görsel anlamda da mükemmellikten ayırt edilemez olduğunu gösteriyor.
Objektif bir biçimde yürütülen laboratuvar testleri ve ölçümlere göre, Galaxy Note20 Ultra,DisplayMate’in şimdiye kadar verdiği en yüksek not olan A+ Ekran Performansı derecesini elde ederek ve akıllı telefonlar için 11 performans kriterini karşılayarak “DisplayMate En İyi Akıllı Telefon Ekranı Ödülünü” aldı.
Araştırmada Galaxy Note20 Ultra’nın yeni ve iyileştirilmiş ekran performansının en çarpıcı özellikleri şöyle sıralanıyor: Galaxy Note20 Ultra alışılagelmiş 60Hz yenileme hızı özelliğinin yanı sıra yeni uyarlanabilir yüksek frekanslı 120Hz yenileme hızına da sahip olup bu özelliği sayesinde görsellerde ekran kaydırma ve video gösterimi deneyimini iyileştirirken uygulamalardaki hareket ve oyun performansını da iyileştiriyor ve pek çok kullanıcının karşılaştığı ekran titreşimi sorununu azaltabiliyor. Galaxy Note20 Ultra ekranının en yüksek parlaklığı normal modda 680 nit iken yüksek parlaklık modunda 1609 nite çıkabiliyor ve bu parlaklık düzeyi de Galaxy Note 10+’ın parlaklık düzeyiyle kıyaslandığında yüzde 21-23 oranında daha yüksek bir performans sunuyor. Galaxy Note20 Ultra’nın yüksek parlaklık modu, en yüksek parlaklık seviyesindeyken, doğrudan güneş ışığı altında olmayan tam düzey dış ortam ışığına eş değer olan, 20.000 lux değerinde yeni bir düşük ortam ışık seviyesi sunuyor. Bu özelliği sayesinde, açık havada ekranın okunurluğu telefon “Orta veya Yüksek Ortam Işığı” ayarındayken daha da iyileşmiş oluyor. Galaxy Note20 Ultra ekranının güç verimliliği, Galaxy Note10+ ile karşılaştırıldığında yüzde 16 daha yüksek. Galaxy Note20 Ultra, akıllı telefonlar için 11 performans kriterini ve bunlar içinde, görsel olarak kusursuzla eş değer olarak nitelendiren 4 mükemmeliyet kriterini de karşılıyor. Galaxy Note20 Ultra’nın OLED Ekranı, özellikle aynı anda hem ekran parlaklığı hem de ekran güç tasarrufu özelliklerini yükseltebilmiş ve iyileştirebilmiş olmasıyla ön plana çıkıyor.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Çocuklar ve Ergenlerde Ultraviyole Tehdidi!
Çocukluk ve ergenlik dönemindeki güneş yanıklarının, ileri ki yaşlarda gelişebilecek deri kanserleri açısından çok riskli olduğunu dile getiren Dermatoloji Uzmanı Burak Sezen, güneşten korunmanın yollarını anlattı.
Yaz aylarında maruz kalınan güneş ışınlarının deri kanserine kadar yol açabileceğini anlatan İzmir Özel Ata Sağlık Hastanesi’nde görevli Dermatoloji Uzmanı Burak Sezen, açık tenli kişilerde güneş yanığı olasılığının daha fazla olduğunu ve özellikle çocukluk çağında güneş yanıklarına çok dikkat edilmesi gerektiğini söyledi.
Yalnızca açık ve güneşli havalarda değil, bulutlu ve kapalı günlerde de ultraviyole(UV) ışınlarının yüzde 80’inin dünya yüzeyine ulaştığına değinen Sezen, “Plajda şemsiye altında oturulurken bile kumdan yüzde 25 oranında yansıyan ışınlar, kolayca güneş yanığına neden olabilir;aynı şekilde kar örtüsü de yüzde 50-95 oranında ultraviyole yansımalarına yol açabileceğinden dikkatli olmak gerekmektedir” dedi.
Nasıl Korunmalı
Ultraviyole ışınlardan nasıl korunulacağı ile ilgili bilgi veren Sezen, şu ifadelere yer verdi: “Giyinmek halen en etkili ve en ucuz güneşten korunma yoludur..Sıkı dokumalılar, beyazlatılmamış pamuklular, ipekliler, likra gibi sentetik giysiler, koyu renkliler UV’yi daha az geçirirler. Solmuş veya ıslanmış giysilerin koruyucu özelliği daha düşüktür. Güneşten korunmada dikkat edeceğimiz en önemli basamak özellikle güneş ışıklarının en dik olduğu saatler olan 10:00-14:00 arasında güneşten kaçınmaktır. Dışarıda olduğumuz saatlerde de daima gölgede durmak tercih edilmelidir. UV’nin zararlı etkilerini azaltan antioksidanlar kullanılmalı. (Vitamin A, vitamin C, vitamin E, betakaroten, koenzim Q10, nikotinamid, yeşil çay, üzüm çekirdeği ekstresi, lipoik asit, melatonin, gingko biloba , limon ve lavanta yağı,vb..)”
Güneş Koruyucu Neye Göre Seçilir?
“Güneşten korunma hakkında bilgi sahibi olmak ve cildimize uygun güneşten koruyucuları kullanma alışkanlığı kazanmak önemlidir” diyen Sezen, güneş koruyucuların, güneşe karşı önemli bariyerler olduğunun da altını çizdi. Güneş koruyucu seçerken koruma faktörüne dikkat etmek gerektiğini ifade eden Sezen, “Güneş koruma faktörü (=SPF) 2-12 olan ürünler minimal, SPF 12-30 olan ürünler orta derecede, SPF 30’un üstündeki ürünler yüksek koruma sağlar. Ortalama güneş alan bölgelerde kış aylarında SPF 15 kullanımı yeterli olsa da, yaz aylarında bu değer yetersiz kalır. SPF 15’ in altında koruma kullanılmamalı, yaz ayları için en az 30 koruma faktörlü kremler kullanılmalıdır. Fakat bu değer sadece UVB korunması değerini göstermektedir. Bu nedenle güneşten koruyucu seçerken hem UVA hem de UVB’ye karşı koruma sağlayan geniş spektrumlu ürünler seçilmelidir” şeklinde konuştu.
Güneşten koruyucular nasıl kullanılmalıdır?
Güneşten koruyucuların, dışarı çıkmadan 30 dakika önce vücutta ultraviyole ışınlara maruz kalacak tüm bölgeye yeterli kalınlıkta, katman oluşturacak şekilde ovalamadan uygulanması gerektiğini anlatan Sezen, “Denizde, suda uzun süre kalınacağı dönemlerde suya dayanıklı formüller tercih edilmelidir. Güneşten koruyucular sürekli güneşte kalınacaksa 2-4 saatte bir; buna ek yüzme, aşırı aktivite ve kurulanma sonrası tekrar uygulanmalıdır. İdeal olarak kremler 2 mg/cm2 sürülmelidir. Bu miktar sadece yüz dikkate alındığında kabaca 1/3 çay kaşığı kadardır” ifadelerine yer verdi.
Bronzlaşma D Vitamini Üretimini Azaltır
Güneşten koruyucu kullanımının D vitamini sentezine engel olacağı düşüncesinin hastaların aklındaki en büyük yanlış olduğunu da hatırlatan Sezen, sadece yüz ve el sırtlarının güneşe günde 10-20 dakikalık maruziyetinin, düzenli güneş koruyucu kullanılsa dahi en yüksek D vitamin üretimini sağladığını belirtti. Sezen ayrıca, bronzlaşmanın da, D vitamini üretimini azalttığını dile getirdi ve Amerikan Dermatoloji Akademisi ve Deri Kanseri Vakfı’nın ‘Hiç bir şekilde sağlıklı bronzluk yoktur! uyarısını hatırlattı. Artan yaşla birlikte de deriden D vitamini sentezinin ileri derecede azaldığını anlatan Sezen, “D vitamini eksik olduğu takdirde, sentezi için kansere yol açabildiğinin kesin olarak bilinen güneş ışınları yerine, dışarıdan D vitamini desteği alınması daha uygundur” dedi.
Çocuklara dikkat!
Çocukluk çağında, bir ya da daha fazla su kabarcıklı güneş yanığının, deri kanseri geliştirme olasılığını iki kattan fazla arttırdığının bilindiğini söyleyen Sezen, “Kişiler tüm yaşamları boyunca alacakları toplam UV’nin yüzde 50’sine yaşamlarının ilk 20 yılında maruz kalmaktadır. Bu nedenle özellikle çocukların güneşten korunması, ileri yaşlarda gelişebilecek deri kanserlerinin önlenmesi açısından çok önemlidir” şeklinde konuştu.
AHEF’ten güneş çarpması uyarısı
Halk arasında “güneş çarpması” olarak da nitelendirilen sıcak çarpması, sıcak ve nemli yaz günlerinde oldukça sık karşılaşılabilecek acil sağlık sorunları arasında yer alıyor. Güneş çarpmasında, vücut alarm sisteminin ısı artışı nedeniyle dengesi bozuluyor bir başka deyişle ısı regülasyonu bozuluyor. AHEF, sıcak havalarda güneş çarpmasına karşı uyarıyor.
Etkin bir ısı kaybı olmaksızın yüksek ortam ısısına maruz kalmak ısı kramplarına ve güneş çarpmasına neden olabiliyor. Örneğin 3-4 saat şiddetli efor veya sıvı alımı olmadan terleme ile aşırı sıcağa maruz kalmak sıcak çarpmasına yol açabiliyor. Nem ne kadar yüksek olursa vücut ısı kaybının etkinliği de o kadar az oluyor. Yani terlemenin serinletici etkisi azalıyor. Ek olarak uzun süreli güçlü egzersiz yapılması da sıcak çarpması riskini arttırıyor.
Güneş çarpması genellikle ani bir başlangıçtan önce baş ağrısı, baş dönmesi ve halsizlik ile kendini gösteriyor. Buna karşın terleme ise genellikle azalıyor. AHEF Basın Komisyonu üyelerinden Dr. Emine Gezer Özden şöyle anlatıyor: “Deri sıcak, kızarık ve kurudur. Nabız atımları artmıştır. Solunum hızı artar. Bilinç kaybı ve oryantasyon bozukluğu da gelişebilir. Bulantı, anksiyete ve aşırı terleme ise daha çok sıcak bitkinliğinde ortaya çıkar. Semptomları biraz farklı da olsa sıcak bitkinliği de yine vücut ısı mekanizmalarının uygun olmayan durumu sonucu oluşmaktadır. Genellikle sıcak yaz günlerinde öğle vakitlerinde güneş ışınlarının dik olduğu zamanlarda gerçekleşir. Tatil nedeniyle deniz kıyısında farkında olmadan uzun vakit geçirme de normalin üzerinde sıcaklığa maruz kalmamıza neden olabilir.”
Dr. Emine Gezer Özden, sıcak ya da güneş çarpması durumunun en çok 65 yaş üzeri ve 5 yaş altı çocuklarda, obezite problemi olanlarda, yüksek tansiyon ve kalp hastalarında, diyabet (şeker) hastalığında, kronik böbrek yetmezliğinde, kanser hastalarında, kronik alkolizm ve çoklu ilaç kullanan kişilerde, düşkünler ve de gebelerde daha fazla risk oluşturduğunu söylüyor. “Bu kişilerin yaz günlerinde daha fazla dikkat etmeleri gerekmektedir. Sıcak çarpması acil bir durumdur. Mutlaka tedavi edilmesi gereklidir. Kişi öncelikle mutlaka sıcak ortamdan uzaklaştırılmalı, sıcaklığı düşürmek için ıslak battaniye ile sarılmalı ya da soğuk su ile ıslatılmış bezlerle kompres yapılmalıdır. Hastanın bilinci açık ise sıvı verilebilir, bilinci açık değilse sıvı verilmemeli takip ve tedavi amaçlı derhal en yakın sağlık kuruluşuna götürülmelidir.”
Bu durumdan kaçınmak için kişiler sıcak yaz günlerinde kişisel önlemlerini alarak rahat bir mevsim geçirebilirler. AHEF bu önlemleri şu şekilde sıralıyor:
– Özellikle güneş ışınlarının dünyaya dik olarak geldiği öğle saatlerinde mümkün olduğunca dışarı çıkılmamalı,
– Güneşe çıkmadan önce şapka, gözlük veya şemsiye gibi aksesuarlarla ışınlardan korunmaya çalışılmalı,
– Mutlaka önceden güneş kremi kullanılmalı,
– İnce, terletmeyen, sentetik olmayan kumaşlardan yapılmış açık renkli, bol giysiler kullanılmalı,
– Özellikle sıcak günlerde ağır ve yorucu egzersizlerden kaçınılmalı,
– Sıvı tüketimine mutlaka dikkat edilmeli,
– Mümkün olduğunca ılık duş almalı,
– Ağır, yağlı, sindirimi zor yemekler yerine sindirimi kolay hafif yiyecekler tercih edilmeli.
Özellikle tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de korona pandemisi ile mücadele sürecinde iken maske ve mesafeli yeni sosyal hayatımızda alacağımız kişisel tedbirler ve kurallara azami uyum gösterme ile daha rahat ve sorunsuz bir yaz mevsimi geçirebiliriz. Unutmayalım ki hem kişisel hem de toplum sağlığı için her birimizin yapabileceği birçok şey vardır.
Doğurganlık ve Gebelik Sağlığı için Beslenme ve Vitaminlerin Önemi
Günümüz dünyasında kadınlar iş hayatında erkekler kadar etkin. Buna bağlı olarak sağlıklı ve dengeli beslenmeden ödün verilebiliyor ve buna vitamin ve minerallerin yetersiz alımı söz konusu olabiliyor. Sağlıklı bir gebelik geçirerek doğum yapmak, her anne adayının hayalidir. Gebelik oluşmadan önce anne adaylarının bu yoğun tempoya hazırlanmaları ve vücutlarının ihtiyaç duyduğu vitamin değerlerini sağlamaları gerekir. Bu nedenle hamilelik öncesi vücudun doğru hazırlanması, dengeli beslenme ve uygun takviyelerin alınması dikkat edilmesi gereken bir konudur.
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Recai Pabuçcu, dengeli beslenme, stresten uzak bir yaşam ve uygun vitamin alınmasının doğurganlıktaki önemi hakkında “Embriyo, gelişimini tamamlayabilmek için gereksinim duyduğu tüm bileşenleri annenin vücudundan sağlar. Bu esnada hem fiziksel hem de ruhsal sağlık oldukça kritiktir. Sağlıklı bir gebelik için başlangıçtan itibaren sağlıklı bir döllenme ve tutunma gereklidir. Bu dönemde hem ruhen hem de fiziken tam bir iyilik halinde olunması, stresten uzak kalınması, yeterli sıvı alımı ve gerekli takviyelerin alınması çok önem taşır. Özellikle tiroid ve diğer hormonların sağlıklı olması, d vitamini düzeyinin mevsime göre normal sınırlarda bulunması ve sadece gerekli vitaminlerin alınması, bu süreci ciddi anlamda olumlu olarak destekler. Gereksiz vitamin alımı ve kontrolsüz şekilde bitkisel ilaçların kullanılması ise tam tersi ve olumsuz bir etkide bulunabilir, sağlığı bozabilir. ‘’ dedi.
Besinler içerdikleri vitamin ve mineraller sayesinde besleyicidirler. Günümüzde hazır gıdaların içerdiği katkı maddeleri ve özellikle paketlenmiş ve işlenmiş şeker içeren gıdaların aşırı tüketimlerinin olumsuz etkileri nedeniyle toplum sağlığı tehdit altındadır. Mevsimine uygun meyve ve sebze tüketilmemesi durumunda beslenmemizi mutlaka gözden geçirmemiz gerekiyor. Eksikliği ortaya konulmuş vitamin ve minareller dışında gereksiz takviyelerden kaçınmak gerekiyor. Özellikle gebelik planlayan anne adaylarının ise sigaradan uzak bir yaşam benimsemeleri, stresten kaçmaları, temel hormonlarına baktırmaları, altta yatan hastalıkları var ise tedavi ettirmeleri ve gebelikten önce sadece folik asit desteği almaları tavsiye ediliyor.
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Recai Pabuçcu, anne adaylarının vitaminleri takviye şeklinde almalarını önermiyor. Bunun yerine yediklerine ve içtiklerine dikkat ederek çok daha sağlıklı olunabileceğini belirtiyor.
Peki hamilelik öncesinde ve hamilelikte hangi vitaminlere ihtiyaç var ve bu vitaminler hangi yiyeceklerden alınabilir?
Folik Asit
Hamilelikle ilgili en önemli vitaminlerin başında folik asit, diğer adı ile B9 vitamini gelir.
Folik asit; bebeğin sinir sisteminin gelişmesinde, DNA sentezinde ve hücre bölünmelerinde görev alır. B vitamini grubundan bir bileşen olması sebebiyle suda çözünür ve vücutta depolanamaz. Bu nedenle günlük olarak takviye edilmelidir. Özellikle yeşil yapraklı sebzelerde ve tam tahıllarda yüksek miktarda folik asit bulunur. Ispanak, brokoli, avokado, yeşil mercimek, karaciğer, yumurta sarısı, barbunya, kuşkonmaz bu besinlerin başında gelir.
D vitamini
Yağda çözünen vitaminler arasında yer alır. Özellikle üreme hormonlarının sentezlenmesinde ve kemik sağlığında büyük rol oynar. Bebeklerin gelişimi ve bağışıklık sistemi üzerinde de önemli etkileri bulunur. Bu nedenle eksikliğinde gebelik öncesinden başlanarak takviye edilmelidir. D vitamini eksikliği besin ve takviye yoluyla giderilmeye çalışılsa da tamamen ortadan kalkmayabilir. Sadece gebelik öncesinde ve sırasında değil, sonrasında ve hayatın her döneminde D vitamince zengin gıdalarla beslenmeye dikkat edilmelidir. Patates, yumurta, balık (ton balığı, uskumru, somon), istiridye, mantar ve süt ürünlerinde bulunur.
Omega-3 Yağ Asitleri
Omega 3 vücutta üretilemeyen ve mutlaka dışarıdan alınması gereken bir besin maddesidir. Omega-3, gebelik öncesi kullanıldığında anne ve bebeğin bağışıklığını kuvvetlendirmeye yardımcı olur, bebeğin organlarının oluşumunu ve gelişimini destekler. Omega-3 açısından zengin besinlerin tüketimi ya da takviye alarak bu dönemde vücudun ihtiyacı karşılanmalıdır. Somon, uskumru, sardalya gibi yağlı soğuk su balıkları, keten tohumu, chia tohumu, ceviz, semizotu, soya fasulyesi ve avokadoda bulunur.
E vitamini
Bu vitamin gelişmekte olan yumurta hücresinin etrafındaki sivida bolca bulunduğundan vücuttaki eksikliği üreme potansiyeli üzerinde olumsuz etkiye sahiptir. Benzer şekilde eksikliğinin farelerde fertiliteyi olumsuz etkilediği labovatuar deneylerinde gösterilmiştir.
Erkeklerde ise E vitamininin sperm kalitesini arttırdığı bilinmektedir.
Güçlü bir anti oksidan olan E vitamini hem erkekler hem de kadınlar için üremenin yanısıra genel sağlık açısından da son derece önemlidir.
B vitaminleri
Tüm B grubu vitaminler yumurtlama işlemini kolaylaştıran maddelerdir. Özellikle B6 vitamini gebeliği yerinde tutan ana madde olan ve düşüklerin ve erken doğumların engellenmesi amacıyla sıklıkla reçete edilen progesteron hormonunun kandaki doğal düzeyinin artmasına yardım eder. Muz, fıstık, ay çekirdeği, yeşil sebzeler, baklagiller (nohut, mercimek, fasulye), hayvansal gıdalar (et ve et ürünleri, yumurta, peynir, süt, yoğurt), deniz ürünleri (ahtapot, somon, ton balığı) ve kuru yemişlerde bulunur.
Çinko
Bebek sahibi olmak isteyen erkekler için çinko çok önemlidir çünkü hem sperm hareketliliğini hem de sperm kalitesini arttırmada ciddi etkisi vardır. Çinko kadınlar için de önemli bir mineraldir. Hamile kalmak çoğu kadın için çok zor değildir ancak hem ilk defa bebek sahibi olmaya çalışanlarda hem de bunun için bir süredir uğraşan ve tedavi alanlarda beslenme şekli ve önerileri yardımcı olabilir. Kırmızı et, kabak çekirdeği, fındık, fasulye, süt ürünleri, tahıllar, ıstakoz, yengeç ve istiridye çinko bakımından oldukça zengindir. Ancak istiridye gibi deniz ürünleri tüketilecek ise iyi pişirilmesi gerekir.
A Vitamini
A vitamini, yağda eriyen bir vitamin olup, karaciğerde depolanır. Bebeğinizin embriyonik gelişimi, hücre büyümesi, göz, kalp ve kulak gelişimi için önemlidir. Ayrıca sağlıklı bir cilt, iç zarlar, enfeksiyonlara dayanıklılık, kemik gelişimi ve yağ metabolizması için de gereklidir. Bu çok önemli fitobesin hormonların düzenlenmesine yardımcı olur. Havuç, kavun, balkabağı, tatlı patates, ıspanak, brokoli, lahanada bulunur. Yüksek dozlarda almanın zararları akılda mutlaka tutulmalı.
Akva Dent Diş Polikliniğine Anlamlı Ödül
Türkiye ve Dünya genelinde tüketicilerin bilinçlenmesi ve ekonomideki değişimlerin takip edilmesi amacıyla organize edilen Uluslararası Tüketici Kalite Zirvesi Sait Halim Paşa Yalısı’nda gerçekleştirildi. Etkinliğe katılan misafirler korona virüs (Covid-19) tedbirleri kapsamında İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan genelgelere uyarak maskelerini taktı, sosyal mesafe kurallarına uydu ve ellerini dezenfekte etti.
Akva Dent Diş Polikliniğine 33. Uluslararası Tüketici Zirvesinde “Uluslararası Hasta Memnuniyeti ve Güven” ödülüne layık görüldü. Ülkemizi gururlandıran bu ödülü Akva Dent Diş Polikliniği adına şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Muhyettin Yılmaz ve Genel Müdür Ümit Efe aldılar.
Genel Müdür Ümit Efe ise şunları söyleyerek ödülü aldı: “Türkiye’de sağlık turizmi alanında kaliteli işler yapıldığı uluslararası standartlarda hizmet verdiğimizi bir kez daha ifade etmek isterim. Bizi bu ödüle layık gören kurum ve halkımıza en içten şükranlarımı iletiyorum.” dedi.
Ödülü alırken konuşan Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Muhyettin Yılmaz şunları söyledi: “Marifet iltifata tabidir. Bu ödülle birlikte artık çıtayı her gün bir adım daha yukarı taşıyarak Türkiye’nin Sağlık turizminde bir marka olması için var gücümüzle çalışacağız. Bizi bu ödüle layık görenlere teşekkür ederim.” Akva Dent Diş Polikliniğinin Ödüle Layık Görülme Nedeni
Akva Dent Diş Polikliniği İstanbul Beylikdüzü diş kliniği, diş hastanesi olarak hizmet veren özel bir Diş Polikliniğidir. Tamamı uzman ve tecrübeli hekimlerle hizmet vermekte olup, özellikle yurt dışından gelen konuklarımıza hızlı ve ekonomik çözümler sunuyoruz.
Diş tedavisi sektörde uzun yıllardır olmanın en önemli artılarından biriside; İstanbul Beylikdüzü’nde Ağız ve Diş Sağlığı, implant tedavileri, Gülüş tasarımı denildiğinde akla ilk gelen klinik olmamızdır.
Bu başarımızın en önemli nedenleri; Hasta memnuniyetini en üst düzeyde tutmak, sadece en üst kalitede malzemeler ile çalışıp, yüksek tecrübeli ve Uzman Doktorlar ile çalışmak diyebiliriz.
İSTANBUL / BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Bu alışkanlıklar sakatlıkla sonuçlanabilir!
Yaz mevsimiyle beraber dış mekanlarda yapılan sporlar hayatımızda daha fazla yer almaya başladı. Açık havada gerçekleşen koşular, tenis maçları, bisiklet turları ve havuz sporları yaz aylarının vazgeçilmezlerinden oluyor. Ancak dikkat! Yaz sıcağında, dış ortamlarda spor yaparken bazı kurallara çok dikkat etmek gerekiyor, çünkü önemsemediğimiz hatalar tendon yaralanmalarından kırık oluşumuna, bel fıtığından menisküs yırtığına, omuz çıkığından diz ve ayak bileği burkulmalarına kadar son derece önemli sağlık problemlerine yol açabiliyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Mehmet E. Erdil yaz mevsiminde dikkat etmemiz gereken en önemli 2 kuralın ise spor öncesi hazırlık ve sıvı dengesi olduğuna dikkat çekerek, “Yaz aylarında sıcak hava ve nem nedeniyle vücudumuz daha fazla sıvı kaybediyor. Kaslarımız da daha çabuk yoruluyor ve daha kolay sakatlanıyor. Spor yaparken sıvı tüketimimizi arttırmalı ve kaslarımızı spor öncesinde mutlaka ısınma egzersizleriyle hazırlamalıyız” uyarısında bulunuyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Ortopedi ve Travmataloji Uzmanı Prof. Dr. Mehmet E. Erdil yaz mevsiminde spor sırasında en sık yaptığımız 6 hatayı anlattı, önemli önerilerde bulundu.
Hata: Az su içmek
Doğrusu: Yaz mevsiminde sıcak ve nemli hava nedeniyle vücudumuzun sıvı kaybı artıyor. Spor yaparken ek bir sıvı kaybıyla vücudumuzun sıvı-mineral dengesi çok daha kolay bozulabiliyor. Kaslarımız sıvı-mineral dengesinden kolayca etkileniyor. Dolayısıyla vücutta sıvı eksikliği nedeniyle bazı minerallerin kaybı sonucunda; kramplar, kas yaralanmaları, tendon kopmaları gibi sakatlanmaların yanı sıra kalp rahatsızlıkları gibi hayati tehlikeler oluşabiliyor. Yaz sıcağında sporu öğle saatleri yerine güneşin daha az etkili olduğu zamanlarda yapmanız, sık molalar vermeniz ve bol bol sıvı tüketmeniz çok önemli. Sıvı tüketiminin normal koşullarda en az 2 litre olması gerekiyor. Ancak dış ortamlarda yapılan sporlarda bu miktarı, terlemeyle oluşan kaybın miktarına göre arttırmanız gerekiyor. Prof. Dr. Mehmet E. Erdil sıvıyı azar azar ve sık aralıklarla tüketmenizin daha doğru olacağını belirterek, “Susuzluk hissettiğimizde spora mutlaka su molası vermeliyiz” diyor.
Hata: Yanlış ayakkabı /ekipman seçimi
Doğrusu: “Hangi sporu yaparsak yapalım, ayakkabı seçimimiz daima spora özel dizayn edilmiş spor ayakkabıları olmalı” bilgisini veren Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Mehmet E. Erdil sözlerine şöyle devam ediyor: “Aslında bu durum yaz ve kış mevsiminde farklılık göstermemekle beraber, yazın dış ortamlarda yapılan sporlar nedeniyle zemin problemleri daha çok yaşanabiliyor. Uygun olmayan zeminde, uygun olmayan bir ayakkabıyla spor yapmak adeta sakatlanma için davetiye çıkartmak gibi oluyor. Hatalı ayakkabı nedeniyle yaz mevsiminde en sık ayak bileği burkulmaları ve dizde bağ yaralanmaları şeklinde sakatlıklar yaşanıyor. Bu nedenle ayakkabılarımızı mutlaka ayak tipimizi öğrendikten sonra, yapacağımız spora özgü olarak almalıyız. Ayrıca standart dışı zeminlerde çok daha dikkatli olunmalı, çünkü giyilen ayakkabılar standart zemine uygun olarak üretildikleri için ıslak ve tozlu zeminlerde ayakkabıların stabilitesi bozulabiliyor. Bunun sonucunda da kayma ve burkulmalar yaşanabiliyor. Benzer olarak, dış ortamlarda yapılan sporlarda kullanılan tenis raketi, golf sopası, eldiven, kürek gibi ekipmanlar da profesyonellik düzeyine ve planlanan aktiviteye uygun olmalı. Aksi halde omuz tendon ve kıkırdak yaralanmaları ile el bileği bağ yaralanmaları gibi sakatlıklar oluşabiliyor.
Hata: Kaslara ani yüklenme yapmak
Doğrusu: Kışın özellikle de Covid-19 pandemisi nedeniyle aldığımız fazla kilolardan bir an önce kurtulmak hepimizin isteği. “Ancak uzun süre spor yapmadığımızda, kaslarımıza çok hızlı yüklendiğimizde kas ile tendon yırtıkları ve kopmaları gibi önemli sorunlar gelişebiliyor” diyen Prof. Dr. Mehmet E. Erdil şu bilgileri veriyor: “Özellikle orta yaş grubundaki bireylerde mevcut kas tendon yaralanması riski ani yüklenmelerde çok ciddi oranda artıyor. Yapacağımız sporu bir program dahilinde ve dozajı yavaş yavaş arttıracak şekilde planlamamız, spor öncesi en az 15 dakika kaslarımıza germe ve açma egzersizleri yapmamız bizi olası sakatlıklardan koruyacaktır.”
Hata: Kaygan zeminlere dikkat etmemek
Doğrusu: Özellikle havuz sporları yaparken bir an önce suyla buluşmak amacıyla kaygan zeminde hızlı hareket etmek veya havuza atlarken dikkatsiz davranmak; ayak bileğinde burkulmalara, dizde dönmelere, hatta düşme sonucu kırık oluşumuna neden olabiliyor. Kaygan zeminlerde hareketlerimize dikkat etmek bizi bu tür birçok aksilikten koruyabiliyor.
Hata: Suya kafa üstü atlamak
Doğrusu: Yaz mevsimi denilince aklımıza önce havuz ve deniz geliyor. Yüzme genel itibariyle ortopedik rahatsızlıklara en az yol açan ve rehabilitasyon açısından çok faydalı bir spor olmasına karşın, özellikle sığ suya kafa üstü atlamak veya yüksek yerlerden suya atlamak, pek çok önemli sorunlara neden olabiliyor. Örneğin basit bel boyun spazmlarından hayati tehlikelere yol açabilen boyun bölgesi omurilik yaralanmaları ve boyun kırıkları gibi. Dolayısıyla çok yüksek olmayan yerlerden, tekniğe uygun atlamanız, suya gireceğiniz yerin derinliğini önceden kontrol etmeniz, bu tür yaralanmaların önlenmesi için çok önemli.
Hata: Sınırları zorlamak
Doğrusu: Yaz aylarının en popüler sporları olan plaj voleybolu ve tenis gibi hem omuz eklemini aktif kullandığımız hem de düşme ihtimalimiz olan aktiviteler omuz çıkığıyla sonuçlanabiliyor. Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Mehmet E. Erdil bu durumun cerrahi tedavi gerektirebilecek kıkırdak yaralanmasına yol açabileceği uyarısında bulunarak, “Bu nedenle baş üstü hareketlerin sık yapıldığı dış ortam sporlarında, maç ve antreman öncesinde germe ile ısınma egzersizlerine mutlaka zaman ayırmalıyız. Baş üstü hareketlerimizde olası düşmelere karşı dikkatli olmamız, zıplamalı sporlarda zemin kontrolünü önceden yapmamız, tekniğe uygun olarak ve kendi sınırlarımızı fazla zorlamadan spor yapmamız, travmatik omuz çıkığı oluşumunu önleyecektir” diyor
BEYAZ HABER AJANSI / BHA