Sabancı Üniversitesi Onursal Başkanı Sakıp Sabancı’nın vasiyeti üzerine Sabancı Üniversitesi tarafından her yıl verilen ve sosyal bilimler alanında Türkiye’deki ilk uluslararası ödül programı olan Sakıp Sabancı Uluslararası Araştırma Ödülleri’nin 2021 yılı konusu “Korona Sonrası Dünya ve Türkiye: Pandemilerin Sosyal, Psikolojik ve Siyasi Etkileri” olarak belirlendi. Ödüle 15 Ocak 2021 tarihine kadar başvuru yapılabilecek.
Sakıp Sabancı Uluslararası Araştırma Ödülleri kapsamında 2021 temasına önemli katkılarda bulunmuş bir kişiye Jüri Özel Ödülü verilecek. Makale Ödülü kategorisinde ise 45 yaşının altındaki araştırmacılar tarafından yazılmış makaleler ödüllendirilecek. Makale Ödülleri ve Jüri Özel Ödülü sahiplerini uluslararası ve bağımsız bir jüri belirleyecek.
Ödül Teması
Covid-19 pandemisiyle mücadelede dünyada hükümetlerin izlediği politikalar önemli farklılıklar göstermiştir. Bazı hükümetler olağanüstü hâl düzenlemeleriyle sosyal mesafe uygulaması yoluna gitmişken, diğerleri bu konuya bireysel tercih meselesi olarak yaklaşarak yurttaşlarını kendi kendilerini izole etmeye ikna etmeyi seçmiş ve bunda farklı oranlarda başarı elde etmişlerdir. Pandemiyle mücadelede hükümet politikalarının başarısı giderek daha fazla yurttaşların davranışlarına bağlı hâle gelmiştir. Sivil aktivizm, yurttaşların bir araya gelme, örgütlenme ve müdahil olma kabiliyetindeki düşüşle beraber kısıtlanmıştır. Yine de gıda ve maske gibi temel hizmetlerin sağlanması, doğru olmayan ve zararlı bilgilerin yayılmasının önlenmesi ve dezavantajlı ve marjinalleşmiş grupların korunmasına yönelik olarak yeni sivil toplum aktörleri ve yeni tip bir sivil aktivizm ortaya çıkmıştır.
Covid-19’un yayılmasıyla ilgili olarak algılanan tehdidin etkisini anlamamızda etkili olan sosyal ve psikolojik faktörler nelerdir? Pandemi; yaftalama, yabancı düşmanlığı, toplumsal tecrit, işini kaybetme korkusu, sağlık sistemine ve hükümetlere güvensizlik gibi potansiyel olarak uyumu bozan kolektif savunmacı davranışlar ile sosyal destek, yaratıcı kolektif eylemler ve yardımseverlik gibi uyumlu toplumsal davranışları artırmış mıdır?
Pandemi karşısında bu tür farklı hükümet politikaları benimsenmesinin ve yurttaş davranışının arkasında yatan faktörler nelerdir? Pandemi yeni hükümet politikaları ve yurttaş davranışını mı tetiklemiştir, yoksa hâlihazırdaki eğilimlere ve statükoya prim mi vermiştir? Pandemiye yaklaşımda, farklı toplumlarda bireysel ve/veya kolektif hayat tarzlarının yaygınlığı gibi toplumsal dayanakların etkileri nelerdir? Bireysel özerklik pandemi karşısında toplumların kolektif ihtiyaçları ile birlikte var olabilir mi? Türkiye’de hükümet ve yurttaşlar pandemiye nasıl yanıt vermişlerdir ve diğer ülkelerdekilere kıyasla bu yanıtlar nasıl değerlendirilebilir? Pandemiye verilen yanıtlar iklim değişikliği gibi diğer yakın tehditlerle daha iyi baş edebilmemize yardımcı olabilir mi?
Bu soruları ele alan ve farklı bağlam ve tarihi dönemleri kıyaslayan makaleler değerlendirmeye alınacak.
Ödüller
Sakıp Sabancı Uluslararası Araştırma Ödülleri kapsamında, uluslararası ve bağımsız bir jüri tarafından belirlenen bir araştırmacı 25.000 USD tutarında Jüri Özel Ödülü kazanacak. Makale kategorisinde ise yine aynı jüri tarafından yapılan başvurular arasından seçilen belirli sayıda makaleye 10.000 USD tutarında ödül verilecek.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Aylık arşivler: Kasım 2020
Ayrımcılığın psikolojisi nasıl işliyor?
Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Nur Soylu Yalçınkaya mültecilere karşı toplumsal tutumlara dair psikolojik süreçleri araştırıyor. Yalçınkaya uyarıyor: “Topluma ait hissetmeyen, dışlandığını hisseden bireylerin toplumun üretken üyeleri haline gelmelerini bekleyemeyiz.”
Tüm dünyada artan mülteci hareketliliği toplumları etkilerken Türkiye de gerek Suriye gerekse Asya’daki farklı ülkelerden göç alan bir ülke olarak mülteci sorununa farklı açılardan muhatap durumda. Türkiye, Almanya ve ABD’de yürüttüğü çalışmalarda hem mültecilere hem de etnisite, milliyet ya da cinsiyet gibi kategoriler temelinde ayrışan diğer gruplara karşı tutumların arkasındaki psikolojik süreçleri araştıran Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Nur Soylu Yalçınkaya’ya göre bu kategorileri ne kadar doğal kabul edersek eşitsizlikleri de o denli normal karşılıyoruz.
Yalçınkaya mültecilere ya da daha genel olarak göçmenlere karşı tutum üzerine yapılan çalışmaların birçok faktör üzerinde yoğunlaştığını ifade ederken, özellikle tehdit algısı üzerinde duruyor: “Göçmenleri materyalist ya da sembolik tehdit kaynakları olarak algılayabiliyoruz. Göçmenlerin topluma katılmasıyla birlikte finansal kaynakların sıkıntıya gireceği, güvenlikle ilgili problemlerin ortaya çıkacağı ya da işsizliğin artacağı gibi endişeler materyalist tehdit algısını oluşturuyor. Milli kimliğin ya da kültürel değerlerin değişimiyle ilgili endişelerse sembolik tehdit algısını yansıtıyor. Bu tür endişelerin göçmenlere karşı olumsuz yaklaşımlarda belirleyici olduğunu gösteren çokça çalışma var.” “Özcü inanışlar göçmenlere bakışımızı şekillendiriyor”
Yalçınkaya tehdit algısının yanısıra etnisiteyi anlamlandırma biçiminin göçmenlere bakışı şekillendirdiğini ifade ederken, “Örneğin etnik grupların genetik ya da biyolojik açıdan bambaşka insan grupları olduğuna dair (aslında temeli olmayan) inanışlar, bizi dışlayıcı tutum ve davranışlara götürüyor. Benzer şekilde, farklı etnik grupların kendilerine has kültürleri olduğuna ve bu gruplara mensup bireylerin bu kültürle yoğrularak değişmez özellikler kazandığına dair inanışlara sahip olabiliyoruz. Bu da kültürel yabancı olarak algılanan göçmenlerin katıldıkları topluma adapte olamayacağı görüşünü doğurarak dışlayıcı tutum ve davranışlara sebep oluyor,” diyor. “Topluma ait hissetmeyen bireyin üretken olmasını bekleyemeyiz”
Genel olarak göçmen grupların topluma entegrasyonu açısından saygı görme ve kabul edilme hissinin önemli olduğunu vurgulayan Yalçınkaya,bireyin en temel psikolojik ihtiyaçlarından birinin ait olma ve kabul edilme ihtiyacı olduğunu belirtiyor. Yalçınkaya, “Toplum genelinde oluşan tehdit algısı göçmenlere karşı dışlayıcı tutum ve davranışlara yol açarken göçmenlerin topluma aidiyet hissini de sarsabilir,” derken topluma ait hissetmeyen, dışlandığını hisseden bireylerin toplumun üretken üyeleri haline gelmelerinin mümkün olamayacağının altını çiziyor.
Bu sorunun ABD’de Latin göçmenlerde tespit edildiğini aynı yaklaşımın Suriyeli mülteciler için de geçerli olduğunu belirten Yalçınkaya, ABD’de yaptığı ve bu psikolojik süreçleri incelediği araştırmasından verdiği örnekle mültecilerin kimliklerine gösterilmesi gereken saygının önemini şöyle ifade ediyor: “ABD’de yaptığımız bir çalışmada Latin göçmenlerin toplumda etnik kimliklerine ne derece saygı gösterildiğine dair algısını ve buna bağlı olarak topluma ne derece ait hissettiklerini araştırdık. Araştırmamızın çıkış noktası, vatandaşlık başvurusu yapma hakkına sahip olan Latin göçmenlerin büyük bir kısmının bu başvuruyu yapmadığına dair gözlemlerdi. Çalışmamızda vatandaşlık başvurusu yapmamanın altında yatan nedenlerden birinin Latin göçmenlerin toplumda etnik kimliklerine saygı gösterilmediğini düşünmeleri ve bunun sonucunda kendilerini topluma ait hissedememeleri olduğunu gösterdik.”
Nur Soylu Yalçınkaya, 2009 yılında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden lisans derecesini aldıktan sonra lisansüstü eğitimine psikoloji alanında devam etti ve 2017 yılında Kansas Üniversitesi’nde doktora eğitimini tamamladı. 2018 yılından beri Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde ders vermekte olan Dr. Öğr. Üyesi Yalçınkaya, göç ve etnik / milli kimlik inşası, önyargı ve stereotipleştirme ve kültürel psikoloji alanlarında çalışıyor.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Koronavirüs Hastalarına Güç Veren Beslenme Önerileri
Koronavirüs vaka sayıları her geçen gün artarken, test sonucu pozitif çıkan bireylerin beslenme düzeninde dikkat etmesi gereken kurallar her geçen gün daha fazla önem kazanıyor. Hastalığın bağışıklık sisteminin gücüyle yakından ilişkisi artık herkes tarafından biliniyor. Bağışıklığı güçlü tutmak için ise en doğru yol sağlıklı bir beslenme düzeninden geçiyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Uz. Dyt. Nihan Yakut, koronavirüs hastalarının beslenme düzeninde dikkat etmesi gerekenler hakkında bilgi verdi.
Tüm besin ögelerini içeren diyetler tercih edilmeli
Koronavirüs testi pozitif çıkmış ve tedavi sürecinde olan bir kişinin en temel ihtiyacı, tüm besin öğelerinin olduğu ve çeşitlilik içeren bir diyet uygulamasıdır. Et ve et ürünleri, süt ve süt ürünleri, meyve, sebze, kurubaklagil, tahıl ve yağlı tohumların olduğu bir beslenme örüntüsü bu süreçteki güçlü bağışıklık için olmazsa olmazlardandır. Tüm besin öğeleri dengeli şekilde tercih edilmeli, mümkün olduğunca doğal içerikler kullanılmalıdır. Kilo verme sürecindeyken virüse yakalanan bireylerin çok düşük kalorili ve eksik besin öğeleri bulunan diyetleri bırakması önemlidir. Bu dönemde vücudun yeterli ve dengeli beslenmesini sağlayabilecek ihtiyacın tamamını karşılayabilecek dengeli diyetler uygulanmalıdır.
Günde en az 2 litre su tüketiminin tedavideki yeri çok önemli
Testi pozitif olan ve tedavisi başlayan bireyler mevsimine uygun taze meyve, sebze tüketmeye özen göstermelidir. Diyet planı tüm besin öğelerini içermelidir. Tamamen doğal besinlerden yararlanılmalı, yoğun katkı maddesi içeren besinlerden kaçınılmalıdır. Bu süreçte kesinlikle ihmal edilmemesi gereken nokta sıvı tüketimidir. Günde en az 2 litre sıvı tüketimi, hastalıkla savaşan bedeninizin toksinlerini atması için oldukça önemlidir.
Bu besinlerden uzak durun!
Bu dönemde yapılacak en büyük hata, boş karbonhidrat kaynaklarını yoğun tüketmektir. Basit şeker ve şerbet içeren besinler, ağır yemekler, ateşle temas ederek pişen besinler, fast food gibi gıdalar, alkol ve sigaradan uzak durulmalıdır.
Bu vitamin ve minerallerle koronavirüsü yenin
Koronavirüs tedavi sürecinde bedenimizin tüm vitamin ve minerallere ihtiyacı vardır. Özellikle bir besin grubu veya öğesi kurtarıcı nitelik taşımaz. Tam anlamıyla sağlıklı beslenme için her bir besin öğesi günlük beslenmede yer almalıdır. Buna nazaran azami ölçüde mutlaka alınması gereken besin öğeleri A, C, D ve E vitamini, selenyum ve çinko mineralleridir. Yağlı tohumlar, önemli miktarda E vitamini, çinko ve selenyum içermektedir. Bu nedenle gün içinde fındık, badem, ceviz tüketilmelidir. C vitamini kaynağı olan turunçgiller her gün mutlaka yenmelidir. Yeterli A vitamini alımı ve güçlü bir bağırsak florası için çözünür ve çözünmez lifler, tam tahıllı besinler ve sebzelerden yeterli düzeyde alınmalı, kefir, yoğurt, turşu, sirke gibi fermente gıdalar diyet içerisinde yer almalıdır. Ihlamur, adaçayı gibi bitki çayları boğaz enfeksiyonu yoğunsa zencefil eklenerek tüketilebilir. D vitamini koronavirüs ile ilgili önemli araştırmalara konu olan bir vitamindir. Ancak doktor onayı olmadan alınması ve kullanılması risklidir. D vitamini preparatları kullanımı için de hekime danışılmalıdır.
Belirtisiz atlatıyor olsanız da ağır egzersizlerden kaçının
Covid pozitif bireylerde egzersiz semptomlara bağlı değişiklik göstermelidir. Eğer yoğun kas ağrıları ve ateş varsa egzersiz yapılmamalı, daha çok dinlenmeye zaman ayrılmalıdır. Ateşin olduğu durumlarda egzersiz vücut ısısını artırarak hastalık seyrini ağırlaştırabilir. Hafif semptomlu veya semptomsuz şekilde geçiriliyorsa, düşük tempolu egzersizler yapılabilir. Yoğun egzersiz programlarından kaçınılmalıdır. Yumuşak pilates bantlarından destek alınarak kas gruplarını çalıştırmaya yönelik egzersizler veya hava sirkülasyonu olan bir odada yürüyüş yapılabilir. Yürüyüş bandı bulunuyorsa günlük 20- 30 dk. yavaş tempolu yürüyüşler yapılabilir. Egzersiz vücuda hala güçlü olduğunu hatırlatan önemli bir aktivitedir.
Koronavirüs en çok yorgunluğu seviyor
Bağışıklığı güçlendirmek; yeterli uyku, egzersizin eşlik ettiği bir yaşam, dengeli ve kaliteli bir diyet ile mümkündür. Bunlar bağışıklık sistemi bir puzzle gibi düşünüldüğünde olmazsa olmaz, bulunmadığında da bütünü bozan parçalar gibidir. Koronavirüs en çok yorgunluğu sevmektedir. Özellikle bedensel yorgunluklar bu sürede en az indirilmeli, uyku için ayrılan süre artırılmalıdır. Günlük ortalama 8 saat uyku uyunmalı ve mümkünse uyku hijyenine önem verilmelidir. Beden ve zihin, yeteri kadar dinlenirse kendini çok daha iyi yenileyebilir. Egzersiz yapılabildiği ölçüde hafif olarak muhakkak her gün tekrar edilmeli, sağlıklı kişiler için mümkünse açık ve geniş alanlarda, koronavirüs tedavi sürecinde ise evde düzenli şekilde yapılmalıdır. Bağışıklığın en önemli unsurlarından olan beslenme için, eğer kişilerin sürekli dışardan yemek yeme veya fast food tüketme alışkanlığı varsa veya sık sık öğün atlanıyorsa bu alışkanlıklar hızlıca değiştirilmelidir.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
“Pandemi ve Yalnızlık” her yönüyle ele alınacak
Üsküdar Üniversitesi’nde ikincisi bu yıl gerçekleşecek olan Uluslararası Yalnızlık Sempozyumu’nun ana konusunu “Pandemi ve Yalnızlık” oluşturuyor. 4-5 Aralık 2020 tarihlerinde düzenlenecek sempozyumun davetli konuşmacıları yurtiçi ve yurtdışından farklı alanlardan katkılar sunmak üzere bir araya gelecek bilim insanı, akademisyen, gazeteci ve sanatçılardan oluşuyor. Her konuşmacı, kendi çalıştığı alandan ve kendi bakış açısıyla yalnızlığı pandemi bağlamında ele alarak önemli tartışmalar sunacak ve önemli soruları gündeme getirecek.
Üsküdar Üniversitesi tarafından bu yıl ikinci kez düzenlenecek Uluslararası Yalnızlık Sempozyumu, “Pandemi” başlığı altında gerçekleştirilecek. Pandemi sürecinin yalnızlığa etkileri her yönüyle ele alınacak.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Aileler ve Yalnızlık” konusunu ele alacak
Tüm dünyayı etkileyen pandeminin en büyük etkisinin yalnızlık olduğunu belirten Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, sempozyumun ilk oturumunda “Aileler ve Yalnızlık” başlıklı sunumunu yapacak.
Prof. Dr. Ebulfez Süleymanlı, “Korona Yalnızlığı”nı anlatacak
Üsküdar Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı ve aynı zamanda Sempozyum Koordinatörü Prof. Dr. Ebulfez Süleymanlı, “Korona Yalnızlığı”başlıklı sunumuyla değerlendirmelerde bulunacak.
Pandeminin psikolojik etkilerini anlatacaklar
Sempozyumun ilk oturumundaÜsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi’nden Doç. Dr. Gül Eryılmaz, “İlişkide Yalnızlık”; Doç. Dr. Emel Sarı Gökten, “Ergen Yalnızlığı ve K-Pop”; Uzman Psikolog Çiğdem Demirsoy, “Pandeminin Ailede Yalnızlığa Etkisi”ve Uzman Psikolog Aslı B. Bhais, “Bağımlılık-Yalnızlık İlişkisi” başlıklı sunumlarıyla katılacak.
Pandemi ve yalnızlık her yönüyle ele alınacak
Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, “Yalnızlığın Politik Psikolojisi” ile ilgili bir konuşma yapacak. Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Nesrin Dilbaz, “Pandemide İleri Yaş Riskleri: Yalnızlık tercih mi? İstenmeyen sonuç mu?”; Üsküdar Üniversitesi’nden Dr. Mert Akcanbaş,“Küresel Güvensizlik ve Yalnızlık” ve Psikolog İdil Arasan Doğan, “Yaşlılıkta Yalnızlık ve Sosyal Destek” başlıklı sunumlarıyla önemli katkılarda bulunacak.
Prof. Dr. Erol Göka: “Yalnızlık ve Özlem”
Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Psikiyatrist Prof. Dr. Erol Göka, “Yalnızlık ve Özlem” başlıklı konuşmasında yalnızlık ve özlem ilişkisini pandemi sürecini de ele alarak tartışacak.
Prof. Dr. İbrahim Sirkeci, “Pandemi ve Göçmenin Yalnızlaşması”nı ele alacak
LondraRegent’s Üniversitesi’nden Prof. Dr. İbrahim Sirkeci ise “Pandemi ve Göçmenin Yalnızlaşması” başlıklı sunumunda koronavirüs salgını nedeniyle sınırların kapandığı, ekonomilerin durma noktasına geldiği dönemini mülteci ve göçmenler açısından çok zorlu bir süreç olduğunun altını çizerek saptamalarda bulunacak.
Prof. Dr. Gönül Bünyatzade: “Yalnızlık ve Yaratıcılık
Azerbaycan Milli İlimler Akademisinden Prof. Dr. Gönül Bünyatzade “Yalnızlık ve Yaratıcılık”, Kanada Montréal Üniversitesi’nden akademisyen Dr. Floris Van Vugt ise “Senkronize Hareket Ederek Video Konferansında Kişilerarası Yakınlığı Teşvik Etme” başlıklı sunuşunda, yabancılaşmanın ve ayrışmanın arttığı günümüz dünyasında iletişim kurmanın, dinlemenin, anlamanın önemini ve bunun çevrimiçi bağlantılarda nasıl sağlanabileceğini tartışacak.
Dr. Orhan Aras: “Avrupa’nın Pandemi ve Yalnızlıkla İmtihanı”
Sempozyuma Almanya’dan katılan Yazar Dr. Orhan Aras da “Avrupa’nın Pandemi ve Yalnızlıkla İmtihanı” başlıklı konuşmasında yalnızlığın farklı algılanma biçimlerinden ve farklı görünümlerinden dem vurarak karşılaştırmalı bir tartışma yürütecek. Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mehmet Akif Okur’un “Yalnızlığın Politik Ekonomisi ve Türk Evi: Salgından Nereye?” başlıklı sunumu ile katılacağı sempozyumda St. Petersburg Bekterev Tıp Merkezinden psikolog Dr. Olga Rubçova “Pandemi Döneminde Dünya: Kaygı Salgını ve Depresyon” başlıklı sunumunda karantina sürecinde insanlarda artan aşırı stress durumuna dikkat çekecek.
Yalnızlık ve pandemi her yönüyle değerlendirilecek
Sempozyumda ayrıca gazeteci Özay Şendir, “Pandemi Yalnızlığı ve Medya”; fotoğrafçı, yönetmen ve senaryo yazarı Murathan Özbek ise “Pandemi, Sanat ve Yalnızlık” başlıklı konuşmasında yalnızlık-pandemi ilişkisini sanat penceresinden farklı bir boyutuyla ele alacak.
Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesi’nden Prof. Dr. Jyldyz Urmanbetova, “Sosyal Dışlanma ve Yaratıcılık Bağlamında Yalnızlık”; Dr. Baver Demircan, “Yalnızlık: Pandemi Bir Olanak Olabilir Mi?”; Rusya Devlet Başkanlığı Ulusal Ekonomi ve Kamu Yönetimi Akademisi’nden Doç. Dr. Kristina İvanenko, “Yeni Yalnızlık: Pandemi Sosyal İlişkileri Nasıl Değiştirdi?” Düzce Üniversitesi’nden Dr. Cihan Ertan ve Araştırma Görevlisi Özge Sarıalioğlu, “Sahne Kapandığında: COVİD-19 Pandemisi ve Sahne Sanatları Aktörlerinin Yalnızlık Deneyimleri” başlıklı sunumlarını yapacak.
Sempozyumu takip etmek isteyenler, Üsküdar Üniversitesi Yalnızlık Sempozyumu sayfası üzerinden kayıt yaparak sempozyuma çevrimiçi olarak katılım sağlayabilecek.
İSTANBUL – BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Balparmak ve Muğla Belediyesi’nden Arıcılık Mesleği’nin Geleceği İçin İşbirliği
Balparmak, Muğla Büyükşehir Belediyesi, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi ve Karabörtlen Tarımsal Kalkınma Kooperatifi “Sürdürülebilir Arıcılık, Katma Değerli ve Verimli Üretim Protokolü”nü imzalayarak arıcılık mesleğinin geleceği için önemli bir iş birliği gerçekleştirdi.
40 yıllık uzmanlığı ile gıda güvenliğine uygun sağlıklı ve kaliteli balları özenle seçmek suretiyle sofralara taşıyan Balparmak, Muğla Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde hayata geçirilen “Sürdürülebilir Arıcılık, Katma Değerli ve Verimli Üretim Protokolü”nü imzaladı. Muğla Büyükşehir Belediyesi, Balparmak, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi ve Karabörtlen Tarımsal Kalkınma Kooperatifi arasında gerçekleşen dörtlü protokol kapsamında Türkiye’deki çam balı üretiminin yüzde 80’inin gerçekleştiği Muğla’da pilot bölge olarak seçilen Ula ve civarı ilçelerdeki arıcılara destek ve uygulamalı eğitim verilecek. Balparmak Arıcılık Akademisi kapsamında verilecek eğitimlerle arıcıların bilgileri güncellenecek, üretim şartlarının bazıları iyileştirilecek.
“Arıcılık mesleğinin sürdürülebilirliği risk altında”
İmzalanan protokolün arıcılık mesleğinin ve ülkemiz için büyük önem taşıyan çam balının geleceği için çok değerli olduğunun altını çizen Altıparmak Gıda Yönetim Kurulu Başkanı Sn. Özen Altıparmak, şunları söyledi: “Muğla Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde gerçekleştirilen bu değerli projede yer almaktan büyük mutluluk duyuyoruz. Türkiye’de maalesef arıcılık mesleğinin sürdürülebilirliği risk altında… Gençler, kadınlar ata mesleği olan arıcılığa yönelmek de istekli değil. Doğal balın yanı sıra arısütü, polen, propolis gibi katma değerli arı ürünlerinin üretimi de yetersiz. Arıcılarımızın verimli üretim yapabilmesi, mesleklerindeki gelişmelerden haberdar olması,mevcut bilgilerinin güncellenmesi için biz de Balparmak Arıcılık Akademisi ile destek olacağız.Uzaktan, gezici, teorik ve uygulamalı eğitimlerinden oluşan üç ayrı eğitim modeli uyguladığımız Balparmak Arıcılık Akademisi’nde arı yaşamı ve biyolojisi, koloni bakımı ve yönetimi, arı hastalıkları, ana arı üretimi, arı ürünleri üretimi, arıcılık ekipmanları, regülasyonlar, nektarlı bitkiler gibi arıcılık mesleğinde kaliteli üretiminin sağlanmasını ve mesleğin sürdürülebilir olmasını sağlayan en temel konular, konusunda uzman akademisyenlerce anlatılıp uygulamalı olarak gösteriliyor. Muğla’nın Ula ilçesinde bulunan Akademide uygulamalı eğitimlerimizi ise örnek işletmemizde ,arılığımızda gerçekleştiriyoruz. Akademiye gelemeyen arıcı adaylarına ise gezici eğitim aracı ile ulaşılarak, bulundukları yerde eğitim veriyoruz. arıcılık sektöründe ilk kez hayata geçirdiğimiz uzaktan eğitime isteyen herkes www.balparmak.com.tr adresinde yer alan “Balparmak Arıcılık Akademisi” ne giriş yapıp online kayıt yaptırarak katılabiliyor. Bu yıl Felis Ödülleri’nde Sosyal Sorumluluk ve Sürdürülebilirlik Bölümünde, Toplumsal Meseleler Kategorisinde Felis’e ve Sürdürülebilirlik Yönetimi Kategorisinde Başarı Ödülü’ne layık görülen“Balparmak Arıcılık Akademisi”nde 2 yıl süren proje kapsamında bugüne kadar eğitimlerini başarıyla tamamlayan 52’si kadın olmak üzere 104 arıcı adayına, iki adet arılı kovan vererek mesleğe ilk adımı atmalarını sağladık. Bu iş birliği ile de daha çok arıcıya ulaşarak yerel kalkınmaya ve arıcılık mesleğinin sürdürülebilirliğine katkı sağlamak en büyük arzumuz.”
MUĞLA – BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
E-imza son çeyrekte yüzde 6 arttı
Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) tarafından açıklanan 2020 yılı ikinci çeyrek verilerine göre, e-imza sayısı 4 milyon 339 bin 192’ye, mobil imza sayısı ise 650 bin 544’e ulaştı. Toplamda 4 milyon 989 bin 736 elektronik sertifika oluşturuldu.
BTK, 2020 yılının ikinci çeyreğine ilişkin Pazar Verileri Raporu’nu yayımladı. Üretilen e-imza sayısı 4 milyon 339 bin 192’ye yükseldi. Mobil imza sayısı ise 650 bin 544’e ulaştı. Toplamda 4 milyon 989 bin 736 elektronik sertifika oluşturuldu. 2020 yılının ilk çeyreğine oranla e-imza sertifika sayısında yüzde 6 artış, mobil imza sertifika sayısında ise yüzde 2,4 yükseliş gerçekleşti.
4,9 milyon e-sertifika üretildi
2020 yılının ilk çeyreğinde 4 milyon 94 bin 138 olan e-imza sertifika sayısı, yüzde 6 artarak 4 milyon 339 bin 192’yeulaştı. 2020 yılının birinci çeyreğinde 635 bin 547 olan mobil imza sayısı ise ikinci çeyrekte yüzde 2,4 artarak 650 bin 544’e ulaştı. Toplam üretilen sertifika sayısı ise bir önceki çeyreğe kıyasla yüzde 5,5 artarak 4 milyon 989 bin 736’ya ulaştı.
Küresel e-imza pazarı 9 milyar dolarlık hacme ulaşacak
Pandemide e-imza ve mobil imza sayesinde işlerin kesintiye uğramadığına dikkat çeken E-GÜVEN Genel Müdürü Can Orhun, “Pandemide evden çalışma eğilimi doğrultusunda e-imza ve mobil imzaya talep arttı. İşletmeler ve bireyler, bu yeni dönemde zaman ve mekandan bağımsız imza atmak için e-imza ve mobil imzayı tercih ettiler. Statista’nın gerçekleştirdiği araştırmaya göre, e-imza pazarında 2023’e kadar dünya genelinde her yıl ortalama yüzde 34,7 büyüme bekleniyor. İşletmelerin e-dönüşüm hızı mevcut eğilimi sürdürdüğünde, 2023 yılı küresel e-imza pazarının 9 milyar dolar büyüklüğe ulaşması öngörülüyor. Her büyüklükteki işletmeye uygun çözümlerimizle, e-imzanın iş süreçlerine ve e-dönüşümün kurum kültürüne dahil edilmesine katkı sağlıyoruz.” dedi.
E-GÜVEN Hakkında:
E-GÜVEN, 2003 yılında kurulan Türkiye’nin ilk elektronik sertifika ve mobil imza hizmet sağlayıcısıdır. Bireylere ve kurumlara bilgi güvenliği ve elektronik imza konusunda dünya pazarında öncü çözümler sunmaktadır. Kurumlara özel projeler geliştirmenin yanı sıra gelişen teknolojiye uygun kullanıcı dostu ürün ve hizmetler sağlamaktadır. Ekolojik ayak izini azaltıp WWF-Türkiye kriterlerine uyum sağlayan E-GÜVEN, “Yeşil Ofis” diploması almaya hak kazanmıştır.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Garanti BBVA Mobil, HUAWEI AppGallery’de
HUAWEI, Türkiye’ye özel lokal uygulamaları hızla resmi uygulama mağazasına katarak tüm kullanıcılar için benzersiz bir kullanım deneyimi yaratmayı sürdürüyor. Bu kapsamda Garanti BBVA Mobil uygulamasının altyapısı HUAWEI Mobil Servisler’e uyumlu hale getirilerek AppGallery’deki yerini aldı. Harita ve QR kod entegrasyonlarının da tamamlandığı uygulama ile Türkiye’nin en büyük bankalarından biri olan Garanti BBVA, artık milyonlarca AppGallery kullanıcısına da hizmet verecek.
HUAWEI hem popüler küresel uygulamalar hem de kullanıcıların sevdiği kaliteli yerelleştirilmiş uygulamalar da dahil olmak üzere kullanıcılarının dijital yaşam tarzının temelini oluşturan en iyi uygulamaların HMS’e dahil edilme sürecini hızlandırmak için sürekli çalışıyor. HUAWEI AppGallery, hepsi basit ve sorunsuz bir tarama deneyimiyle arama yapılabilen haber, sosyal medya, eğlence ve daha fazlasını içeren 18 kategoride uygulama içeriyor. Kullanıcıların bulamadığı bir uygulama varsa, tek yapmaları gereken uygulama adını ‘İstek Listesine’ göndermek. Bu uygulama AppGallery’de yerini aldığında, talep eden kullanıcı bilgilendiriliyor.
Huawei AppGallery, kullanıcıların hassas verilerini ve gizliliğini korumak için en üst düzeyde doğrulama uyguluyor. Biyometrik veriler gibi kişisel olarak duyarlı bilgiler HUAWEI cihazının dışında işlenmiyor ve kullanıcıya kişisel verileri üzerinde tam kontrol sunuluyor. EMUI, kullanıcıların uygulamaların izinleri üzerinde de kontrol sahibi olmasını sağlıyor. Daha da önemlisi, tüm kullanıcı verileri anonimleştiriliyor ve her kullanıcının bölgesine karşılık gelen sunucularda yerel olarak depolanıyor.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
En Sık Rastlanan Akciğer Hastalığı: KOAH
KOAH olarak bilinen kronik obstriktif akciğer hastalığının en sık rastlanan akciğer hastalığı olduğunu belirten DoktorTakvimi uzmanlarından Prof.Dr. Firuz Çellikoğlu, kış aylarında artan hava kirliliğinin KOAH’lı hastaların şikayetlerini daha da ağırlaştırdığının altını çiziyor.
Halk arasında KOAH olarak bilinen kronik obstriktif akciğer hastalığı, gerçekte ortak bir özelliği paylaşan bir hastalıklar grubunu ifade eder ve bu ortak özellik akciğerden havanın çıkarılma güçlüğüdür. Bu duruma nefes vermede tıkanıklıkadı verilir ve KOAH etiketi altında özellikleri birbirine yakın kronik bronşit, anfizem ve astım hastalıkları yer alır. Bu hastalıkların farklı etkenlere bağlı gelişse de nefes verirken tıkanma veya daralma görüldüğünü söyleyen DoktorTakvimi uzmanlarından Prof. Dr. Firuz Çellikoğlu, KOAH’lı kimselerin çoğunda bu üç hastalığın, olimpiyat halkaları gibi iç içe geçmiş belirtilerinin bileşiminin mevcut olduğunu anlatıyor.
KOAH’ın meydana gelmesindeki en büyük etken sigara dumanı
Hava kirliliği, iş yerlerinin havasında toz ve dumanlara maruz kalma ve özellikle akciğer enfeksiyonları bütün KOAH’lı hastaların şikayetlerini ağırlaştırdığını belirten DoktorTakvimi uzmanlarından Prof. Dr. Firuz Çellikoğlu, bu hastalığa yol açan etkenlerin bir kısmı için önlem almanın çok güç olduğunun altına çizerek “Tek bir etkenin önlenmesi insan elindedir. Son yıllarda yapılan araştırmaların kesinlikle gösterdiği gibi KOAH’ın meydana gelmesinin en önemli sebebi içilen sigara dumanıdır” diyor.
KOAH’ın en sık rastlanan belirtisinin nefes darlığı olduğunu bildiren Prof. Dr. Çellikoğlu, özellikle sigara içiyorsanız ve biraz zorlu bir hareketle (merdiven veya yokuş çıkarken, ağır bir paket taşırken, düz yolda hızlı yürürken) nefes darlığı ortaya çıkıyorsa aklınıza hemen KOAH gelmesi gerektiğini belirtiyor. “Bu hastalığa tutulanlar genellikle bir nefes sıkıntısı olduğunu ilk olarak kendi yaşında bir arkadaşı veya eşi ile yürürken, onlara ayak uyduramadığı zaman fark ederler. Kronik öksürük, veya ıslıklı soluma KOAH’ın diğer belirtilerini teşkil eder. Ancak KOAH’tan başka nedenlerde bu şikayetleri meydana getireceğini asla unutulmamalı” diyen DoktorTakvimi uzmanlarından Prof. Dr. Firuz Çellikoğlu, nefes darlığı veya solumada güçlük şikayetinin birçok hastalığa bağlı olabileceğini belirtiyor.
KOAH’ın tedavisi doktor hasta işbirliği temeline dayanır
KOAH tedavisinde en önemli unsurun hasta-doktor ilişkisi olduğu söyleyen DoktorTakvimi uzmanlarından Prof. Dr. Firuz Çellikoğlu sözlerini şöyle sürdürüyor: ‘’Doktorunuza her şeyinizi açık ve samimi olarak anlatmanız gerekir. Doktorda sizinle açık ve samimi olmalı ve hiçbir şeyi gizlemeden, her şeyi size açıkça anlatmalıdır. Tedavinizin bir kısmı doktorunuzun sorumluluğundadır. İlaçların seçimi, tedavinin düzenlenmesi, diyetinizin tanzimi, laboratuvar muayenelerinin istenmesi doktorunuzun görevidir. Fakat sorumluluğun büyük kısmı size aittir. Doktorun önerdiği gibi ilaçları kullanmak, evde nefes alma egzersizlerini düzenli yapmak, düzgün beslenmek ve en önemlisi o güne kadar bırakmammışsanız sigara içmekten vazgeçmek tamamen hastanın sorumluluğundadır. İlaçların dışında hayat boyu sürecek bu hastalıkla nasıl mutlu yaşayacağımızı öğreten ve yaşam kalitesini arttırıcı egzersiz yapmamızı sağlayan Solunum Rehabilitasyon Programı KOAH tedavisinin en önemli unsurunu teşkil eder.’’
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Ergenlikte bipolar bozukluğa sık rastlanıyor
Mevsimlerden en çok etkilenen psikiyatrik hastalığın manik depresif olduğuna işaret eden Tarhan, “İlkbahar ve sonbahar, bu hastalığın alevlenme dönemidir” uyarısında bulundu. Kişi kolay aşık oluyorsa, içine kapanıp saatlerce düşünüyorsa, dalıp dalıp gidiyorsa kişinin bipolar olduğundan şüphelenmek gerekir diyen Tarhan, çocukluk ve ergenlik dönemindeki bipolar durumunun sıklıkla gözden kaçtığını, bipoların özellikle ergenlikte daha yüksek oranda görüldüğüne dikkat çekiyor.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bipolar bozukluk ve manik depresif rahatsızlıkları ile ilgili önemli değerlendirmelerde bulundu.
Bipolar literatürde manik depresif olarak geçiyordu
Bipolar bozukluğun eski literatürde manik depresif olarak geçtiğini söyleyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Fakat yeni bulgular ve yeni değerlendirmeler ortaya çıktıkça aslında sadece manik depresif atakların olduğu bir hastalık değil, duygu durum bozukluğu olduğu, yani aslında kişinin duygularını yönetme bozukluğu olduğu anlaşıldı. Şizofren düşünceleri, OKB düşüncelerini, duyguları yönetme bozukluğu ve bunlar gibi birçoğuna bipolar bozukluk denilmesinin sebebinde mani var. Manide kişi aşırı derecede enerjik oluyor, sürekli heyecan hissediyor, enerjisi artıyor, üç dört saat uyuyor ama hep dinamik ve enerjisi çok. Çok konuşuyor, çok fazla para harcıyor, cinsel istekte aşırı artış var, çoğu zaman iştahta azalma oluyor. Şirketler kuruyor, dünyayı düzeltmeye çalışıyor. İstanbul’dan İzmir’e yürüyen ve dolaşmaktan bir günde çorap eskiten hastalar var” dedi.
Önce bipolar rahatsızlık tedavi edilmeli
Alkol ve uyuşturucu kullanımlarında çoğunun arka planında bipolar bozukluk çıktığını belirten Tarhan, “Alkol bağımlısı diye geliyor, tanı aşamasında bipolar çıkıyor. Duygularını yönetme bozukluğu olduğu için alkole ve uyuşturucuya yönelmiş olduğunu görüyoruz. Bipolar rahatsızlığı tedavi etmeden alkol bağımlılığı tedavi edilmeye çalışılırsa hastaneden çıktıktan sonra kişi tekrar hasta oluyor. Karşı ucunda da depresyon var. Durgunluk, neşesizlik, unutkanlık, içine kapanma, ölüm isteği, intihar arzusu, kendini değersiz hissetme, hiçbir şeyden keyif almama halleri ile birlikte melankolik bir şekilde depresyona giriyor” diye konuştu.
Ruh hali 4 mevsim insanlar var
Hastaların manik depresif durumunda depresyona kadarki aralarda duygu durum dalgalanmaları yaşadıklarını ifade eden Tarhan, “Bazen aramızda normal dolaşan günde dört mevsim yaşayan kişiler vardır. Sabah çocuğunu öper, öğleden sonra bela okuyarak seni niye doğurdum der. Bu kişilerin mizacı bu diyorsunuz ama aslında mizaç değil o hastalık. Bir kız internette birine aşık oluyor, adam Amerika’da. Kız Amerika’ya gidiyor. Terapiler yaptık ama böyle tipik mani değil. Depresyonu da yok ancak duygu durum dalgalanmaları var. En sonunda hastaneye yatırdık ve kız bütün yaptıkları için ‘Ben neden bunları yapmışım?’ dedi. Aslında bu onun elinde değil” dedi.
Görsel kanıtla tedaviye ikna oluyorlar
Hastalığın sebebinin bulunduğunu söyleyen Tarhan, sözlerine şöyle devam etti:
“Bu kişilerde beyindeki kimyasal denge bozuluyor. Sağ beyin duyguları yöneten bölge, sol beyin de mantığı yöneten bölge. Devamlı sol ön beyin sağ ön beyni kontrol ediyor. Aşırılıklarda fren yap diyor, yeter diyor. Beyindeki kimyasallar coştuğu zaman beyindeki serotonin ve dopamin dengesi bozuluyor. Beyin görüntülemesini aldığımız zaman o kişinin beyin bölgesinde bir uyumsuzluk, düzensizlik görüyoruz. Özellikle manik hipomanik dönemlerde kişiler kendilerini hasta olarak kabul etmezler. Ona durumu anlatıyoruz, hangi tedavileri görmesi gerektiğini söylüyoruz ama görsel olarak görünce ikna oluyor. Mesela bir şeker hastasına tahlil yapıp şekerin yüksek diye göstermesen kolay kolay şeker ilacı kullandıramazsın. Psikiyatrik hastalıklarda da böyle biyolojik kanıtları gösterdikçe kişinin tedavi uyumu artıyor.”
Tıpta hastanın yüksek yararı esastır
Beyin görüntüleme yöntemlerinin çok fazla ilerlediğini söyleyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Tıp çok fazla gelişti. Domuzların beynine nöralink adı verilen çip yerleştirildi, deney yapıldı. Gelecek yıllarda insanlara da yapacaklar. Beyin, bilimin yeni uzayı şu anda. Keşifler için çok ciddi büyük bir yatırım yapılıyor. Örneğin kişi dünyanın ikinci büyük zengini olmuş, Güney Afrika’dan gelmiş birisi fakat müthiş gelecek yatırımları yapıyor. Ben bakıyorum birçok meslektaşım bunlara uzak mesafede duruyor. Hastanın yüksek yararı esastır. Yüksek yararı için dünyada tedavinin hastalıkla ilgili bir teşhisi, bir olgusu, bilimsel kanıtı varsa onu gidip bulgulamak bizim sorumluluğumuzda. Askeriyede ‘Komutan sadece yapılan işlerden değil yapılmayan işlerden de sorumludur’ diye bir söz vardır. Bu sözü ‘Hekim sadece yapılan tedavilerden değil yapılmayan tedavilerden de sorumludur’ diye çevirdik ve hastanemizin duvarlarına astık” dedi.
Bipoların genetik eğilimi var
Sokaktan geçen yüz kişiden 2’sinde bipolar bozukluk olduğuna dikkat çeken Tarhan, “Yani istatiksel olarak var. Kişinin ailesinde anne ve babadan birinde bipolar varsa o kişide bipolar olma ihtimali yüzde 7-8’e çıkıyor. Yüksek bir oranda değil. Yüzde 100 genetik de değil ama genetik bir eğilim var. Mesela tek yumurta ikiziyse ve birinde varsa ikincisinde olma ihtimali yüzde 40 – 60 arasındadır. Tek yumurta ikizlerinde bu derece yüksek olması da genetik bir eğilim olmasından dolayıdır. Yani hastalık yüzde yüz genetik demiyoruz ama yatkınlık geni var. Bipolar hastalarda genetik çalışmalar yapıyoruz. Hangi gen olduğunu belirlemek için vaka biriktiriyoruz. Şu anda araştırılan aday genler var ama yüzde 100 genler denilemiyor çünkü çok genliler, çok etkenliler var. Onlarla ilgili 3 – 4 tane gen bulunsa, gen taşıyıcısı bulabilsek bazı çalışmalar daha verimli yapılabilecek” diye konuştu.
Manik hasta iyileşince doktora kızabiliyor
Bipolar bozukluğun tıpta çok başarılı olunan alanlar arasında yer aldığına işaret eden Tarhan, “Manik dönemde hasta, hasta olduğunu kabul etmez. Manik dönemi atlatıp iyileştikten sonra hasta doktora kızar. O kadar enerjik, dünyayı düzelten kişiyi biz birdenbire normal insan yapıyoruz ve o da haline üzülüyor. Yani beyin kendi kendine doping almış oluyor. Manik depresif- depresyon bazında ise tam tersi oluyor. Adam manik dönemde çeki imzalayıp otobüsünü değerinden aşağı satabiliyormuş. Onun için böyle durumlarda muhakkak ailenin tedbirli olması gerekiyor. Panik atak geçirdikten sonra eğer kişi ilaç kullanmayı başarırsa genellikle atak olsa da hafif atak oluyor ve kısa sürüyor” dedi.
Çocukluk ve ergen bipoları gözden kaçıyor
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, ‘En çok gözden kaçan ise çocukluk ve ergenlik bipolarlarıdır’ dedi ve sözlerine şöyle devam etti:
“Bu çocuk hiperaktif diyorlar bir araştırıyoruz ki çocuk hiperaktif değil, çocukluk bipoları var. Bir de bipolar ergenlikte daha yüksek oranda bulunuyor. Bir insanın ergen davranışını alıp kırk yaşında insan yapsa, ergen gibi davransa bipolar dersin. Çünkü ergenin beyni mantıktan çok duyguların olduğu bir dönem. Doğal ve biyolojik olarak öyle. Düşünmeden hareket eder, aklına geleni yapar. Ergenlik dönemi normal şizofrenik dönem olarak tanımlanır. Ergenleri sınıf dışı bipolarlar diye ayırırız, yani bipolar nost diye tanımlarız. Onları bipolar gibi tedavi etmek gerekiyor ve çok güzel tedavi oluyorlar. İlginçtir ki bipoların tedavisinde epilepsi ilacı kullanılıyor. Epilepsi demek, beyindeki dalgaların derecesini düşürmek demek. Beyindeki fırtınaları düzelten bir ilaçtır.”
3 yıl kritik süre
Manik depresif tedavisinde hastanın güven ilişkisi kurduğu, tedavi uyumu sağladığı bir hekim ile durum takibinin yapılması gerektiğini belirten Tarhan, “3 yıl eğer hiç atak olmazsa ondan sonra ilaç kesme denemeleri yapılabilir. Ancak 3 yıl hiç atak olmaması lazım. Düşüncesi hızlanırsa, uykusu azalırsa zaten belirti başlamıştır. Hatta böyle durumlarda hasta bize kendisi geliyor. Fikirlerin, projelerin yine kafasında uçmaya başladığını, şirket kurma fikirlerinin oluştuğunu, uykusunun azalmaya başladığını ve hastalığının yükseldiğini söylüyor. Hemen ilacına başlıyoruz. Bipolar hastalığı olan çok yüksek rütbeli kişiler var, düzelebiliyor. Bipolar hastalar düzelmez, kronik hastalıktır diye düşünmesinler. Büyük iş adamları, tarihte cinnet geçirişleriyle ünlü kişilerin çoğu bipolardır” dedi.
Kolay aşık olur, derin düşüncelere dalarlar
Mevsimlerden en çok etkilenen psikiyatrik hastalığın manik depresif olduğuna işaret eden Tarhan, “İlkbahar ve sonbaharlar bu hastalığın alevlenme dönemidir. Böyle durumlarda hastalık mevsimselse hemen bipolar teşhisini düşünüyoruz. Mevsim geçişlerinde onlar da uyarılıyorlar. İnsan doğadan ve evrenden bağımsız bir varlık değildir. Evrenin parçasıyız. Evrensel akışla ilgili kuantum beynimiz var. Onun için mevsimsel etkilenme olmaz diyemeyiz. Sonuçta bipolar biyolojik boyutu olan bir hastalık ama tedavisi sadece biyolojik olmuyor. Özellikle psikolojik tedavileri birlikte yürütmek gerekiyor. Kolay aşık oluyorsa, içine kapanıp saatlerce düşünüyorsa, dalıp dalıp gidiyorsa kişinin bipolar olduğundan şüphelenmek gerekir. Kişiler eğer başlangıç dönemindeyse hafif tedavi ile atlatabilirler. On yaşın altındaki çocuklarda öfke olarak çıkar. Düz duvara tırmanma, hiperaktivite zannederler fakat bu uzmanın testlerle özellikle araştırması gereken bir durumdur” dedi.
Tedavide duygu düzenleme testi uygulanıyor
Herkeste zaman zaman hafif bipolar özellik olabildiğini söyleyen Tarhan, sözlerini şöyle tamamladı:
“Bazı kişiler vardır duygu durumunda dalgalananlar olur ama hepsi kabul edilebilir sınırdadır. Bipolar bozuklukta ise kabul edilemeyen sınırda olandır. Parasını bir anda harcar, sabah çok konuşup akşam hiç konuşmayabiliyorlar. Bir anda böyle duygu durum dalgalanmaları yaşayan kişilerin çoğu bipolardır. Biz bu kişilere sadece ilaç vermiyoruz. Duygu düzenleme testi var o yapılıyor. O testin ürettiği olumlu ve olumsuz stratejiler araştırılıyor. Bu kişilere olumlu stratejilerle duyguları yönetme becerisi kazandırılıyor. Duyguları yönetme becerisi kazandığında kişi duyguları coşsa bile kendi kendini yönetebilir hala geliyor. Bu da terapiyle oluyor. Onun için tedavide sadece ilaç değil terapi de beraber yapılırsa ara dönemlerde, sağlıklı dönemlerde kişi duygularını yönetme becerisi kazanır. Bizim kültürümüzdeki inanç sistemimizde nefis coştuğu zaman duygu durumu bozukluğu diyoruz. Onun için bunları yönetebilmekte bir beceridir. Bunun için kişinin çabalayıp emek vermesi gerekiyor.”
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
TürkTraktör’ün makineleri Arkeolojik kazı sahalarında
TürkTraktör, Anadolu’nun kültürel zenginliklerinin yaşatılması adına gerçekleştirilen arkeolojik kazılara iş makineleriyle destek veriyor. Arkeolojik sahalarda hassasiyetle yürütülen kazılara uygun New Holland ve Case marka iş makineleri, çalışmaları kolaylaştıran araçlar olarak dikkat çekiyor.
Eğitimden kültür ve sanata kadar farklı birçok alanda gelişimi destekleyen TürkTraktör, Anadolu’nun derin, kültürel mirasının keşfedilerek günümüze taşınması amacıyla gerçekleştirilen arkeolojik kazılar için sahaya iş makinelerini gönderiyor.
Tarihi eserlerin herhangi bir şekilde zarar görmemesi için büyük bir titizlik ve hassasiyetle yürütülen kazı çalışmalarında New Holland ve Case markalı nokta dönüşlü mini yükleyiciler, toprağın alandan kaldırılıp uzaklaştırmasında çalışmaları en çok kolaylaştıran iş makineleri olarak dikkat çekiyor.
Büyük gövdeli makinelerle yürütülen hassas saha çalışmaları tarihi aydınlatıyor
Arkeoloji kazılarında en yoğun ve öncelikli kritik çalışmanın kazma işlemi olduğunu ifade eden TürkTraktör İş Makineleri İş Birimi Grup Müdürü Boğaç Ertekin, bu alanda uzmanların en büyük destekçisinin ise iş makineleri olduğunu belirtiyor: “Hacimli ve ağır gövdelerinden dolayı iş makineleri, büyük titizlikle yürütülen kazı sahaları için uygun araçlar değilmiş gibi düşünülse de, aslında bu makineler kazı alanlarının vazgeçilmezleri arasında yer alıyor. Burada önemli olan doğru makinenin, doğru saha ve çalışmaya konumlandırılmasıdır. Örneğin bu tip sahalarda, kazma işlemleri büyük bir hassasiyet gerektirdiği için lastikli makineler tercih sebebidir. Paletli ekskavatörler yüzey basıncını dağıttığı için zeminin uygun olduğu yerlerde mini ekskavatörler de tercih edilebilir. Kazma işlemlerinde ise kazıcı yükleyiciler veya küçük tonajlı ekskavatörler kullanılırken, kazılan toprakları kaldırma işleri için de yükleyicilerden destek alınabilir.”
TürkTraktör olarak arkeoloji kazılara iş makineleriyle destek vermekten dolayı büyük bir mutluluk duyduklarını da sözlerine ekleyen Boğaç Ertekin sözlerini şöyle tamamladı: “Birçok medeniyetin beşiği olan Anadolu topraklarında tarihe ve kültürel mirasa ışık tutan arkeolojik kazı çalışmalarının bir parçası olmaktan dolayı gururluyuz. Bu çalışmaları gelecek nesillere aktarmayı hedefliyoruz. Tarihi eserlerin hiçbir zarara uğramadan gün yüzüne çıkarılması önümüzdeki dönemde de önceliğimizde olan konular arasında.”
TürkTraktör Hakkında
Türkiye otomotiv sanayinin halen faaliyette olan ilk üreticisi olarak 1954 yılında kurulan TürkTraktör, bugün Avrupa’nın en büyük traktör üreticileri arasında yer almaktadır. Türkiye’de kesintisiz 13 yıldır pazar lideri olan TürkTraktör, 130’un üzerinde ülkeye ihracat yapmaktadır. Koç Holding A.Ş. ile dünyanın en büyük traktör üreticilerinden CNH Industrial’in ortak olduğu şirketin hisselerinin yüzde 25’i BIST’de işlem görmektedir. TürkTraktör; New Holland, Case IH ve Steyr marka traktör üretimi ile zirai ekipman distribütörlüğü yapmanın yanı sıra; New Holland TD serisi ve Case IH JX seri traktörlerin dünyadaki tek tasarım ve ana üretim merkezi, Utility Light seri traktör ve transmisyonların dünyadaki tek üretim merkezi, TD serisi transmisyonlar için dünyadaki tek mühendislik ve üretim merkezi, S8000 seri motorların ana üretim merkezidir. Ankara ve Erenler’de bulunan TürkTraktör tesislerinde 2500’ü aşkın kişi çalışmaktadır. Traktör pazarının lideri TürkTraktör, 2013 yılından beri Türkiye distribütörlüğünü yaptığı CASE ve New Holland marka iş makinelerinin de Türkiye’de üretimine 2020 yılında başlamıştır. “Bugün ve gelecekte modern tarıma yön veren şirket olmak” ilkesiyle hareket eden TürkTraktör, ülkemizin tarım ekonomisinde verimliliğin en büyük destekçisi ve 65 yıldır kırsal nüfusumuzun refahını artıran gerçek bir dosttur.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)