Vivo, amiral gemisi akıllı telefonlarından yepyeni X51 ile karmaşık dünyayı basitleştirerek, kullanıcıyı vivo’nun ileri teknolojisiyle bir araya getiren çağdaş ve zarif tasarım estetiği ile cihazların kullanıcılar için kendini ifade etme biçimi şeklinde hizmet etmesini sağlayarak, markanın orijinal tasarım hedefine geri dönüyor.
X51 akıllı telefonlarının benzersiz renk paleti, pürüzsüz şekli ve rahatlık hissinin kullanıcıların teknolojimizle bağlantı kurmasına yardımcı olmak için bilinçli tasarım seçeneklerini yansıttığını belirten vivo Türkiye CEO’su Andrew Liu, “X51’in tasarım özellikleri, dinamik tasarım felsefesinin zarafetiyle, daha iyi bir genel kullanıcı deneyimi sunmak için profesyonel fotoğrafçılık özelliklerini vurgulamaya yardımcı oluyor.” dedi. X serisi, teknoloji ve kullanıcı merkezli tasarım dengesi ile birinci sınıf bir fotoğrafçılık deneyimi sağlamayı hedefliyor. Yurtdışında piyasaya sürülecek ilk X serisi cihaz olan X51, bu amacı yansıtıyor.” şeklinde konuştu. Liu ayrıca, “X serisindeki önceki cihazlara benzer şekilde, vivo’nun yeni X51 amiral gemisi akıllı telefonları, küresel kullanıcıların modaya uygun ve akıllı yaşam tarzlarını tamamlamak için gelişmiş fotoğrafçılık teknolojisini şık ve çağdaş tasarım estetiğiyle dengeliyor.” dedi.
Benzersiz Tasarım, Profesyonel Fotoğrafçılık Yeteneklerini Sergiliyor
X51’in tasarımı, profesyonel fotoğrafçılık özelliklerini geliştirirken, çağdaş bir estetikle yönlendirilen serideki her akıllı telefon, yalın ama keskin bir görünüm sunan R3 yuvarlak köşelerin bulunduğu dikdörtgen bir kamera matrisine sahip. Tasarımcılar, daha rahat bir görünüm ve his yaratmak için X51 akıllı telefonlarda kare veya sert unsurlardan kaçındı.
X51 kamera matrisi ayrıca Çift Tonlu Adım tasarımına sahip. Büyük, çıkıntılı kameralar, fotoğrafçılık alanında amiral gemisi olan akıllı telefonlar arasında oldukça yaygın. Ancak vivo böyle bir tasarımın cihazın estetik çekiciliğini azaltacağını düşünerek bunun yerine, kamera matrisinin ve X51’deki Gimbal Kamera Sisteminin çıkıntısını azaltan, inceliği korurken derinlik ve düzen hissini artıran yaratıcı iki kademeli bir kamera tasarımı geliştirdi. Üst kademede siyah renkte ana kamera, bokeh kamera ve geniş açılı kamera bulunuyor. Alt kademe ise periskop kamerayı içerir ve arka kapakla aynı renge sahipken, tüm modülün etrafındaki CNC (bilgisayar sayısal kontrolü) parlak çerçeve, yumuşak bir son dokunuş sağlıyor. Çift Tonlu Adım tasarımı, kamera tasarımına benzersiz bir görsel odak noktası eklerken, daha büyük kameraların gerektirdiği daha büyük bir kamera matrisi zorluğunu çözerek hem işlevsel hem de estetik amaçlara hizmet ediyor.
Seçkin Tasarım, Düzen ve Zarafet Getiriyor
vivo X serisi, akıllı telefonların kullanıcılarının bir uzantısı haline geldiğini ve insanların kişiliklerini ifade etmek ve yaşam tarzlarını tamamlamak için kullandıkları araçlar olarak hizmet ettiklerinin farkında. Bu nedenle X51, yeni amiral gemisi cihazların kullanıcıların kendilerini ifade etmelerine ve düzenli ve samimi tasarımıyla daha fazla güzelliği keşfetmelerine yardımcı olmak üzere, zarafet ve sadeliği vurgulamak için vivo’nun orijinal tasarım hedeflerine geri dönüyor.
Tasarımcılar X51’in renk paleti için tüketicilerin kişisel ifade ve profesyonel fotoğrafçılık amiral gemisi konumlandırması isteklerini dikkate aldı. Modern yaşamın normal düzeninde süregiden aksamaların ortasında, renk paleti olumlu mesajlar sunmayı ve tüketicilerin endişelerini gidermeyi amaçlıyor. vivo, tüketicilere yüksek kaliteli bir görsel deneyim sunmak üzere renk paletini belirlemek için Fransa’daki Carlin Creative Trend Bureau gibi tasarım kurumlarıyla iş birliği yaptı. Tasarımcılar yaklaşık 600 prototipi sıraladıktan sonra uluslararası pazar için üç renge karar verdiler.
X51’in renkleri ise; canlılık ve umut dolu, akıcı açık mavi olan “Buz Mavisi”; derin gökyüzündeki gümüş maviyi ve düzenin yeniden kurulmasını temsil eden “Alfa Grisi”; ve gradyan etkisine sahip olan ve insanlara dünyayı berrak bir zihinle görmelerini söyleyen “Cam Siyahı”ndan oluşuyor. Buz Mavisi ve Alfa Gri modellerinde, telefonun arkasındaki cam yüzeyde, buzlu bir cila oluşturan işleme teknolojisi AG Frosting bulunuyor. Yumuşak ve rahatlık sağlayan görünüm, tüm yüzey boyunca yaşamın eşit dağılmış yansımasına neden oluyor.
X51, konforu, görsel çekiciliği ve performansı artırmak için daha ince bir cihaza (Buz Mavisi ve Alfa Grisi için 8.04mm ve Cam Siyahı için 8.07mm) izin veren COP (Chip on Plastic) paketleme teknolojisi sayesinde 3 boyutlu esnek kavisli ekrana sahip ve daha hafif. Ekranın nispeten bükülebilir, esnek ve dayanıklı olması, telefonun hasar görme ihtimalini de düşürüyor. Yenilikçi ekran tasarımı ayrıca zararlı mavi ışığa maruz kalmayı azaltıyor ve SGS Eye Care Display sertifikasına sahip olmasının yanı sıra, HDR 10+ teknolojisi eksiksiz video parlaklığı ve renk bilgilerini koruyor. Bu ekran özellikleri, X serisi tasarımının insan merkezli odağını yansıtıyor.
Y Serisinden iki model de satışta
vivo, X51 modeli ile birlikte, Y70* ve Y20* modellerini de Aralık ayı itibariyle Türkiye’de satışa sundu. Türkiye’de satışa sunulan yeni vivo cep telefonlarının tavsiye edilen perakende satış fiyatları; X51 için 8.999 TL, Y70 için 3.699 TL ve Y20 için ise 3.099 TL olacak.
Türkiye’de satışta olan tüm vivo cep telefonları Teknosa, Mediamarkt, Vatan gibi teknoloji satış noktaları üzerinden tüketicilerle buluşmaya hazır.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Aylık arşivler: Aralık 2020
İşte akıllı tartı kullanmak için 5 neden
Sadece ağırlık ölçümü yapmayan, vücut yağ oranı, kalp ritmi, iç organ yağ seviyesi gibi çok sayıda değer sunan HONOR Scale 2’yi kullanmak için gerekli 5 nedeni sıraladık.
Gençlere yönelik teknolojik ürünleriyle değer yaratan HONOR, hayatı kolaylaştıran ekosistem ürünlerine bir yenisini ekledi. Türkiye’de online satış kanallarında 229 TL fiyatıyla satışları başlayan akıllı tartı, 14 farklı vücut ölçümü yapması, 50 farklı kullanıcıya kadar veri kaydetmesine ek, rahat ve şık tasarımıyla öne çıkıyor.
Sürdürülebilir bir sağlık takibi için gelişmiş özellikler sunan HONOR Scale 2’nin günlük yaşamın vazgeçilmezi yapacak beş özelliğini sıraladık: Akıllı tartıların en önemli özelliği, ölçümlerinizi arşivleyerek vücudunuzda zaman içerisinde yaşanan değişimleri gösterebilmesidir. Böylece fiziksel aktivitelerin ve yeme alışkanlıklarınızın sonuçlarının da farkına kolayca varabilirsiniz. HONOR Scale 2, bağlantı kurmadan 200’e kadar ölçümü hafızasında saklayabiliyor. Akıllı tartıların genel bir özelliği olmasa da HONOR Scale 2 geçmiş ölçüm verilerine göre kullanıcıları tanıyor ve ölçümü doğru kullanıcıyla eşleştirerek kilo, su oranı, protein, kas kütlesi gibi vücut değerlerini belirli kişinin profiline ekleyebiliyor. Böylece tüm aile bireyleri rahatça kişisel verilerini takip edebiliyor. Geleneksel tartılar sadece ağırlık ölçümü yaparken, akıllı tartılar çok daha fazla sayıda farklı ölçüm ve hesaplama yapabilme yeteneği barındırıyor. HONOR Scale 2 de ağırlık ölçümünün yanı sıra Vücut Kitle Endeksi (BMI), Vücut Yağ Oranı, Kalp Ritmi, İç Organ Yağ Seviyesi, İskelet Kas Kütlesi, Yağsız Vücut Kütlesi, Bazal Metabolizma Hızı, Vücuttaki Su, Protein, Kemik Mineral İçeriği, Vücut Skoru, Vücut Yaşı ve Vücut Tipi gibi değerlerin de bilgisini veriyor. Tüm bu ölçümlerle birlikte vücudunuzla ilgili birçok farklı alanda bilgi sahibi oluyor, sağlık hedeflerinize ulaşmanız kolaylaşıyor. Akıllı tartıları diğerlerinden ayıran bir özellik de içerisinde barındırdığı yetenekli yongalardır. Bu yongalar sayesinde ölçümler en hassas şekilde yapılır. HUAWEI TruFit™ algoritması sayesinde yüksek hassasiyette ölçümler yapabilen HONOR Scale 2, 100 gramlık değişimleri bile kolayca algılayarak, size en net sonuçları veriyor. Yağ, kemik, su, kas oranı gibi değerlerdeki tüm değişimleri gösteren tartı, kullanıcılar için eksiksiz bir vücut analizi sunuyor. Mobil uygulamalar artık hayatımızın her alanında. Akıllı tartılar da mobil cihazlara bağlanabilme yeteneğini Bluetooth bağlantısıyla sağlıyorlar. HONOR Scale 2 de HUAWEI Sağlık uygulamasına bağlanarak, yapılan tüm ölçümleri aktarıyor ve kullanıcılara detaylı bilgi sunabiliyor. Günlük, haftalık, aylık ve yıllık verileri grafik üzerinde görerek, vücudunuzla ilgili dönemsel bilgilere kolaylıkla ulaşabiliyorsunuz. BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
VakıfBank’tan 2020’de 47 maçta 45 galibiyet
Türkiye Voleybol Federasyonu tarafından tescil edilen 2019-2020 Sultanlar Ligi’ni 63 puanla ‘Lider’ bitiren sarı-siyahlılar, 2020-2021 Sultanlar Ligi’nde de 24 hafta sonunda 69 puanla ‘Zirvede’ yer alıyor.
Üç FIVB Kulüpler Dünya Şampiyonası ve dört CEV Şampiyonlar Ligi şampiyonluğuyla ‘Türkiye’nin uluslararası alanda en çok kupa kazanan takımı’ olan VakıfBank Kadın Voleybol Takımı, 2020 yılında da voleybolda zirvenin tek sahibi oldu. 2020 yılında 47 karşılaşmaya çıkan sarı-siyahlılar, bu maçların 45’inden galibiyetle ayrıldı. 45 galibiyetin 36’sını 3-0’lık skorla kazanan VakıfBank, sekiz maçı 3-1, bir maçı da 3-2 kazanmayı başardı. Pandemi nedeniyle TVF tarafından tescil edilen 2019-2020 Sultanlar Ligi’ni 63 puanla ‘Lider’ bitiren sarı-siyahlılar, 2020-2021 Misli.com Sultanlar Ligi’nde 24 hafta sonunda 69 puanla zirvede yer alıyor.
CEV Şampiyonlar Ligi’de sekizde sekiz
47 maçın 35’ine Sultanlar Ligi’nde çıkan VakıfBank Kadın Voleybol Takımı, 34 galibiyet elde etti. Dört kez kazandığı CEV Şampiyonlar Ligi’nde ise 2020 yılında oynadığı sekiz maçı da kazanan sarı-siyahlılar, koronavirüs pandemisi nedeniyle yarı final etabında iptal edilen 2020 CEV Şampiyonlar Ligi’nde üst üste sekiz toplamda da 11’inci kez yarı finale yükselmeyi başardı. 2020-2021 Axa Sigorta Kupa Voley’de ise üç maç oynayan VakıfBank, tüm karşılaşmaları kazandı.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Covid-19 çocukların psikolojisini nasıl etkiliyor?
Yeni tip koronavirüs (Covid-19) nedeniyle yaşanan pandemi dönemi her yaşta çocuk ve ergen başta olmak üzere tüm bireyleri farklı şekillerde etkiliyor. Kimi yaşamını, kimi sağlığını, kimi sevdiğini kaybetti. Kimi ekonomik kayıplarla karşılaştı kiminin sosyal yaşamı etkilendi. Bunca kayıp arasında ruh sağlığımızı korumak hiç kolay olmuyor. Çocuklar da ailelerin duyduğu kaygıdan, stresten, sokaklarda gördükleri maskeli yaşamdan, sosyal mesafeden etkileniyorlar. Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Bölümü’nden Doç. Dr. Sebla Gökçe, çocuk ve ergenlerin pandemiden nasıl etkilendiğini her yaş grubu için ayrı ayrı anlattı:
0-1 YAŞ: Annenin, babanın bakım verenlerin kaygısı bebeklerde huzursuzluk, uyku ve beslenme problemleri şeklinde ortaya çıkıyor. Bebeğin bakım verene güvenli bağlanma geliştirmesi beklenirken, bu dönemde annede, bakım verende depresyon, kaygı, yüksek stres düzeyi bağlanmayı etkileyebiliyor. Bu durum çocuğun gelecekte hayatla ve diğer insanlarla kurduğu ilişkileri olumsuz etkileyebilir.
1-3 YAŞ: Konuşmaya başlayan, hareket özgürlüğü kazanan ve sosyalleşmeye başlayan çocuklar pandemi döneminde daha çok ailelerinin nasıl hissettiğine bağlı olarak ayrılık kaygısı, anneye, babaya yapışma, ayrılmak istememe, onların yokluğunda huzursuzluk, davranış problemleri gösterebiliyor. Kaygı ve stres düzeyine göre, kendinin veya yakınlarının hastalıkları uykuya dalamama, sık uyanma, korkulu rüya görme, iştahsızlık, huzursuzluk, öfkelilik hatta öfke nöbetleri, uyku ve beslenme problemleri de görülebiliyor. İnsanların sürekli maske ile gezmeleri, birbirlerinden uzak durmaları, dokundukları yerlerden mikrop, virüs bulaşır kaygısı nedeniyle gösterdikleri davranışları gözlemlemeleri, ailelerinin ve kreşe gidiyorsa öğretmenlerinin bu konularda sürekli uyarması dış dünyayı tehlikeli algılamalarına neden olabilir. Pandemide, dış dünyaya güvensizlik algılarının oluşması gelecekte onların kaygı düzeyi yüksek bireyler olarak gelişmelerine sebep olabilir.
3-6 YAŞ: Okul öncesi bu dönemde ailenin çocuğa yansıyan olumsuz duygularının yanı sıra, uyaran eksikliği, sosyal çevre eksikliği sebebi ile sosyal, bilişsel gelişimi beklenenden daha yavaş olabilir. Bu yaş grubunda çocuklar virüsleri onlara ve sevdiklerine zarar verebilecek canavarlar olarak algılayabilir, dış dünyadan bu sebeple daha çok korkabilirler. Özellikle onları korkutabilecek görsellerden, konuşmalardan korumak çok önemli. Bu korkular günlük hayatlarına tek başına kalmak istememe, bakım verenlerinden ayrılmak istememe, uykuya dalmakta güçlük, sık uyanma, korkulu rüyalar, gün içinde huzursuzluk, öfkelilik şeklinde kendini gösterebiliyor.
6-11 YAŞ: İlk ve ortaöğretim çocuklarında online eğitim döneminde sorumluluklarının yerine getirilmesinde zorluklar, fiziksel aktivite azlığı, akranları ile vakit geçirememeleri, ailelerin öğretmen rolüne geçmesi sebebi ile çocukların ve ailelerin kaygı, tükenmişlik, öfke gibi olumsuz duygu yoğunluğunda artış ve aile içi çatışmaların arttığı görülebiliyor. Ölümü algılayabilen bu yaştaki çocuklar bir yakınını kaybettiyse ya da bu dönemde sıkça çevresinden yakınını kaybedenleri duyuyorsa kaygıları daha da artar. Mutsuzluk, isteksizlik, derslere odaklanamama, öğrenme güçlüğü, uyku problemleri, aşırı yeme ya da iştahsızlık, beslenmeyi reddetme gibi yeme problemleri hatta bozukları görülebilir.
11-14 YAŞ: Ergenliğin başlangıcı ve orta evrelerindeki bu çocuklar akranları ile görüşememeleri, sosyal hayatın eksikliği, sürekli aileleriyle birlikte ve onların kontrolünde olmaktan çok etkileniyorlar. Pandeminin varlığını inkar etme eğilimi, etkilenmiyor görünmelerine de bu grupta oldukça sık karşılaşılır. Bu dönemde sorumluluklardan kaçma, akademik kayıplar, odaklanma ve motivasyon güçlükleri, enerji azlığı, zevk aldığı aktivitelere ilgi kaybı, uyku ve yeme sorunları, öfkelilik hali, aile içi çatışmalar ile ekran, oyun, internet bağımlılığı şeklinde görülebilmektedir.
15-18 YAŞ: Ergenliğin orta ve geç dönemlerindeki bu yaş grubunda normal dönemlerde de sıkça görülen gelecek kaygısının pandemi ile birlikte de daha sık ve ağırlaştığı görülebiliyor. Akranlarından uzak olmaları, aile ile daha fazla vakit geçirme ve sorumluluklarının daha fazla hatırlatılması, çatışmaları, gelecek kaygıları ve depresif bulguları arttırabiliyor. Bu grupta umutsuzluk, değersizlik, çaresizlik gibi depresif bulgularda, depresyon sıklığında artış, kendine zarar verme, intihar girişimleri bile görülebiliyor.
UMUT ETMEYİ ÖĞRETİN
“Bütün bu zorlukları getirdiği tüm duygular ile birlikte kabul edebilmeli, işlevselliğimizi, enerjimizi mümkün olduğunca korumaya çalışmalıyız.” diyen Doç. Dr. Sebla Gökçe, pandemi sürecinde çocuk, ergen ve ailelere şu önerilerde bulundu:
“Bize, çocuğumuza iyi gelen, keyif veren aktivitelere yönelmek elbette oyun oynamak, konuşmak, dinlemek, izlemek, yemek, içmek hareket etmek, sevmek, sevilmek, hatırlamak, unutmamak çok önemli. Zorluklarla başa çıkabilme becerisi, çocukların hayat boyu en çok ihtiyaç duyacakları becerilerdendir. Bu dönemi belki hasarsız değil ama en az hasarla atlatmaya çalışmalıyız. Laboratuarlarda, hastanelerde, sokaklarda insanlık uğruna hayatını kaybedenlerin varlığına saygıyı unutmadan, bütün bu kayıplara rağmen yaşamaktan, iyilik halinden vazgeçmemek, umut etmek çocuklarımıza öğretebileceğimizin en önemlisidir.”
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Çocuklar az sosyalleşti, ekran başında daha çok zaman geçirdi
Pandemi nedeniyle zor şartlarda geçirdiğimiz 2020 yılı, çocuklar için de farklı tecrübelerin yaşandığı bir yıl oldu. Çocukların yüz yüze eğitime ara verilmesi nedeniyle arkadaşlarından uzak kaldığını ve bu durumun sosyalleşme süreçlerini etkilediğini belirten uzmanlar, pandemi sürecinde en çok ekrana bakma süreçlerinde artış ve yeme bozukluğu görüldüğüne dikkat çekiyor. Uzmanlar pandemi sürecinin ruhsal dayanıklılık ve esnekliğin öneminin anlaşılmasında da etkili olduğunu vurguluyor.
Üsküdar Üniversitesi NP Etiler Tıp Merkezi Çocuk Ergen Psikiyatri Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Mine Elagöz Yüksel, yeni yıla sayılı günler kala 2021 için önemli tavsiyelerde bulundu.
Geride bırakmaya hazırlandığımız 2020 yılının pandemi nedeniyle tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de zorlukla geçtiğini belirten Yrd. Doç. Dr. Mine Elagöz Yüksel, bu dönemden çocukların da olumsuz şekilde etkilendiğini söyledi.
Sosyalleşmeden uzak kaldılar
Yrd. Doç. Dr. Mine Elagöz Yüksel, çocukların özellikle sosyalleşmeden uzak kaldıklarına dikkat çekerek “Çocuklar açısından zor bir yıl oldu. Özellikle okulların yüz yüze eğitime geçmesi nedeniyle çok etkilendiler. Her şeyden önce arkadaşları ile görüşmeleri azaldı, okul ortamındaki sosyalleşmeden uzak kaldılar. Uzaktan eğitimde dikkatlerini vermekte zorlandılar. Bu dönem hem çocuk hem aile için bir sosyal izolasyona neden oldu ve çocuklar sadece arkadaşlarından değil, akrabalarından da uzak kaldılar. Bununla beraber eğer bir kayıp yaşanmışsa bu durumun da çocuklar üzerinde etkileri oldu. Sevenlerini, akrabalarını vedalaşamadan kaybeden çocuklar oldu” diye konuştu.
Aileleri daha fazla zaman geçirdiler
Yrd. Doç. Dr. Mine Elagöz Yüksel, “Çocuklar için en olumlu taraflarından biri, aileleri ile daha fazla paylaşım yapacakları zamanları oldu. Ancak bu durum beraberinde bazı aileler için çatışmaların artmasına da neden oldu” dedi.
Her çocuk farklı etkilendi
Çocukların bu dönemde etkilenmelerinin yaş dönemlerine göre farklılık gösterdiğini belirten Yrd. Doç. Dr. Mine Elagöz Yüksel, altta yatan ruhsal rahatsızlıkları bulunan çocukların bu dönemde daha çok etkilendiğini kaydetti. Yrd. Doç. Dr. Mine Elagöz Yüksel, şunları söyledi:
“Okul öncesi dönemde bulunan çocukların ebeveynlerinin ruhsal durumundan etkilenmesi daha fazla oldu. Özellikle altta yatan ruhsal rahatsızlıkları olan çocuklar pandemi döneminde daha çok etkilendi. Örneğin dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan ya da özel öğrenme güçlüğü bulunan çocuklar uzaktan eğitimden yaşıtları kadar faydalanamadılar. Dikkatlerini sürdürmekte zorlanma, daha fazla ekrana maruz kalma, ev içinde dikkatlerini dağıtan şeylerin fazla olması, ev ortamında okul disiplinin uygulanmasının zor olması, öğretmenle kurulan ilişkinin azlığı bunun nedenleri arasında gösterilebilir.
Yeme bozukluklarında artış görüldü
Öncesinde depresyon, kaygı bozukluğu benzeri rahatsızlığı bulunan çocukların yaşadıkları sosyal izolasyon nedeniyle şikayetlerinde artış olmuş olabilir. Yine yeme bozukluklarının arttığını gördük. Duygusal yeme ihtiyacı bulunan çocukların içinde bulundukları stresli ortam nedeniyle yeme alışkanlıkları değişti. Çocukların uyku alışkanlıkları değişti. Ekrana bakma süreleri arttı. Bu durum internet bağımlılığına yatkın çocuklar için oldukça sorun teşkil etti.”
Ruhsal dayanıklılık ve esnekliğin önemi anlaşıldı
Pandemi sürecinde ruhsal dayanıklılık (resilience) olarak adlandırılan kavramın öneminin anlaşıldığını belirten Yrd. Doç. Dr. Mine Elagöz Yüksel, “Rezilyans zor durumlar karşısında esneyebilme, dayanıklı olma ve durumla başa çıkma kapasitesidir. Gerek çocuk gerek yetişkin olsun, yeniliklere daha kolay adapte olan, stresli ortamlarda şartlarını dönüştürerek yeni rutinler yaratabilen kişilerin pandemi ile daha kolay başa çıktığını gördük. Belki her zaman bir pandemi olmayabilir ancak çocuklar zaman içerisinde birçok stresli olaya maruz kalacaklar. Bu nedenle çocukları rezilyansı kuvvetli bireyler olarak yetiştirmek önemli” dedi.
Sosyal desteğin kıymeti anlaşıldı
Bununla beraber iletişimin, paylaşımın, sosyal desteğin ne kadar önemli olduğunun hatırlandığına da dikkat çeken Yrd. Doç. Dr. Mine Elagöz Yüksel, “Kişiler olumsuz ruh halinin yakınları ile paylaşımda bulundukça azaldığını, sosyal desteğin daha az hissedildiği zamanlarda arttığını deneyimlediler” dedi.
Ebeveynler çocuklarına daha çok zaman ayırmalı
“Hayata ne olursa olsun devam edebilmek, üretmek, elinden geleni yapmak, çabalamak hayata anlam katan uğraşılardır” diyen Yüksel, “2021 yılında da önlemlerini alan, kendi sorumluluklarını bilen, olumsuz koşullara rağmen çabalayan, uğraşan ebeveynler çocuklarına iyi birer rol model olacaktır. Ebeveynler çocukları ile beraber geçirdikleri vaktin kıymetini bilmeli, onları dinlemeli, beraber etkinlikler yapmalı. Evde bir düzen olması, eğitim uzaktan da olsa çocukların uyku alışkanlıklarının yaşlarına uygun olması, ekran sürelerinin ruh sağlıklarını bozmayacak sınırda tutulmasına özen gösterilmesi gereklidir” tavsiyesinde bulundu.
Yaşanan sorunlar için uzmana başvurulmalı
Yrd. Doç. Dr. Mine Elagöz Yüksel, “Ebeveynler bu süreçten çocuklarının etkilendiğini düşünüyorlarsa vakit kaybetmeden bir çocuk psikiyatri uzmanından destek almalıdırlar. Pandemi döneminde tedavilerin aksatıldığına çok şahit olduk. Tedavilerin aksaması problemlerin kronikleşmesine ve ileride daha zor çözüm bulunmasına neden olabiliyor” uyarısında bulundu.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Covid- 19 Hastaları ve Yakınlarına Motivasyon Önerileri
Pandemi süreci, toplumda psikolojik sıkıntıların, kaygı ve stres düzeyinin artmasına, bireylerin sosyal çevreleri ile iletişiminin bozulmasına neden olabiliyor. Yapılan çalışmalar, hastalığa dair yaşanan belirsizliğin, özellikle strese karşı savunmasız olan kişilerde yüksek risk oluşturduğunu ortaya koyuyor. Stres ve kaygının çok arttığı böyle bir dönemde korona pozitif bireylerin motivasyonu ise hastalığın hafif geçirilmesi açısından da büyük önem taşıyor. Çünkü endişe ve üzüntü halinde bağışıklık sistemi zayıflıyor, kişinin hastalıkla mücadele gücü düşebiliyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Psikoloji Bölümü’nden Klinik Psikolog Arzu Beyribey, covid-19 hastaları ile yakınlarının kaygı ve stres düzeylerini en aza indirmek için önemli önerilerde bulundu.
Salgınlar kaygı düzeyini tetikliyor
Belirsizliği en az tolere edebilen kişiler, salgınlar esnasında diğer bireylere göre daha fazla endişe yaşamaktadır. Daha önce Sierra Leone’de keşfedilen Ebola virüs salgını hakkında yapılan çalışmalar, çok sayıda kişinin zihinsel ve psiko-sosyal problemler yaşadıklarını ortaya koymuştu. Aynı şekilde, 2009 yılında, H1N1 İnfluenza salgınında da, fiziksel bir sebebe bağlı olmayan ancak, vücutta hissedilen (somatoform) olarak adlandırılan ağrı ve yorgunluk semptomlarına rastlanmıştı.
İlişkilerin, cömertliğe en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemdeyiz
İzolasyondaki kişinin yaşadığı en önemli sorunlar; yaşadıkları durumu kabul etmekte zorlanmaları, sevdiklerinden uzak kalmaları, hastalığın getirebileceği daha olumsuz sağlık koşullarından ve işsiz kalmak gibi risklerden korkmaları, depresyon ve anksiyete riskleri ile karşılaşmaları gibi çok çeşitli bir alana yayılmaktadır. Yakınlarının, korona pozitif bireyleri anlayışla karşılamaları ve kendileri o kişinin yerinde olsalar “onlara nasıl davranılmasını isteyeceklerini” düşünerek hareket etmeleri, ilgili bireyin duygu durum bozukluğuna destek sağlayacaktır. Pandemi sürecinin ilişkilerin cömertliğe en çok ihtiyacı olan dönemlerden biri olduğunun unutulmaması gerekmektedir. Koronavirüse yakalanan kişinin kendi kendine, odasında gerçekleştirebileceği uygun hobi faaliyetlerine yönelmesi, meditasyon yapması, egzersiz çalışmaları düzenlemesi, yakınlarıyla mümkünse görüntülü görüşmeler ile irtibatta kalması, hislerini ve düşüncelerini paylaşması, sosyal medyayı kendini rahatlatacak belgesel, eğlence programlarını izleyecek şekilde kullanması, karantina günlerini çok daha konforlu geçirmesine destek olabilecektir.
Yalnız yaşayanlar daha olumsuz etkileniyor
Virüse yakalanan ve test sonucu pozitif (+) çıkan kişiler arasında en şanslıları aslında evde ailesiyle ya da aynı evi paylaştığı bireylerle yaşayan hastalar olmaktadır. Çünkü karantina sürecini evde tek başına yaşayan kişilerin kaygılarının daha fazla olduğu bilinmektedir. Virüse yakalanan kişi ateş, enerji düşüklüğü, eklem ağrıları, baş ağrıları, ishal, mide bulantısı, öksürük, boğaz ağrısı gibi fizyolojik sorunları yaşayabilmektedir. Bunlara ek olarak bir de o süreci tek başına geçiren bireylerde ister istemez kaygı düzeyi yükselmektedir. Çünkü insan yapısı itibariyle sosyal bir varlıktır. Fiziksel izolasyonu takip eden sosyal izolasyonun gelişi, bireyi zora sokabilmektedir. Zaten hayati bir endişe duyan kişi, bunu bir oda içinde, yemeğini dahil tek başına yerken 10-14 gün arası bir süre boyunca, kendisini insanlardan soyutlamak zorunda kalmaktadır. Toplumdaki bireyler tarih boyunca toplu halde yaşamın kendilerine getireceği güven duygusunu taşıdığı için, bu uzaklık kişide olumsuz etkilere yol açabilmektedir. Kendisini izole ederek, felaket senaryoları için hazırlık yapan “korona pozitif” birey, yeterli güvenli alanı kendisi ve ailesi tarafından sağlayamaz ise; asabiyet, dürtüsel tepkiler, psikoz veya paranoid eğilim riski ile, salgınla alakalı gerçekleri sanrılı düşüncelerine dahil etme davranışları gösterebilir. Burada kişiye destek olacak en anlamlı bakış açısı, hastaya kendisinin ve sevdiklerinin sağlığının güvence altında olduğunun hissettirilmesi olacaktır.
Hayatta, trafik de dahil her zaman kaza ve ölüm riski olduğu unutulmamalı
Korona pozitif olan birey, kendisi gibi birçok kişinin bu şartları yaşayıp, pek çoğunun da sağlıkla atlattığını unutmamalıdır. Sürü psikolojisinden çıkılarak, durum karşısında çevremizde gördüğümüz tepkileri vermek yerine, bir dakikalığına kendimizle baş başa kalarak, gerçekten olumlu ve sağlıklı adaptasyonu nasıl sağlayabileceğimize odaklanmak fayda sağlayacaktır. Beynimizin akıl yürüten tarafını kullanarak, dürtüsel düşüncelerimize hakim olup, hayatta trafik de dahil her zaman kaza ve ölüm riski olduğunu ama her gün bunu bilerek yola çıktığımızı, hayattaki tehlikelerin her zaman farkında olduğumuzu ancak her sorunun bir çözüm yolunun olduğunu kendimize hatırlatmamız gerekmektedir. Uzun zamandır ilginiz olan, ancak zamansızlıktan yapmaya fırsat bulamadığınız ilgi alanlarınıza yönelmenin tam vakti olan bu süreçte, bu uğraşlara zaman ayırdığınızda, kendinizi daha iyi hissettiğinizi gözlemleyeceksiniz. Yaşanan maddi manevi sorunların engellenebilmesi ve ruhsal sağlığın korunabilmesi adına, salgına dair farkındalığın artırılması, hijyen ve sosyal mesafeye dikkat edilmesi, çevremizdekilerle konu hakkında olumsuz paylaşımlarda bulunulmaması, gerektiğinde psikolog desteği alınması, çocuklara ise yaşına uygun ve sakin bir şekilde bilgi verilmesi faydalı olacaktır.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Grup Koridor Özlemi Sona Eriyor!
Grup Koridor uzun bir aradan sonra yeni teklisi ‘’Ölüm Yıl Dönümü’’ (Çukur) 18 Aralık 2020 tarihinde KYMY Production etiketiyle tüm dijital müzik platformlarında yayınlandı. Söz ve müziği Tolga Atkın ve Kenan Yılmaz’a ait olan “Ölüm Yıl Dönümü” Kenan Yılmaz tarafından aranje edildi.
Tolga Atkın; “Çok heyecanlıyız uzun bir aradan sonra yeni bir çalışmayla sevenlerimizin karşısına çıkıyoruz, klip çalışmamızı da bitirdik. Bursa’nın İznik ilçesinde çekilen klip videomuzu yakında tüm sevenlerimizle paylaşacağız.”
Grup Koridor Hakkında
Türkiye’den Almanya’ya işçi olarak giden ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelen Tolga Atkın, ailesinin Türkiye’ye dönme kararıyla eğitimi yarıda kalmış ve ilköğrenimini Sakarya’da tamamlamıştır. Bursalı olan sanatçı, Orta ve Lise öğrenimini (1991-1996) Bursa’da tamamlamıştır. Müzik tutkusu çocukluk yıllarında şarkılara süpürgeyle eşlik ederek başlamış, zorlu hayat şartları müzik eğitimi almasına engel olmuş ve ilk enstrümanını araba yıkamacısında çalışmaya başlayarak biriktirdiği paralarla alabilmiştir.
ilk bestesini 16 yaşında yapmıştır. Çevresinde ki arkadaşlarının yardımlarıyla gitar çalmayı öğrenmiş ve şarkılar yazmaya başlamıştır. Askerlik görevi için Tunceli’nin Hozat ilçesine giden sanatçı ( 2000-2002 ) görev yaptığı günlerden birinde yeni bir şarkı yazmış ve müzisyen arkadaşlarıyla bir araya gelerek kaset çalara basit bir kayıt yapmıştır, hatıra olsun diye yapılan bu kayıt tüm askeriye tarafından kısa sürede farkedilmiş ve dilden dile dolaşmaya başlamıştır. Askeri radyo tarafından daha iyi bir kayıt teklif edilmiş ancak yayınlamak için sanatçının ismini kullanmak yerine, başka bir isim bulması istenmiştir. Bu isteğin sebebi bölgenin olağanüstü hal durumunda olmasıdır. İlhan İrem hayranı olan sanatçı, en sevdiği şarkılardan biri olan, ‘’Merhaba Koridor’’ un etkisiyle, ”Grup Koridor’’ ismini kullanmış, ”Senin O Gözlerin Var ya’’ adlı şarkı radyoda yayınlanmaya başlamıştır. Tuncelinin çeşitli ilçelerine de yapılan yayınlarda sivil halk şarkıyı fark etmiş ve radyonun telefonları kilitlenmiştir. Askerlik görevi biter bitmez Boğaziçi Müzik Yapım’ın sahibi, Ozan Oskay tarafından fark edilen sanatçı, İstanbul’a gelerek ilk albüm anlaşmasını yapar. (2007) ‘’Senin O gözlerin Var ya’’ Boğaziçi Müzik Yapım etiketiyle yayınlanır.
2008 yılında Müyap Müzik ödüllerinde,’’dijital’’ alanda yapılan satışlar sonucu ödüle layık görülür. 2009 yılında Seyhan müzik etiketiyle, ’’Ölmem mi’’ albümü, 2010 yılında, Elenor müzik etiketiyle, ’’Tanrım’’ albümü, 2013 yılında, Cinan müzik etiketiyle, ‘’Nerde Kalmıştık’’ albümü 2016-2020 yılları arasında, KYMY Production etiketiyle, ‘’Senin O Gözlerin Var ya akustik’’ ‘’Aşk ve Şarap’’ ve ‘’Ölüm Yıldönümü’’ teklileri müzik piyasasında ki yerlerini almıştır.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
“Kartla yapılan her 4 TL’lik alışverişin 1 TL’si internetten yapılıyor”
Etkinliğin bu yılki teması “Mobil Ödeme Sistemlerinin Güvenliği ve Şifrelemenin Geleceği” oldu.
Türkiye’nin lider siber güvenlik firmaları Biznet ve Securrent’in güçlerini birleştirmesinden doğan Cyberwise, sektörün ilgiyle takip edilen ve PCI Day adıyla bilinen etkinliğini, bu yıl veri güvenliği konusunu da kapsayacak şekilde “Ödeme Sistemleri ve Veri Güvenliği Zirvesi” adı altında, dijital ortamda yapılan canlı yayınla gerçekleştirildi. Açılış konuşmasını Cyberwise Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Müdürü Aret Kıllıoğlu’nun yaptığı etkinlikte Cyberwise’ın uzman kadrosundan isimler ve global siber güvenlik danışmanlık ve çözüm firması Foregenix’ten bir konuşmacıyla yeni trendler, sürekli artan siber tehditler ve uygulanması gereken doğru pratikler ele alındı. Etkinlikte ağırlanan bir diğer önemli isim ise Bankalararası Kart Merkezi’nin (BKM) eski Genel Müdürü ve Dijital CEO Dr. Soner Canko oldu.
Siber Güvenlik Kümelenmesi’nin, siber güvenlik sektörü ile ilgili vizyonunun ve ortaya koyduğu çabanın oldukça değerli olduğunu belirten Cyberwise Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Müdürü Aret Kıllıoğlu, yaptığı açılış konuşmasında siber güvenlik alanında başarılı firmaların güç birliği yaparak sektörün gelişimine önemli katkılar sağlayacağına sonuna kadar inandığını ifade etti. Bu doğrultuda Securrent ve Biznet’i bir araya getirerek Cyberwise markasını ortaya çıkardıklarına değinen Kıllıoğlu, sözlerine şöyle devam etti: “Düzenlediğimiz bu etkinlik, sektöre önemli katkılarda bulunmuş iki ekibin bir araya gelmesiyle daha da kapsamlı bir hale dönüştü. Amacımız bu tarz etkinlikleri artırarak sadece Türkiye’de değil bölgede de, uzmanlık seviyemizle önemli işlerde yer almayı sürdürmek. Bu kapsamda Türkiye’de başarıyla tamamladığımız projelerin yanı sıra geçtiğimiz yıl yurtdışında oldukça önem taşıyan bir dijital para projesinin güvenlik danışmanlığını yaptık. Bu da ekiplerimizin bir araya gelmesi sayesinde başarımıza başarı kattığımızın önemli bir göstergesi.
Yine çok yakın zamanda mevcut ISO 9001, ISO 27001 ve TSE sertifikasyonlarımızın arasına Kıta Avrupası’nın en prestijli sertifikasyonlarından CREST’i de ekleyerek, denetim hizmetlerimizin sahip olduğu teknik yetkinliği uluslararası çapta da belgeledik. Bu akreditasyon ile yurtdışındaki duruşumuzu güçlendirirken aynı zamanda Türkiye’de bir ilki başarmanın gururunu taşıyoruz. Ödeme sistemleri ve veri güvenliği konusunda bizzat uzun yıllar çalışmış biri olarak, ekibimizin geldiği seviyeyle gurur duyuyorum.”
Yeni trendlerin, sürekli artan siber tehditlerin ve uygulanması gereken doğru pratiklerin ele alındığı zirvede, uygulama erişim güvenliğinden key-block kavramına, bulut üzerinden sağlanan HSM (Donanım Güvenlik Modülü) hizmetlerinden tedarikçi güvenliğinde risk skorlamanın rolüne kadar güncel konularla ilgili sunumlar gerçekleştirildi.
“Kartla yapılan her 4 TL’lik alışverişin 1 TL’si internetten yapılıyor.”
Ödeme sistemleriyle ilgili konuşma yapan Cyberwise Denetim ve Danışmanlık Hizmetleri Yöneticisi Sefa Karabulut, Covid-19 ile birlikte değişen ödeme alışkanlıklarıyla ilgili şu verileri paylaştı: “BKM’nin açıkladığı rakamlara göre; 2020 Haziran ayı itibariyle yapılan temassız işlem adedi, 2019 yılının tamamında yapılan temassız işlem adedini geçmiş durumda. 2019 yılında 502 milyon temassız işlem yapılmışken, 2020 yılının sadece ilk yarısında 563 milyon civarında temassız işlem yapıldı. Aynı şekilde internetten yapılan kartlı ödeme tutarı, Kasım ayı itibariyle geçen yılın bir buçuk katına ulaşmış durumda. Asıl çarpıcı olan ise internet üzerinden kartlı ödeme işlemi gerçekleştiren üye işyeri adedinin 60 bini geçmesi ki bu da, geçen yıla göre yüzde 40’lık bir artışı ifade ediyor ve fiziksel POS cihazlarından sanal POS’a doğru ciddi bir kayma olduğunu açıkça gösteriyor. Diğer bir çarpıcı veri ise internetten yapılan kartlı ödeme tutarının, toplam kartlı ödeme tutarı içindeki payı yüzde 20’den yüzde 26’ya çıkmış durumda. Diğer bir deyişle kartla yapılan her 4 TL’lik alışverişin 1 TL’si internetten yapılıyor. İnternetten yapılan alışveriş sayısının artmasıyla beraber mevcut üye işyerlerinin, işlem adedi artıyor. Bunun sonucu olarak, PCI seviyelerinin yükselerek yerinde denetime girecek firma sayısının da artacağını öngörüyoruz. 2021’in ilk çeyreğinde bu durumun etkilerini daha yoğun görmeye başlayacağız. Öte yandan ödeme dünyasında hızlı bir mobile kayma olduğu da hepimizin bildiği bir gerçek. Giderek daha fazla dijitalleşen ödeme sistemlerinde kullanıcılar ise, kolay erişim, hız ve kesintisizlik arıyor. “Hızlanan dijital dönüşümün etkisiyle öne çıkan en önemli yeniliklerden birinin de, şifreleri ve kart okuyucuları denklemden çıkararak ödemeyi hızlı ve kolay hale getiren, geleceğin ödeme yöntemi; görünmez ödeme (invisible payments) ile ilgili bilgiler veren Karabulut, ödeme sürecindeki siber risklere de değinerek, firmaların maruz kaldığı tehditlerin sadece kendi sistemlerinden kaynaklı olmadığını, tedarikçilerin zafiyetlerinden de kaynaklandığını belirtip; mevcut ve aday tedarikçilerin risk skorlamasının yapılmasının önemini vurgulayarak konuşmasını noktaladı.
“Veri güvenliği için şifreleme ve erişim kontrolü birlikte uygulanmalı.”
Veri Güvenliği konusunda konuşma yapan Cyberwise Veri Güvenliği Takım Lideri Onay Küçükesin ise konuyla ilgili şunları söyledi: “Verilerin güvenliğini sağlamak için en sık başvurulan yöntemlerden biri, şifreleme. Bu yöntem yıllar içinde değişiklik gösterse de, 4 ana prensibini her zaman korudu. Bunlar; güçlü bir algoritma kullanılması, anahtarların güvenli bir şekilde saklanması, farklı amaçlar için farklı anahtarların kullanılıyor olması ve anahtarların kullanım yetkilerinin kısıtlanması. Şifreleme, çalınan veriyi kullanılmaz hale getiriyor, böylece kaçınılmaz olan veri sızıntısını engelleyemesek de veriyi anlamsız hale getirerek kullanımını engelliyoruz. Diğer önemli prensip ise veriye erişim kontrolü. Son yıllarda yaşanan veri sızıntılarının birçoğu önlem alınmadan sağlanan erişim yöntemleri nedeniyle gerçekleşti. Her ikisinin de birlikte yapılması verinin güvenliği için oldukça kritik bir öneme sahip”
“İşbirliği içinde rekabet etmeyi başardığımızda ortak amaca ulaşabiliriz.”
Ödeme sistemleri ve veri güvenliğini, tüketici bakış açısıyla ele alan Dr. Soner Canko ise tüketicinin en temel beklentisinin güvenlik olduğunu vurguladı. Canko sözlerine şöyle devam etti: “Bir ürünü satın alırken esas amaç ihtiyacı gidermek, keyif almak ve kişisel beklentileri karşılamaktır. Kimse beğendiği bir ürünü satın alırken zaman kaybetmek, zorluklarla mücadele etmek veya herhangi bir konuda kaygı duymak istemez. Dolayısıyla tüketicinin en temel beklentisi hızlı, kolay ve güvenli alışveriştir. Hatta bugün çokça üstünde durulan konu ödemelerin görünmez olması, tüketicinin isteklerindendir. Bu doğrultuda baktığımızda bizlerden beklenenleri şöyle sıralayabilirim; tüketici odaklı olmak, rekaberlik içinde olmak yani rekabet ile birlikte ortak hareket edebilmek ve ekosistemin gelişimi için çaba harcamak. Çünkü ancak iş birliği içinde rekabet ettiğimizde ortak amaca ulaşabiliriz. Bu nedenle bugün bu etkinliği düzenleyen Cyberwise’a teşekkür ediyorum, çünkü Cyberwise, ekosistemin gelişimi için ve pastayı büyütmek için taşın altına elini koymuştur.”
Dr. Soner Canko’nun konuşmasını ardından, Cyberwise Denetim ve Danışmanlık Hizmetleri Yöneticisi Sefa Karabulut ve Cyberwise Veri Güvenliği Takım Lideri Onay Küçükesin moderatörlüğünde yapılan soru-cevap oturumunun da tamamlanmasıyla birlikte etkinlik sona erdi.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Türkler hayırseverlikte Avrup’yı geride bıraktı
Mastercard tarafından yapılan “Yeni Yıl Araştırması”, Türkiye’de, tüketicilerin %80’inin hediye alırken toplumsal fayda gözettiğini ortaya koydu. Bu oran, Avrupa’nın neredeyse 1,5 katı.
Mastercard tarafından yapılan “Yeni Yıl Araştırması”, tüketicilerin hediye alırken daha duyarlı davrandığını ortaya koyuyor. Türkiye’den araştırmaya katılanların yüzde 92’si, 2020 yılının kendilerine neyin daha önemli olduğunu hatırlattığını belirtirken, bu oran Avrupa genelinde % 77 olarak seyrediyor.
Tüketici duyarlı
Türkiye’den araştırmaya katılanların %75’i bu sene hediye seçimine daha fazla özen gösterdiğini belirtirken, %65’i ise hediyeleri kişisel dokunuşlarla özelleştirdiğini ifade ediyor. Bu yılbaşında tüketicilerin sevdiklerine hediye seçmek için ayırdığı zamanda da artış gözlemleniyor. Buna göre; Avrupalı tüketicilerin %45’i, Türk tüketicilerin ise %62’si hediye seçmek için daha fazla vakit ayırıyor.
Türkiye’de 10 kişiden 8’i hayır amacıyla hediye alıyor
Araştırmanın en çarpıcı bulgularından birisi ise Türkiye’deki tüketicilerin Avrupa geneline kıyasla toplumsal konularda daha hassas olduğunu ortaya koyuyor. Avrupa’daki tüketicilerin %48’i hediyelerini alırken toplumsal faydayı gözettiklerini belirtirken bu oran Türkiye’de Avrupa’nın 1,5 katı olarak %80 oranında gerçekleşiyor. Öte yandan, Türkiye’de, tanımadığı ama ihtiyacı olan insanlara hediye olarak yiyecek ve giyecek almak %50 oranında. Bu rakam Avrupa için ise sadece %17.
Türkiye’deki tüketicilerin %45’i ise hayvan haklarını koruma amacıyla çalışmalar yürüten STK ve barınaklardan hediye almayı tercih ediyor. Bir hayır kuruluşuna doğrudan bağış yapanların oranı ise %37 ile Avrupa ortalamasının 2,5 katı. STK’lardan yılbaşı kartı alarak destek verenlerin oranı Avrupa’da %19 seviyesindeyken, bu oran Türkiye’deki tüketiciler arasında %31 ile Avrupa’nın 1,5 katı olarak hesaplanıyor.
Yerel esnafa destek
COVID-19 ile beraber, tüketiciler nereden alışveriş yaptığına daha fazla özen göstermeye başladı. Avrupalıların %70’i, Türkiye’deki tüketicilerin ise %90’ı bu sene hediye alışverişi yaptığı yer konusunda daha duyarlı olduğunu ifade ediyor. Alışveriş yaparken kendi içinde bulunduğu topluma destek vermek istediğini belirtenlerin oranı Türkiye için % 79. Ekonomik gelişime destek vermek amacıyla yeni yıl alışverişini yerel işletmelerden yaparım diyenlerin oranı %75 ile Avrupa ortalamasının 15 puan üzerinde. Araştırmaya katılanların %70’i hediye alışverişini yerel esnaftan yapacağını belirtirken, yeni yıl akşamı için yiyecek ve içecek alışverişini yakın çevreden alacağını söyleyenlerin oranı ise %76 seviyesinde.
Türkiye’deki tüketiciler arasında en çok tercih edilen hediyeler: Çerçeveli fotoğraf ve albüm (%53) Ev yapımı yeni yıl sepeti (%47) Kişiselleştirilmiş tasarımlar (%45) Sağlıklı yaşam hediyeleri (%43) Özel deneyim hediyeleri (%41) El yapımı mumlar (%41) Kıyafet kombinleri (%39) Ev yapımı kart oyunları (%31) Çizim veya boyama (%29) Şiir veya hikaye yazma (%29)
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)
Hastanın onayı olmadan tedavi ya da müdahale yapılamaz.
Ülkemizde de yaşanan salgının etkisi ile ciddi bir yoğunluğun yaşandığı hastanelerdeki hasta haklarımız konusunda son derece önemli olan bilgileri sizler için derledik. Kanunlarımızla sınırları çizilen, bilgi edinme hakkı ile başlayan, tıbbi müdahale, tedavi hakkı, hasta mahremiyeti, tedavi esnasındaki hatalardan doğan sorumluluk konuları hakkındaki sorularımızı Prof Hukuk Bürosu Avukatlarından Av. Emre Avşar cevaplandırdı.
Hasta Haklarımızdan kısaca bahsedebilir misiniz?
Hukukumuzda en çok merak edilen, bilinmesi gereken alanlardan biri de sağlık hukuku çerçevesinde hasta haklarıdır. Vazgeçilmez haklardan olan yaşama hakkının bir tezahürü bir kapsam olarak ele alabileceğimiz, hak olarak bu hakkı sağlıklı yaşama hakkı olarak da ifade edebiliriz.
Herkesin bu hakka ihtiyaç duyduğu anlar olmakta ve bu haklardan bihaber olunması sonucu kişilerin hayat şartlarını etkileyecek sonuçların doğması muhtemeldir. Bir hastanede veya buna benzer sağlık kuruluşunda hizmet alan kişiye hasta denilmektedir.
Peki bir hastanın hakları neleri kapsamaktadır?
Öncelikli olarak hastanın bilgi edinme hakkı mevcuttur. Hasta tıbbi süreçte, kendine uygulanacak tedaviler, konulan teşhisler, tedavi sırasında olabilecek riskler ve tıbbi müdahale ile ilgili diğer her şey hakkında bilgi edinme hakkına sahiptir.
Bu talebi müdahalede bulunacak sağlık personelinden edinme hakkına sahiptir. Bunu geniş yorumlarsak hastanın sağlık personeliyle dil farkı olsa dahi bu hakkından yararlanmak için üstün yararı gereği bir tercüman eşliğinde dahi olsa kendine bilgi verilmek zorundadır.
Bu haklarından haberdar olmayan kişiler var ama?
Evet doğru, kişi bazen bu haklarında bihaber olduğu için bilgi edinmek adına soru sormaktan imtina etse dahi tıbbi müdahalede bulunan sağlık personelinin bilgi edinme hakkı çerçevesinde hastaya re ‘sen (kendiliğinden) bilgi vermesi beklenmektedir.
Tıbbi müdahale yapılmadan önce hastaya da bilgi verilmek zorunda mı?
Elbette, uygulanacak tıbbi müdahale çerçevesinde hastanın onayının alınması gerekmektedir. Buna da kısaca “onay hakkı” diyebiliriz. Tıbbı müdahale içerisinde ameliyat, muayene ve aslında hukuki anlamda vücut bütünlüğünü ihlal edecek nitelikte önlemler bulunmaktadır. Bu sebeple önceden bilgilendirildiği bir tıbbi müdahale için hasta, onayının alınması hakkına sahiptir.
Bir de tedavi durumu var, tedavi konusunda da aynı şeyi söyleyebilir miyiz?
Hastanın bir diğer hakkı da Tedavi Hakkıdır. Hasta her ne şart altında olursa olsun, dil, din, ırk, cinsel kimlik farkı gözetilmeksizin tedavi hakkına sahiptir. Sağlık personeli geçerli bir sebebi olmadığı sürece de tedaviden kaçınamaz. Hastanın tedaviyi uygulayacak sağlık personelini seçme hakkı bulunmaktadır. Hastanın tedaviyi isteme hakkı olduğu gibi tedaviyi “reddetme hakkı” da bulunmaktadır. Ayrıca hastanın sıra tıbbi tedaviye erişim hakkı da mevcuttur. Özellikle acil müdahale gerektiren durumlarda hastanın tedaviye erişmek için saatlerce belki de günlerce beklemesi beklenemeyecektir.
Hasta kendisine ait bilgileri hastaneden saklamasını isteyebilir mi?
Yukarıda bahsettiğimiz gibi hasta tedavi olurken bazı bilgileri de sağlık personeli ile paylaşmaktadır. Bunun içerisinde kimlik bilgileri, telefon bilgileri, hastalığı ile ilgili bilgiler de yer almaktadır. Bu bilgilerin hastalığın takibi ve diğer sağlık durumları sebebiyle temin edildiği bilinmektedir. Ancak hasta mahremiyeti gereği, hastanın bu bilgilerin korunmasını isteme hakkı mevcuttur. Bu bilgiler ilgili sağlık personeli hariç herhangi bir kişiyle ya da kurumla paylaşılamaz. Eğer böyle bir durum ortaya çıkarsa kişisel verilerin korunması kanununa aykırılık sebebiyle, bir suç durumu oluşacaktır.
Av. Emre Avşar sorularımıza cevap verirken, en çok merak edilen ve karşılaşılan konulardan biri de tedavi sırasındaki hatadan doğan sorumluluk konusudur. Bu konudaki sorularımızı da kendisine sorduk.
Sayın Avşar, tedavi esnasında oluşan hatalardaki sorumluluk kime aittir? Bu konuda hasta hakları çerçevesinde neler yapılabilir? Nereye başvurulabilir?
Yukarıda bahsettiğimiz üzere, tıbbi tedavi aynı zamanda hukuksal anlamda vücut bütünlüğünün ihlalini içerse de hastanın üstün yararı sebebiyle ihlal suçunu oluşturmamaktadır. Ancak bu her durumda doğru değildir. Özellikle açık ameliyat içerikli tıbbi tedavilerin bazıları riskli olabilmekte, hatta hastanın hayatına dahi mal olmaktadır. Peki bu durumda kamunun ve sağlık personelinin sorumluluğu ne ölçüdedir.
Tabi ki sağlık personellerinin özelinde düşündüğümüzde, özellikle doktorların işlerinin stresli ve yoğun olması dolayısıyla bir de her koşulda sınırsız bir sorumluluk yüklenmesi, iş güvenliği açısından da olumlu ve sağlıklı sonuçlar doğurmayacaktır. Ancak tıbbi müdahalede bulunan personelin ağır kusuru, kasta yaklaşacak derecede kusuru ve kastı olması durumunda, vücut bütünlüğünün ihlalinden söz edilebilecektir.
Sıkça karşılaşılan durumlara örnek olarak, yanlış tedavi uygulanması, ameliyat anında hastanın vücudunda yabancı maddeler unutulması ve örneğini artıracağımız birçok durumda, hastanın hayati durumu, vücut bütünlüğü, “yani genel anlamda sağlığının sekteye uğraması” durumunda sorumluluk doğmaktadır. Cezai sorumluluğun yanı sıra, maddi-manevi tazminat sorumluluğu da oluşmaktadır.
Sağlık çalışanları, Bakanlığa bağlı olarak iş görmekte olduğundan buradaki sorumluluk direkt olarak KAMUNUN SORUMLULUĞUDUR. Yani aslında vatandaşımız hasta olarak o tedaviyi alıp kamuya güvenmekte olduğunuzdan, Kamu da sizin haklarınızı korumak zorunda olduğundan, bu durumdan kaynaklanan tazminat sorumluluğu doğmaktadır. Böyle bir durumla karşılaşıldığı takdirde idare mahkemesinde dava açarak zararın karşılanmasını talep edilebilir.
Av. Emre Avşar’a yaptığı bilgilendirmeler için teşekkür ediyoruz. Anlıyoruz ki, hasta olmak ve hastanelerde tedavi olmak aynı zamanda hasta haklarımız konusunda bilgi sahibi olmamızı da beraberinde getiriyor, bu bilgileri de sağlıklı kullandığımız ve iletişimimizi güçlü tuttuğumuz takdirde de hem sağlıklı bir tedaviye hem de haklarımıza rahatça ulaşmış oluruz.
BEYAZ HABER AJANSI (BHA)